963) Buhara Hanlığının Son Emiri Alim Han’ın Vasiyeti ve Hazinesi

Yayin Tarihi 13 Temmuz, 2017 
Kategori TÜRK DÜNYASI

Buhara Hanlığının son emiri Alim Hanın

vasiyeti ve hazinesi

image001

———————————————————————————

Alim Han, 1911-1920 yılları arasında, Türkistan’da Ruslar tarafından işgal edilen sonuncu Türk devleti olan Buhara Hanlığı’nı idare eden hükümdardır.

Bolşevikler ile yaptığı mücadeleyi 1920 yılında kaybetmesi üzerine ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve yardım sağlamak amacıyla Afganistan’a gitmiştir. Fakat tekrar ülkesine dönememiş ve 1944 yılında Afganistan’da vefat etmiştir.

Ruslar ve onların destekçisi olan dönemin ceditleri tarafından sürekli kötülenen ve hakkında asılsız iddialar uydurulan Alim Han’ın Afganistan hayatı hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Türkistan halkının dış ülkeler ile her türlü münasebetini engelleyen Rusların olumsuz tutumu Alim Han’ın Afganistan hayatı hakkındaki bilgilerin sınırlı kalmasına neden olmuştur. Alim Han hakkındaki bilgilerin sığ kalması onun sürgünde yürüttüğü mücadelenin gereği gibi anlaşılamamasına neden olmuştur.

Abdurrauf Fıtrat ve Sadrettin Ayni gibi dönemin aydınları Alim Han’a muhalif olduklarından dolayı onu ve dönemini değerlendirirken olumsuz tavır takınmışlardır. Aydınların bu olumsuz tutumlarının Sovyetler’in amacına hizmet etmesi, onların tek taraflı fikirlerinin yayınlanmasına ve yayılmasına neden olmuştur. Bu olumsuz tutum o dönemin Türkiye matbuatına dahi sirayet etmiş, Alim Han basmacılık hareketine destek verdiği halde Alim Han’ı Türkistan bağımsızlık hareketine karşı olarak gösterilen yazılar neşredilmiştir [1].

Alim Han hakkında yazılan yazılar ve bilgiler Sovyet döneminde izin verilen ölçüde ele alınmış ve Sovyetlerin çizdiği çizginin dışına çıkılamamıştır. Karalama kampanyasının etkileri yakın döneme kadar devam etmekle beraber bağımsızlık sonrası Türkistan topraklarında konu ile ilgili farklı sesler çıkmaya başlamıştır.

Alim Han’ın yazmış olduğu hatırat dahi, Özbekistan’da ancak 1991 yılında basılabilmiştir. Bağımsızlığın ortaya çıkardığı olumlu şartlar neticesinde Alim Han’ın çocukları Özbekistan’a davet edilmiş [2], gerçekleşen bu ziyaret neticesinde, halk ve tarihçiler arasında Alim Han’ın sürgün hayatı hakkında merak ve yeni bilgiler ortaya çıkmıştır.

Özbekistan’daki gazetelerde, Alim Han’ın çocukları ve Emirin Afganistan’daki hayatı hakkında haberler çıkmaya başlamış [3], böylece ortaya çıkan yeni bilgiler, Sovyet dönemindeki iddialara farklı alternatif görüşler getirerek Sovyet dönemindeki kaynakları ve iddiaları tartışılır hale getirmiştir. Örneğin, Alim Han’ın ortaya yeni çıkan vasiyeti, Alim Han’ın mal varlığına dair savunulan iddialara farklı bir bakış açısı kazandırmıştır. Çünkü Sovyet iddialarına göre Alim Han Buhara’yı terk edişi sırasında hazinenin bir kısmını kendisi ile götürmüş [4], ve varlık içinde yaşamıştır. Bu iddiaların aksine, Alim Han Buhara hazinesinden bir şey götüremediği gibi, Doğu Buhara’dan götürdüğü paraları da basmacı gruplara silah temin etmek için tükettiğini savunan görüşler ortaya çıkmıştır [5].

Bu yanlış ve yanlı değerlendirmeler Rusların karalama kampanyalarının bir sonucudur. Gerçeklerin ortaya çıkması bu dönem ile ilgili ilmi çalışmaların arttırılmasına bağlıdır. Fakat ne Türkiye’de ne de Türkistan’da Buhara Hanlığı ve Alim Han dönemi ile ilgili yeterli ilmi çalışma bulunmamaktadır. Oysa ki, Alim Han Türkistan tarihinde farklı bir öneme sahiptir. Çünkü, Rusların Altınordu Devleti’nden bağımsızlığını almasından sonra Türk toprakları aleyhine başlattığı genişleme hareketinin son halkası Buhara Hanlığı olmuştur. Buhara Hanlığı’nın 2 Eylül 1920 yılında işgal edilmesi ile Türkistan’daki son toprak parçası da Ruslar’ın eline geçmiş ve Türkistan’a yönelik Rus İşgal hareketi tamamlanmıştır [6].

Ruslar’ın Buhara Hanlığı’nı tamamen işgal ettiği esnada Buhara Hanlığı’nın tahtında Alim Han bulunmaktaydı. Bu nedenle işgalden sonra yürütülen Rus propagandasının da en büyük hedefi Alim Han olmuştur. Asıl konumuza girmeden önce Buhara Hanlığı’nın tarihçesini özetlemek yararlı olacaktır.

Timur’un 1405 yılında ölmesinden bir süre sonra Türkistan toprakları Anadolu’daki beylikler dönemine benzer siyasi parçalanma dönemine girmiş, Türkistan topraklarındaki bu siyasi parçalanmaya son verecek merkezi bir devlet kurulamadığı için de güçlü bir devlet olarak ortaya çıkan Rusların Türkistan’ı işgali engellenememiştir.

Batı Türkistan dediğimiz ve günümüzde bağımsız Türk Cumhuriyetlerinin hüküm sürdüğü topraklarda, siyasi birlikten uzak hanlıklar dönemi yaşanmaya başlanmış ve bu hanlıklardan en önemlisi de Buhara Hanlığı olmuştur. Kokand ve Hive Hanlıkları bu hanlıktan ayrılarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Buhara Hanlığı’nda Şeybaniler, Astrahanlılar ve Alim Hanın mensup olduğu Mangıt sülaleleri hüküm sürmüştür.

Buhara Hanlığı’nın kuruluş tarihi miladi 1500 yılı olarak kabul edilir [7]. Batu Han’ın kardeşi olan ve Şeybani soyundan gelen Ebul Hayr Han 1428 yılında büyük dedesi Özbek Han’ın adını verdiği devleti kurdu. Bu devlet 1468 yılında Ebul Hayr’ın Moğollara yenilip ölmesi ile dağılma dönemine girdi. Fakat Muhammed Şeybani Han 1500 yılında Özbekleri tekrar toparlamış ve bağımsızlığını ilan etmiştir [8]. Şeybanilerin son hanı olan Addulmumin öldürülmesi ile baş gösteren karışıklık neticesinde, Astrahan sülalesine mensup Baki Muhammed 1597 yılında tahta geçmeyi başardı. Böylece hakimiyet Şeybani sülalesinden Astrahanlılar sülalesinin kontrolüne geçmiş oldu.

Tarih kaynaklarında Caniler olarak da bilinen bu sülale 1785 yılına kadar Buhara Hanlığı’nı resmen idare etmesine karşın 1740 yılında Nadir Şah’ın Buhara’yı işgal etmesi ile güç kaybetti ve bu tarihten itibaren Mangıt Sülalesi Buhara Hanlığ’ın kaderini tayin etmeye başladı.

1785 yılına kadar Astrahanlı Hanlar kukla hanlar olarak hayatlarını devam ettirdiler. Resmiyetteki son Astrahan Hanı Ebulgazi Han’ın Buhara sarayından çıkarılıp sıradan bir vatandaş gibi yaşamak zorunda bırakılması ile hanlık, (Şah Murat döneminde 1785-1800) resmen Mangıtlar’ın eline geçti [9]. Bu sülale Ruslar’ın işgal tarihi olan 2 Eylül 1920 yılına kadar Buhara Hanlığı’nda iktidarda kaldı.

Buhara Hanlığı’nın Ruslar tarafından işgali ve ortadan kaldırılması Alim Han dönemine denk gelmesine rağmen, Hanlık asıl öldürücü darbeyi Emir Muzaffer döneminde almıştır. Buhara hanlığı ile Ruslar arasındaki ilk ciddi savaş 8 mayıs 1866 yılında İrcar mevkiinde meydana geldi. Bu savaşı Ruslar kazandı ve Buhara Hanlığı’nın direnci kırılmış oldu [10].

2 Haziran 1868 yılındaki Zirebulak Savaşı hanlığın kaderini tayin eden savaş oldu. Buhara Emiri Muzaffer çok ağır bir yenilgiye uğramış, 28 eylül 1873 yılında yapılan 18 maddelik bir anlaşma ile de Buhara Hanlığı Rusya’ya bağlı bir devlet haline getirilmiştir [11].

Emir Muzaffer 1885 yılında vefat etti ve yerine oğlu Abdulahat geçti. Bu dönemde devletin kontrolü tamamen Ruslar’ın eline geçti. Ruslar Buhara Devleti’ni siyasi askeri ve ekonomik açıdan tamamıyla kendine bağlı hale getirdiler [12].

Abdulahat’ın ölümünden sonra 1911 yılında Mangıtlar’ın ve hanlığın son emiri olan Alim Han tahta geçti [13]. Rusya’da çıkan Bolşevik ihtilalinin ortaya çıkardığı karmaşa ortamından yararlanan Alim Han bağımsızlığını ilan etmesine rağmen, Bolşevikler tarafından da tanınan bağımsızlığını uzun müddet devam ettirmeyi başaramadı. Çünkü Ruslar’ın Hindistan’a ve Hint Denizi’ne ulaşması için Buhara Hanlığı’nın mutlaka ortadan kalkması gerekiyordu. Bolşevikler’in iktidara gelmesiyle Rusya’da ortaya çıkan iç karışıklıklar, Buhara Hanlığının ortadan kaldırılması planlarının bir süreliğine ertelenmesine neden olmuştu. Bolşevikler, darbenin olgunlaşmasını bekleyen bir general gibi beklediler ve yenilik taraftarı ceditçilerin sebep olduğu şartların Ruslar’ın lehine olgunlaşmasıyla, son darbeyi vurmak üzere, 29 Ağustos 1920 yılında Buhara’nın merkezine doğru hücuma geçtiler. Buhara’nın 2 Eylül’de Ruslar’ın eline geçmesi ile, Osmanlı Devletinden sonra en uzun ömürlü Türk devleti olan Buhara Hanlığı, resmen yıkılmış oldu.

Ülkesinin bağımsızlığını Ruslar’a karşı savunamayan Emir Alim Han Doğu Buhara’ya çekilmek zorunda kaldı. [14] Silah yardımı almak üzere gittiği Afganistan’dan tekrar ülkesine dönemedi ve 1944 yılında [15], göz altında tutulduğu Afganistan’ın başkenti Kâbil’de vefat etti.

Kendi ülkesi dışında sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan Alim Han’ın en çok tartışılan yönü ceditçilere karşı tutumu ve beraberinde götürdüğü iddia edilen hazinesidir.

Afganistan hayatı hakkında fazla bir bilgi bulunmayan hanın, sanıldığı gibi bir hazinesinin olmadığı son dönemde elde edilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Alim Han ölmeden önce 1944 yılında bir vasiyetname bırakmıştır. Bu vasiyetnamesinde kendi yerine geçecek olan kişiyi belirlemekle beraber çok tartışılan maddi varlığına da açıklık getirmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşayan büyük oğlunun şahsi eşyaları arasında bulunan ve bu güne kadar yakın çevresi dışındakilerin habersiz olduğu bu vasiyet [16] bir çok gerçeği gün yüzüne çıkarmaktadır. Özbekistan halkı tarafından da yakından takip edilen ve merak edilen Alim Han’ın maddi varlığını da açığa çıkarması açısından önemli bir tarihi belge niteliğindedir.

Tarihimizde pek bilinmeyen bu dönem hakkında önemli bir belge niteliğinde olması dolayısıyla bu vasiyetnamenin tarih literatürüne geçirilmesini tarihi bir sorumluluk olarak görüyorum. Bu nedenle vasiyetnamenin Farsça’dan Türkçe’ye tercüme edilen tam metni aşağıda verilmiştir.

“Bismillahirrahmanirrahim Bütün nefisler ölümü tadacaktır. Dünya fanidir, kimseye vefası yoktur ve kimseye kalmaz. Ve her şey Allah’ın yaratıcılığının delilidir. Ölüm Allah’ın kullarını her zaman için pusuda bekler. Bu aciz kişi uzun zamandan beri hastadır. Bu gerçeğe bağlı olarak yaşamın bir emanet olduğunu anladım, ki ister istemez bu canı Allah’a teslim etmek gerekir. Bu nedenle ailemin gelecekteki temsilcisi ve sorumlusu olması açısından kendi yerime birini atamam zorunlu görülmektedir. Aklım ve şuurum yerinde olmakla birlikte, sağımı solumu tanıyor durumdayım. Çevremi fark edebilecek durumdayken büyük oğlum Seyit Mir Ömer’i kendi yerime tam yetkili olarak vekil tayin ediyorum. Eğer yüce Allah’ın izniyle ülkemiz Buhara-i Şerif istiklaline kavuşursa ve orada bir İslam devleti kurulursa, geride kalan vefalı halk bana duyduğu vefa gereği büyük oğlum Mir Ömer’i Buhara’nın emirliğine seçsinler.

İkinci olarak, şahsi meselelerimi ilgilendiren işler, burada alınan karara ve zikredilen rakamlara binaen yürütülsün. Emirlik yapmakta olduğum 1338 Hicri Kameri senesinde [17] 119300 cilt Karakul derisini ve bunun yanında 15376 cilt Takar derisini (631 balya olarak) hizmetimde bulunan Musemiyan Torekulbay Toksaba, Veledi Seferbay Kari Mirzap Miri Ahur ve Kari Muhiddin adındaki üç kişi vasıtasıyla Londra’ya gönderdim. Maalesef bu zamanda ülkemde inkılap meydana geldi ve bu olay neticesinde kardeş ülke Afganistan’a hicret etmek zorunda kaldım.

Bu esnada İngiltere’den bana haber geldi. Zikredilen mallar hizmetimdekiler vasıtasıyla satılmış ve bu malların yaklaşık meblağı olan 2 milyon Hint Ruphi’si, bu kişilerce Hindistan bankalarına yatırılmış. Yanımdaki yardımcılarım mektup yazarak ilgili paranın bana gönderilmesini talep ettiler. Fakat onlar (Londra’ya gönderilen kişiler) bu parayı inkâr ettiler. Bunun üzerine, onlardan (yerleştikleri Hindistan’da) davacı oldum ve yaklaşık iki yıl süren dava sonunda, bana hakkımı ödemeye razı oldular.

Toplamı 2 milyon Ruphi olan paranın 400 bin Ruphisi’ni masraf gösterdiler. Geriye kalan 1 milyon 600 bin Ruphi şu şekilde işlem gördü; 200 bin Ruphi Torekulbay’a hizmetleri karşılığı verilmesini onayladım. 60 bin Ruphi’yi Kari Mızrap Mir-i Ahur’a ve 40 bin Ruphi’yi Kari Muhiddin’e hizmetleri karşılığı verdim. Bu işlemlerden sonra 1 milyon 300 bin benim hakkıma düştü. Bu paradan 500 bin Ruphisi’nin Saadet-i Vatan hesabına ayrılmasını emrettim. Bu paranın ticaret yolu ile işletilmesini ve elde edilen kârın da aynı paraya eklenmesini istedim. Kalan 800 bin Ruphi’yi Hacı İsmail beye devrettim ve bu paranın işletilmesi ile edilen kârın masraflarımı karşılamak üzere Kabile yollamasını istedim. Ama maalesef Hacı İsmail Peşaver’de vefat etti. Böylece benim paralarım Hacı İsmail’in ortaklarının tasarrufuna geçti. Hacı Abdulmecit, Hacı Gulamhaydar ve adı aklımda olmayan iki şahıs Hacı İsmail’in ortakları idi. Bu güne kadar defalarca mektup yazılıp gönderilmesine rağmen bu kişiler paramı ya da bu paradan elde edilen kârı bana yollamadılar. Saadet-i Vatan parasına gelince, bu para yardımcılarım tarafından 660 bin Ruphi olarak gösterilmişti ve Emperyal Bank ile Grandley Bank adındaki bankaların Peşaver şubelerine yatırılmıştı. İkinci olarak adı geçen kişiler benim onayımı alarak, bu sermayeden bir miktarını kullanmak suretiyle, Karakul derisi aldılar ve Londra’ya yolladılar. Bu deriler satıldığı esnada Hacı İsmail hastalandı ve Hindistan’a dönmek istedi. Hacı İsmail Londra’daki Yahudi asıllı bir komisyoncuya tüm derilerin parasını benim adıma Hacı Torekulbay’ın Londra’daki Grandley Bank hesabına yatırmasını söylemiş. Hacı İsmail Peşaver’e döndüğünde Allah’ın takdiri üzere vefat etti.

Hacı İsmail’in ölümünden sonra Hacı Torekulbay, Kâbile benim yanıma gelerek, Hacı İsmail’in ölüm haberini iletti. Ticari işlerin kötüye gitmemesi için daha öncesinde Hacı İsmail’e verdiğim vekaleti kendisine vermemi istedi. Fakat ben daha önce Hacı İsmail’e verdiğim vekaleti Hacı Taşpolat’a verdim. Fakat bir süre sonra Hacı Taşpolat’ın bu yeni işte liyakatının olmadığını gördüm ve mezkur şahsı görevden aldım. Daha sonra Hacı Torekulbay tekrar huzuruma çıkarak vekaletimi vermemi istedi. Bu işler ile doğrudan uğraşmayı kendime uygun görmediğim için, iyice düşündükten sonra, vekaletimi Peşaver’deki bu şahısa mecburi olarak gönderdim. Bu vekalet vasıtasıyla adı geçen şahıs ticari faaliyetlere başlayarak bana aylık 3 bin Ruphi yollamaya başladı. Bir sure sonra dünya savaşının [18] başlaması üzerine, Hacı Torekul’un ticari faaliyetlerinden habersiz kaldım.

Uzun süre bekledim ve daha sonra anladım ki, Hacı Torekul benim vekaletimi sûiistimal ederek benim paralarımı çarçur etmiş. Şu anda sağlık durumum iyi olmadığından dolayı tedavim ile meşgul olmaktayım ve bu hususta bir girişimde bulunamamaktayım. Bir girişimde bulunabilmek için hastalığımın geçmesini ümit ediyorum. Ölümün bana çok yakın olduğunu hissedebildiğimden dolayı, benden sonraki kişisel işlerimde kendi yerime büyük oğlum Sait Mir Ömer’i vekil bırakıyorum.

Lazım gördüğü üzere Hacı Torekulbay ve çevresi ile hesaplaşıp, Saadet-i Vatan adlı parayı da ticaret için kullansın. Bu paranın ana parasını tamamladıktan sonra kârından sadece onda birini alsın. Mekke-i Muazzama ve Medine-i Mükerreme’de bulunan ve amcamın oğlu Sait Abdulmubin’in tasarrufunda bulunan vakıflarımı da Sait Ömer’e devrediyorum ve o da İslamî esaslara göre muamele etsin.

Rahmetli babamın Fransa’daki bir Yahudiye ticaret için vermiş olduğu yaklaşık 300 milyon Paund Sterlinin (eğer belgeleri bulabilirse) tek varisi Sait Ömer dir. Eğer bu konuda dava eden olursa davası batıldır. Sait Ömer bu parayı istediği gibi kullanabilir. Abdullahbek ve Abdulrahim Rahimi’nin şahadetleri ile 10 Şehr-i Rebiülevel 1363’e [19] denk gelen, 16 Hud (balık burcu) 1322 Salı günü, Zat-ı Ali Buhara Emiri tarafından yazıldı.”

Mühür ve imza Bu vasiyetten anlaşıldığı üzere Alim Han, vefatı esnasında ciddi bir mal varlığına sahip değildir. Oysa ki Özbekistan’daki kaynaklarda Alim Han’ın hazinesinden efsanevi şekilde bahsedilmektedir. Semerkant’da basılan Ayna Dergisi’nin 1914 yılında çıkan 25 nolu sayısında Alim Han’ın hazinesi hakkında şunlar yazılmaktadır;

“Buhara Emiri’nin tasarrufu altında bulunan hazinenin miktarı belki de başka hiçbir ülkenin hazinesinde yoktur. Bu para 50 alçın [20] uzunluğunda 20 alçın genişliğinde ve 8 alçın yüksekliğinde bir tepecikten ibarettir. Bu hazinenin dışında 3 alcın büyüklüğünde, Rus ve Buhara altınları ile türlü paralardan oluşan başka bir hazine daha vardır [21]”.

Buhara Hanlığı’nın bu zenginliği başka kaynaklarda da zikredilmektedir. Bir duvar gazetesinin haberine göre, Buhara işgal edildikten sonra Emirin sarayından on pudlarca külçe altın, altın eşya ve sikke ile binlerce pud [22] gümüş ve başka ülkelere ait gümüş paralar ile çeşitli değerli eşyalar bulunmuştur [23]. Bu gazete haberini ve hazinenin Ruslarca talan edilişini, Kahraman Recebov adındaki bir tarihçi arşiv belgelerine dayanarak hazırladığı makalede doğrulamaktadır. Bu makalede yer alan bilgilere göre Alim Han, 1917 yılında Kuşbegi Mirza Nasrullah’ı hazinenin kaydını çıkarması için görevlendirmiştir. Bu sayım sonucuna göre Buhara hazinesi; 1 148 380 tane Buhara altını, 4 635 100 som Rusya altını, 1 108 pud Hamburg altını, 2 844 pud Hamburg gümüşü, 1 835 pud Rusya gümüşü, 62 834 780 tane Buhara gümüşü, 731 pud Buhara bakırı, 16 pud toz altın ve 864 pud Rusya gümüşünden ibarettir.

Ayrıca Alim han ve yakın çevresine ait değerli taşların da kaydı alınmış ve bu taşların da 13 067 grattan ( 1 Grat 0,2 gram) ibaret olduğu zikredilmiştir. Moskova’ya gönderilen bu hazinenin yaklaşık miktarı 77 milyon altın som dur. Günümüzdeki kurlar ile 80 milyar dolara denk gelmektedir [24].

Buhara’nın Ruslar tarafından işgal edilişinden sonra bu altın, gümüş ve değerli eşyalar 13 yük vagonu ile Rusya’ya gönderilmiştir. Ayrıca bir çok altın ve değerli eşya, Rus askerleri tarafından talan edilmiştir. [25] Acaba Alim Han bu hazineden ne kadarını kendisi ile götürmüştür. Ya da hiç götürebilmiş midir?

Alim Han’ın hatıratından, Emir’in Buhara’yı 25 bin kişilik bir kafile ile terk ettiği anlaşılmaktadır [26] Emirin 25 bin kişilik gibi büyük bir grup ile Buhara’dan ayrılması beraberinde hazinenin bir miktarını götürdüğü fikrinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Emirin Buhara’dan ayrılışı sırasında ne kadar altını kendisi ile götürdüğü ya da götürüp götüremediği hakkında farklı görüşler mevcuttur. Emir’in Buhara’yı terk edişi sırasında, yukarıda bahsedilen hazineden 100 arabalık bir kısmını kendisi ile götürmeye muvaffak olabildiği, Rusların takibi sırasında, bu 100 arabanın da 25 tanesinin Ruslar’ın eline geçtiği [27] iddia edilmektedir.

Alim Han’ın vefat ettiği esnada sahip olduğu maddi varlık ile yukarıda bahsedilen hazine ve beraberinde götürdüğü altınlar arasında bir tezat vardır. Bu çelişkinin sebebi, Alim Han’ın hazinesini Rus işgalinden ve talanından kurtaramamasıdır. Başka bir değişle sahip olduğu hazineyi Buhara’dan çıkarmayı başaramamasıdır.

Şayet Alim Han iddialardaki gibi bu hazinenin bir miktarını götürmeye muvaffak olabilseydi, kuşkusuz bu çelişki yaşanmazdı. Oysa Özbekistan’daki yaygın görüş, Alim Han’ın yüklü bir hazine ile Buhara’yı terk ettiği şeklindedir. Bu kanaatin oluşmasının sebebi, Ruslar’ın kendi talanlarını gizlemek için, Emirin halka ait olan hazineyi götürmeye çalıştığı görüşünü yaymalarıdır.

Ruslar, talan ettikleri Buhara Hazinesi’nin bir kısmını Sovyet yardımı adı altında Anadolu’ya yollamışlardır. Oysa ki bu paralar Ruslar’ın değil Buhara Hanlığı’nın ve halkının paraları idi [28].

Alim Han kendisi ile hiç altın getirmemişmidir? sorusunu, 2005 yılının Temmuz ayında Alim Han’ın hayatta olan ve vasiyetnamede adı geçen en büyük oğlu, Seyit Ömer Han ile yaptığım görüşmede sorma imkanı buldum. Ömer Han bu konu ile ilgili şu ifadeleri kullandı:

“Babam Buhara’yı terk edince doğu Buhara’ya geldi. Buralar kendisine bağlı olduğu için burada bulunan paraları topladı ve bu paralar ile Afganistan’a geçti. Afganistan’a getirdiği paraları da silah gönderme işinde kullandı. Annemin küpelerini alarak silah alma işinde kullandığına kendi gözlerim ile şahit oldum” [29].

Bu ifadeden anlaşılacağı üzere Alim Han Buhara hazinesinden aldığı altınlar ile değil, kendine bağlı olan Doğu Buhara’dan topladığı bir miktar altın ile Afganistan’a geçmiş [30] ve bu paraları da ülkesinin işgalden kurtarılması için yürütülen faaliyette harcamıştır. Yukarıda değindiğimiz vasiyetnamede kendisi ile götürmeye muvaffak olduğu iddia edilen bu altınlardan bahsetmemiştir. Ayrıca hatıratında da bu konuda bir bahis olmadığı gibi, ölümü sırasında da varlıklı olmadığı bilinmektedir. Ayrıca oğullarının Emirin ölümünden sonra yaşamlarını ekonomik sıkıntılar içinde idame ettirmeleri, yukarıda izah ettiğimiz vasiyet ve sürgün hayatının mahiyeti Alim Han’ın hazinesinden bir şey götüremediği, götürdüyse de ciddi bir meblağa tekabül etmediği kanaatinin oluşmasına sebep olmaktadır. Zira, oğullarına da, iddia edilen bu servetten herhangi bir şey intikal etmemiştir. Çünkü Alim Han’ın oğulları, Afganistan’da ve daha sonra gittikleri diğer ülkelerde maddi sıkıntı içinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Günümüzde dahi Alim Han’ın varislerinden hatırı sayılır maddi olanaklara sahip bir kimse de yoktur. Alim Han’ın hatıratından anlaşılacağı üzere, Alim Han Afganistan’a geldiğinde Afgan hükümeti tarafından kendisine ayda 12 000 Afgan Ruphi’si aylık bağlanmıştır. [31] Bu durum Ömer Han’ın iddiasını güçlendirmektedir. Zira bir ülkenin padişahı konumunda olan birinin serveti olması halinde böyle bir muameleyi kabul etmesi beklenen bir davranış değildir.

Doğu Buhara’dan beraberinde getirdiği altınların, bahsedildiği kadar ciddi bir miktara tekabül etmediği de anlaşılmaktadır. Bazı çalışmalarda ve halkın dilinde olan bu yüklü miktarlar, Sovyetler tarafından uydurulmuş, Ruslar kendi yaptıkları talanı gündemden düşürüp hedef şaşırtmaya çalışmışlardır. Ayrıca bu iddiaları Ruslar, Emir karşıtı propaganda bir malzeme olarak başarılı şekilde kullanmıştır. Şu an İngiliz bankalarında yer alan ve vasiyetnamede Saadet-i Vatan hesabı olarak zikredilen paralardan ve Pakistan’da Alim Han’ın parası ile kurulan gayrı menkullerden Hanedan üyelerinin yararlanması şu ana kadar mümkün olmamıştır.

Sonuç olarak, Alim Han’ın büyük sayılabilecek bir hazineye sahip olduğunu ve bu hazinenin Ruslar tarafından talan edildiğini söylemek mümkündür. Ayrıca, Alim Han’ın kendisi ile götürdüğü iddia edilen servetin gerçekte var olmadığı, bu iddiaların Ruslar tarafından propaganda aracı olarak kullanıldığı söylenebilir. Alim Han hazinesinden bir miktarını götürmeyi başarmışsa da bu miktar abartıldığı kadar değildir. Çünkü Emirin Afganistan’daki sürgün hayatı, hatıratı, vasiyetnamesi ve dönemin canlı tanıkları bu iddiaları yalanlamaktadır.

Rus yanlısı olmayan fikirlerin söylenmesine müsaade edilmediği Türkistan topraklarında bağımsızlık sonrası farklı görüşler ortaya çıkmaya başlamıştır. Yıllarca haklı yada haksız yere kötülenen ve Afganistan’daki hayatı hakkında fazla bilgi bulunmayan Alim Han hakkındaki iddialara farklı bir bakış açısı getirmesi ve bilinmeyenleri ortaya çıkarması açısından, orijinal belge niteliğindeki bu vasiyetin, bağımsızlık sonrası ortaya çıkan Türkistan tarihini yeniden değerlendirme sürecine olumlu katkı sağlayacaktır.

GünTürk /N. Hatunoğlu

————————————————————————

Kaynakça

Alim Han, Tarih-i Huznil Milel-i Buhara,

Maigonneuve Freres Editeures, E. Rue Du Sabot, Paris

  1. ÂLİMÎ, Said Mansur, Buhara Gehvare-i Türkistan, Merkezi Neştiyat-ı İslâm Yay., Peşaver 1997.

Ayna Dergisi, Sayı 25, Yıl 12 Nisan 1914.

DANİŞ, Ahmet Mahdum, Risale Ya Muhteser-i ez Tarih-i Saltanat-ı Hanedan-ı Mangıt, Haz. Abdulgani Mirzayof, Tacikistan Devlet Neşriyatı, Stalinabad 1960.

HAYİT, Baymirza, ,Türkistan Rusya ile Çin Arasında, Otağ Yayınları 1975.

KAYOĞLU, Sukuli, Türkistan İstiklal Hareketine Karşı Buhara Emiri (Yeni Türkistan Mecmuasının 5-6 sayfalarından ayrı basım), Resimli Ay Matbaası, İstanbul 1927.

Özbekistan Avazı Gazetesi, 14 Ekim 1993.

RECEBOV, Kahraman , “Emir Şahmurad Yahud Emir Masum” Buhara Mevclerı,Yıl 2006, No 1.

RECEBOV, Kahraman, “Buhara Altınları Hakkıda Yahud Ortak Frunze İşi”, Buhara Mevclerı , Yıl 2001, No 1 Rusta Gazetesi

 

×

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap