89) VAKIF İHANETİ-1

Yayin Tarihi 18 Ocak, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

VAKIF İHANETİ

image00110.jpg29 Temmuz 1919’a döndük

image0023.jpgErzurum’da kongre toplanmasına vesile olan dayatmalar, bugün yine masada…

İşte o kararlar ve bugün yaşananlar

Madde 1
Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz
* ABD’nin çizdiği, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’nu da kapsayan  “Kürdistan” haritaları elden ele dolaşıyor. Yerli işbirlikçilerin katkılarıyla, soykırım yalanı dayatılıyor. Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyen Ermeni diasporası, tazminat ve toprak talebinde bulunuyor..

Madde 2
Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde, Millet topyekün olarak kendisini savunacak ve direnecektir.
* Gümrük Birliği ile ekonomi çökertildi, yabancı işgalinin önü açıldı. Devletin şirketleri özelleştirme adı altında yağmalandı. İktidarlar, AB’nin dayattığı ekonomik ve siyasi kriterlerin dışına çıkamıyor. Dünya Bankası öğretmenlerin maaşına bile müdahale eder hale geldi.

Madde 3
Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti muktedir olamadığı takdirde, bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
*  …..?

Madde 4
Kuvayı Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.
* ….?

Madde 5
Hıristiyan azınlıklara siyasi egemenlik ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.
* ABD ve AB’nin dayatması, Rum ve Ermeni kiliselerinin tezgahları sonucu Yüce Türk Adaleti’nin 1974’de aldığı karar, hükümetin çıkarmaya çalıştığı Vakıflar Yasası ile rafa kaldırılıyor. Lozan deliniyor. Azınlıklar, çoğunluğun elde edemeyeceği ayrıcalıklara kavuşarak adeta devlet içinde devlet olacaklar.

Madde 6
Manda ve himaye kabul olunamaz.
* Halen yürürlükteki Anayasa’nın 90. maddesi ile egemenlik kısmen AB’ye devredildi. Yeniden yapılmak istenen anayasa ile bağımlılık daha da pekiştirilecek. İktidar, TBMM’nin yetki vermesine rağmen, “sınır ötesi” operasyon yapabilmek için ABD’den onay bekledi.

Madde 7
Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.

Kalelerimiz düşmeden…
HaçlI seferlerinden beri Batı, Türk milletiyle uğraşmıştır.
Victorya Çağı İngiliz Başbakanı Gladiston, “Türklerin kötülüklerine mani olmanın bir tek yolu vardır, o da onların vücutlarını yeryüzünden kaldırmaktır” der. Ve ekler, “İnsan neslinden olmaktan utanıyorum, çünkü Türkler de insan neslindendir…”
O’nun yolundan giden öğrencisi Churchill, işi bir kerede bitirmek ister; Türk direnişi karşısında zehirli gaz ile toptan imha edilmemizi emreder, “İnsanlık suçudur” diyen başkumandanına, “Türkler için kullanabilirsiniz, çünkü onlar insan neslinden değildir” cevabını verir.  Yahudi asıllı ünlü Alman yazarı Stefan Ziwaig da İngilizlerden geri kalmaz: “Tarihte kaybedilen bir tek dakikanın bile bin yıl sonra dahi olsa geri döndüğü, ele geçtiği görülmemiştir” diyerek Türklerin bir an evvel yok edilmesini ister.
Atatürk, Batı’nın “Her kalkınma hamlemizde, her ileri hareketimizde ’Türkleri boğalım, güçlenmesinler, başaramasınlar…” zihniyetinde olduğunu dile getirir. Batı, bugün de aynı taktik ve stratejilerle Türkleri Anadolu’da imha etmek amacındadır. Bütün milli dinamiklerimizi yok etmek planını uygulamaya koymuştur.
Kuvayi Milliye liderleri, tam da böyle bir durumda şöyle demiştir: “Selamet tehlikededir. Milli Kıyam’dan başka yol yoktur. Türk milleti ya bu yolda savaşacak ya da tarihin huzurunda silinip gidecektir, fakat esir olmayacaktır…”
Mustafa Kemal Paşa’nın, “Dakika tehiri mucibi idamdır” ibaresini taşıyan emirnamelerini yeniden okumalıyız. Bütün kalelerimiz düşmeden…
Çünkü, tarihte kaybedilen bir tek dakikanın bin yıl sonra dahi olsa geri geldiği görülmemiştir…
Muhiddin NALBANTOĞLU


VAKIF İHANETİ

Gerek Osmanlı İmparatorluğunda gerekse Cumhuriyet döneminde, azınlık vakıfları sürekli olarak Batılı ülkelerin müdahalelerine konu olmuş ve devletin sistemi adeta işlemez hale getirilerek bu vakıflara olağanüstü imtiyazlar tanınmıştır

Vakıflar misyoner yatağı!
Azınlık Vakıfları, din yayılmacılığı misyonu ile Türkiye’ye gelen misyonerlerin hedef kitlelerine ulaşabilmeleri için uygun mekanlar haline gelmişti.
Cemaat vakıflarına, imtiyaz ve ayrıcalık tanınması için yapılan dayatmacılığın arkasında, misyonerlere rahat çalışma ortamı sağlamak hedefi yatar

Türkiye’de sürekli tartışılan cemaat vakıfları meselesi, Hükümetin, AB’ye uyum sağlama ve Kopenhag kriterleri çerçevesinde yaptığı yasal düzenlemelerle içinden çıkılamaz duruma geldi. AKP Hükümeti, cemaat vakıflarının taşınmaz mal edinmelerine ve yurt dışındaki yabancı vakıfların Türkiye’de temsilcilik ya da şube açmalarına izin veren bir dizi yasal düzenlemeyi yaptığında, yaklaşık iki asırlık vakıf meselesi de farklı bir boyutta tartışılmaya başlandı. Bugün Türkiye’de, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetimi ve altındaki mazbut ve mülhak vakıflara ait toplam 43 bin 895 taşınmaz mal var. Bu rakam ve istatistiklerin, Türkiye’deki vakıf mal varlığını tam olarak yansıtmadığını savunan Dr. Nazif Öztürk, Anadolu’daki vakıf mal varlıklarının ancak yüzde 80’inin tespit edildiğini söylüyor.

İmtiyazlar tanındı
Evrensel kurallara göre vakıflar, üzerinde kuruldukları coğrafyanın bağlı bulunduğu devletin menfaatlerini gözetmek kaydıyla kurulabilir. Ancak gerek Osmanlı Devleti gerekse Cumhuriyet döneminde, azınlık vakıfları sürekli olarak Batılı ülkelerin müdahalelerine konu olmuş ve devletin sistemi adeta işlemez hale getirilerek bu vakıflara olağanüstü imtiyazlar tanınmıştır. Azınlık vakıflarına yönelik gelişmeleri ve tarihsel süreci bilmek, bu baskı ve dayatmaların nedenlerini ve sonuçlarını anlamak bakımından son derece önemlidir.  Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivlerine göre, 1926 yılından önce eski hukuk sistemine göre kurulan vakıfların toplam sayısı 30 bin civarında. Bunlardan yaklaşık 50 tanesi, Selçuklular döneminde kurulmuş vakıflar. Anadolu’da, halkın sevgisini ve saygısını kazanan muhterem kişilere devlet tarafından büyük araziler vakfediliyordu. Bu araziler üzerinde halkın, alimlerin bir araya gelebileceği zaviyeler, imaretler, cami, mescit ve okullar inşa eden kişiler, aynı zamanda yörenin sosyal altyapısına da önemli bir hizmette bulunmuş oluyordu.

Propaganda yapamazlar
Ancak, Osmanlı’da İslam toplumunda başka bir inancın propagandasını yapmak üzere kilise veya havra gibi ibadet yerlerine hizmet, yardım amacıyla kurulan vakıflar geçersiz sayılıyordu. Vakıf ancak hayır amacıyla kurulmalıydı. Bu nedenle, Osmanlı döneminde Hıristiyanlar kendi fakirleri için vakıf yapabiliyorlardı. Ancak manastır ve kiliselere vakıf yapamıyorlardı. Dr. Nazif Öztürk’e göre, Türkiye’de sivil inisiyatifin gelişmesini istemeyenler, Türk milletinin kurduğu vakıfların önüne türlü engeller koyarken, cemaat vakıflarına karşı çok cömert ve alicenap davranmışlardı. Vakıflar konusunda, özellikle 2002 yılındaki AB uyum yasalarının ardından, Türk milletinin kurduğu hayır vakıfları için bazı kısıtlamalar getirilirken, azınlıkların kurduğu vakıflara olağanüstü özgürlükler tanınmaya başlandı.

Türk milleti işgalle yeniden yüz yüze geldi
Avrupa Birliği sürecinde atılan adımlar Türk milletini tarihi bir yol ayrımına getirdi. 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da kongre toplanmasına vesile olan dayatmalar, bugün uyum yasası adı altında bir bir TBMM’nin onayına sunuluyor. İşte Erzurum’da alınan kararlar ve bugün yaşananlar:

Madde 1. Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür parçalanamaz
Büyük Ortadoğu Projesiyle, bölgedeki diğer 21 ülke gibi Türkiye’nin de sınırları değiştirilmek isteniyor. ABD’nin çizdiği, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğusu’nu da kapsayan  “Kürdistan” haritaları elden ele dolaşıyor. Ermeni soykırımı iddialarının ucu da bölünmez bütünlüğü tehdit ediyor.  Türkiye’yi köşeye sıkıştırmak isteyen Ermeni diasporası, amacının tazminat ve toprak talebi olduğunu gizleme gereği bile duymuyor. Karadeniz Bölgesi’nde yürütülen faaliyetlerde benzer amaçları hedefliyor. Bölgede Pontus-Rum  propogandası yapılıyor

Madde 2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümeti’nin iş yapamaz duruma gelmesi halinde, Millet topyekün olarak kendisini savunacak ve direnecektir.
05 Mart 1995’te imzalanan Gümrük Birliği ile ekonomi çökerttildi, yabancı işgalinin önünü açıldı. Yabancı yatırımcıların İstanbul Borsası’ndaki payı yüzde 69.27’e kadar çıktı. Stratejik kamu kurum vöe kuruluşları bir bir yabancılara veya yabancı uzantılı yerlilere satıldı. Tüpraş, Telekom, Tekel’in bir bölümü, Erdemir devletin elinden çıktı. Yağma bununla da bitmedi; resmi rakamlara göre 273 milyon metrekare toprak yabancıların eline geçti. Madenlerin konusundaki yabancı tahrifatı korkunç boyutlara vardı. İktidarlar, AB’nin dayattığı ekonomik ve siyasi kriterlerinin dışına çıkamaz hale geldi. IMF öğretmenlerin maaşına bile müdahale eder hale geldi.

Madde 3. Vatanı korumaya ve istiklali elde etmeye İstanbul Hükümeti muktedir olamadığı taktirde bu gayeyi gerçekleştirmek için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet üyeleri Milli Kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
…..?

Madde 4. Kuvayı Milliye’yi Tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak esastır.
….?

Madde 5. Hırıstiyan azınlıklara siyasi egemenlik ve sosyal dengemizi bozacak ayrıcalıklar verilemez.ABD ve AB’nin dayatması, Rum ve Ermeni kiliselerinin tezgahları sonucu Yüce Türk Adaleti’nin 1974’de aldığı karar, hükümetin çıkarmaya çalıştığı Vakıflar Yasası ile rafa kaldırılıyor. . Azınlıklar, ayrıcalıklarıyla devlet içinde devlet olma yolunda hızla ilerliyor. Fener Rum Papazı,  Lozan’ı ve  kanunları çiğneyerek kendini “ekümenik” ilan ediyor. Heybeliada  Ruhban Okulu’nun açılması için AB belgelerinde sürekli telkinlerde bulunuluyor.

Madde 6. Manda ve Himaye kabul olunamaz.
Halen yürürlükteki Anayasa’nın 90. maddesi ile egemenlik kısmin AB’ye devredildi.
“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz” ifadelerinin yeraldığı maddede milletlerarası andlaşmalarla kanunların çatışması durumunda milletlerarası andlaşma esas alınması karara bağlandı Yeniden yapılmak istenen anayasa ile bağımlılık daha da pekiştirilecek. İktidar, Meclis’in yetki vermesine rağmen, “sınır ötesi” operasyon yapabilmek için ABD’den onay bekledi.
Madde 7. Milli Meclis’in derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Meclis tarafından kontrol edilmesini sağlamak içine çalışılacaktır.
* Fatih ERBOZ


Gizli hedef peşindeler…
Osmanlı dönemindeki katı kurallar ilk defa Islahat Fermanı’na yerleştirilen bir hükümle bozuldu. 1867 tarihinde yabancı gerçek kişiler, Anadolu’da taşınmaz sahibi olma hakkını elde etti. 1901 yılında Fransa ile imzalanan antlaşma gereği, Anadolu’daki Fransız okul, hastane, hayır kurumları ve dini kurumlar da tanındı. Bu düzenleme, kısa sürede kapitülasyonlardan yararlanan diğer devletler için de geçerli olacaktı. Osmanlı Devleti’nin Tanzimat’ın ilanı ile birlikte başlayan yeni döneminde, Anadolu’da bir başka grup daha göze çarpmaya başlamıştı. Bunlar, çoğunluğu ABD’den gelen ve genellikle doğu illerinde üslenen misyonerlerden başkası değildi. Din yayılmacılığı misyonu ile Türkiye’ye gelen misyonerlerin hedef kitlelerine ulaşabilmeleri için uygun mekanlar gerekiyordu. Bunlar okullar, ibadet yerleri ve hastaneler olmalıydı.

Bağımsızlık fitnesi
Müslüman olmayanlar, bu mekanları kendilerine ait vakıfların arazileri üzerine inşa ettirmeye büyük özen gösteriyordu. (ABD’li misyonerlerin deniz aşırı ilk mektebi olan Robert Koleji gibi) İstanbul’daki ilk proteston kilisesi de İngiliz misyonerlerin çabalarıyla bu amaç doğrultusunda kurulmuş oldu. Misyonerler, 19’uncu yüzyılda Anadolu’da pek çok okul ve ibadethane açtı. Öncelikle kendi cemaatlerine mensup bireylere “eğitim” vermeyi amaçlayan bu misyonerler, daha sonra azınlık gruplarının bağımsızlıklarını kazanmaları için örgütlenmesine yardım ediyorlardı. İlerleyen yıllarda, cemaat vakıflarına ait okulların kapanması, özellikle misyoner örgütler için çok büyük bir sorun teşkil edecekti. Zaten, önce Osmanlı topraklarında daha sonra ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti bünyesinde faaliyet yürüten cemaat vakıflarına, imtiyaz ve ayrıcalık tanınması için Batılı devletlerin ısrarı ve dayatmacılığının arkasında yatan asıl neden de misyoner örgütlere rahat çalışma ortamının sağlanabilmesiydi. Azınlıkların, bugün eline geçen her fırsatı kullanarak sistemi zorlamalarının arkasında da bu gizli hedef vardır.

Azınlıklar ayrıcalıklı hale geliyor
AB uyum yasaları bahane edilerek yapılan yasal düzenlemeleri daha iyi anlayabilmek için öncelikle Lozan Antlaşmasına ve Vakıflar Kanunu’na bir bakmak gerekmektedir. 1912 yılında bir kanun çıkarıldı. Bu kanunun 3’ncü maddesinde, Osmanlı cemaat ve hayır kuruluşlarının, o güne kadar takma isimlerle edindikleri taşınmazları 6 ay içinde bildirmeleri isteniyordu. Buna göre, azınlık cemaatleri taşınmazlarını kendi tüzelkişilikleri adına tescil ettirebileceklerdi. Cemaat vakıfları, birer beyanname ile gerekli başvuruları yaptılar ve birer vakfiyeleri olmamasına rağmen kendilerine bağlı tüm okul, yetimhane, kilise, havra, hastane gibi kuruluşlar hükmi şahsiyet olarak tescillendi.

Lozan’da da gündemde
Azınlık vakıfları, Lozan’ın da en sorunlu maddelerinden birini oluşturuyordu. Konferanslar sırasında Türk heyeti ile yabancı heyetler arasındaki tartışma konularından biri de Fener Rum Patrikhanesi ile ilgili mesele olmuştur. İsmet İnönü, patrikhanenin siyasi bir komite ve kışkırtma ocağı olduğunu belirterek, söz konusu kurumun Türkiye topraklarının dışına çıkarılmasını talep etmiş ancak İngiliz Lord Kurzon ve Yunanlı Venizelos, patrikhanenin bir Türk müessesesi olduğu konusunda ısrar etmişti. Her ikisi de patrikhanenin bu tarihten itibaren siyasi ve idari işlerle uğraşmayacağı konusunda sözlü taahhüt vermişti. Türkiye’de Ermeni, Rum ve Musevi cemaatlerinin azınlık olarak kabul edilmesini sağlayan Lozan Antlaşması, azınlık haklarını ve vakıflarını düzenlemesi açısından da son derece önemliydi. Çünkü bu antlaşmayla, Türkiye’deki mevcut azınlık vakıflarına tanınan haklar Türk Hükümeti’nin koruması altına alınıyordu.

Yeni düzenlemeler
Bunun ardından, Tapu Kanunu ile Vakıflar Kanunu’nda yeni bazı düzenlemeler yapıldı. 1934 yılında yürürlüğe  giren Tapu Kanunu’nun 3’ncü maddesinde, yabancı kuruluşların taşınmazlarına ilişkin şu hüküm yer alıyordu:  “Varlıkları T.C Hükümetince tanınmış olan yabancılara ait, dini, ilmi, Hayri müesseselerin fermanlara ve hükümet kararlarına dayanarak sahiplendikleri taşınmazlar, bu belgelerin sınırları dışına çıkmamak ve hükümetin izni alınmak şartıyla müesseselerin tüzel kişilikleri namına tescil olunabilir.”  (Dr. Nazif Öztürk-Azınlık Vakıfları)

Paylaş:

Yorumlar

“89) VAKIF İHANETİ-1” yazisina 2 Yorum yapilmis

  1. Silvan GÜNEŞ yorum tarihi 19 Ocak, 2008 00:46

    söylenecek bir şey var mı? Ortada herşey…’

  2. hasan akgün yorum tarihi 21 Ocak, 2008 11:57

    beyler bayanlar kendini Türk hissedenler ve bu uğurda bende varım diyenler aklımızı başımıza alalım öyle çağdaşlık edebiyatı ile geçirilecek zaman kalmadı çağdaş insan haklarını savunan ve bu haklar uğruna can veren kan alandır. öncelikle de vatanı ( çağdaşçılar gibi söylenecekse )din bilen ,namus bilip bu uğurda can verendir. can alandır. kanla alınanın kansız verilmemesidir. ecdat kuvvai milliyeçiler bu vatanı canlarıyla kanlarıyla aldılar . bu çağda kin kapısını açtıramayanlar hangisinin asılmasını beklemektedirler bu kapıda . asılıp kanı parmakları ucundan akıtıldığı ve bu kan ile yortu yapıldıktan sonramı akılları başlarına gelecektir. yada zaten asılmaya gönüllü onlardan birilerimi her durumda zihinler donmuyorsa kendimiz i çok sorgulayalım çoğu kişi kurum ahkam kesiyor. çalışma faaliyet. zaman harcama , hiçbirisi yok. iğdişleşmiş beyinler. gençlerle ilgili en küçük bir aydınlatma ve toplumsal sorumluluk alma yok yok işte beyler . yok takip edilecekmiş yok zarar görecekmiş. hakikatten de takip ediliyor zarar görüyor sorumlu makama getirilmiyorlar. doğrudur . vatan elden gittiğinde makamın kazandıklarının ne manası kalacak . sorarım size . sevr deki haritayı açınız beyaz yerleri tekrar gözden geçiriniz. sevr de alınamayanların alınması davasıdır diye düşünüyorum bu vakıflar kanununu o dini az yaşıyor dediklerin sayın Ahmet Necdet Sezer bey kadar dindar olmaya ve inceleyenleri bu konuda gereğini yapmalarını bir yüce Türk milletinin ferdi olarak arz ve talep ediyorum. vakıflar dedikleri o Türk düşmanı papazlar ve hz İsa adına havarileri adına tapu aldıkları yerleri geri isterken mirasçısı olduklarını iddi ederlerse benim dinim en son din ekmeldin olan islamın sahiplerine İsa AS’ı peygamber olarak kabul eden biz Müslümanlara o arazilerin tapu tesçilini biz İslam bekçilerine yapmaları gerekmezmi. İstanbulu bir dünya dükalığı ve idare merkezi yapmaya çalışanlara karşı uyanık olmaya davet ediyorum para almak vize istemek buna hazırlık değilmi . hiç ülkenin bir iline girmek için vize istenirmi baksana avrupa birliği il değil ülkeler arasındaki vizeyi kaldırıyor. Bu ne çelişki !
    lütfen biraz duyarlı olalım.
    saygılarımla

Yorum yap