90) VAKIF İHANETİ -2

Yayin Tarihi 19 Ocak, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

VAKIF İHANETİ

image00111.jpg

Kesinlikle mal edinemezler
Bugün azınlık vakıfları, 1936 yılında verdikleri beyannameye göre işlem görüyor ve her biri mülhak vakıf statüsünde kabul ediliyor. Azınlık vakıflarının mal edinme ve taşınmazlarının sayısını diledikleri oranda artırma gibi bir hakları hiçbir zaman olmadı. Bu çerçevede, Türkiye’de “yeni” azınlık vakıflarının da kurulmasının mümkün olmadığını hatırlatmak gerekiyor. Azınlık vakıflarına ait bu kural, bazı mahkeme kararlarında da net bir şekilde ortaya konmuştur. Örneğin, 1957 tarihli bir Yargıtay kararında, azınlık vakıflarının, yabancı tüzel kişilerin yeni taşınmaz edinemeyecekleri yönündeki hükme tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. 1971, 1974 Yargıtay ve 1976  tarihli Danıştay kararlarında da, Türk olmayan azınlıkların meydana getirdikleri tüzel kişilerin “Vasiyet yoluyla bile” mal edinemeyecekleri hükme bağlanmıştır.


AKP ile yaşanan büyük değişim

* AKP hükümetinin, Avrupa Birliği’ne girme savdasıyla çıkardığı yasalar, azınlık vakıflarına en yüksek düzeyde haklar tanıdı

* Böylece, Türkiye Cumhuriyeti’nin çok zor şartlarda elde ettiği kazanımlardan tek taraflı olarak vazgeçildi

AKP hükümetinin 2002’de iktidara gelmesiyle, azınlık vakıfları meselesi tekrar tozlu raflardan indirildi. Avrupa Birliği’nin “uyum yasaları” çerçevesinde yaptığı dayatmalar, AKP hükümetini azınlık vakıfları konusunda Türkiye’nin birliği ve bütünlüğünü zedeleyecek yasalar çıkarmaya sevk etti. İçinden çıkılmaz bir hal alan vakıflar konusunda her geçen gün daha fazla tavizler verildi ve verilmeye devam ediliyor. Vakıflar meselesini anlamak için geçmişte yaşananları iyi değerlendirmek gerekiyor. 1921 yılında tüm vakıfları denetlemekle yetkilendirilen Şer’iyye ve Evkaf Vekaleti kuruldu. Ancak üç yıl dayanabilen bu bakanlık 1924 yılında ortadan kaldırılarak, kısa bir süre için başbakanlığa bağlandı.

İlk düzenleme
Daha sonra vakıflar için başbakanlık bünyesinde bir genel müdürlük oluşturuldu. 1924 yılından sonra, vakıflar için bir dizi yasal düzenlemeler yapıldı. Bunlardan en önemlisi kuşkusuz 1926 tarihli Medeni Kanun idi. Medeni Kanun, vakıfların eski ve yeni olarak ikiye ayrılmasını sağlayan ilk girişim oldu. Medeni Kanun, yeni kurulacak vakıfların, eski hukukla bağlantısını kesiyor. Ve bu vakıflara ’tesis’ adını veriyordu. Bu yasal düzenlemeler 1935 yılında kabul edilen ve 1936 yılında yürürlüğe giren vakıflar kanunu ile yeniden belirlendi. Buna göre, cemaat vakıfları da dahil olmak üzere tüm eski vakıfların idare organları, yönetim merkezleri, görevleri, vakıfların hukuki durumu, gayrimenkulleri ve bütün bunlarla ilgili kurallar ve esaslar yeniden düzenlendi. Vakıfların kurduğu mektep, medrese, türbe ve kütüphaneler Eğitim Bakanlığı’na, sıbyan mektepleri ve okul olabilecek tekke ve zaviyeler özel idarelere, köy sınırları içindeki vakıf malları köy tüzel kişiliklerine, belediyelere, ormanlar ilgili kamu kurumlarına devredildi.

Beyanname doldurdular
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 1936 yılında tüm Müslüman ve gayrimüslim vakıflarına “beyanname doldurun” talimatı verdi. Bu beyannamede, tüm vakıflar kendilerine ait olan taşınmazları mal varlığı olarak kayıt altına almak zorundaydı. Beyanname doldurma süresi 6 aydı. Bununla amaçlanan, Türkiye’de bulunan yabancı tüzel kişilerin mevcut mal varlıklarının tapuya tescil ettirilmesiydi. Önce beyanname vermek istemeyen cemaat vakıfları, daha sonra kendi aralarında anlaşarak beyanname doldurdular ve altına da şerh düştüler.

Takdim kılındı
Dr. Nazif Öztürk’ün “Azınlık Vakıfları” adlı eserinde, Yeni Köy Rum Parayia Kilisesi ve Mektebi’nin verdiği beyannameden örnek verilerek, beyanname altına konulan itiraz şerhinde şunların yazdığı belirtiliyor: “Not- Mezkür Kilise ve Mektep bir vakıf tarafından vakf edilmediklerinden ve vakfiyeleri olmadıklarından ve 4 Teşrin-i Evvel 1926 tarihinden önce vücut bulmuş vakıflardan bulunmadıklarından, idare ve murakabesi cemaata ait bulunduğu cihetle 2762 numaralı Vakıflar Kanunu’nun daire-i şümulüne dahil olamayacağı derken de, bu babtaki kaffe-i hukukumuzun mahfuz kalması şartıyla vakıflar müdürlüğünün emri tahririne binaen iş bu beyanname imla (imza) ve takdim kılındı.”


Avrupa Birliği’nin dayatmaları

image0024.jpg
Azınlık vakıflarına en yüksek düzeyde haklar tanınması, AKP hükümetinin AB’ye girme sevdasıyla çıkardığı yasalarla sağlandı. Azınlıkların yönetimindeki cemaat vakıflarına mal edinme, kullandıkları taşınmazları mülkiyetlerine geçirme ve bu mallar üzerinde diledikleri gibi tasarruflarda bulunma hakkı, 4 Ekim 2002 tarihli 4771 sayılı Kanun ile tanındı. Bu kanuna göre, Vakıflar, Bakanlar Kurulu’ndan izin almak kaydıyla her tür mal tasarrufunda bulunabileceklerdi. AB Uyum yasaları çerçevesindeki bu değişiklik, azınlık vakıflarının karşısında hiçbir uluslararası anlaşma ya da hukuki engelleme bırakmıyordu.

Hz. İsa adına mülk
2002 yılında AB uyum yasalarına göre gerçekleştirilen değişiklikle, “Cemaat vakıfları, vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın mal veya mülk edinebilirler” hükmü getirildi. MHP-ANAP-DSP koalisyon hükümeti döneminde çıkan bu düzenlemeyle, vakıfların hâlâ kullandıkları bazı malların, kendilerine ait olduğunu ispat edebilmeleri durumunda kendi adlarına tescil edebilmesinin önü açıldı. Ayrıca, tapudaki malik hanesi de hala boş olmalıydı. Bu hususta Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Vakıflar Meclisi yetkili kılındı. Meclis araştırma yaparken bazı vakıf mallarının, Hz. İsa, Hz. Meryem gibi isimlere kayıtlı olduğunu ortaya çıkardı. Ancak, bu değişiklik, vakıfların Valilik oluruyla edindikleri bazı taşınmazları geri almalarını sağlamıyordu. Çünkü, tapuda malik hanesi doluydu.


Genel müdürlükten garip açıklama…
Fener Rum Erkek Lisesi Vakfı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye aleyhinde dava açmıştı.

image0033.jpgBugün vakıfların 1936 beyannamelerine koyduğu şerhin hiçbir hukuki değeri olmadığını iddia eden Vakıflar Genel Müdürlüğü yetkilileri, cemaat vakıflarının bu tutumunu şu sözlerle açıklamaya çalışıyorlar: “Ürkmüşler. O zamana kadar vakıf statüsüne hiç alınmamışlar. Galiba rahatsız olmuşlar. Yeni bir kanundu o zaman. Vakıf olmanın avantaj ve dezavantajlarını tartışmamışlar sanırım. Onu değerlendirememişler. Oysa vakıf olmak tüzel kişilik kazanmaktı. Ama her şeye rağmen bu şerhin hukuksal bağlayıcılığı yok. 1936’da beyannamelerini vermişler ve bizim denetimimize de girmişler. Osmanlı döneminde, tüzel kişilik kavramı yoktu. Hayır kurumları, mal edinme hakkını 1912 yılındaki kanunla aldılar. Mal edinememekten korkup bu şerhi koymuş olabilirler. Onları bu şerh koymaya sevk eden şeyi anlamak pek mümkün değil.”


Atatürk bizzat ilgilendi!..
Atatürk’ün bizzat ilgilendiği ve 1936’da çıkan Vakıflar Yasası azınlık vakıflarının her ne surette olursa olsun taşınmaz edinmesini yasaklıyordu. Bu süreçte, 1974 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı son derece önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Yargıtay, bu tarihte, cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinemeyeceklerini karara bağladı. Çünkü, 1936 yılında verilen beyannameler, vakıfname yani “vakfiye” olarak kabul ediliyordu. Karar gereği, 1936 yılından sonra edinilen taşınmazlar, bedelsiz olarak, varsa eski mal sahiplerine veya mirasçılarına yoksa hazineye verilecekti. Bu karar, açıkça şunu ifade ediyordu:

Hazineye geçti
“Bir vakfın kurulabilmesi için, Osmanlı döneminde mahkeme vasıtasıyla kurularak vakfiyesinin de olması zorunluluktur. Vakfiye, bu vakıfların tüzüğü niteliğindedir. 1936’daki verdikleri beyanname, vakfiye yerine geçer. Ve vakfiyelerinde de gayrimenkul satın alabilecekleri, hibe ya da bağış alabilecekleri, ya da vasiyet yoluyla gayrimenkul iktisap edebilecekleri konusunda hiçbir açıklık yok. Bundan dolayı, bu karara istinaden, bunların gayrimenkul edinmeleri söz konusu değildir.” 1976 yılında Yargıtay’ın bu görüşü, Danıştay tarafından da desteklendi. Böylece, vakıfların daha önce edindikleri gayrimenkullerle ilgili olarak mirasçılara, Hazine’ye ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne dava açma hakkı doğdu. Sonuçta, vakıfların edindiği malların tapularının iptali yönüne gidildi. Tüm mallar eski malikine döndü. Son mirasçısı kalmamış olan mallar da Hazine’ye geçti. Bu süreç, 2002 yılına kadar devam etti.


Kazanılan haklardan vazgeçildi
2 Ocak 2003 tarihinde çıkarılan bir başka düzenlemeyle Vakıflar Kanunu’nun ilk maddesi ve altıncı fıkrası değiştirilerek yeni bir hüküm eklendi. Yönetmelikle uygulanmaya başlayan bu hükme göre, cemaat vakıfları taşınmaz elde edinirken Bakanlar Kurulu’ndan izin almak zorunda kalmayacaklardı. Tek yetkili Vakıflar Genel Müdürlüğü oldu. Bu yönetmelik, “karşılıklılık” ilkesini de ortadan kaldırıyordu. Dr. Nazif Öztürk’e göre, Türk Hükümeti ve parlamentosu, bu düzenlemeler ile birlikte çok zor şartlarda uluslararası antlaşmalar, iç hukukta yaptığı düzenlemeler ve içtihat kararlarıyla iki asırda kazandığı haklarından tek taraflı olarak vazgeçti.

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap