941) Osmanlı-Amerikan İlişkilerinden Bir Kesit

Yayin Tarihi 23 Ekim, 2017 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

Osmanlı-Amerikan İlişkilerinden Bir Kesit

Osmanlı Devleti ile ABD arasındaki ilişkiler 18. Yüzyılın sonundan Birinci Dünya Savaşı’nın bitimine kadar inişli çıkışlı bir seyir izler. Ağırlıklı olarak ticaret, misyonerlerin Osmanlı topraklarındaki faaliyetleri ve Osmanlı topraklarındaki ayrılıkçı hareketlere ABD’nin desteği gibi konular etrafında yoğunlaşmakla birlikte, zaman zaman genel çerçevenin dışına çıkan ilginç konu başlıkları da ikili ilişkilerin tarihinde yer almıştır. Bugün bunlardan birini anlatacağım. 2000’de Hacettepe Üniversitesi’nde tamamladığım “Osmanlı-ABD Diplomatik İlişkileri” başlıklı doktora tezim için Amerikan arşivlerinde çalışırken dikkatimi çeken bu hadise, ABD konsolosluk görevlilerinin Osmanlı topraklarında karıştıkları suçların, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilere nasıl aksettiğini gösteren bir örnek olma niteliğini haiz.

ABD’nin eski Pire Konsolosu Henry M. Canfield ile Osmanlı Ordusu’nda görevli İngiliz asıllı Albay Eugene O’Reilly 1868’de Suriye’de bir isyan hareketine kalkıştılar. Amaçları Mustafa Fazıl Paşa’yı Suriye “Hıdivliğine” getirerek, Mısır Hıdivliğinin mirasçısı yapmak, bunun karşılığında da bölgede bir koloni arazisi elde etmekti.

Canfield ve O’Reilly, Macar asıllı bir ABD vatandaşı olan Albay Alexander Romer’i de aralarına alarak bölgede adam toplamaya başladılar. Hatta 1868 yazında satın aldıkları ABD bandıralı bir gemiyle Suriye kıyılarına silah ve mühimmat taşıdılar. Eylül ayında, 100 silahlı kişiyle Hama yakınlarındaki iki köye saldırdılar. Ama Suriye Valisi Reşit Paşa’nın gönderdiği ordu bu isyancıları ezdi. Aralarında ABD vatandaşlarının da olduğu sağ kalan isyancılar Şam’a götürülüp hapsedildi.

ABD’nin Beyrut Başkonsolosu, Amerikan vatandaşlarının tutuklanmasının, iki ülke arasında 1830’da imzalanan anlaşmanın hükümlerine aykırı olduğu ve Amerikalıların Osmanlı makamlarınca yargılanamayacağı iddiasıyla Suriye Valisi Reşit Paşa’ya bir protesto mektubu yolladı. Söz konusu anlaşma Amerikalılara böyle bir ayrıcalık vermemekte, ancak Amerikalıların Osmanlı mahkemelerinde yargılanmaları sırasında bir tercümanın bulundurulmasını düzenlemekteydi.

Bunun üzerine Beyrut Başkonsolosluğu kâtibi Şam’daki sorgulamalara tercüman olarak katıldı. Bu arada, Beyrut Başkonsolosu ABD Dışişleri Bakanı Seward’a arka arkaya mektuplar yollayarak, hapishane şartlarının kötü olduğunu ve ABD vatandaşlarının salıverilmesi için ABD’nin Osmanlı Hükûmeti’ne baskı yapması gerektiğini yazdı. Dahası, konuyla ilgili haberler kasım ayından itibaren ABD gazetelerinde tamamen tek taraflı ve abartılı olarak yer almaya başladı. Washington’dan gelen talimatla harekete geçen İstanbul’daki ABD Elçisi Morris 12 Aralık 1868’de Babıali’ye bir nota vererek, Amerikan vatandaşlarının serbest bırakılmasını istedi. Hariciye Nazırı Safvet Paşa bu talebi reddederken, söz konusu Amerikalılar yargılanmak üzere Şam’dan İstanbul’a nakledildiler.

Washington’un Amerikan vatandaşlarının serbest bırakılması konusundaki ısrarı devam etti. ABD Büyükelçisi nihayet 15 Mart 1868’de Sadrazam Âli Paşa’dan bir randevu alabildi. Görüşmede bir kez daha 1830 Anlaşmasına vurgu yapan ABD Elçisine, anlaşmanın suç işleyen Amerikalıların Osmanlı mahkemelerinde yargılanmayacakları ya da cezalandırılmayacakları gibi bir ayrıcalık tanımadığı hatırlatıldı.

Yine de, ABD elçisinin Sadrazam’la görüşmesinden sadece iki gün sonra ABD vatandaşları Canfield ve Romer, Osmanlı makamlarınca serbest bırakıldılar; derhal bir gemiye bindirilerek sınır dışı edildiler.

Osmanlı Devleti’nin hukuken son derece haklı olmasına rağmen, bu iki silahlı isyancıyı niçin cezalandırmadan sınır dışı ettiğine dair arşivlerde bir kayda rastlamadım. Bence sadece bir açıklaması var. Silahlı isyan suçunun cezası ölüm olduğundan ve bu iki ABD vatandaşının yargılanmaları durumunda ölüm cezası dışında bir ceza almaları ihtimali bulunmadığından, ABD ile gerilimi daha da artırmamak için Babıali böyle bir siyasi tercihte bulunmuş olabilir. Ama böyle bir geri adımın da, ABD’yi cesaretlendirdiği, bu tür olaylarda gayet cüretkâr ve kendisini her zaman haklı gösteren bir tavır içine girdiği de unutulmamalıdır. Nitekim 19. Yüzyılın son çeyreğinde bilhassa Ermeni Meselesi kapsamında ABD vatandaşlarının dâhil oldukları devlete karşı suçların sayısındaki artışın ardında da, Osmanlı Devleti’nin bu yumuşak tutumunun etkisi vardır.

Yazımızı, bu ilginç olayda sürekli atıf yapılan 1830 Anlaşması’nın 4. Maddesini günümüz Türkçesiyle aktararak sonlandıralım:

“Osmanlı Devleti vatandaşları ile ABD vatandaşları arasında bir dava olursa, hiçbir şekilde bir Amerikan dragomanı (tercümanı) bulunmadan karara varılmayacaktır. 500 kuruşu geçen durumlarda ise durum Babıâli’ye aktarılacak ve eşitlik ve adalet kavramları içerisinde değerlendirilecektir.”

Prof. Dr. Çağrı Erhan

[email protected]

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-cagri-erhan/598865.aspx

 

ABD donanması Osmanlı tokadını hatırlatıp, böyle gözdağı verdi…

Amerikalılar, ABD’nin 1785 yılında, Akdeniz’de Osmanlı donanmasının bozgununa uğradığını, tarihinde ilk ve tek olarak Osmanlı devletine vergi verdiği gerçeğini unutmuşa benzemiyor.

ABD Donanması’nın resmi Twitter adresinden bugün paylaşılan bazı mesajlar bunu açıkça gözler önüne serdi.

Amerikan Donanması’nın 241’inci kuruluş yıl dönümü nedeniyle ülke genelinde çeşitli etkinlikler yapılırken Pentagon’da da bir tören düzenlendi.

Törende “Gözüpek. Sağlam. Hazır.” sloganı altında donanmanın 241’inci yılı kutlandı.

“Amerikan donanmasına bağlı denizciler gözüpek, sağlam, hazır” sloganıyla donanmanın resmi sosyal medya hesabından paylaşılan fotoğraflarda ise çok ilginç bir detay yer aldı.

Paylaşılan fotoğraflardan birinde, Osmanlı donanmasının ABD donanmasını bozguna uğrattığı bir sahne, ve daha sonrasında yüksek teknoloji kullanılarak üretilen ABD uçak gemileri ile verilen “gözdağı” dikkat çekti. 

 

image001

http://www.superhaber.tv/unescodan-isgalci-israili-uzecek-tarihi-mescidi-aksa-karari-23174-haber

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap