946) İstiklal Harbi’nin Ana Hatları

Yayin Tarihi 28 Eylül, 2016 
Kategori ATATÜRK, TÜRK DÜNYASI

İSTİKLÂL HARBİ’NİN ANA HATLARI

Osmanlı İmparatorluğunca kaybedilmiş olan Birinci Dünya Harbi, İtilâf devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında imza edilen MONDROS Mütarekesinin 30 Ekim 1918 tarihinde yürürlüğe girmesi ile sona erdi.

Mütarekenin imzalanmasından sonra İtilaf devletleri, mütareke hükümlerine uymaya gerek görmeden çeşitli bahenelerle yurdun çeşitli bölgelerini işgale başladılar.

Bu işgaller sırasında; 9-12 Kasım 1918 tarihleri arasında 73 parça harp gemisinden ibaret İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan harp gemileri ÇANAKKALE boğazından geçerek 13 Kasım 1918 günü İSTANBUL limanına demirledi.

Fransızlar 7 Aralık 1918’de ADANA ve MERSİN’i; İngilizler 17 Aralık 1918’de GAZİANTEP’i, 22 Ocak 1919’da KAHRAMANMARAŞ’ı, 24 Mart 1919’da URFA’yı; İtalyanlar 14 Mayıs 1919’da ANTALYA, FETHİYE, BODRUM ve KONYA’yı işgal etti; İngiliz askerleri SAMSUN ve MERZİFON’u kontrolları altına aldı, doğuda İngilizlerin teşvik ve yardımını gören Ermeniler başkaldırdı. GAZİANTEP, KAHRAMANMARAŞ ve URFA’yı İngilizler sonradan Fransızlara devretti.

Türk İstiklâl Harbi, MONDROS Mütarekesinin tek taraflı ve yanlış uygulamasının son safhasını teşkil eden, Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İZMİR’e çıkmaları ile başladı.

Yurdun birçok yerlerini işgal etmiş olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan ve Ermeni kuvvetlerine karşı başlangıçta millî kuvvetlerle, daha sonra teşkilâtlı ordu ile karşı konuldu; sonunda, Yunanlılar hariç, diğerleri ile yapılan anlaşmalarla, Doğu ve Güney Cephelerinde bir dereceye kadar emniyet ve sükûnet sağlanabildi ve Misak-ı Milli hudutlarına ulaşıldı.

Ancak, Ege bölgesine çıkmış olan Yunanlılar ile mücadeleye, Eylül 1922’ye kadar aralıksız olarak devam edildi.

10 Ocak 1921’de POYRA-İNÖNÜ batısı hattına kadar ilerlemiş olan Yunan Ordusu, önce, 11 Ocak 1921’de Birinci İnönü Muharebesinde; sonra, aynı bölgede yedi gün devam eden ve 31 Mart 1921’de sona eren İkinci İnönü Muharebesinde mağlup edilerek geri çekilmeğe mecbur edildi.

KÜTAHYA-ESKİŞEHİR MUHAREBELERİ sonunda Türk Ordusunun SAKARYA doğusuna çekilmesinden sonra, 22 Ağustos 1921 tarihinde POLATLI-HAYMANA hattına kadar ilerlemiş olan Yunan Ordusu, burada 22 gün (23 Ağustos-13 Eylül 1921) devam eden Sakarya Meydan Muharebesinde, Anadolu’yu işgal amacından vazgeçmek ve AFYON-ESKİŞEHİR hattına çekilerek burada savunmak zorunda kaldı. Nihayet, 26 Ağustos 1922’de başlayan ve 30 Ağustosta sona eren Büyük Taarruzda kesin yenilgiye uğratıldı ve 9 Eylül 1922’de denize döküldü. Böylece, üç yıl dört ay devam eden Türk İstiklal Harbi, Türk Ordusunun zaferi ile sona erdi.

image001

DOĞU VE GÜNEY CEPHELERİ

DOĞU CEPHESİ
Birinci Dünya Harbi’nde Türk ordusuna karşı Galip Devletler yanında savaştığını ileri süren Ermeniler, İmparatorluk topraklarının paylaşılmasıyla ilgili olarak Paris’te toplanmış bulunan konferansta sahneye çıktılar ve doğuda Kafkasya’dan Akdeniz’e kadar uzanan ve Anadolu’nun hemen hemen yarısını içine alan, “Büyük Ermenistan” kurma hayallerini savundular. Ermeniler bu emellerini gerçekleştirmek için, Birinci Dünya Harbi sonlarında Erivan bölgesinde kurmuş oldukları Ermenistan sınırları içinde ve dışında kalan,  Özellikle Erivan, Kars ve Nahcivan bölgelerindeki Türkleri kitle halinde yok etmeye ya da başka yerlere göçe zorladılar. Ermenilerin Türkleri katletmesi olayları, Türk Ordusunun Mondros Mütarekesi hükümlerine göre bölgeden çekilmesi üzerine daha da yoğunlaştı.

Bölgede yaşayan Türk halkı kendilerini Ermenilere karşı korumak için milli şuralar kurdular. Bunlar Artvin, Ahıska bölgesinde Acara Milli Şura Hükümeti, Kars, Ardahan, Göle bölgesinde Güneybatı Kafkas Cumhuriyeti, Kağızman Milli Şurası, Kulp, Zenginbaşar, Nahcivan ve Ordubad Milli Şuraları idi.

Kurulan bu Şura Hükümetlerinin komşuları Gürcistan, Azerbeycan ve Ermenistan 9 Nisan 1918’de Rusya’dan ayrılıp Kafkaslar Ötesi Birliği Cumhuriyetini kurdular. Arkasından Gürcistan istiklâlini ilan edip Almanların himayesine girince bu Cumhuriyet dağıldı ve üç müstakil devlete bölündü.

Mondros Mütarekesinden sonra bir generalin komutasında Kars’a gelen İngiliz birliği, başlangıçta Milli Şurayı kabul etmişti. Fakat 13 Nisan 1919’da Şura’yı basarak dağıttılar ve bölgenin idaresini ellerine aldılar. 20 Nisan 1919’da ise Kars’a Ermeni askerlerini getirerek idareyi Ermenilere devrettiler. Böylece Ermeniler İngilizlerin yardımıyla Türk topraklarına girdiler ve Güneybatı Kafkas ile Nahcivan Şura hükümetlerinin bölgelerini işgal ettiler.

Ermeni çeteleri işgal ettikleri bölgelerdeki Türkleri katletmeye devam ederken silâhlı kuvvetleri ile de hudutlarını genişletmek için hazırlıklarını sürdürdüler, İngilizlerden yeteri kadar askeri yardım aldılar. Batı Anadolu’da Yunanlıların Miln hattından ikinci işgal hareketine başladıkları gün (22 Haziran 1920) Ermeniler de doğudan batıya Oltu ve Bardız’a doğru taarruza başlamışlardı.

Oltu bölgesinde çok kanlı çarpışmalar oldu ve Kuvayi Milliyenin yaptığı baskınlar sonucunda Ermeni taarruzları kırıldı.

Bardız bölgesinde ise Kuvayi Milliye, üstün Ermeni kuvvetleri karşısında tutunamayarak geri çekilmek zorunda kaldı. 9 ncu Kafkas Tümeninin karşı taarruzları ile bu bölgedeki Ermeniler de bozguna uğratıldı.

Ermenilerin Türk topraklarını işgalleri sırasında, Gürcüler de İngilizlerin yardımıyla önce Ahıska’yı işgal ettiler. 1920 Şubat ayı içinde ise Şavşat’ı, Ardanuc’u ve Ardahan’ın bir kısmını işgal ettiler. Batum’u da işgal etmek üzere hazırlandıkları sırada bölge halkının İngilizlere müracatı üzerine işgal edemediler ve Batum civarı İngilizlerin kontrolünde kaldı.

3 Mayıs 1920’de Sovyet Kızılordusunun Gürcistan üzerine yürümesi karşısında Batum’da bulunan İngilizler, Gürcüleri, Bolşeviklere karşı direnmeye teşvik maksadıyla 7 Mayıs 1920’de Artvin’deki kuvvetlerini çekerek burasını Gürcülere teslim ettiler. Ayrıca Gürcistan’ın ekonomik çıkarlarını sağlama bağlamak kaydıyla, daha önce tarafsızlığını ilan ettikleri Batum’u da Gürcistan’a terkettiler.

Ermenilerin gerek yukarıdaki Türkler aleyhine geliştirdikleri olaylara, gerekse Haziran 1920’den itibaren Oltu bölgesinde başlattıkları taarruz ve işgal hareketlerine artık bir son vermenin zamanı gelmişti. Ayrıca bu sıralarda siyasi yönden Ruslar ile başlayan ilişkileri geliştirebilmek bakımından, direkt olarak sınırdan bağlantı kurmak ve işgal altındaki Türk topraklarının kurtarılması zorunlu bir hal almıştı.(x)

Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Doğu Cephesi Komutanlığı birlikleri, TBMM’den aldığı yetkiyle 28 Eylül 1920’den itibaren Sarıkamış-Kars-Gümrü (Leninakan) genel doğrultusunda taarruza başladı. 29 Eylül’de Sarıkamış, 30 Ekim’de de Kars geri alındı. İleri harekâtını sürdüren Türk kuvvetleri, 7 Kasım 1920’de Gümrü’deki son Ermeni direnişini kırarak, doğuda ilk zaferini kazandı.

Ermenilere karşı girişilen bu harekât sonunda tesbit edilen iki taraf kayıpları şöyleydi.

Türk Kayıpları: Toplam 6 şehit, 21 yaralıdan ibaretti.

Ermeni Kayıpları: 51’i Kars’ın işgaliyle ilgili harekât ve muharebelerde olmak üzere, toplam 95 ölü, yine Kars’a yapılan harekâtla, içlerinde biri bakan olmak üzere bir kısım yüksek memurlarla birlikte üçü general ve çeşitli rütbede 50 subayla, sayılan 500’ü bulan er esir edilmişti. (xx)

(x) Galip Devletler, Türkiye’nin doğuda Ruslarla bağlantı kurmalarını engellemek için Birinci Dünya Harbi sonlarına doğru Azarbaycan, Gürcistan ve Ermenistan’dan oluşan bir Kafkas Bloku kurmuşlardı.

 (xx) 17 Kasım 1920’de yenilgiyi kabul ederek mütareke istiyen Ermenilerden mütareke şartı olarak biner mermisi ile birlikte 2000 tüfek, 3 batarya seri ateşli dağ topu, koşulu 40 makinalı tüfek alınarak Doğu cephesinin ilk zafer hediyesi olarak Batı cephesine gönderildi.

TBMM Hükümeti kuvvetlerinin Doğu Cephesinde askeri alanda Ermenilere karşı elde etmiş olduğu zafer üzerine, Türk ve Ermeni delegeleri arasında 2/3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalandı.

Kısaca bu Antlaşma gereğince doğuda tesbit edilen sınır, sonradan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile de doğrulanan şimdiki Türkiye Cumhuriyeti — Sovyet Rusya arasındaki sınırdır. Bununla Misak-ı Milli’nin (Milli Yemin) Türk toprakları kapsamına aldığı Kars İli artık anavatana kavuştuğu gibi Ermeni işgalindeki Iğdır ve Tuzluca ilçeleri de, Kars İl’i sınırları içinde olarak Türkiye’ye bırakılmış oluyordu. Bu antlaşma yerini, sonradan imzalanan Moskova (16 Mart 1921) ve Kars (13 Ekim 1921) antlaşmalarına bıraktı.

Gümrü Antlaşması, ANKARA HÜKÜMETİ’nin ilk siyasi zaferi ve antlaşması oldu.

Gürcistan ile olan sorunlar ise barışçı yollarla çözümlendi. Dışişleri Bakanlığınca 22 Şubat 1921 tarihinde Ankara’da Gürcü Elçiliğine verilen bir nota ile Ardahan ve Artvin kazalarının terkedilmesi istendi. Gürcüler bu isteği kabul ederek bölgeyi Türk birliklerine teslim ettiler. Türk birlikleri bu bölgeleri teslim aldıktan sonra ileri harekâtına devam ederek 1921 yılı Martında Batum, Ahıska, Ahılkelek bölgesini ele geçirdi.

Bununla doğu sınırlan güvence altına alındığı gibi, Doğu Cephesi’nde serbest kalan kuvvetlerden, iki tümenin, Yunan istila hareketine karşı yoğunluk kazanan Batı Cephesi komutanlığını desteklemek üzere batıya kaydırılması imkânı elde edildi. Yine bu cepheden serbest kalan bir hayli silahın ve Özellikle topların da Batı Cephesine gönderilmesi suretiyle bu cephenin ikmal ve takviyesi sağlandı.

image002
GÜNEY CEPHESİ
Birinci Dünya Harbinin galip devletleri, öteden beri ve Özellikle Birinci Dünya Harbi sırasında, aralarında yaptıkları bir çok gizli anlaşmalarda, Türk topraklarını bölüşmeyi kararlaştırmışlardı. Mondros Ateşkesi ile de bu fırsatı ellerine geçirince; Güney Cephesi’ndeki Türk kuvvetlerinin, Toros geçitlerine alınarak bölgenin boşaltılmasını istediler.

Yapılan baskılar sonucu, bu cephedeki 2 nci Ordu birlikleri, Toroslar kuzeyine çekildi. Ateşkes’in imzasından hemen sonra Adana’yı işgale başlayan Fransızlar, meydanı boş bulunca silahlandırdıkları Ermeniler ile birlikte bu işgallerini genişleterek, Adana’dan başka Kozan, Osmaniye, Tarsus, Mersin ve Pozantı’yı da kontrolleri altına aldılar.

Bu arada İngilizler de, Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal ettiler; fakat bir süre sonra aralarında vardıkları bir anlaşmayla bu üç ili Fransızlara bıraktılar. Böylece Fransızlar, Adana kuzeybatısındaki Toros geçitlerinden Fırat Nehri doğusuna kadar uzanan geniş bir alanı işgal etmiş bulunuyorlardı.

Ancak bu işgallere ve ardından gelen saldırı ve zulümlere tahammül etmeyen Türk halkı, silaha sarılarak mücadeleye başladı. Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler) adını taşıyan bu gönüllü müfrezeler, Güney Cephesi’nin daha ziyade Fırat Nehri batısına rastlayan Adana Cephe kesiminde Fransızlara ve onlarla iş birliği halindeki Ermenilere karşı çarpıştı. Fırat Nehri doğusuna rastlayan Elcezire Cephe kesimindeki İngilizlerle ise, bir çatışma olmadı (Revandiz Harekâtı hariç).

Bu sıralarda Elcezire bölgesinde sadece 2 nci ve 5 nci Tümenlerden oluşan zayıf 13 ncü Kolordu birlikleri vardı.

Fırat doğusundaki bu Türk Kolordusu karşısında Irak’ta İngilizlerin iki tümeni bulunuyordu.

Öte yandan Fırat Nehri batısındaki Adana Cephe kesimindeki düzenli Ordu birlikleri, Toroslar kuzeyine çekilmiş olduğundan, burada sadece yerli halktan oluşturulan ve zamanla geliştirilen milli müfrezeler bulunuyordu.

Halbuki Fransızların o günün en modern silâhlarıyla donatılmış dört piyade tümeni vardı. Bunlardan 1 nci Piyade Tümen birlikleri Adana’da, 1 nci Doğu Tümeni birlikleri ise Mersin’den Urfa ve Telebyaz’a dek olan bölgede yerleşmişti. Ayrıca 2 nci Fransız Tümeni de Kilis bölgesindeydi.

Bundan başka Antep bölgesini 4 ncü Tümenleri ile takviye eden Fransızlar, bu bölgedeki harekâttan bir süre sonra bu tümenlerini Suriye’ye almışlardı.

Bölgedeki Ermeni kuvvetlerine gelince; bunların Antep, Maraş, Saimbeyli, Urfa, Zeytin, Şar, Kozan, Adana, Mersin, Osmaniye, Haruniye, Bahçe ve İslâhiye’de olmak üzere toplam sayıları 10,050’yi buluyordu.
 
Bu düşmanlara karşı, sadece halkın teşkil ettiği ve Sivas Kongresi’nden sonra Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemâl’in emir ve direktifleriyle organize edilerek geliştirilen, silâh ve donatımca zayıf, fakat yürekli ve inançlı milli kuvvetlerle savaşıldı.

Hem insan hem de silah sayısında çok üstün Fransız ordusu ve onun yanı-başında kendi emelleri uğrunda çarpışan Ermeni birliklerine karşı 1919 sonundan 1921’e dek bu cephede yılmadan, bıkmadan büyük bir azim ve irade gücüyle verilen muharebelerde, milli kuvvetler büyük başarılar elde ettiler.

Maraş ve Urfa’da gösterilen çetin direnişler sonunda, Fransızlar, Maraş’tan 5.000 kişilik kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldıkları (11/12 Şubat 1920) gibi, Urfa’da da tutunamayacaklarını anlayınca önce bir ateşkese gidilmesini istediler ve sonra halkın direnmesini kıramayacaklarını anlayınca Urfa’yı da boşaltmak zorunda kaldılar (11 Nisan 1920).

Adana bölgesinde Ermenilerin yoğun bulunduğu Saimbeyli’ye 15 Ekim 1920’de yapılan taarruzlarla, ayaklanmış Ermeniler bertaraf edilerek Saimbeyli kurtarıldı ve Ermenilerin bu bölgelerde bir Ermeni devleti kurma hayalleri söndürüldü.

Bunları, Adana bölgesinde 18 Ağustos 1919 Şubat 1920 tarihleri arasında Fransızlar yönünden başarısız geçen muharebeler (1 nci ve 2 nci Mercin, Kovanbaşı, Mamure ve başkaları) izledi.

Böylece Adana bölgesinde daha fazla dayanamayacağını anlamış olan Fransızların her fırsattan yararlanarak Ankara ile anlaşma yollarını araştırmaya başladıkları görüldü.

Bu sıralarda kazanılan İkinci İnönü Zaferi’nden sonra dünya kamuoyunda olduğu gibi Fransa üzerindeki saygınlığı daha da artan TBMM Hükümeti, gerek bu durumdan, gerekse Fransızların Adana bölgesindeki hareketlerini yavaşlatmalarından yararlanmasını bildi ve Güney Cephesindeki Türk kuvvetlerini peyderpey Batı Cephesi’ne kaydırmaya başladı.

Her ne kadar Antep’te aynı başarıya ulaşılamamış ve Antepliler şehirlerini yiğitçe savunarak, 8 Şubat 1921’de teslim olmak zorunda kalmışlarsa da, gösterilen bu olağanüstü Türk direnmesi karşısında Fransızlar, çoğu zaman güç durumlara düşmüşlerdi.

Özetle denebilir ki, Fransızlar, 1919 sonlarından beri Güney Cephesi’nde sürüp gelmiş olan çeşitli muharebelerde, yer yer uğradıkları başarısızlıklar yüzünden, Türklerle savaşı sürdürmekte bir yarar görmemeye başladılar. Buna bazı iç ve dış siyasi sorunlarının da eklenmiş olması onları, özellikle İkinci İnönü Zaferi’nden sonra Ankara Hükümeti ile bağlantı kurmak zorunda bıraktı.

Sakarya Meydan Muharebesi’nde Türk ordusunun elde ettiği parlak zaferden sonraysa, Fransa, 20 Ekim 1921’de TBMM Hükümeti ile resmen Ankara Antlaşması’nı imzaladı.

Güney Cephesi’nde elde edilen başarılı harekât sonunda imzalanmış bulunan Ankara Antlaşması’na göre; Fransa ile savaş hali sona erdi, Türkiye – Suriye sının tespit edildi ve Fransız kuvvetleri bölgeyi tamamiyle boşaltarak bu sınırın güneyine çekildi.

Bu antlaşma ile İskenderun her ne kadar Suriye sınırları içinde bırakılmışsa da Misakı Milli, ilk kez Batılı büyük bir devlet olan Fransa tarafından benimsenmiş ve dolaylı olarak da TBMM Hükümeti tanınmış oldu.

Siyasi yönden kazanılan bu olumlu sonuçlar yanında, askeri yönden de, Doğu Cephesi’nde olduğu gibi, Güney Cephesi’nde böylece serbest kalan Türk birlikleri buradan Batı Cephesi’ne kaydırılarak Yunanlılara karşı çarpışan Türk kuvvetlerinin kuvvetlerindirilmesi imkanı elde edildi ve bu cepheden gönderilen kuvvetler Albay Selahattin Adil’in emrinde 2 nci Grup adıyla Sakarya Meydan Muharebesi’ne yetişti ve muharebenin kazanılmasına katkıda bulundu.

BİRİNCİ İNÖNÜ MUHAREBESİ (6-11 Ocak 1921)

Çerkez Ethem’in isyan etmesi üzerine İNÖNÜ mevziinden 11 nci ve 61 nci Tümenler isyanın bastırılması için Kütahya bölgesine alınmıştı. Bursa bölgesinde bulunan Yunan 3 ncü Kolordusu, Çerkez Etem’in isyanından faydalanarak stratejik önemi büyük olan ESKİŞEHİR bölgesini ele geçirmek için iki tümeni ile dört koldan Bursa’dan Eskişehir istikametine taarruza başladı.

6 Ocak sabahı düşman taarruzları karşısında sadece 24 ncü Tümenle 11 nci Tümenin 126 nci Alayı bulunuyordu. Bu kuvvetler 9 Ocak akşamına kadar, ilerleyen düşmanla oyalama muharebeleri yaparak Bursa doğusundan Söğüt-Bozöyük bölgesine çekildiler. 24 ncü Tümen Söğüt üzerinden geri çekilerek 9 Ocak akşamı geç vakit GÜNDÜZBEY bölgesine geldi.

126 nci Alay Bozüyük güneyinde düşmana karşı savunmaya geçtiyse de üstün Kuvvetler karşısında Akpınar kuzeyine çekildi.

Düşmanın kuvvetli bir kolunun ilerlediği Mezit-Karaağaç-Kovalca yolunda hiçbir kuvvetimiz yoktu. Bursa’dan ilerleyen düşman İnönü – Çukurhisar kısa yolundan Eskişehir’e ulaşacaktı.

Ankara’dan İnönü’ye gelen 58 nci Alay’ın bir taburu 9 Ocak akşamı Yunan’ın bu kuvvetli koluna karşı Karaağaç’ta savunmaya geçti. Fakat düşmanın üstün tazyiki karşısında Kovalca üzerine çekildi. 58 nci Alay ve Kütahya’dan bu akşam gelen 11 nci Tümen Kovalca güney sırtlarını, 4 ncü Tümenin diğer kuvvetleri de trenle Ankara’dan yetişerek Kovalca’nın kuzey sırtlarını tuttular. Bozüyük’ten çekilen 126 nci Alay ve hücum taburu da 4 ncü Tümen emrine girdiler. Böylece Akpınar kuzeyine kadar demiryolunu düşmana kapamak üzere bir savunma cephesi meydana geldi. Ve düşmanın çok kuvvetli kuşatma koluna karşı bir cephe teşkil edilmiş oldu.
image003

10 Ocak 1921 Günü:
Bu sabah 24 ncü Tümen 142 ncü Alayı ile METRİS Tepe’yi, 32 nci Alayı ile Metris Tepe güneyinden Demiryolu dirseğine kadar olan cepheyi tutacaktı. 143 ncü Alay Gündüzbey’den hareketle Metris Tepe’ye yaklaşmıştı.

Fakat Karaköy-Bozüyük yolundan ilerleyen düşmanın bir kolu, daha erkenden ve havanın da çok sisli olmasından yararlanarak bu tepeye gelmişti. 143 ncü Alay, bu düşmanı kendi kıtalarımız zannederek tepeye doğru ilerlemesine devam etti ve çok yaklaştı. Birdenbire şiddetli ateşe uğradı ve erler dağıldı. Demiryoluna doğru ilerlemekte olan 32 nci Alay da bu durumu gördü ve o da dağıldı. 143 ncü Alay Rızapaşa’da, 32 nci Alay da Poyra’da toplanabildi. 2 nci Alay daha geride ihtiyatta kaldı. Düşman bu suretle METRİS Tepe ile Demiryolu dirseği arasındaki bölgeyi ele geçirdi. Düşmanın sağ kolu da sabahleyin yine sisten istifade ederek 4 ncü ve 11 nci Tümen cephelerine yanaştı ve sis kalkınca şiddetle taarruza başladı. Düşmanın demiryolu dirseği-Metris Tepe hattını ele geçiren kuvvetleri Akpınar kuzeyinden İnönü istasyonu istikametinde- 4 ncül Tümenin kuzey yanını kuşatmak üzere-taarruza başladılar ve ilerlediler.

İNÖNÜ mevziine taarruz eden 7 nci Yunan Tümeninin sağ kolu 4 ve 11 nci Tümenlere, sol kolu ise 24 ncü Tümen cephesine taarruz ediyordu. Yunan 10 ncu Tümeni ise Bilecik-Pamucak derbendi hattında durmuş ve -bu taarruza katılmamıştı. 4 ncü ve 11 nci Tümenler Akpınar-Kovalca hattında kahramanca savundular ve düşman taarruzlarını kırdılar. Ancak Akpınar kuzeyinden İnönü İstasyonu ve Poyra istikametine taarruz eden Yunan sol kolu POYRA’ya taarruza geçti ve 24 ncü Tümenin boş bıraktığı Poyra’yı aldı. İnönü İstasyonunu da düşman ele geçirmek üzereydi. Bu durumda 4 ncü ve 11 nci Tümenlerin doğudan kuşatılma tehlikesi ortaya çıktı. Bulunulan hatta savunma imkansızlaşmıştı.  Düşman tarafından kuşatılıp imha edilmekten kurtulmak için geri çekilmek şart olmuştu. Bunun üzerine Cephe Komutanı saat 1500’de; 24 ncü Tümenin Beşkardeş Dağı ile demiryolu arasına, 11 nci Tümenin Oklubah mevziine çekilerek savunmalarını, 4 ncü Tümenin de Kaynarca’da ihtiyatta kalmasını emretti. Birlikler emredilen hatta başarı ile çekildiler. Aynı akşam Yunan komutanı da bu muharebede uğradığı kayıplar dolayısıyla ve Kütahya üzerinden gerisine doğru ilerliyen Türk kıtalarının taarruzundan ve imha edilmekten kurtulmak için çekilmeye karar verdi, 11 Ocak sabahı çekilmeye başladı.

Yunanlıların çekilmeye başladığını Batı Cephesi Komutanlığı ancak o gün saat 15:00’te öğrenebildi. Düşmanın takibi için kuvvet gönderildiyse de geç kalındığı için düşmana etkili olunamadı. Ancak zafer Türk Ordusunun idi. Düşman üstün kuvvetine rağmen zayıf kuvvetlerimizle tutulan ikinci mevziinize (Beşkardeş-Zemzemiye-Oklubalı mevzii) taarruz etmeye cesaret edememiş ve Bursa’ya İNÖNÜ Muharebeleri öncesinde bulunduğu yere kadar geri çekilmek zorunda kalmıştı.

Bu zaferin Önemini Ulu önder ATATÜRK şöyle ifade ediyor:
“….Yeni Türkiye Devletinin küçük, fakat Milli mefkureli (ülkülü) genç ordusu, en dar bir hesapla üç kat üstün düşmanı İnönü Meydan Muharebesinde mağlup etti.Strateji sanatının en nazik icabatını isabetle uyguladı. İç hatların kullanılmasında harp tarihine parlak bir misal yazdı….”(*)'”….Birinci İnönü Zaferi; İkinci İnönü Zaferi’nin, Sakarya melhame-i kübrasının (kan deryası) en nihayet Türk vatanının; Türk istiklâlinin ilk zafer müjdecisi olmuştur. Bu sebeple Birinci İnönü Meydan Muharebesini kazanan Türk Ordusu’nun bütün mensupları, cihan tarihinde unutulmaz şanlı bir menkibe sahibi olarak ebediyyen yaşayacaklardır.

Bu münasebetle Türk Ordusu gazilerini hürmet ve minnetle yadederim. Ve şühedamızın aziz ruhlarına taksidatımı, takdim eylerim (**)

İKİNCİ İNÖNÜ MUHAREBESİ (23 Mart-4 Nisan 1921)

Birinci İnönü Muharebesinde mağlup olarak Bursa bölgesine çekilen Yunan kuvvetleri bu mağlubiyetin acısını çıkarmak için Birinci İnönü Muharebesinden 2 ay 13 gün sonra iki misli üstün kuvvetlerle 23 Mart 1921 de İnönü Mevziine doğru tekrar ileri harekete geçtiler. Bu taarruzun siyasi amacı Londra Konferansı maddelerini Milli Hükümete zorla kabul ettirmekti. Yunanlılar bu taarruzda İnönü mevzinin güney kısmına 7 nci ve kuzey kanat istikametine de kuşatmanın temini maksadı ile 10 ncu ve 3 ncü tümenlerini yönelttiler. Düşman İnönü mevziine üç tümenle yürürken 23 Nisan 1921 de iki tümenle Uşak’tan DUMLUPINAR mevziindeki kuvvetlerimize taarruza geçti.

Kesin sonucun İnönü’nde alınacağını anlayan ve bu mevziin stratejik önemini kavrayan Türk Komutanlığı, güneyde AFYON istikametini zayıf kuvvetlerle tutmayı ve düşmanı bu bölgede oyalamaya karar verdi.

Ve bu cepheden İNÖNÜ cephesine evvelâ iki piyade bir süvari ve sonra da bir piyade tümeni daha kaydırdı.

image004

 

Düşman, DUMLUPINAR’daki zayıf kuvvetlerimize taarruz etti. Bu kuvvetler düşmanı oyalayarak Afyon istikametine çekildi. Bu suretle bu cephede düşmanın iki tümeni bağlanmış ve İnönü mevziindeki muharebelere müdahalesine imkân verilmemiş ve ayrıca dört tümenlik bir kuvvet buradan İnönü’ye kaydırılmıştır. İnönü’nde, kuzey kanattaki düşman, sıklet merkezinin karşısında açık bir yan ararken kuvvetli tutulmuş bir mevzi buldu. Kuşatma plânının akamete uğradığını gören düşman, taktik alanında bir basan temin etmek maksadı ile mevzilerimize taarruza başladı. Yedi günlük muharebe neticesinde mevziin kuzey ve güney yanından bazı tepeleri düşman eline geçtiyse de yurt toprağının her karışını akıl almaz bir kahramanlıkla ve “süngü ve bomba yerine dipçik ve taş kullanarak” müdafaa eden Türk eri ve subayı karşısında, düşman, 1 Nisan 1921 de mağlup olarak tekrar geri çekilmek mecburiyetinde kaldı.

Yedi günlük kanlı muharebenin blânçosu, Türklere bir zafer, Yunanlılara pek çok zayiat ve mağlubiyet ve kendi koruyucuları olan devletlere de ummadıkları bir düş kırıklığı yarattı.
ASLIHANLAR VE DUMLUPINAR MUHAREBESİ (8-15 Nisan 1921)

Türk Genelkurmay Başkanlığı İkinci İnönü Zaferinden sonra aynı devrede Afyon’a taarruz etmiş olan Yunan kuvvetlerine de kuzeyden bir darbe vurmak istedi. Bu maksatla bu taarruzu yapacak olan Güney Cephesi Komutanı emrine, kendi birliklerinden başka, Batı Cephesinden de üç tümen verildi.

Güney Cephesi Komutanı 6 Nisan gecesi düşmanın Afyon’u tahliye ederek batıya doğru çekilmekte olduğu haberini aldı ve yalnız 4 ve 11 nci piyade tümenleri ile Dumlupınar istikametinde ileri harekete geçti. İki süvari tümenini de İslâm köyüne düşmanın daha gerilerine yolladı. İlerleyen piyade tümenlerimiz Aslıhanlar’da bazı düşman kuvvetlerine rastladılar ve bunlara hemen taarruz ettiler. Bu düşman kuvvetleri, kendi büyük kısımlarının Dumlupınar’a çekilmesini himaye ediyorlardı. 8 Nisandan, 11 Nisana kadar burada şiddetli bir muharebe oldu. Bu muharebeye diğer üç tümenimiz de yetişerek girdi. İslâm köyüne giden iki süvari tümenimiz Uşak’tan Dumlupınar’a doğru yürüyüş yapan düşman piyade tümeninin taarruzu karşısında Aslıhanlar’daki kuvvetlerimizin sağ yanına çekildiler. 11 Nisanda Aslıhanlar’daki düşman kuvvetleri taarruzumuz karşısında Dumlupınar’daki asıl savunma mevziine çekildiler.

Güney Cephesi Komutanı Dumlupınar mevziinede kat’i neticeli bir kaç taarruz yaptı ise de başarılı olamadı ve birliklerimiz çok fazla zayiata uğradı. Ve tekrar taarruz yapmaktan vazgeçildi.

KÜTAHYA ESKİŞEHİR MUHAREBELERİ (8-21 Temmuz 1921)

Yunanlılar; Ankara genel doğrultusunda ilerleyerek Anadolu’da işgallerine karşı koyan Türk kuvvetlerinin mukavemetini kırmak; Ankara’yı ele geçirerek, Sevr andlaşması hükümlerinin daha ağır şekilde uygulanmasını sağlamak; Türkleri Anadolu’dan çıkarıp, tarihi Bizans İmparatorluğunu yeniden ihya etmek ve MEGALO-İDEA’yı gerçekleştirmek düşünceleriyle, İngilizlerin de politik ve ekonomik desteğini sağlayarak tekrar taarruza karar verdi. Böylece İkinci İnönü Muharebesi’nin de acısını çıkarmış olacaklardı.

Yunanlılar yaptıkları seferberlikle Anadolu’daki kuvvetlerini 11 tümene çıkardılar. Bu suretle muharip kuvveti 96.000 tüfek, 10000 makinalı tüfek ve 350 topa yükseldi. Bunun karşısındaki Türk Ordusu ise yalnız 55.000 tüfek, 416 makineli tüfek ve 162 top idi.

Yunanlılar, İnönü-Kütahya-Döger mevziini tutmuş olan Türk kuvvetlerini güney kanattan kuşatmak üzere harekâta başladılar. Böylece, Yunan asıl taarruz kolu Seyitgazi istikametinde ilerleyerek Türk asıl kuvvetlerinin gerisine düşmek suretiyle, elverişsiz bir durumda kuvvetlerimizi muharebeye zorlamak ve kuşatmak amacını gütmüştü.

Yunan 3 ncü Kolordusunun, Bursa-Tavşanlı-Kütahya istikametindeki ileri hareketi 8 Temmuz 1921’de başladı. 1 nci ve 2 nci Kolorduların Kütahya-Nasuhçal mevzilerimize yönelttiği kesin sonuçlu taarruz ise, 14-18 Temmuz 1921 günleri pek şiddetli olmuştur. Döğer ve Çekürler kesimindeki muharebelerde Yunanlıların üstünlüğü açık olarak belli olunca, bu kesimde kesin sonuçlu muharebenin sürdürülmesi uygun bulunmayarak mevzii muharebeler verilmek suretiyle düşmanın oyalanmasına ve kayıplar verdirilmesine çalışılmıştı.

Yunanlıların Döğer civarında Seyitgazi istikametine, sol yan ve gerilerimize yönelttiği şiddetli ve sürekli taarruzlar, yapılan karşı taarruzlarla durduruldu.

Bu sırada cephe durumu ile yakından ilgilenen Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemâl, Ankara’dan hareketle 18 Temmuz’da Batı Cephesi karargâhına İsmet Paşa’nın yanına geldi. Burada durumu yakından inceledikten ve Batı Cephesi birliklerini Eskişehir ve güneyinde topladıktan sonra; “Birliklerin takviyesi, tensiki ve düzenlenmesi için, düşman ordusu ile araya mümkün olduğu kadar büyük bir mesafe konması, bunun için Sakarya doğusuna çekilmenin uygun olacağı” direktifini verdi. Böylece – Batı Cephesi birlikleri, 18 Temmuz 1921 akşamı Eskişehir doğusu-Seyitgazi hattına çekildi. Bu çekilişte, düşmanın takipte gösterdiği yavaşlık ve duraksama bütün birliklerimizin zayiat vermeden çekilmesini sağladı. Kütahya Muharebesi adı verilen bu muharebeler bu suretle sona erdi.

Düşman ileri hareketine devam ederek 20/21 Temmuz’da bütün cephede birliklerimizle temasa geldi. 20 Temmuz akşam durumuna göre iki Yunan tümeni kuzeye ilerleyerek Eskişehir ve güneyi kesimine yanaşmış, böylece, Eskişehir bölgesinde kuzeydekilerle birlikte beş tümen toplanmış bulunuyordu. Bu duruma göre düşman cephesinin orta kesiminde bir boşluk meydana gelmiş ve bizim için pek uygun bir durum hasıl olmuştu. Bu durumdan faydalanılarak Eskişehir bölgesinde toplanmış bulunan beş tümenlik düşman kuvvetine bir taarruz yapılması mümkün ve pek uygun olacaktı. Cephe Komutanlığınca toplanan dokuz tümenle Eskişehir istikametinde düşünülen bu taarruz 21 Temmuz’da yapıldı.

Taarruz, ilk saatlerde başarılı olmuşsa da, baskına uğramanın verdiği şaşkınlıktan sıyrılan düşman toparlanarak Türk taarruzunu durdurdu. Akşama kadar süren muharebelerde Batı Cephesi birlikleri birçok dalgalanmalardan sonra mevzilerini elde tutabildiler. Ancak, güney kanat açığından ilerleyen bir Yunan kuvvetinin cephenin yan ve gerilerine etkili olması, aynı zamanda merkezdeki birliklerle güneydeki birlikler arasındaki boşluğa doğru diğer bir düşman kuvvetinin ilerlemesi üzerine, meydana gelen bu tehlikeli durum karşısında geri çekilmek zorunda kalındı.

Bunun üzerine, Batı Cephesi Komutanının Genelkurmay Başkanlığına yaptığı çekilme hakkındaki önerisi uygun görüldü. Düşman karşısında yeteri kadar örtme ve emniyet birlikleri bırakılarak, Batı Cephesi asıl birlikleri ile Sakarya doğusuna alındı. Böylece Yunan ordusu ile aradaki mesafe büyük Ölçüde açılarak zaman kazanıldı. Bu zaman içinde düzenlenmek, orduyu yeniden takviye ve tensik etmek için olanak sağlanacaktı.

21 Temmuz 1921’de başlayan Eskişehir Muharebesi Batı Cephesi birliklerinin Sakarya gerisine çekilmesi ile (25 TEMMUZ 1921) sona erdi.

Bu muharebeler sonunda Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar gibi büyük ve stratejik önemi bulunan şehirler elden çıktı.

Ancak Yunanlılar, bu kez de iki kat silâh üstünlüklerine rağmen, Türk Ordusunu kesin sonuçlu bir meydan muharebesine zorlayıp yenememişler ve isteklerine boyun eğdirememişlerdi.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ
(23 Ağustos – 13 Eylül 1921)

Eskişehir Muharebesinden sonra Türk Ordusunun, 100. Km.lik bir sahayı Yunana terkederek Sakarya Nehri doğusuna çekilmesi halk arasında üzüntüye, güvensizliğe Meclis’te de çok sert tartışmalara yol açtı. Meclis, felaketine giden durumun önlenebilmesi için meclis yetkileri de üzerinde olmak üzere Mustafa Kemâl’i Başkomutan olarak görevlendirdi (5 Ağustos 1921). Başkomutan, çıkardığı emirlerle memleket kaynaklarının önemli bir kısmının Sakarya Cephesine akmasını sağladı. 12 Ağustos 1921’de Batı Cephesine giderek düşmanın muhtemel hareketleri hakkında incelemeler yaptı.

13 Ağustosta ileri harekâta geçen Yunan Ordusu 23 Ağustostan itibaren siklet merkezi Sakarya mevziinin güney kanadına yönelmiş olarak ve kuşatıcı biri tertiple taarruza geçti. Yaklaşık olarak 100 Km.lik bir cephede başlayan bul kanlı boğuşma, tarihin önemli meydan muharebelerindendi. Düşmanın üstün kuvvet ve silâhlarla yaptığı taarruzlarda Sakarya mevziinde yer yer çekilmeler oluyordu. Türk kuvvetleri kuşatmayı karşılamak için mevziin sol kanadını doğuya doğru kırmış ve uzatmıştı. Muharebeler o kadar kanlı oluyordu ki bazı alaylar mevcutlarının büyük kısmını ve bütün subaylarını kaybediyordu. İşte bu sıralarda Başkomutan Mustafa Kemâl Paşa Batı Cephesi birliklerine tarihe malolan şu meşhur emrini yayınladı: “Hattı müdafaa yoktur. Sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terkolunamaz.” Gerçekten de geri çekilmek zorunda kalan bir birlik, ilk tutunabildiği yerde duruyor, yeniden boğuşuyor ve mevzii savunmak çabası içinde son nefesini veriyordu. Açılan her gediği kapatmak için 70 kilometreyi bulan cebri yürüyüşlerle, birlik kaydırmaları yapılıyor, her gelen birlik ertesi sabah çelikten bir kale halinde düşman karşısına çıkıyor, vuruşuyor, şehit oluyor, fakat vatan savunuluyordu.

Düşman, Türk kuvvetlerini 23-30 Ağustos günleri arasında bütün zorlamasına rağmen kuşatıp imha edemeyince kuvvetlerinin büyük kısmıyla Türk cephesini merkezden Haymana istikametinde yarmak istedi. 6 Eylül’e kadar da bunun için uğraştı. Fakat bu sefer de düşman bedenden bir Türk Duvarına çarpmıştı. Bunda da muvaffak olamadı. Ondan sonra bulunduğu hatlarda savunarak kalmaya karar verdi. Ancak Türkün Başkomutanı 10 Eylül’de başlattığı genel karşı taarruzla buna da mani oldu. Yunan için yapılacak tek şey kalmıştı. Kaçmak, o da öyle yaptı. 13 Eylüle kadar Sakarya Nehri’nin doğusunda tek Yunan askeri kalmadı. Bu arada panik halinde kaçan pek çok Yunan askeri Sakarya’da boğuldu. Böylece 22 gün süren Sakarya Meydan Muharebesi Türk’ün Zaferi ile sonuçlandı.

image005

 

Tarihte en uzun süren meydan muharebesi olan Sakarya Meydan Muharebesinde Türk’ün Yunana göre iki üstünlüğü vardı:

1)    Vatanı için ölmesini bilen subaylar ve erler,

2)    Başkomutan.

Sakarya’dan mağluben çekilen düşman Eskişehir-Afyon doğusu hattına kadar çekilerek burada savunma için yerleşmeye başladı.

Yunan kuvvetlerinin arkasından, bütün kuvvetlerle şiddetli bir takip yapılmasına o günün şartları, sayıca dengesizlik, cephanenin bitmiş olması, iaşe ikmali güçlüğü, yorgunluk ve yıpranma engel olmuştu.

Düşman başlangıçta 5 nci Süvari Grubu ile takip edilmiş ve asıl kuvvetlerle 20 Eylülde ancak takibe başlanabilmiştir.

Türk ordusu bu muharebeler sonunda şehit ve yaralı olmak üzere toplam 26.000 zayiat vermiştir. Birlik mevcutlarına göre er zayiat oranı % 35-40, subay zayiat oranı ise % 70-80 arasında olmuştu. Bu nedenle Sakarya Muharebesine, Subay Muharebesi adı verilmişti. Atatürk’te bu muharebe için “Sakarya Melhamei Kübrası” yani kan gölü, kan deryası demiştir.

Öte yandan Yunanlılar 16.000’i ölü olmak üzere toplam 46.000 zayiat vermişlerdir.

Sakarya Muharebesini sivil bir Başkomutan olarak yöneten Mustafa Kemal’e muharebe sonunda Gazilik unvanı ile Müşir (Mareşal) rütbesi verildi (19 Eylül 1921).

Bu zaferin askeri sonuçları kadar siyasi sonuçlan da büyük oldu. Zaferden hemen sonra 20 Ekim 1921’de Türk-Fransız Ankara Antlaşması, 13 Ekim 1921 günü Türk-Sovyet Kars Antlaşması imzalandı.

Bu iki antlaşma ile; Doğu ve Güney Cephelerindeki muharebeler kesin olarak sona erdirilmiş ve bu güne kadar üç askeri cephede savaşmak zorunda olan Türk Milleti ve Ordusu, sadece Yunan Cephesi ile savaşmak imkânını elde etmiştir.

Ayrıca 22 Ekim 1921’de İngiltere ile esirlerin serbest bırakılması antlaşması yapılmıştır.

Böylece Ankara Hükümeti, halen ülkeyi işgal altında tutan galip İtilâf devletleriyle siyasi anlaşmalar yaparak Sevr Antlaşmasını fiilen yırtmış oldu.

BÜYÜK TAARRUZ VE BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ (26-30 Ağustos 1922)

Sakarya Meydan Muharebesinden sonra Eskişehir-Afyon doğusu hattına çekilen Yunan Ordusu, tuttuğu mevzileri yaklaşık bir sene boyunca tahkim etti. “AŞILAMAZ – GEÇİLEMEZ” şeklinde değerlendirilen bir savunma mevzi meydana getirdi. Bu arada Türk Ordusu da Yunan’ı Anadolu’dan defetmek için vurulması gereken son darbenin hazırlıklarını yaptı. Taarruz için geceli gündüzlü çalıştı. Düşmana hiç beklemediği bir yerden, Afyon güneybatısındaki sarp dağlık bölgeden, kuvvetinin büyük kısmıyla taarruz etmeye karar verdi. Bu bölgeye 1 nci Ordunun 1 nci, 2 nci ve 4 ncü Kolordularına bağlı 11 tümenle bir müstakil tümen, 5 nci Süvari Kolordusuna bağlı üç tümen getirildi. Bu kuvvetler kuzeye doğru taarruzla, düşmanın gerisine düşecek ve batıya doğru çekilmesine fırsat vermeden, onu bir imha muharebesine mecbur edecekti. Afyon’dan Eskişehir’e kadar uzayan 130 km.lik cephe kısmına ise büyük bir cesaretle 7 tümen ayrıldı. Bu kuvvetin de siklet merkezi Afyon kuzeyi bölgesinde tesis edildi; Eskişehir bölgesi hemen hemen boş denecek kadar zayıf tutuldu.

Hazırlanan taarruz plânına göre 1 nci Ordu kuvvetleri Afyon batısından kuzeye doğru taarruza geçtiklerinde, Afyon doğusu ve kuzeyinde bulunan 2 nci Ordu kuvvetleri de taarruzla düşmanın, kesin sonuç almak istediğimiz 1 nci Ordu bölgesine kuvvet kaydırmasına engel olacak ve Döğer bölgesinde bulunan düşman ihtiyatlarını kendi üzerine çekmeğe çalışacak ve Süvari Kolordusu da Ahır Dağlarından aşarak düşman yan ve gerilerine saldıracaktı.

26 AĞUSTOS sabahı düşman mevzilerini döğen topçu ateşiyle Türk’ün Büyük Taarruzu başladı. Düşman neye uğradığını şaşırmıştı. Çünkü Türk’ün taarruzu hiç beklemediği bir zamanda ve hiç beklemediği bir yerden başlamıştı. Kurtuluşun, Türklüğün bekasının ve Anadolu’nun düşman çizmesinden kurtarılmasının tek yolunun bu taarruz olduğunu anlamış ve inanmış olan Türk askerinin taarruzları karşısında Yunanlılar tutunamadı. 26 AĞUSTOS günü Yunan ilk mevzileri ele geçirildi. 27 AĞUSTOS’ta Türk kuvvetleri düşmanı önüne katarak Sincanlı ve Afyon ovalarına indiler. Afyon kurtarıldı. Darmadağınık olmuş Yunanlılar 27-28 AĞUSTOS günleri Sincanlı Ovasındaki tepelerde tekrar savunmaya geçmek istedilerse de başaramadılar. Dumlupınar-Uşak doğrultusunda canlarını kurtarmak için kaçan Yunanlıların büyük kısmı güneyden 1 nci Ordu, kuzeyden de 2 nci Ordu birliklerinin tazyiki sonucu ASLIHANLAR bölgesinde sıkıştırıldı ve kuşatıldı. 30 AĞUSTOS günü Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa’nın, muharebe sahasının içinde bulunan ZAFER TEPE’den yönettiği taarruz sonucunda bu kuvvetlerin büyük kısmı imha edildi. BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ adı verilen bu muharebeden kurtulan ve arta kalan Yunanlılar, vahşi ve insana yaraşmayacak davranışlar içinde, önüne gelen masum Türk’ü keserek, köyünü barkını yakarak, daha doğrusu kendi ırkına mahsus imzasını geçtiği yerlere atarak, İzmir’e doğru kaçmaya başladı. Türk Ordusu yaptığı takip harekatı sonucunda 9 EYLÜL’de İzmir’e ulaştı ve Anadolu’yu Yunan’dan temizledi.

image006

image007

Kaynak:

On Yıllık Harbin Kadrosu 1912 – 1922, İsmet GÖRGÜLÜ, 197-287 ss.

TÜRK TARİH KURUMU

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap