733) İNGİLİZLERİN GÜNEY TÜRKİSTAN’DA YAPTIĞI İŞKENCELER

Yayin Tarihi 31 Ocak, 2014 
Kategori TÜRK DÜNYASI

İngilizlerin Güney Türkistan’da

Yaptığı İşkenceler

image001 

Müslüman Türkler ve İngilizler [1]

Tartuk:[2] Bu yazımı, İngiliz Casusluk Şebekesi’nin ağına düşerek, vatan millet ve namusları uğruna can veren, Türk ve Müslüman şehitlerin aziz ve mübarek ruhlarına armağan ediyorum. Vasıl eyle ya Rabbul a’lemin.

Bir kaç yıldan beri, elime geçen Türk gazetelerinde, Müslüman olan İngilizlere ait makaleler okumaktayım. İlkin İslamiyet’i seçen kızlardan söz edilirken erkeklere ve hatta şarkıcılara çıkıldı.

İslamiyet’in yeni üye kazanması elbette iyi bir olaydır amma, İngilizlerin Müslüman olması beni endişelere sürükleyerek bu makalenin yazılmasına vesile oldu ve Türk – İngiliz ilişkileri gözümün önüne gelmeye başladı.

Bilindiği gibi, Tarih ilminin yaratıcısı ve hamuru olan Türkler, Asiya[3], Afrika ve Avrupa’da binlerce yıl süren Gün-Batmaz devletler kurmuş kendi kalemrevlerine[4] adalet ve beraber yaşama düzeni yerleştirmiş ve asırlar boyu aksatmadan yürütmeyi beceren tek millet olmuştur.

Kuzey Afrika, Şarkî Avrupa ve Asiya’da, Moskova’dan Pekin’e, Dehli’den Bağdat’a ve İsfihan’dan İstanbul’a kadar, öyle bir şehir yoktur ki, Türk Taht-ı Revanı[5] girmemiş ve kurulmamış olsun. Sözü geçen bu üç kıtanın belli başlı kentlerinde göze çarpan ne kadar köprü kemerleri ve altın kubbeli minareler ve mescitler var ise istisnasız olarak Türk’ün emeği, Türk’ün parası ve Türk zevkiyle kurulmuştur. Şimdiye kadar bu rekoru kıran bir tek millet mevcut değildir ve olmayacaktır da. Peki,

Bu koskoca dev nasıl çöktü?

Bu yüce varlık nasıl yıkıldı?

Bu parlak güneşi hangi bulutlar örtebildi?

Bütün dünyayı velveleye veren bu kasırgayı, hangi kurudum kak yuttu?

Nasıl binlerce senelik tarih, havuza atılmış taş gibi, sessizliğe gömülüverdi?

Evet sayın okuyucularımız, her olgun meyveyi çürümeye iten bir mikrop vardır. Eğer bakımda ihmal varsa, o gözelim kızıl elmaya yerleşen mikroplar tohum saçıp çürütür ve iskelete çevirir. Aynı şekilde, son dört yüz yılın içinde, Türk’ün Kızıl Elmasına da İngiliz Mikrobu dadanarak kemirmeye başladı ve iskeletini çıkardı.

İngiliz milleti, dünyanın en bencil ve mütecessis milletidir. Yılan ve çıyan gibi yerin altında gezmeyi sever, karanlıklardan hoşlanır, kendisinden başka hiç bir kişi, zümre veya mahlûka hayat hakkı tanımaz, daima “Rabbena hep bana” der. İngiliz’in dostu yoktur, kendi çıkarı her şeyden önde gelir. Dilinin dibinde bin dili ve yüzünde bin maskesi vardır.

Orta Asiya akınlarından Çanakkale Yenilgisine dek Türk Milletinin tarihini ve Türk-Moğul başarılarını ilmi şekilde inceleyen tek millet de yine İngiliz’lerdir. İngiliz’ler, Türk’ler gibi şanlı ve zengin olmanın tek çaresinin, Türk’leri parçalayıp yok etmek olduğuna yürekten inanan insanlardır. İngiliz’in var olduğu yerde Türk olmamalıdır.

Bir milleti yok etmek için ilkin o milleti A’dan Z’ye kadar her şeyi ile tanımak ve incelemek ve zayıf noktalarını bulup o noktadan eritmek gerekir. Son dört yüz yılın içinde Türk’lere karşı yapılan işlem işte budur. İlkönce her taşın arasına girebilecek ve her türlü sıkıntıya dayanıklı, can verir sır vermez kabilinden bir casusluk şebekesi kuruluyor ve her türlü maddi fedakârlıklarla desteklenerek Türk İslâm Dünyasına dağıtılıyor.

Biz bu yazımızda günümüze kadar su yüzüne çıkan meşhur İngiliz casuslarından üç kişinin faaliyetlerinden öğrenebildiğimiz kadarından söz edeceğiz. Bunlar sırayla;

Mr. Hempher veya Hemphery ki, kendi itirafnamesini yazmıştır (İngiliz Casusunun İtirafnamesi).

Mr. Lawrence veya Lawrence of Arabia ki, altın yüklü gemisiyle İskenderiye benderine[6] yerleşerek Bedevi Arapları Osmanlıya karşı kurcalayıp İslâm’ın çöküşünü sağlamıştır.

Mr. William Campbell, Sind vadisinde yaşayan yarı Turanlı – yarı Hindo geleneğindeki insanları koltuklayıp Anglo – Rus’un pençesine henüz düşmemiş olan Horasan veya Güney Türkistan’ı zapt eyleyip Türk’lerin son kalıntısını da ortadan kaldırıyor. Bu hikâyeyi Amerikalı yazar Prof. Louis Dupree’nin Afganistan namlı kitabından[7] öğreniyoruz.

Mr. Hemphery ki takma adını bilmiyoruz. Osmanlı Devletine iki sefer geliyor. Birinci vazifesi genç yaşta İslâm hüviyetiyle İstanbul’a yerleşip mahbubiyet kazanmak, Arapça, Türkçe ve Farsça gibi Osmanlı Kalemlerinde kullanılan dilleri öğrenmektir. Parlak ve yakışıklılığı sayesinde bu işi tahminlerden daha ötede beceriyor ve kısa zamanda mahbubül kulüb[8] oluyor. Hatta o derecede ki İngiliz Sömürgeler Bakanlığına gönderdiği bir raporda, “Gizli servise devam ederken birisi livata isterse ne yapmalıyım?” diye soruyor! “İngiliz çıkarları gerektiriyorsa evet” cevabını alıyor.

Hemphery birinci seferinden fevkalade başarıyla dönüyor ve ana vazifesi olan Müslümanların zayıf noktalarını tespit ederek ve on dört maddelik bir raporla İslam’ın geleceğine bir kara perde çekiyor.

Sonunda bu on dört madde; Divide and Rule (Parçala ve Hükmet) hülasasıyla tatbikata konularak istenilen hedefe ulaşılıyor. “Parçala ve Hükmet! ” formülü yalnız Türk’leri değil Asiya, Afrika, Avustralya ve Amerika kıtalarında yaşayan bütün yerli halkları aynı şekilde yok ederek varlıklarının zabt-u gaspına yol açıyor ve hâlâ devam etmektedir.

Velhasıl, birinci seferinden, Müderris unvanı kazanan Hemphery artık rahattır ve her yere girebilir durumda ikinci seferini yaparak, bu sefer vazife icabı Bağdat’a yerleşip buradan faaliyete başlıyor. Bağdat ve Necef-i Şerif’in mezhep bakımından ayrı ayrı önemleri vardır, yani istismara müsait noktalar ve kişileri bulmak mümkündür.

Hemphery ikinci seferinde aradığını bularak Yemen’li Necdî bin Vahhab namlı bir gençle tanışıyor. Necdî bin Vahhab hareketli ve dalgalı düşünen, şöhrettaleb[9] ve göstermeciliği seven bir kişidir. Hemphery bu noktadan hareket ederek muhalefet hislerini kamçılamaya devam ediyor, bununla da kalmayıp, Necdî’yi Sophia ve sonradan Safiye namlı bir Hıristiyan kızla tanıştırarak siğa[10] yapıyor ve İslamiyet’te olmayan şeylere alıştırıyor ve hatta kendisini Necdî’nin kölesi şeklinde tescil ettirip Arap’ların ileri gelen ailelerinin içine girerek inceleme fırsatına kavuşuyor. Vahhabî Tarikatı işte bu şekilde ve Hemphery’nin çizdiği çizgiler çerçevesinde Necdî bin Vahhab tarafından kurularak nam kazanıyor ki ondan sonrası malumdur.

Türk Dünyası’nı yıkmayla vazifeli üçüncü İngiliz casusu Mr. William Campbell’ dir. Anglo-Rus anlaşmasıyla İngiliz himayesindeki Ruslar, Ural Dağlarını aşıp Türkistan Hanlıkları’nı arka arkaya yıkarak, Voladivüstük’e[11] ulaşırken, İngilizler de Osmanlı ile Hint Moğul Türk İmparatorluklarını tamamen ortadan kaldırarak Güney Asiya’yı teslim almış bulunuyorsa da hâlâ Türk olarak kalan Horasan (bu günkü Afganistan) veya Cenubi Türkistan birçok desiselere rağmen hâlâ ayakta idi ve Hayber’den ta Amuderya’ya kadar olan sahada Kabul ve Zabil Hanlığı, Kunduz Hanlığı, Aybek Hanlığı, Taş Korgan Hanlığı, Belh Hanlığı, Şıbırgan Hanlığı, Andköy Hanlığı, Derzab Hanlığı, Seripul Hanlığı, Meymene Hanlığı ve Herat Hanlığı gibi Türk Hanlıkları eski geleneklere uygun berdevam idi.

Bir İngiliz subayı olan Mr. William Campbell, ilk olarak Sind Vadisinde yaşayan Penc-Ab veya PünCab Sihlerini[12] Kandahar Şehri’ni fethetmeye teşvik ediyor ve kendisi de başkumandan olarak bu savaşa katılıyor ve hatta yaralanıyor da. Neticede gafil avlanan Kandahar Halkı teslim oluyorlar.

Afganistan’da, şu günlerde cereyan etmekte olan hadiseler de (Bir kaç ayın içindeki olaylar) yüzlerce yıl önce aynı yerde, aynı gaye ile işletilenCampbell Planı’nın devamı olup, yine Patan’ları kullanmak suretiyle tatbik edilmekte ve yine Sind Vadisi’nin ahalisinden teşkil edilip Ta’liban yani Talebeler adı verilen Batılılar ve umdeten[13] İngiliz himayesindeki bu teşkilat Campbell’in izini takiben Kabul’a doğru ilerlemektedir.

Talebelerin Güneydoğuda ilerleme kaydetmesi, Batılı basının propaganda yaptığı gibi bir askeri başarı değildir. Buralarda ta savaş zamanından beri batılılarca himaye edilmiş Patan’lar ve Puştun’lar vardı. Aynı maksatla, görünüşte yeni kurulan Ta’liban’a kucaklarını açıp silahlarıyla katıldılar. Herat’ın düşmesi ise, Herat Valisi İsmail’in ne Kuzeyli ve Güneyli ve ne de tüm Afganistan’ın işine yaramadığı için taraflarca beraber düşürülmesidir.

Akl-ı selim der ki, “Arkalarında kim olsa olsun, Koskoca, Rus İmparatorluğu’nu yıkmayı başaran Mücahidlerin bir avuç parlak yüzlü talebelere yenilmesini düşünmek saflık olur.”Evet, eski Campbell Planı işletilmekte, yörünge ve tatbikat da aynıdır amma yerliler eski yerliler olmayıp ellerinde silah tetikte bekliyorlar. Satılmışların nereye kadar gidebileceğini seyr ediyorlar.

Galiba, Takdir-i ilahi, Bosna, Azerbaycan, Çeçenistan, Ön Asiya, Kabul ve Tacikistan’da, Batı çıkarları uğruna dökülen milyonlarca mazlumun kanını Asiya kurbanı olarak kabul edip, Fer’avun, Nemrut ve Bolşevik tantanasına “Artık yeter!” dediği gibi, yerdeki zulümlerine doymayıp Felekiyataüslenen ve Tanrı’nın mahlûklarına bulutların arkasına gizlenerek zulüm yağdıranlara da, yeni bir Tayren Ebabil gönderip kimin kuvvetli olduğunu yine burada, İnsanlığın Müzesi sayılan Afganistan’da bu sefer Batılı’lara göstermek istiyor gibi. El gaybu-indallah.[14]

Tacik olan Rabbani ve Mesut, Barzani ile Apo gibi batıya aldanıp binlerce sene kader birliği yaptığı kendi halkına ihanet etmektedir. Zannedersem, ilk fırsatta Herat Valisi İsmail’in akıbetine uğrayacaklardır[15] veya halkına dönüp aff istemek mecburiyetinde kalacaklar, ki en doğru yoldur.

Campbell planının bir daha başarıya ulaşması ve Afgan Sultasına geri dönülmesi, kendilerini her şeyin üstünde sanan Batı dünyasının rüyası olsa dahi, artık bu düşlerini Hz. Yusuf’a yordurmalılar, hayal ve muhaldir. Çünkü artık o sistem öldü, kuyruğunu dikti, merhum oldu ve mevlüdünü kargalar okudu. Allah’ın iradesini, tepeden bakmalar, Ceberrut kuvvetler, uydular ye atomlar, geçici olarak başarılı olsa dahi, geri çeviremeyecektir.

Çirağira ki, izid ber firuzed

Herankes püf küned, rişeş bisözed

Yani: Allah’ın yaktığı çırayı söndürmek için üfürenin sakalı yanacaktır. 0 kadar.

Hikâyemize dönecek olursak; Sihlerle Kandahar’ı fetheden Campbell, bu sefer Sihleri başından atmak için yine Sind Vadisi yerlilerinden, ki yukarıda söylediğimiz gibi yarı Turanlı yarı Hintli sayılan Şir Ali namlı bir Müslüman’ı Sihlere karşı kaldırıp bu sefer Şir Ali ordusunda yine baş Kumandan sıfatıyla savaşıyor ve kolaylıkla Sihleri ülkeden çıkarıyorlar. Artık Campbell General olmuş ve Müslüman ismi alarak, General Şir Muhammed adı altında Genel Kurmay başkanıdır ve Türkistan adını tarihten silip, Afganistan adıyla yeni Hail bir Devlet (Buffer State) kurmuştur.

Campbell, Şir Ali’den Emir Abdurrahman’a kadar beş Afgan Kıralına General Şir Muhammed Han adı altında genelkurmay başkanlığı yapmış ve burada kurduğu kuvvetli orduyla Cenubi Türkistan’ın istilasına devam edip, Türkistan Hanlıklarını, Afgan Kırallığı adına tek tek yok ederek, nihayet Mevlana Celaleddîn Hazretlerinin yurdu olan Belh Şehrine yerleşmiştir. Bu şekilde Türkistan’ın ve Türklüğün göbeğini kendine karargâh yapan General William Campbell veya namı diğer Şir Muhammed Han (halkça Şir Han) ölünceye kadar (1866) orada kalmıştır.

Ondan sonra hangi İngiliz’in hangi namla onun yerini aldığını Allah ve İngiliz kabinesinden başkasının bilmediği gibi Afgan Kırallarının da gerçek isim ve hüviyetlerini bilen yoktur. Çünkü bu olaydan önce, İran, Turan, Hindistan’da Türk’ler vardı. Bu insanlar Türkistan’a yalnız feth için girmediler, ana gayeleri Türk’leri ve Türk’lüğü yok etmek idi. Topraklarımıza ve subaşlarına Sind Vadisinden getirdikleri Patan Nakilînini[16]yerleştirirken, Yerli halka (Türk, Tacik, Hazara, Baloç, Halac ve Zazalara) dünyada benzeri görülmemiş işkenceler yaptılar, ki ekseriyetini kendi gözlerimle görmüşümdür;

İlkokuldayken, Okulumuz Hükümet konağına bitişikti. Okuldan çıkarken duyduğum feryatların ne olduğunu bilmek için çok da yüksek olmayan ara duvara çıkar, duvara at gibi binerek işkence olaylarını seyrederdim. Bunların neden yapıldığını o zamanlar anlamazdım. Amma şimdi anlıyorum ki halkımıza ne kadar insanlık dışı işkenceler yapmışlar ve yine anlıyorum ki bir Asiya’lı, ister Müslüman olsun ister Tersa, bunu yapamaz. Yapanın adı Afgan ise de arkada daha başkaları varmış.

Şahit olduğum İşkence Çeşitleri;

İşkence yapılan kişilerden birisinin ahvali hala aklımda ve gözümün önündedir, Bu kişi devlete karşı isyan etmiş ve şaki olmuş. Sonradan öğrendiğime göre ilk isyan sebebi namus ve mülkü taarruza uğramış ve devlet mensupları tarafından tutuklanarak hepse atılmış. Hapishaneyi delerek kaçmış ve ondan sonra da yol keserek intikam almaya başlamış. Birçoğunu bu kişiye yapılan işkencelerin teşkil ettiği azaplar şunlardır;

Kin veya halk tabiriyle Kinağ:

Kişinin ayak, kol gibi ikili gövde parçaları kalın bir iple sıkı bağlanır ve kıskaca alınarak yavaş yavaş sıkılır ve gereğinde kemikler ezilinceye kadar devam eder.

Burgulama:

Vücudun tek bir parçası mesela kol, ayak, bel ve saire kıskaca alınır. Burgulanarak kanın akışı durdurulur ve aşağı tarafa kan geçmediğinden, önce sararır, ağarır ve sonra morararak kararır. Bu işkence ekseren, bedeni işlemez hale getirinceye kadar devam eder.

Pa’ne:

Yine vücudun hareketli parçalarından iki tanesi kalın bir iple bir birine sıkı bağlanır ve arasına tahta veya demir (Bu iş için hazırlanmış aletler) takoz yavaş yavaş çakılır.

Çahar berdar (Çar-Vardar):

Bir kişiyi dört kuvvetli adam, hayvan derisini çeker gibi kol ayaklarından çekerek masa gibi çok yüksek olmayan bir şeyin üzerinde gererler ve diğer iki kişi de iki yanından sırayla kamçılamaya başlar. Mazlumun gâh arkasını ve gâh karnını çevirerek, koyun bağırsağından örülmüş ve parmak kalınlığındaki kırılmaz kamçılarla dövmeye devam ederler. Bu işkencelerde bayılanların başlarına bir kova soğuk su dökerek ayıktırıp yine devam ederler. İşkencede ölenler de az değildir.

Göz oyma:

Bu hadiseyi kendim görmedim, fakat Afgan kralı Emir Abdurrahman, günde bir çahar-yek yani dört libre göz çıkarırmış. Prof L. Dupree Afganistan namlı kitabında Emir Abdurrahman’ı General William Campbell’in yetiştirdiğini yazar. Evet, çırak ustasını geçmezse ustanın adı tutulmazmış. Doğru değil mi?

Khasi veya Biçma:

Bu hadiseyi de kendim görmüş değilim. Erkeklerin husyesini çıkarmak işi yalnız Abdurahman’a mahsus olmayıp Nadir ve Zahir Şah Zamanında Türkistan’a, Reis-i Tanzimeyi Türkistan unvanıyla gelen ve hatta Türkiye’de tahsil yapan ve Anadolu Türkçesi’ni iyi bilen Muhammed Gül Muhmand isimli kişinin ihtisasıdır ve maalesef en çok Türk husyesi çıkarmıştır.

Yumurta Ezmesi:

Erkek kişinin yumurtası tutularak kamçı sapı veya başka sert bir şeyle dövülerek ezilirmiş. Bu hadiseyi de görmedim fakat yumurtası ezilen kişiden işittim. Bu usul yine M. G. Muhmand ve askerleri tarafından, Rus işgalinden kaçıp Afganistan’a geçen Türk’lerden, altın ve mücevherat rüşveti almak için tatbik edilmiştir.

Lenger:

Bir kişiyi duvar veya benzeri bir şeye bindirip iki yana uzanmış ayaklarına kum torbaları asmaktan ibarettir, Torba sayısı gittikçe artar. Söylediklerine göre işkencelerin en kötüsüdür.

Tırnak Sökme:

Canlı ve yaşamakta olan bir kişinin tırnağını, bıçak, çakı veya pense gibi kaba aletlerle zor kullanarak çıkarma işlemidir. Güney Türkistan’da (Bu günkü Afganistan’da) Nakilîne, mal ve mülkünü vermek istemeyen Türk, Tacik ve Hazaralara tatbik edilen günlük olaydır.

Tenasül Uzvunu Kesmek:

Bu iş sünnetin büyüğüdür. Şu farkla ki çocuklara yapılmaz da büyüklere yapılır ve aynı zamanda derisi değil, alet-i tezkirin tümü dipten kesilir. Horasan’da erkekliğin cezasıdır. Bu iş Meymene’ de (Faryab) Puştun olan Emniyet Amiri tarafından bir Türk’e yapılmıştır. Şöyle ki:

Türk’ün güzel bir hanımı var, kumandan ondan karısını boşamasını istiyor. Adam kabul etmiyor ve aynı zamanda Emniyet Amirine sövüyor, neticede balta sünnetiyle karısı zorla elinden alınıyor. Zavallı adam, kesilen uzvunu Kabul’a getirip Dadkhahlık[17] yapsa da kimse dinlemiyordu. Adamın kara çaputtan yapılan zeker torbasını görmeyen yoktur. (Hadise 50 yıllarının sonuna doğru olmuştu).

Kol ve ayak kesilmesi:

Evet şeriatta,”Vessariku-vess arikatu, fakta’ u eydiyehuma” buyruğu vardır yani, erkek veya kadın hırsızın ellerinin kesilmesi emir edilmiştir. Bu emir ancak suçun ispatından sonra mahkeme kararıyla yapılır, Cenubi Türkistan’da (Afganistan) bu işi hırsızlar gasp için yaparlar, Onların dikkatini çeken iyi bir atınız veya başka bir şeyiniz varsa ve onlara bedava vermezseniz evinizin kapısına bir tencere getirip çevirirler ve tencerenin içinde sizin daha önceden bastığınız ayak iziniz vardır. Bu demek oluyor ki güya siz bir başka yerde hırsızlık yapmışsınız da ve onlar da izinizi takip ederek evinize getirmişler, bu kadar. Hâkim onlar, Kadı onlar elinizi keserler vesselam.

Elin nasıl kesildiğini gördüm:

Bu adamın eli, bileğinden değil de dirseğinden kesilmişti. Omuz çıkıntısından başlayarak adamın ba’zusunu ilkin kalın bir iple yukarıdan aşağıya doğru milimi milimine sıkı sararak dirseğe kadar boğdular, bir yanda da bir kara kazanda kızarmakta olan sıvı yağ vardı.

Kalabalık bir grup, güya adliye mensupları, başta iri yapılı, gür sakalı ta göbeğine kadar uzamış, kınalı ve firuze gözlü, dişleri çok beyaz ve bakımlı Kadı olmak üzere bir kaç kişi bu işi yaptılar. Burgulanan el, cellât tarafından dirsekten kesilerek saygısızca yere atıldı ve kesilen dirsek kızgın yağa batırılarak dağlandıktan sonra adamı götürdüler. Adam ağlama sızlamayla, kesilmiş elinin kanını akıta akıta onlarla gitti, yani içeriye girdiler ve ben de duvardan inip acayip bir haleti ruhiye ile evime döndüm.

Sonraki yıllarda yaşadıkça, gözlerim o Kadı’yı aramışsa da göremedi ve onun yapısında mavi gözlü ve dişleri nihayet derecede bakımlı bir Avghan[18] görmedim ve Avghanlar yarı yarıya Hintliye benzer esmer, yani hafif kara renkli olurlar. Kara olmayan Zaza veya Zaziler, yine Kandahar’da yaşayan Halac veya Hilci (Gilci, Gilzi)lar da vardır amma hiç birinin gözleri mavi ve dişleri inci gibi bakımlı ve beyaz değildir. Şimdi anlaşılıyor ki, Kadı Efendi, Mr. William Campbell veya namı diğer Şir Han’ın amcası olmalıdır. Vallahu âlem.

Ikhtınak veya Khafek (Boğarak öldürme):

Boğularak ölme şerefi yalnız Türkistan eşrafına aittir, Eski Hanlarımızın hemen hepsi bu şekilde can vermişlerdir. Bunlardan bildiğim ve yakinen malumat sahibi olduğum zatların başında Türk Hanlarından Meymene (Faryab) nin en son Hanı Ahmet Kul Han’dır. Ahmet Kul Han aynı zamanda Ebul Hayrı ve Nazar Muhammet Neva kardeşlerin babası olur, Ahmet Kul Han, Kabul’a getirilerek Ergi şahı veya Kasrı Dil küşah denilen kasırda ağzına yastık basılarak şehit edilmiştir.

Tacik Savaşçılarından ve Amanullah’ı devirip Padişah olan, Pervan veya Kühdamen’li Habibullah Han (Afganca’da Baçayı Saka ve Saka oğlu) Kuran’a mühür basılarak Barış görüşmeleri için Kabul’e davet edilmiş, Kuran’a basılan mühüre inanıp dağdan Kabul’e inen Habibullah Han (Saka Oğlu) yakalanarak Ahmet Kul Han’ın akıbetine uğrayıp yastıkla boğularak şehit in yazılışındaki hali korunmuştur. (Asiya=Asya, Avghan=Afgan gibi) ğbaşıma gedilmiştir. İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.

Takriben altmış yıl sonra yani bu yıl (1995), Hazara’ların lideri, Kahraman Mücahit Ali Mezarî Efendi, Ta’liban gurubunun yeminli davetine inanarak barış görüşmeleri için gittiği yerde yakalanarak Saka oğlu’ nun akıbetine uğruyor ve yanındakilerle beraber şehit ediliyorlar. İşte Campbell Planı’ndan yine bir numune.

Tesemmum (Zehirleme):

Bu da Türkistan’da tatbik edilen sessizce eşraf öldürme işidir. Ağzı pehlivan ve halk arasında sözü geçen kişiler, sistem tarafından zengin edilmiş kişilerin evine her hangi bir merasim için davet edilir ve zehirlenir. Eski Katağan ve Badakşan bölgesi eşrafından, Şah Abdullah Badakşi namlı kişi, Bağlan vilayetinden Nazır Kul Han (Aslen Meymene’li) ve Meymene’den Nazır Kulun babası Ruzi Kul kervanbaşı, Andkhoy’dan Kurban Çal ve Kızıl Ayak’tan Merhum Kızıl Ayak halifesi (Hazır Türkiye’de bulunan Abdul Kerim Mahdum’un dedesi) bu şekilde şehit edilmişlerdir, fakat ölüm sebebini bilenler çok azdır. Kızıl Ayak halifesinin (isimleri Abit Han olsa gerek) bir hikâyesini anlatayım;

Ellinci yılların (1950 + – )başıdır, Öğretmen Okulunda hastalanarak Kabul’deki Ali Abad Hastanesine kaldırıldım. Tesadüfen Halife hazretleri de orada imişler. Bu hastanede Mide Bağırsak bölümünün kurucusu ve Türkiye’den gelme Prof. Tevfik Usar namlı muhterem bir zat da vardı ve bize iyi muamele ederdi. Tevfik Bey aynı zamanda Kralın da has doktoru idiler. Tevfik Bey, Halifeyi zehirleyeceklerini sezmiş ve buradan çabuk çıkarılması gereğiyle derhal etraftakilerle haberleşip Halife kaçırılmak suretiyle Hastaneden çıkarıldı ve dağdan aşırılarak Ba’ğı Ba’Ia (Türkistan yolu üzerinde) dan Türkistan’a yollandıysa da, müteakip yıllarda duyduğuma göre, yine zalim yapacağını yapmış.

Afgan Hükümetinin hamisi yalınız İngilizler değildi. Düşman görünse dahi Ruslarla sıkı işbirliği yaparlardı. Rusların Afganistan’a gelmesinde yine onların eli var ve Ruslar Afganistan’a gelmeden evvel Türkistan safhasında ve Hazara bölümünde ne kadar Sahib Rusuh, yani sözü halka geçen kişiler varsa yine Afgan Doktorların eliyle zehirlenmek suretiyle yok edilmişler, böylece Ruslara meydan hazırlanmıştır.

Bu şekilde şehit olan yurttaşlarımızdan bazıları şunlardır:

1-Ahmet Kul Han oğlu Nazar Mohammed Neva,

2-Ahmet Kul Han oğlu Ebul Hayri Han Hayri,

3-Yusuf Süleyman

Bu adamlar, bir Puştun’un evinde zahirlenmiş değiller. Maalesef, bir tanıdık veya

akrabanın evinden rahatsız dönüp ekseren kendi evlerinde can veriyorlar ve bazen de uzun vadeli ilaçlarla hastalık devam edip sonra hayata göz yumuluyor.

Kabul, Kuhdamen, Hazaracat, Katağan, Badakşan, Kunduz, Aybek, Taş Korgan, Mezar-ı Şerif, Belh, Akça, Şıbırgan, Saripul, Sançayrek, Andkoy, Derzap, Gurzivan, Meymene, Almar, Kaysar, Herat, Kandahar, Gazne, Ferrah, Çağansur gibi büyük şehirlerde binlerce masum ve Nakılın olmayan yerli halk bu şekilde sinsice şehit edilmişlerdir.

Katliam veya bir köyü toptan yok etme işlemi;

Bu iş son yüz yılın içinde Şarki ve Garbi Türkistan’da olduğu gibi, Cenubi Türkistan’da da sık sık rastlanan olaydır bunların benim yaşadığım devreye tesadüf edenleri şunlardır:

1-Lukh Tugay katliamı

2-Dayzengi katliamı

3-Şıbırgan (Cevzican) da bir düzine Türk’ün diri diri yakılması.

Bu olayların hepsi Zahir Şah’ın zamanında ve takriben kırk yıl önce, yani Ruslar gelmeden yarım asır önceki vukuattır ve benim gençlik zamanlarıma rastlar. Her üç olaydan da etkilenerek bir dosta şunları yazmıştım:

Kırk yıl sonra şu birkaç senenin ve hatta ayların içinde yine aynı kollar ve aynı Kurçaklarla yapılan Katliamlar da şunlardır;

1- Çindavul Katliamı

2- Bamyan Katliamı

3- Avşar Katliamı

Dikkat edilirse, ister Rus-Afgan Savaşında ve ister savaş sonrası bu güne kadar Afgan veya Puştunların burnu bile kanamıyor veya koruyucu melekler kanattırmıyorlar. Desiselerin hepsi Türk asıllı Hazara, Özbek, Türkmen, Aymak gibi yerli halka karşı oluyor, birisini öldürüp ötekinin üstüne atarak Güneydoğu Türkiye’de olduğu gibi kanlı sahneler hazırlanıyor ve hep Türkistanlı ve yerli halk şehit ediliyor. Savaş başladığından bu güne kadar yabancı desteğindeki büyük küçük bütün Puştunlar hayattalar amma ölenler veya devreden çıkarılanların hepsi yerlidir.

Örneğin:

Melle Han

Mevlevi Kara

Zabihhallah

Aşur Pehlivan,

İsmail Han (kaçtı)

Ali Mezarî ve isimlerini bilmediğim daha nice Türk-ü Tacik biraderlerimizdirler. Ne sihir, ne keramet el çabukluğu Afghan’lara ne suikast var ne desise. İnsan olup ta düşünmez misin?

Falaka:

Bizimkilerin çorba diye ehemmiyet vermediği, hatta ilkokullarda bile tatbik edilen iki ayağı iki parça tahtanın arasına alıp ayağın altına şallak veya kamçıyla vurma işidir.[20]

Perçin;

Bir kişinin kulağını, Kapının basamağı veya herhangi bir direğe çivileyip cezalandırmaktır. Bu işkence, atını rüşvet olarak isteyen Andkoy’un Patan Hükümranı Abdüşşükür ‘e vermeyen Andkhoy eşrafından ağzı pehlivan, özü bahadır Nazır Hacı namlı kişiye eski kapalı çarşının deri pazarı bölümünde tatbik edilmişti.

Zencir ve Zevlane veya İşkil kişeng:

Bir kişiyi zincirlere bağlamak işidir. En çok korktukları insana yaparlar. Bu sistemi hatta inceleyerek tetkik ettim. Ellere demir kelepçe takılır, iki elin arasına ayrıca takriben yarım metre uzunluğunda bir demir çubuk eklenerek kelepçelere kilitlenir, Ayaklara da aynı işlem yapılır. Boyuna Ghol isminde değişik düzende bir kelepçe takıldıktan sonra Ghol ile ayak kelepçesini birleştiren uzun demir çubuklar ilave edilir ve ayrıca fazla işkence vermek için bu sisteme ağır zincirler ilave edilerek yük ağırlaştırılır ve yaşanmaz durum alır.

Yuğ:

Boyuna boyunduruk vurmaktır.

Künde (Kütük):

Künde iki çeşittir;

a– Ayak kündesi: Ev gibi kapalı bir yerde ve birkaç kulaç uzunluğunda ve takriben bir metre eninde diz boyu uzunca bir çukur kazılır, Çukurun üstüne iki parça kalın tahtadan menteşeli kapı gibi kapak yapılır. Kapaklarda ayak sığacak daire şeklinde delikler vardır, her iki deliğin arkasında alafranga tuvaletin deliği gibi başka bir delik yapılır. Mazlum kişinin donunu sıyırtarak buraya oturturlar, Ayakları da öndeki deliklere yerleştirip kilitlenir, adam burada istenildiği zamana kadar kalır ve tabii ihtiyacını da oraya yapar, ekseriyetle çukurun içinde fareler de vardır.

b– Boyun Kündesi: Boyun kündesi de ayak kündesi gibi yapılmış olup tek delikli biraz yukarıdadır. Ayak kündesinden şikâyet edenler ayrıca boyun kündesine takılırlar. Bu aletlerin hepsi, İnsan Hakları Havarilerine mensup şerefli İngiliz Subayı General William Campbell (Şir Han) ın Cenubi Türkistan milletine armağanıdır.

Süngüleme:

Nadir Şah’ı intikam almak için öldüren, Abdul Halik ismindeki genci, önce bend bend keserek vucutlarını ayırmışlar, kalan gövdeyi de her seferinde yarım inç sokmak suretiyle süngüleyip delerek öldürmüşler. Bu hikâyeyi Kabul Öğretmen Okulu’nda edebiyat öğretmenimiz (Lakabı Baba Gulam) ve hem de Kabul’daki Abdul Haliğ’ın akrabalarından duymuşumdur.

Tel-Dağ:

Tel demek Farsça’da nebati yağ veya cıvık yağ demektir. Dağ ise dağlamak ve kızgın bir şeyle yakmak anlamına gelir. Teldağ’a şahit olmuşumdur. Önce adamın ensesine hamuru daire şeklinde yerleştirerek bir küçük havuz yaptılar, sonra da o havuza tencerede hazır kızartılmış yağı çömucle[21] yavaş yavaş dökmeye devam ettiler, Tatmin olmamış olsalar gerek ki aynı işlemi adamın kafatasına da icra ettiler.

Tabii ki bu işkencelerde dad-u-feryatlar bir sağır duymazlığıyla işitilmiyor ve devam ediyorlar. Adam bayılıyor, kendini kayıp ediyor ve hatta na’ra tartarak (çekerek, nara atarak) ana avrat küfredenleri de ve zalimlerin silsilesine ve sülalesine sövdüklerini de gordüm ve duydum. Çocukluk hali, hem oradan ayrılmak istemiyordum ve hem de bazı işkencelere bakarak adamla beraber amma sessiz sessiz ağlıyordum ve işitip beni kovmalarını da istemiyordum. Doğum yerim olan Andkoy şehrinde Tel dağ yapılan kişi, buğday renkli kara yağız ve pehlivan yapılı birisi idi. Adamı bunca hususi işkencelerden sonra bir de çaharsu (dört tarafa açık ) denilen ve İstanbul’un kapalı çarşısına benzer dört resteye (arastaya) açık bir kümbette (Eski Andkhoy Kapalı Çarşısı) çarmıha gerdiler. Amma bu çarmıh Hz. İsa’nın çarmıhına benzemiyordu. Şöyle ki:

Önce yerlere daire şeklinde ve merkezden başlamak suretiyle, iki tarafı sivri demir kazıklar çaktılar ve ancak iki ayak sığacak yer kaldı. Sonra adamı buraya yerleştirip kol ayak ve boynuna ipler bağlayıp bu iplerin ucunu yine damın duvarlarına çaktılar. Yani adamın kolları gerilmiş durumda ve ayakta mıhladılar ve aşağıya de eğilemeyecekti. Çünkü sivri demir kazıklar var. Yerli olmayan bir kişinin bu adamın yüzüne tükürdüğünü gördüm. Tükürene gözünün ucuyla bakıp, Özbekçe: “Kollarım bağlanmastan evvel nirde iding? ” [22] dedi ve milleti güldürdü, Halk acı gülüşlerle dolaylı olarak adamı desteklediler.

Bu gibi işkencelerin, Kabul’da daha ileri metotlarla ve modern şekilde yapıldığı Puli Çarkı isminde bir yer varmış. Girenler ve görenler, “Allah dost veya düşman hiç bir Müslüman’a göstermesin derler”, amma Afganlar, Ruslar gelince kaçıp ana vatanları Peşaver‘e gidince, Ruslar burayı ellerine geçirerek bir de Bolşevik tuzu katıp işletmeye devam etmişler. Şimdi de Rabbani’nin elinde imiş.

Aziz Irkdaşlarım.

Bu zevksiz yazıyı yazmak benim için de çok sıkıcı ve hazindir, yalnız ibret için, vesika olarak tarihte kalsın diye yazıyorum. Yeni nesil, düşmanlarımızın acımasız ve merhametsiz olduğunu bilmeli ve unutulmamalıdır. Biz Türkler kırk yıllık düşmanımız yüzümüze bir gülüp bakarsa ona aldanıyor ve geçmişi unutuyoruz. Biz ne kadar “geçmiştir unutulsun” desek de onlar değişmiyor.

Horasan (Bu günkü Afganistan) Türklerinin başına gelenler, ortadaki alet kim olursa olsun, İngilizler tarafından yapılmıştır. Aynısı, bu gün, Bosna, Azerbaycan, Çeçenistan, Afganistan ve Türkiye’nin Güneydoğu illerinde PKK arkalı yapılmaktadır. Peygamber Efendimiz (S.A), “Bir kişiyi aynı yerde, iki sefer akrep sokarsa ol kişi benim ümmetim değildir” buyurmuşlar.

Her zaman ve her yerde ve her şeraitte İngilizlerin harekât ve sekenatını, İngiliz istihbarat titizliğiyle takip etmeyen, bu mühlik can-u mal, din-ü dünya düşmanına karşı yeterli tedbirleri almayan veya alamayan Türk ve Müslüman Hükümdarları, ebediyen eski şan ve şereflerine ve milli itibarlarına kavuşamazlar.

Bu sözlerimin anlamı, “gelin İngilizleri öldürmeye başlayalım” demek değildir ve gücümüz de yetmez amma bu dünyada yaşamak istersek, her gün bir Bosna, bir Azerbaycan, bir Kıbrıs, bir Kürdistan, bir Tacikistan’la karşılaşıp milyon milyon Türk ve Müslüman’ın kan çanağında boğulduğunu görmek istemiyorsak, orada burada amil aramanın yerine nereye bakacağımızı bilmeliyiz, Bu işler insan haklarıyla hal olmaz. Zaten Afrika, Avustralya ve Amerika yerlilerini, bir baştan doğrayıp tarih safhasından kaldıran biz değiliz. Türkler Asya’dan Ön Asya ve Doğu Avrupa’ya geldiklerinde hangi nesil ve millet var ise, Arab’ı, Acem’i, Ermeni’si ve Islav’ıyla hepsi yerinde duruyor. Amma Amerika yerlileri, Avustralya yerlileri ve Eskimolar neredeler? Veya Yahudileri fırınlarda Türkler mi yaktı? Öyleyse, ben hangi insana batı kadar zulüm yapmışım da ondan sorumlu olayım?

Bütün Hıristiyanlık bir merkezden idare edilir ve en küçük kasabaya kadar girip siyaset yapar da Fundamentalist olmazlar amma, Beytil Mukaddes her millete açık olsun diyenler, katı tutucu ve imhası gereken teröristler olur. Yirminci asırda kilisedeki kadınlara erkeklere tanınan eşitlik hakkı tanınmaz ve on sekiz yaşındaki gelinlik körpe kızlar, merhametsizce sokağa atılıp meyhanelerde sarhoş, ipsiz sapsızlarla uğraşmak mecburiyetinde bırakılınca bir şey olmaz da, keçinin koyuna “ayıp yerin göründü“ diye gülmesi gibi, her türlü emniyetleri garantiye alınan, cinsi latif muamelesi gören, ayrı din ve ayrı kültürdeki Asyalı ev hanımlarını kendilerine benzetmek için, kadın hakları havariliği yaparlar.

Kurtla kuzu hikâyesi gibi, aşağıda su içen kuzuyu yukarıdaki kurt: “Suyumu bulandırıyorsun” bahanesiyle parçalayıp yermiş. Su aşağıdan yukarıya akar mı? Vahşetzede kuzulara yapılacak ittihamların sonu gelmediği gibi, bazı zamansız okşamalar ondan da

tehlikelidir. Mesela, halkı sefalet içinde yaşayan Afrika ülkelerinden Kenya’daki, mümbit ve verimli toprakları “nesli tükenmesin” yaygarasıyla fil üretimine ayırmak ne kadar düşündürücü ise, ihtiyat farzını terk ederek ve geçmişten ders almadan, yeni Müslüman olduğunu iddia eden bir İngiliz’i de, İstanbul’a müftü yapar gibi Türk Milletine tanıtmak o kadar gülünç ve tehlikelidir. İslam ve İslamiyet için zararı sabit ve tehlike ihtimali mevcut olan böyle kaynaklardan para kazanmanın caiz olmaması gerekir. Yukarıda okuduğunuz gibi;

Mr. Hemphery,

Mr. Lawrence,

Mr. William Campbell gibi zatların hepsi:

Hoca, Mevlana, Molla, Hadim-i Din, Şeyh-ul-Meşayih, Muhammed (s.a.v.) in Arslanı gibi tantanalı ünvanlarla halkın arasına girmediler mi ve tantanalı ünvanlarla avam firibler[23] tarafından teşhir edilmemişler mi idi?

Binlerce senelik şanlı tarihimizi yıkan ve milyon milyon Müslüman’ın kanına girip, İslâmiyetin bel kemiğini kırıp felç yapan bu sahtekâr İngiliz Mevleviler ve Meşaihler değil midir?

Müslümanlar yine niye akrebin üstüne itiliyor.

Bu ne biçim ümmetlik ve ümmetçiliktir?

Uyanmak için illa da başımıza taş mı yağmalıdır?

Ya rabbül A’lemin, ve Nauzubillahi minmeşerril Kazibine vel Fasidin ye ihdinassiratal müstakim, Âmin.[24]

Fakirin şu duasına da birlikte Âmin diyelim:

Al İnglis’iñni, Ber İblis’imni[25]

Ey Uluğ Tañrım, ey Pak Sübhan[26]

Aciz kuluñ men, işit sözümni

Bolsa hatamız, affv eyle Rahman

Al İngilis’iñni, ber İblis’imni

Şeytan ezelden hemrâhımızdır[27]

Hilkatga vakıf, agâhımızdır[28]

“Yevmül hesapta”[29] günahımızdır[30]

Al İngilis’iñni, ber İblis’imni

Özüñ Şeytanı, yarattıñ nurdan

Bizge “kerremna”[31] berdiñ çamurdan

Ya-Rab, bu mahlûk kaysı hamurdan

Al İngilisiñni, ber İblisimni

“La havl”[32] okursañ, körünmes şeyatan

İnglisge Ya Rab, ne desin insan

Bu derdimizge, bermediñ derman

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Fikrinde yağma, zikrinde fitne

Dünyanı berseñ, toymaz bu zıkna[33]

Bitsin bu fitne, ketsin bu zıkna

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Surette serdar[34], surette biymar[35]

Kovsañda ketmez, Jugige [36]ohşar

Barmaknı berseñ, tirsekni yalmar (?)[37]

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Her kün (okunamadı), bir başka (okunamadı)[38]

Özü yalangaç[39], ister “tesettür”[40]

Bal-arısını, yok etti zanbur[41]

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Ya-Rab bu mahluk, acep beladır

Her bişgen aşga, aağu [42]saladır

Ekgende yoktur, Harmanda hazır

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Öçmes [43] alevdir, zihnindeki Oç[44]

Tağdaki ister, bağdakinden köç[45]

Londonnı kurgan, Saltik ve İskoç

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Şeytan işiyni, algan Britan

Hayrette kalgan[46], tersa[47] Müsülman

Ah eski çağlar, ah arman[48] arman

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Külfet ketirdi, azli-Azazil[49]

Veyrane Babulgan, Babul ve Zabul[50]

Yek birle yeksan[51], Balkan-u-Kabul

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Kanlar saçıldı, Avr-Asiya’da

Hem Hind-u-Çinde, hem Afrika’da

Başlar kesildi, Yengi Dünyada[52]

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Köklerge çıktı, fısk-ü-necaset

Şirktür ibadet, yalgan siyaset

Hayran kalıbdur, ehli-feraset

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Miñ parça kıldı, Tohmu-Adem’ni

Çin-u-Arap’nı, Hind-ü-Acem’ni

Bazarga saldı, çers-ü-çilemni[53]

Al İngilisiñni, ber İblisimni

“Uçkun” der artık, tındır[54] cihannı

Öldür yılanı, kültür[55] insanı

Dünyaga keltür[56], emn-ü-amannı

Al İngilisiñni, ber İblisimni

Yazan: Hacı Ergeş Uçkun


[1] Aslı “Müsülman Türkler ve Ingilizler” başlıklı bu kitapçık Ergeş Uçgun tarafından 1995 yılında kaleme alınmış olup 11.11.1995 tarihlidir. ABD New Jersey’de 70 Uncle Pete’s Road. Robbinsville, NJ. 08691. U. S. A adresinde yaşadığı sırada yazmıştır. Ayrıca Amerikan klavyesiyle yazılmış risalenin hemen girişinde çeşitli alfabeler kullanan bütün Türklerin anlayabileceği Latin ve Arap alfabesi harfleriyle bir okuma anahtarı da verilmiştir. (sh=ş, ch=ç, kh=h, gh=ğ, q=k) Okuduğunuz metin Türkiye Türkçesine aktarılmış halidir. Bazı isimlerin yazılışındaki özgün hali korunmuştur. (Asiya=Asya, Avghan=Afgan, Kabul=Kabil, Dehli=Delhi, İsfihan=İsfahan gibi)

[2] Tartuk=İthaf

[3] Asiya=Asya. Metinde geçen bazı isimlerin yazılışındaki özgün hali Ergeş Uçkun’un üslubunun daha iyi anlaşılması için korunmuştur. (Avghan=Afgan, Kabul=Kabil, Dehli=Delhi, İsfihan=İsfahan gibi)

[4] Kalemrev=Bir hükümdar veya hükümetin hükmünün geçtiği yer, hükümranlık alanı.

[5] Taht-ı revan=Yürüyen taht

43 Bender=(f) Deniz veya büyük nehir üzerindeki liman. ticaret limanı, iskele, harman

[7] Louis Dupree, “Afghanistan”, Oxford University Press, 1994

[8] Mahbubül kulüb=Sevilen üye

[9] Şöhrettaleb=Şöhret düşkünü

[10] Siğa=alışverişin şartlarından.  Siga(?)=icap ve kabul

[11] Voladivüstük=Vladivostok

[12] Büyük göçlerde Orta Asiya’dan Hind karesine yerleşen, saç ve sakal gibi beden tüylerini, doğumdan

ölüme kadar uzatan, iri yapılı ve beyaz tenli, türbanlı bir çeşit Hintli.

[13] Umdeten=İlke olarak

[14] El gaybu- indallah=Gayb alemini ve geleceği yalnız Allah bilir.

[15] Risalenin bu cümlesi üzerine el yazısıyla şu cümleler eklenmiştir: “1995’te öne sürülen bu görüşlerimiz 1997’de aynan uygulanmış olup, Mesut ile Rabbani Dostum’a sığınmışlardır. E.U.”

[16] Eski Hindistan (Hint+Pakistan)ın Sind Vadisinden, Cenubi Türkistan’a İngiliz’in getirdiği Puştun veya nam-ı diğer Avghan göçmenler.

[17] Dad= Adâlet. Hak, doğruluk. İnsaf. Vergi, ihsan, atiyye. Ömür. Sızlanma. (Adâletle dâd arasında fark vardır; adâlet, binefsihi adâlet edip zulmetmemektir. Dâd ise, başkasının zulmünü def ve izâle eylemektir.) Dâdgâh=Adliye, hak yeri, adalet yeri Dadkhahlık=Adalet, insaf istemek, sızlanmak.

[18] Avghan=Afgan

[19] Kap=Çuval

[20] Türkistan (Horasan)da, “dayağa bişme” tabir edilen bir olay vardır, İnsanlar normal hayatta günün birinde böyle bir hadiseyle karşılaşabileceğini düşünerek, köhne bir yerde birbirlerine Falaka ve Çahar Vardar yaparlar. Örnegin kendim siyaset işlerine başladığımda arkadaşlarımızla Michit namlı şehir dışındaki terk edilmiş eski bir mescit kalıntısına giderek bu işi yapmışımdır, yani guruplar kurulur, her gurup sırayla devletin uyguladığı şeraitte bir birine dayak işkencesi yapardı. Bu işlemin sonunda şayet görünür yerlerde morarma ve bereler olursa haftalarca arkadaşın birinde kalıp dışarıya çıkılmazdı. Benim bildiğim kadar Andkoy Türkleri dayağa yılmaz ve zulme boyun da eğmez.

[21] Çömucle=Kepçeyle(?)

[22] Kollarım bağlanmastan evvel nirde iding? =Kollarım bağlanmadan evvel nerdeydin?

[23] Avamfrib=laf ebesi, lafazan, demagog

[24] Bu risale 1997 yılında mektupla bana gönderilmiş olup özel arşivimde bulunmaktadır.

[25] Bu şiir 5 September 1999 NJ. USA tarihlidir. Altındaki notta:” Esinlenme-Türkiye’deki saylavlar ve Milli Hareket Partisi Başkanı Muhterem, Devlet Bahçeli’ye, Tebrikname.” denilmektedir. Şiirin bizdeki nüshasının bazı bölümleri okunaklı değildir. Bu sebeple bazı bölümler (okunamadı) şeklinde belirtilmiştir. Söz açıklamaları E.U.’na aittir. A.K.

[26] Pak-Sübhan, Allah’ın tenzih sıfatları.

[27] Ezelden, Allah’ın iradesiyle kanımıza giren yaratık, yol arkadşımız.

[28] Yaradılışımızdaki hadiseleri bilen kişi

[29] Hesap günü, Mahşer günü

[30] Günah, veya şahid, yaptıklarımızı bilen

[31] Kur’an’da, (okunamadı: insanların?) Allah (okunamadı) ihsan ettiği işaret olan akl-u-feraset (okunamadı) (lakad kerremna ayeti)

[32] Müslümaenların şeytanın şerrinden kurtulmak için okuduğu dua.

[33] Açgöz ve cimri

[34]

[35]

[36] Jel veya Jügl, evden eve dolaşıp dilenen ve bir şey almadan kovma ile gitmeyen, Hindistan Çingenesi.

[37] Bazı hayvanların yemlerini çiğnemeden yutması, mesela (okunamadı), Açgöz

[38] Her kün çıkargay(?), bir başka (okunamadı); her gün bir başka fitne çıkarıyor anlamında bir mısra ama okunamadı. A.K

[39] Asil zade denilen bazı İnglis hanımlarının, toplum önünde çekinmeden portre için soyunmalarına işarettir ve ekseri halk tabakaları da dpara için soyunmaktan çekinmezler.

[40] Tesettür meselesini İslâm dünyasında en çok isteyen ve istismar eden, nifaklara vesile olan yine İnglislerdir. Çünki bir yandan kendi casusları perde arkasına girebiliyor ve öte yandan Müsülmanların boğuşma ve geri kalmalarını da sağlar. Arabistan’da Peygamber Efendimizin (okunamadı) olan (okunamadı) bedevileri Müsülmandır fakat örtünmezler.

[41] Eşek arısı

[42] Zehirin Türkçesi

[43] Sönmez

[44] Öc

[45] Dağdan gelen bağdaki insanı kovmasının acepliği, London Şehrinin Saltikler yani, İrlanda halkı tarafından kurulmuş olmasına rağmen, Britonların İrlanda halkına hayat hakkı tanımayışlarına işarettir.

[46]

[47]

[48]

[49]

[50]

[51] Yerleberaber yıkılmış.

[52] Avrupalı’nın Amerikan yerli halkı ve Avusturalya’lı yerlilerini A-dan Z-ye kadar tamamen yok etmeleri, yani girdikleri yere yaşama hakkı tanımayışlarına işarettir.

[53] Çers, esrar demek ve Çilem ise esrar ve teryakin yakılarak içilmesine yarayan alettir, Nargile.

[54] Dertsiz ve kaygısız yaşamak, rahatlık, barış.

[55] Güldür

[56] Getir

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap