775) HAREZMŞAHLAR DEVLETİ (1097-1231)

Yayin Tarihi 4 Haziran, 2014 
Kategori TÜRK DÜNYASI

HAREZMŞAHLAR DEVLETİ (1097-1231)

image001

Harezmşahlar On birinci yüzyıl sonlarında Harezm bölgesinde kurulan Türk devleti. Harezmşahların atası Anuştegin, bir Türk kölesiydi. Büyük Selçuklu emirlerinden Bilge Tegin, onu satın alarak, saraya getirmiş ve özel olarak yetiştirmiştir. Selçuklu sarayında taştdârlık vazifesinde bulunan Anuştegin, gösterdiği başarılar neticesinde, Harezm valiliğine getirildi. Ölümünden sonra oğlu Kutbeddin Muhammed, Harezmşah unvanı ile Sultan Sencer tarafından aynı vazifeye tayin edildi. Büyük Selçuklu Devleti’nin valisi sıfatıyla 30 yıl Harezm’i idare eden Kutbeddin, aynı zamanda Harezmşahlar Devletinin kurucusudur. Kutbeddin, saltanatı müddetince, mükemmel bir idareci olarak, âdilane hareketleri ile halkı kendisinden hoşnut etti. Her ne kadar, müstakil bir hükümdar olarak hüküm sürmedi ise de, oğullarının gelecekteki faaliyetleri için sağlam bir zemin hazırladı. Onun idaresi zamanında, Harezm ülkesinin, Selçuklulara tabi ülkelerle ticarî faaliyetleri yoğunlaştı. Harezm, maddî ve manevî yönden gelişmeler gösterdi. 
1127 yılında Kutbeddin Muhammed’in ölümü üzerine, yerine büyük oğlu Alâeddin Atsız tayin olundu. Küçüklüğünden itibaren iyi bir tahsil ve terbiye görmüş olan Atsız, aynı zamanda Sultan Sencer’in şahsî teveccühüne mazhar olmuştu. Nitekim Atsız, ilk devirlerde Sultan Sencer’in seferlerine bizzat ordusuyla katıldı ve onun başarılarında büyük yardımı oldu. Atsız, aynı zamanda kendi siyasî nüfuzunu genişletmeye de çalışıyordu. Bu sebeple Cend ve Mangışlak gibi askerî bakımdan mühim merkezleri zaptetti. Ancak Atsız’ın bu faaliyetleri, Sultan Sencer’i kızdırdı ve tekdir edilmesine yol açtı. Atsız, Sultan’ın bu tutumu üzerine, kesin olarak bağımsızlığını ilan etti. Sultan Sencer, bu duruma nihaî bir çözüm getirmek amacıyla, 1138 yılında, büyük bir ordunun başında, Harezm üzerine yürüdü. Yapılan savaşta Sencer, Atsız’ın ordusunu hezimete uğrattı. Atsız’ın kardeşi Atlığ da ölenler arasındaydı. Harezm’in idaresini Süleyman bin Muhammed’e veren Sencer, onun başkanlığında vezir, atabeg ve hâcib adı verilen memurlardan müteşekkil bir dîvân kurdu ve 1139 yılında Merv’e döndü. 
Harezm’de işbaşına geçen yeni idare, Atsız ve taraftarlarının da karşı faaliyetleri üzerine, halkı memnun etmekten uzak kaldı. Harezm halkı, huzur dolu eski idareyi aramaya başladı. Bu sebeple, Atsız’ın, Harezm’de hakimiyeti ele geçirmesi uzun sürmedi. 1140 yılında devletin başına geçen Atsız, Sencer’in yeni bir seferinden çekinerek, onu metbu tanımayı ve ona uymayı ihmal etmedi. Fakat, bu durum uzun sürmedi. Sencer’in, 1141 yılında Karahitaylarla yaptığı savaşı kaybetmesi üzerine Atsız, büyük bir orduyla Horasan’a gelerek Merv’i zaptetti. 1142 yılında ise Nişapur’u alarak adına hutbe okuttu. Bu arada, Sencer, Horasan’da yeniden hakimiyetini kurmaya muvaffak olunca, Atsız, geri çekilmeye mecbur kaldı ve yeniden Sultan’a bağlılığını arz etti (1144). Atsız’ın Sencer’e karşı giriştiği isyanlar, Sultan’ı üçüncü defa Harezm ülkesine girmeye mecbur etti. Hazarasp Kalesini fetheden Sultan Sencer, Harezmşahların merkezi Gürgane önüne geldi ise de, Müslümanlar arasında kan dökülmesini istemeyen bir dervişin ricasını kırmayarak, Atsız’ın, kendisini metbu tanıdığını bildirmesi ve affını rica etmesi üzerine geri döndü. 
1156 yılında Atsız’ın vefatı üzerine, yerine veliaht Ebû Feth İl Arslan geçti. İl Arslan, daha hükümdarlığının başında, saltanatta hak sahibi olabilecek durumda bulunan amca ve kardeşlerini ortadan kaldırdı. İl Arslan’ın hükümdarlığını, Sultan Sencer de kabul etti. Ancak, Sencer’in çok geçmeden vefat etmesi ile, Doğu İran sahasında Selçukluların etkisi kalmadı. Böylece, bölgede Harezmşahlar kuvvetli duruma geldiler ve Selçuklularla bağlarını kopararak müstakil bir devlet oldular. Nişapur’u kendisine merkez yapan İl Arslan, 1170 yılında Tus, Bistam ve Damgan taraflarını fethetti. Bu arada Harezmşahların, Karahitaylara ödedikleri vergiyi kesmeleri, iki devleti karşı karşıya getirdi. Karahitayların üzerlerine gelmesi üzerine onlar, her zaman olduğu gibi, yine istila sahalarını su altında bırakmak suretiyle kendilerini korudular. İl Arslan, 1172 yılında vefat etti. 
İl Arslan’ın vefatı, ülkeye yeniden kardeş kavgalarını getirdi. İl Arslan’ın küçük oğlu ve veliaht olan Sultan Şah, annesi Terken Hatun’la beraber Harezm’de bulunuyordu. Babasının ölümüyle tahta oturan Sultan Şah’a, kardeşi Tekiş itaat etmedi. Tekiş, kardeşinin kendi üzerine kuvvet sevk etmesi üzerine, Karahitaylara müracaat ederek kendisini desteklemelerini istedi. Her fırsatta Harezmşahların iç işlerine karışan Karahitaylar, bu talebi severek kabul etti. Tekiş’in, çok kuvvetli bir Karahitay ordusunun başında olarak Nişapur’a geldiğini duyan Sultan Şah, taraftarlarıyla birlikte Irak Selçukluları’nın naibi olan Melik Ayaba’nın da kuvvetlerini yanına alarak, sultanlığını ilan eden Tekiş üzerine birçok kereler sefere çıktı ise de, hemen hepsinde başarısızlığa uğradı. Hattâ, bu seferlerden birinde yakalanan Ayaba öldürüldü (1174). Terken Hatun ve Sultan Şah Dihistan’a kaçtılar. 
Bundan sonra tahta geçen Alâeddin Tekiş, Harezmşahlar sülalesinin en kudretli şahsiyetlerindendir. Harezmşahlar Devleti, onun sayesinde imparatorluk hâlini aldı. Tekiş, ilk olarak Karahitaylar ile mücadeleye girişti. Harezmşahlardan vergi istemeye gelen Karahitaylı elçinin gururlu oluşu ve edepsizliği, Tekiş’in onu öldürtmesine yol açtı. Bu şekilde başlayan çarpışmalar, Harezmşahların başarısıyla sonuçlandı. 1187 yılında, kardeşi Sultan Şahın ölümü, Tekiş’i daha rahatlattı. Doğu İran ve Horasan’ı tamamen emri altına alabilmek için faaliyetlere girişti. Selçuklu Sultanı İkinci Tuğrul Şahı, giriştiği muharebede öldürttü. Tekiş, artık kendisini Selçukluların vârisi sayıyordu. Bağdat halifesinden Irak, Horasan ve Türkistan sahalarının hakimiyetini tasdik eden saltanat menşûrunu (fermanını) aldı. İsmailîler elinde bulunan bazı kaleleri geri aldı. Bu geniş fütuhatları gerçekleştiren Tekiş, Harezm’e döndüğü 1200 yılında vefat etti. Yerine bu sırada Turziz muhasarasında bulunan oğlu Muhammed, Alâeddin unvanı ile tahta çıktı. 
Alâeddin Muhammed’in ilk devirleri, daha babasının sağlığında istiklâl emelleri besleyen Melikler ve Gur sultanları ile mücadele hâlinde geçti. Bilhassa, tehlikeli bir hâl almış bulunan Gur istilâsını güçlükle önlemeye muvaffak oldu. Gur sultanı Şehâbeddin’in ölümü üzerine, Alâeddin, Herat’a hakim oldu (1207). Gurluların, tehlikesiz bir hâle getirilmesinden sonra Harezmşahlar için en büyük tehlike Karahitaylar idi. Mâverâünnehir’i hakimiyetleri altında bulunduran bu devletin nüfuzunu kırmayı ve İslâm dünyasını böyle bir dertten kurtarmayı amaçlayan Alâeddin, bunu kendisi için pek mühim bir vazife biliyordu. 
Nitekim, 1207 yılında Mâverâünnehir’e karşı giriştiği sefer ile, bu büyük hareketi başlattı. 1208 yılında, Karahitay ordusunu, büyük bir hezimete uğratan Alâeddin, Buhara’yı zaptetti. Yine bu sırada Cengiz’in önünden kaçan Naymanların, Karahitay ülkesine girişi ile Karahitaylar, bir daha kendilerini toparlayamadılar ve tamamen Harezmşahlar’a tâbi hâle geldiler (1212). Harezmşahların nüfuz ve kudreti, İran ve Afganistan sahalarında devamlı artmaktaydı. 1225 yılında Gazne’yi alan Alâeddin, bu bölgenin idaresini oğlu Celâleddin’e verdi. 1217 yılında İran’a bir sefer yaptı. Ancak bu sefer, diğerleri gibi başarılı geçmedi ve ordu büyük zâyiata uğradı. 
Harezmşahların bu haşmetli devresinde, doğuda büyük bir tehlike başgösterdi. Bu tehlike, doğuda yalnız Harezmşahları ortadan kaldırmakla kalmayacak, bütün dünyanın tarihî mukadderatı üzerinde derin izler bırakacaktır. Çünkü, tam bir çapulcu sürüsü olan Moğol ordusu, önüne gelen her yeri yakıp yıkmakta, girdikleri ülkelerde kültür ve medeniyetten eser bırakmamaktaydı. Başlangıçta Harezmşahlarla, Moğollar arasında dostluk ve ticarî ilişkilerin geliştirilmesi gayesiyle elçiler gelip gittiyse de, bir Moğol kervanının, Otrar Valisi İnalcık tarafından, casusluk iddiası ile tevkif edilip, tacir ve kervancıların öldürülmesi, araya soğukluk getirdi. Cengiz, Harezmşah’a bir elçi göndererek İnalcık’ın teslimini ve malların tazminatını istedi. Sultan Alâeddin’in bu teklifi reddetmesi, iki devlet arasında savaşı kaçınılmaz kıldı. Her ne kadar, Alâeddin’in, bu teklifi reddetmekle, yüzbinlerce Müslümanın kanını akıtacak bir olaya sebebiyet verdiği iddia edilmekteyse de, bu teklifin kabulü neticesinde, kibir timsali Cengiz’in daha da şımaracağı, yeni istekler peşinde koşarak harbe sebebiyet vereceği belliydi. Nitekim, 1216 yılından itibaren, uzun askerî hazırlıklar içinde olan Cengiz’in hedefi, İslâm âlemi idi.
Gerçekten de Cengiz, 1219 yılı sonlarına doğru, 200 bin kişilik ordusuyla ilk olarak Harezmşahlara karşı harekete geçti. Harezmşahların, kuvvetlerini, büyük şehir ve kalelere dağıtmasından da istifade ederek, önemli merkezleri tek tek ele geçirmeye başladı. Mukavemet gösteren mevkiler, korkunç bir katliama uğratılıyordu. Kısa bir süre içinde Buhara, Semerkand, Otrar, Sığnak, Berakend ve Hocend gibi şehirler, Moğolların eline geçti. Harezm müdafaa kuvvetlerinin, büyük kahramanlıklar göstermesine rağmen, sonuç değişmiyordu. Sultan Alâeddin, son olarak Devletâbâd yakınlarında Moğolların karşısına çıktı ve tekrar yenildi. Abiskun’da bir adaya sığınan Alâeddin, çok geçmeden burada hastalanarak, 1220 yılında vefat etti ve yerine oğlu Celâleddin tahta çıktı. 
Harezmşahların bu son hükümdarının hayatı, maceralar ve kahramanlıklar ile dolu geçmiştir. Celâleddin Harezmşah, saltanatının daha ilk yıllarında, kendisini tanımak istemeyen Türk kumandanlarının suikast tertipleri neticesinde Horasan’a çekildi. Burada toparlayabildiği kuvvetlerle, gece-gündüz demeden, var gücüyle Moğollara karşı çarpıştı. Neticede, batıya doğru yayılan bu istilâ selini bir müddet geciktirmeye muvaffak oldu. Celâleddin ile birlikte Harezmşahlar Devleti de son buldu (1230). 

Kültür ve teşkilât: Harezmşahların askerî ve idarî teşkilâtı, ana hatları ile Büyük Selçuklular’dan alınmıştır. Harezmşahların ordusu, Tekiş zamanında, doğunun en büyük askerî kuvveti hâlini almıştı. Harezmşahlarda malî işler Dîvân-ı İstifâda, askerî işler ise Dîvân-ı Arz’da görülürdü. Dîvâna sultanın vekili sıfatı ile vezir-i âzam başkanlık ederdi. 
Harezmşahlarda ordu, hassa ordusu ve eyalet askerlerinden meydana geliyordu. Memleketin her tarafına dağılmış haldeki ıktâ sahiplerinden teşekkül eden muazzam bir süvari kuvveti bulunuyordu. Ayrıca, muhtelif eyaletlerde askerî valilerin emri altında özel kuvvetler vardı. Bunlar, sultana tam bağlı olup, istenildiği yere kuvvet sevk ederlerdi. 
Harezmşahlar Devletinin adlî teşkilâtı bütün Müslüman-Türk devletlerinde olduğu gibi şer’î ve örfî kanunlar idi. Memlekette en çok Hanefî ve kısmen de Şâfiî mezhebinin hükümleri uygulanırdı. Şer’i mahkemelere kadılar bakmaktaydı. Orduya mensup olanların şer’î meselelerini halletmek için, kazaskerler yani ordu kadıları vardı. 
Harezmşahlar devrinde başkent Cürcan başta olmak üzere, Herat, Belh, Merv, Nişâbur, Buhâra ve Semerkand bir bilim ve sanat merkezi hâline gelmişti. Cürcan’da on büyük vakıf kütüphâne vardı. Nişabur, ilim ve sanat adamlarının toplandıkları parlak bir medeniyet merkezi olmuştu. Eski binalar tamir edilmiş, yeni yeni medreseler, hânkâhlar ve saraylar ile süslenmişti. Hükümdar ve şehzadeler, genellikle iyi tahsil görmüş, kültür sahibi insanlardı. Âlimleri ve şairleri saraylarında topluyor, onlara en büyük değeri veriyor ve himaye ediyorlardı. Meselâ Atsız, Horasan seferinden dönüşte Zemahşerî, Fahreddîn Râzî, Şemseddîn Muhammed gibi âlim ve bilginleri Harezm’e getirmişti. Avfi, Harezm’deki ilim ve sanat adamlarını gökteki yıldızlara benzetmektedir. Bu durum, Moğol istilâsından önce, Harezm’in medenî inkişafını çok iyi belirtmektedir. Memleketin her tarafında kütüphaneler, hastaneler, eczaneler ve hanlar yapılmıştı.

Selçuklularla Mücadeleler 
Atsız ilk zamanlarda Sultan Sencer’e tam bir bağlılık içinde hareket ederek onun bütün seferlerine katılmıştı. Ancak kendi nüfuz ve kudretini yaymak için Cend ve Mangışlak gibi askerî bakımdan çok önemli merkezleri zabtetmesi, bağımsızlık emelinin bir delili kabul edilmiş, bu sebeple Sultan Sencer 1138 yılında ilk Hârezm seferine çıkmıştı. 
16 Kasım’da yapılan savaşta Hârezm ordusu Selçuklu kuvvetleri karşısında tutunamayarak daha başlangıçta dağılmağa yüz tuttu. Ordusunu toparlayamayan Atsız kaçmağı tercih etmişti. 
Bu suretle bütün Hârezm’i tekrar itaat altına alan Sultan Sencer, bu bölgeyi yeğeni Süleyman’ın idaresine vererek Merv’e döndü (Şubat 1139). Daha sonra geri dönen Atsız’a karşı koyamayan Süleymân, Hârezm’i terke mecbur kaldı. Fakat bu sırada Doğu Türkistan’da devlet kurmuş olan Karahıtayların ortaya çıkması, Atsız’ın tekrar Selçuklulara yakınlaşmasına, dolayısıyla Sultan Sencer’e yeniden bağlanmasına yol açmıştı. 
Ancak Sultan Sencer’in 1141 yılında Karahıtaylar karşısında Katvan’da ağır bir mağlûbiyete uğraması, Atsız’a istiklâlini ilân husûsunda yeni bir imkân yaratmıştı. Nitekim bu fırsattan yararlanarak Sencer’in başkenti Merv’i ve Nîşâbûr’u zabtetti (1142). Sultan Sencer ise tekrar toparlanarak büyük bir ordu ile Hârezm’in merkezi Gürgenç’e kadar ilerlemiş (1143-4), bunu üçüncü bir sefer izlemişti (1147). 
Her iki sefer sonunda da Atsız, Sultan Sencer’e tâbi olmak zorunda kalmıştı. Neticede Atsız, Sencer karşısında bir başarı elde edememesi sebebiyle, Horasan’ı ele geçirmek teşebbüslerinden vazgeçmiş, daha çok Seyhun kıyıları ile civarındaki sahalarda nüfuzunu kuvvetlendirmeğe çalışmıştı. 
Sultan Sencer’in Oğuzlara esir düşmesi (1153-1156), Atsız’ın Horasan işlerine karışması için yeni bir fırsat yaratmıştı. O bu kez meşrû sultanın haklarını korur bir şekilde davranmağı uygun görmüştü. Bu arada Amûl (bugünkü Çârcûy) kalesini ele geçirmeğe çalışıyordu. Öte taraftan Selçuklu ordusu Sencer’in kız kardeşinin oğlu Karahanlılardan Mahmûd’u sultan ilân etti. 
Sultan Mahmûd Oğuzlar karşısında başarısız kalınca, Atsız’dan yardım istemek zorunda kaldı. Oğuzlara karşı bir ittifak meydana getirmek isteyen Atsız bunu kabûl ederek Horasan’a hareket etti. Ancak bu sırada Sultan Sencer’in Oğuzların elinden kurtulması üzerine Atsız onu tebrik etmek ve bağlılığını tekrarlamak mecburiyetinde kaldı. Bu olaydan sonra Atsız çok yaşamamış, 30 Temmuz 1156’da ölmüştür. 

İlarslan Dönemi Karahitaylarla Mücadeleler 

Atsız’ın yerine oğlu İl-Arslan geçti ve kendisine karşı çıkan kardeşleri ve amcalarını ortadan kaldırarak rakipsiz olarak Hârezmşâhlar tahtına oturdu. Sultan Sencer’in ölümünden (1157) sonra ise, müstakil olarak hüküm sürmeğe başladı. Ancak yine de Karahıtaylara vergi vermek mecburiyetinden kurtulamamıştı. 
Bu belâdan kurtulabilmek için Irak Selçuklularının yardımını temine çalıştı ise de bunda başarılı olamadı. Nitekim yine bir vergi meselesi sebebiyle Karahıtaylar Hârezm üzerine yürüdüler. 
Her ne kadar Hârezmşâhlar onların bölgeyi istilâ etmelerini su bendleri açarak engelledilerse de, öncü kuvvetleri Karahıtaylar karşısında mağlûp oldu. Bu sırada hastalanan İl-Arslan öldü (19 Mart 1172). 

Alaeddin Tekiş İlarslan Mücadelesi 

İl-Arslan öldüğü zaman, büyük oğlu Alâeddîn Tekiş, Cend şehrinde bulunuyordu. Bu durumdan istifade eden İl-Arslan’ın eşi Terken Hâtûn kendi oğlu Sultan-şâh’ı tahta geçirmişti. Alâeddîn Tekiş bu fiilî durum kabûl etmemiş, Karahıtaylara sığınarak onlardan yardım istemişti. Nitekim yardımı sağlayan Alâeddîn Hârezm’e yürüdü. Sultan-şâh ve annesi Karahıtay ordusuna mukavemet edemeyeceklerini anlayarak Hârezm’den ayrılmışlar ve Horasan hâkimi Müeyyed Ay-Aba’nın yanına gitmişlerdi. Onun yardımı ile tekrar Hârezmşâhlar tahtını ele geçirmeği düşünüyorlardı. Tekiş ise savaş yapmadan Gürgenç’e girerek tahta oturdu (10 Ocak 1173). Daha sonra Müeyyed Ay-Aba’yı mağlûp ve esir ederek öldürttü (1174). 
Sultan-şâh ise önce Müeyyed Ay-Aba’nın oğlunun yanına, ondan umduğunu bulamayınca da Gurlulara sığınmıştı. Tekiş, Terken Hâtûn’u ele geçirererek öldürdü. Nihayet Sultan-şâh, Tekiş’in Karahıtaylar ile arasının açılmasından yararlanarak onlara başvurmuş ve kuvvetli bir Karahıtay ordusu ile Hârezm’e yürümüştü. Öte taraftan Tekiş, Gürgenç şehrinde çok iyi savunma hazırlıkları yapmış ve her zaman olduğu gibi su bendlerini açarak araziyi sular altında bırakmıştı. 
Karahıtaylar Tekiş’in duruma hâkim olduğunu gördükleri zaman askerlerin ağır şekilde kayıp vereceğini anlayarak geri çekildiler. Fakat Sultan-şâh Karahıtaylı kuvvetlerin yardımı ile Merv, Serahs ve Tus şehirlerinde ve civarında küçük bir emirlik kurmağa muvaffak oldu. Bundan sonra Tekiş ile dosk kalmak istiyor ise de fırsat buldukça da Hârezm’e hâkim olmanın yollarını arıyordu. Nihayet onun 1193 yılında ölümü ile Tekiş rahat bir nefes alabilmişti. 

Alaeddin Tekiş’in İran Seferi 

Tekiş Horasan’da iyice yerleştikten sonra, gözlerini batı İran’a çevirdi. Irak Selçuklularının zayıf durumudan ve Abbâsî Halîfeleri ile olan mücadelesinden yararlanmak istiyordu. Nihayet Azerbaycan Atabeglerinden Kutluğ İnanç ile III. Tuğrul arasındaki anlaşmazlık onun için büyük bir fırsat olmuştu. Tekiş 1192’de Rey civarına kadar ilerlemiş, ancak kardeşi Sultan-şâh’ın Gürgenç’i muhasara ettiğini haber alınca geri dönmüştü. Sultan-şâh’ın ölümü ona bu bölgede daha rahat hareket etmek imkânı tanıdı. Nihayet Rey civarındaki savaşta Tekiş, Irak Selçuklu Sultanı III. Tuğrul’u mağlûp etmiş ve Tuğrul savaş meydanında öldürülmüştü (1194). Bu suretle Irak Selçuklu Devleti de sona ermiş oluyordu. 

Abbasilerle Mücadeleler ve Hamedan Savaşı 

İran seferinden sonra bir kısım bölgelerin kendisine bırakılacağını sanan Abbâsî Halîfesi el-Nâsır da Tekiş’in devamlı İran işlerine karışmasından memnun olmamış ve onunla mücadeleye girişmişti. Bu kez Kutlûğ İnanç, Halîfe ile birleşmiş bir ordu hazırlamıştı. Bu Bağdad ordusu Tekiş’in oğlu Yunus ile Atabeg Mayacık idaresindeki Hârezm kuvvetlerini İran’ın önemli bir kısmından geri çekilmeğe mecbur ettiler. 
Daha sonra Tekiş’in kuvvetleri ile halîfenin ordusu Hemedân önünde karşılaşmışlar ve savaşı Tekiş kazanmıştı (1196). Bir süre sonra Tekiş, Mayacık’ın Irak’da istiklal kazanmak maksadıyla giriştiği hareketi önleyerek, taraftarlarını ve onu cezalandırdı (1198).

Gûrlularla Mücadeleler 

Tekiş’in ölümünden sonra yerine oğlu Alâeddin Muhammed geçti. Onun önemli ilk işi, Gûr sultanları Şihâbeddîn (Muizeddîn Muhammed) ve Gıyâseddîn ile mücadele etmek oldu. Taht değişikliğinin yarattığı kargaşadan yararlanan Gûrlular Merv, Tus ve Nîşâbur gibi, büyük gibi şehirleri kolaylıkla ele geçirdiler. Onlar Horasan’ı Hârezmşâhların elinden almak istiyorlardı. Sultan Alâeddin merkezde işleri yoluna koyduktan sonra 1201 yılında Gûrlulara karşı sefere çıktı, Nîşâbûr’u geri aldı, Mevr ve Serahs’ı zabtetti. 
Ertesi yıl ise Herat üzerine yürüdü, ancak sultan Şihâbeddîn’in kendisine karşı harekete geçtiğini haber aldığı zaman Hârezm’e çekildi. Şihâbeddîn ise Tûs’a kadar ilerledi. Bu şehirde halkın üzerine tahammül edilemeyecek derecede ağır vergiler koydu ve bu davranış halk arasında kendisine karşı bir nefret uyanmasına sebep oldu. Bu sırada kardeşi Gıyâseddîn’in ölüm haberini alan Şıhâbeddin Herât’a geri döndü. 
Diğer taraftan Sultan Alâ ed-Din Muhammed, Gıyâseddîn’in ölümünün sebep olduğu Gûrlular arasındaki taht mücadelesinden yararlanarak Herât’ı zabtetmek istedi ise de, bunda başarılı olamadı, Bâdgîs havalisini yağmaladıktan sonra Merv önüne geldi (1204). Şihâbeddin Gûrî ise büyük bir ordu ile Hârezm yönünde ilerledi (Eylül 1204). Alâeddîn Muhammed sür’atle Hârezm’e dönerek savunma hazırlıklarına başladı. Hârezmşâhların ülkeyi sular altında bırakma taktiği bu kez yararlı olmamış, Gûrlular başkent Gürgenç’i kuşatmışlardı. 
Hârezmşâhları bu belâdan ancak Karahanlılardan Sultan Osman’ın ve Karahıtayların kuvvetleri kurtarabildi. Bu kuvvetlerin geldiğini haber alan Gûrlular sür’atle geri çekilmek zorunda kaldılar. Alâeddîn Muhammed çekilen Gûrluları takip etti ve Hezâreb’de onların sağ kolunu mağlûp ederek bir çok esir ve ganimetlerle Gürgenç’e döndü. Karahıtaylar ise takibi sürdürmüşler ve Andhuy yakınlarında Şihâbeddîn’in ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmışlardı. Neticede Horasan hâkimiyeti için yapılan bu mücadele Hârezmşâhların üstünlüğü ile neticelenmiş oluyordu. Ancak bu kez kuvvet dengesi Karahıtaylar lehine bozuldu. Bu durum Alâeddîn Muhammed’i korkutmuş olmalı ki, Şihâbeddîn ile yeniden dostluğunu canlandırmağa çalıştı ve iki taraf barış yaptılar. 
Şihâbeddîn’in bir Hindistan seferi sonra öldürülmesi (1206), Gûrlular arasında taht mücadelelerinin başlamasına ve birbirine rakîp siyâsî teşekküllerin meydana çıkmasına sebep oldu. Bunların başında Türk kumandanlar ve Gûrlu hanedan mensupları bulunmaktaydı. Gûrlu Devleti’nin parçalanması Hârezmşâhlar ve Karahıtayların işine yaramıştı. Herât valisi Husayn Harmîl, şehri Hârezmşâhlara teslim ederek yerinde kaldı. Alâeddîn Muhammed Belh’i zabtetti ve kendisine teslim olan Tirmiz kalesini Karahanlılardan Sultan Osman’a, dolayısıyla Karahıtaylara devretti. Ancak bu Karahıtayların güneye doğru baskılarını geçici olarak önleyen bir tedbîrdi. Nihayet yeni Gûr sultanı Mahmûd da Sultan Alâeddîn Muhammed’e tâbi olmuştu. 

Moğollarla Mücadeleler 

Önce Hârezmşâh Alâeddîn, sonra da 1218’de Çingiz bir elçi heyeti göndermiş, her iki devlet arasında barış ve ticarî münasebetler kurulmuştu. Daha sonra Otrar şehrine gelen bir Moğol ticaret kervanının, bu şehrin valisinin İnalcık tarafından öldürülerek mallarına el konulması, dünya tarihinin akışını değiştiren olayların başlamasına farsat vermişti. 
Sultan Alâeddîn Muhammed’in Çingiz’in İnalcık’ın teslimi ve malların tazmin edilmesi hususundaki isteğini reddetmesi, Moğollar ile Hârezmşâhlar arasında bir ölüm-kalım savaşının başlamasına yol açtı. Bu savaş Türk ve İslâm dünyasında yüzbinlerce kişinin ölümüne, bir çok şehirlerin yakılıp yıkılmasına ve bir çok eserlerin yok olmasına sebep olmuştu, tabii ki, bunda Alâeddîn’in mes’ûliyeti çok büyüktü. 
Çingiz uzun bir hazırlıktan sonra Hârezmşâh Devleti’ne karşı harekete geçti. Onun kuvveti aşağı yukarı 150-200 bin kişi ve ilk hedefi de tabiatiyle Otrar şehri idi. Sultan Alâeddîn’in kuvvetleri belki de Moğollardan fazla idi. Ancak onun bir meydan savaşına cesaret edememesi, ordusunu büyük şehir ve kalelere dağıtarak parçalaması ve kendisinin Horasan’a çekilmesi büyük bir hatâ idi. Moğollar sür’atle Mâverâünnehr’deki müstahkem yerleri ele geçirdiler, bunlar arasında mukavemete çalışanları ise müthiş bir şekilde tahrip ettiler. 
Belh şehrinde bulanan Sultan Alâeddîn Muhammed önce Tus şehrine, daha sonra da Hemedân civarında 30 bin kişilik bir ordu ile bekleyen oğlu Rükneddîn Gursantçı’nın yanına kaçtı. Ferrezîn kalesi önünde konakladığı sırada âniden Moğol kuvvetlerinin hücumuna uğradı. Alâeddîn Muhammed Moğolların elinden burada da kurtuldu ve onları şaşırtarak nihayet Hazar Denizi’nin güneydoğu sahillerine yakın bir yerde bulunan Abeskun adalarından birine sığındı ve biraz sonra hastalanarak öldü (1220). Sultan Alâeddîn zamanında Hârezmşâhlar Devleti en geniş sınırlarına ulaşmış, fakat yine aynı hükümdarın hatalı davranışları sonucu bir anda dağılıp gitmişti. 

Yassıçemen Savaşı ve Harezmşahların Sonu 

Sultan Alâeddîn Muhammed ölmeden önce yerine oğlu Celâleddîn Hârezmşâh’ın geçmesini vasiyet etmişti. Celâleddîn’i iki kardeşi ile bazı emîrler öldürmek istemişler, o da Hârezm’den Horasan’a kaçmak zorunda kalmıştı. Zaten Moğollar yüzünden orada kalması imkânsızdı. Celâleddîn bundan sonra Moğollar önünden her zaman kaçmak zorunda kaldı. Önce Gazne’ye, oradan da Hindistan’a gitti. 
Hindistan’da üç yıl kadar ikâmet etti. Sonra Kirmân’a geçerek sırasıyla Fârs, Isfahan ve Irak-ı Acem bölgesine gitti. Receb 1225 Temmuz’unda Tebriz’i ele geçirerek karargâhını bu şehirde kurdu. Celâleddîn bundan sonraki hayatı etraftaki devletler ile mücadele içinde geçti. Azerbaycan Atabegleri, Gürcüler, Eyyûbîler, Moğollar ve Türkiye Selçukluları mücadele ettiği devletler idi. O, 1229 Ağustosu’nda Eyyûbîlerin elinde bulunan Ahlat’ı kuşatmış, 14 Mayıs 1230’da ise şehri zabtetmişti. 
Bu kuşatma yüzünden Ahlat harap olmuştu. Bu Türk şehrinin harap olması Celâleddîn’e prestij yönünden çok şeyler kaybettirdi. Nitekim birleşik Eyyûbî-Türkiye Selçukluları orduları onu Yassı-Çimen’de ağır bir yenilgi’ye uğrattılar (10 Ağustos 1230). Bundan sonra Moğollar, Sultan Celâleddîn ‘i ortadan kaldırmak için harekete geçtiler. Celâleddîn Türkiye Selçukluları ve Eyyûbilere ittifak teklif ederek, Moğol tehlikesine kendisinin engel olabileceğini söyledi ise de bu isteği kabûl edilmedi. Üst üste Moğolların baskınına uğrayarak herşeyini kaybetti. 
Nihayet Meyyâfârıkîn(Diyarbakır civarı) taraflarına kaçmak isterken dağlarda Kürtler tarafından öldürüldü (Ağustos 1231). Böylece Hârezmşâhlar Devleti’nin son temsilcisi, Hârezm’den çok uzakta, hayâtını kaybetmiş oluyordu. 

Kaynak: http://www.e-tarih.org

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap