63) KURTULUŞ SAVAŞI’NIN TÜRK DIŞ POLİTİKASI-2

Yayin Tarihi 25 Haziran, 2008 
Kategori ATATÜRK, ERMENİ SORUNU

Kurtuluş Savaşının Türk Dış Politikası-2

dalgalanan-bayrak.gif

YUSUF KEMAL BEY’LE YAPILAN GÖRÜŞMELER

Yusuf Kemal Bey, Yeni Türk Devleti’nin gerçekçilik, ulusal güce dayanma ve barışçılık olarak belirlenen Ulusal Dış Politikanın kilometre taşlarının oluşmasında başlangıçtan itibaren aktif roller üstlenmişti.

Görüşme başlanılmadan önce Amerikalılar doğal olarak Yusuf Kemal Bey’in biyografik istihbaratını da yapmışlardı. Yusuf Kemal Bey, ılımlı bir İttihat ve Terâkki’liydi. Büyük Savaş sırasında Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı yapmıştı. Devlet deneyimi vardı ve bürokrasiyi iyi biliyordu. Yeni Türk Devleti’nin ilk hükümetinde iktisat Vekili olarak görev almıştı. Dış politik bağlamda, Bekir Sami Bey, Batıyla ilişkileri düzenleme çalışmalarını sürdürürken, kendisi de iktisat Vekilliği’nin yanı sıra Kafkaslar başta olmak üzere, Rusya ile bire bir dış ilişkilerde bulunmuş, Moskova Antlaşması ile ünlenmişti.

Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmenin tarihi 1 Temmuz 1921’di. Yapılan bu görüşmeden sonra, Teğmen Robert S. Dunu, heyetten ayrılarak, rapor içeriğinde nedeni açıkça belirtilmemekle beraber Ankara’da kalmıştı. Heyet, bu görüşmeden sonra doğruca İstanbul’a giderek, Amiral Bristol’e bilgi vermişti. Raporda Yusuf Kemal Bey’le yapılan görüşmenin tarihi tam olarak ifade edilmemektedir. Ancak, bu görüşme konularının Mustafa Kemal Paşa’yla yapılan görüşme içeriği ile benzer noktalarının bulunması nedeniyle Teğmen Robert S. Dunn tarafından gerçekleştirilen bu görüşmenin, Temmuz ayının ilk haftası içerisinde yapılmış olabileceği kuvvetli bir olasılık olarak ilk bakışta göze çarpmaktadır. Yukarıda da ifade edildiği gibi yapılan bu iki görüşme arasındaki en büyük fark, birinin kurul halinde yapılması, diğerinin ise, bir kişi tarafından yapılmasıdır. Washington’a “Milliyetçi Dışişleri Bakanının Görüşleri” başlığı altında monografik rapor olarak sunulan İstihbarat Raporunun Mustafa Kemal Paşa raporu ile aynı tarihte 19 Ağustos 1921 tarihinde gönderilmesi bir başka ilginç durumu da ortaya çıkarmaktadır.

Diğer bir ilginç taraf da, görüşmeleri gerçekleştiren Teğmen Robert S. Dunn’ın kişiliğinden kaynaklanmaktadır. İstihbarat raporlarında olmaması gereken bir biçimde, rapora geçerlilik kazandırılması ve doğrulanması bakımından Teğmen Robert S. Dunn’ın adının rapor içeriğine alınmasıdır.

Teğmenin kimliğinin belirtilmesi söz konusu raporlara Washington’da ayrı bir veçhe kazandırmaktadır. Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmede, heyet tarafından hazırlanan sorulara verilen yanıtlar, Liderin ifade ettiği biçimde, hiç değiştirilmeksizin raporun içeriğine dâhil edilmiştir. Yusuf Kemal Bey’le yapılan görüşmenin rapora dökülmesinde ise, oldukça uzun cümlelerden meydana gelen dolaylı anlatım biçimi esas alınmıştır.

Raporun İçeriği

Rapor incelendiğinde açıkça görüleceği üzere, Teğmen Dunu tarafından Yusuf Kemal Bey’le iki görüşme gerçekleştirilmiştir. Raporun içeriğinde açıkça belirtilmemekle beraber, çalışmanın tekniği açısından, birinci görüşme sırasında, elde edilen bilgilerin doğrudan İstanbul’a bildirilmiş olabileceği ve İstanbul’dan alınan talimat çerçevesinde ikinci görüşmenin gerçekleştirilmiş ve yönlendirilmiş olabileceği değerlendirilmektedir… General Harbord ile yapılan görüşmelerden sonra, Yeni Türk Devleti’nin devletleşme sistematiğindeki ivmeye koşut olarak, uluslararası hemen her gelişmede, Amerikalıların ne düşündüğü üzerinde önemle durulmuş ve üst düzeydeki ikili görüşmelere devam edilmişti. Bu görüşmeler sırasında da, dış politik ilişkilerin temel taşı niteliğindeki düzeylerin korunması hususuna özel önem verilmişti.

1. Birinci Görüşme

Birinci görüşme sırasında Amerikalı Teğmen’in ilk tespiti şu olmuştu. Yusuf Kemal Bey’in Amerika’yla diplomatik ilişkilerin başlanılmasında inisiyatifin Türklerde olduğunu gösterir biçiminde bir görüntü çiziyor olmasıydı. Birinci görüşme sırasında irdelenen konular şöylece özetlenebilir:

” Yeni Türk Devleti’nin Amerikalılar Tarafından Tanınma Süreci

” Anadolu’daki Amerikan Örgütlerine Yönelik Ankara Hükümeti’nin Tutumu

” Ankara Hükümeti’nin Dış Dünya ile İlişkileri

Şimdi bu görüşme içerisinde genel hatları yukarıda belirtildiği biçimde ele alınan konuları teker teker irdeleyelim.

A) Yeni Türk Devleti’nin Amerikalılar Tarafından Tanınma Süreci

Büyük Savaş’tan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nin yeni dünya düzeninin oluşturulmasındaki etkinliği Anadolu bozkırının ortasından adım adım izleniyordu.

Türk dış politikasının dışa açılım stratejisinde seçeneklerin çeşitliliğine gereksinim duyuluyordu. Makro seviyede bir üçüncü boyutun getirisi ile dışa açılmada bir esnekliğin kazanılacağı hesaplanıyordu. Bir denge ve hesap adamı olan Mustafa Kemal Paşa tarafından, biçimlenen Türk dış politikasının Batı ve Doğu ilişkilerinin bir alternatif seçeneğe gereksinimi, yadsınamayacak kadar gün yüzüne çıkmıştı.

Ancak, bu durum Sivas Kongresi’nde ortaya atılan Amerikan güdümü sorunundan çok farklı bir durumu da sergiliyordu. Ödün verilmeyecekti, ancak Amerika Birleşik Devletleri tarafından Yeni Türk Devleti’nin tanınması dış dünyada bir hareket serbestîsini de beraberinde getirecekti.

Türkiye’nin tanınma seçeneği On Asya’daki görevli Amerikalı askerler tarafından kabul görüyordu. Askerler oldukça büyük mesafeler almışlardı, ancak Washington’daki merkezî yönetim olaylara geleneksel ihtiyatlı yaklaşımları çerçevesinde Yeni Türk Devleti’ne yakınlaşmada gecikiyorlardı. Atlantik’in ötesinde Süper Güç olma yolunda büyük mesafeler almış olan Washington’a bu yaklaşımın anlatılması gerekiyordu. Türkiye bu bağlamda da büyük mesafeler almıştı. Dr. Emin Bey Amiral Bristol’a gönderilmiş, Teğmen Dunn, konuşmada ön alıp, getireceği açılımları hesaba katarak, Amiral Bristol’ün Türkiye ile ilgili umutlarını şöyle dile getirmişti:

“(…) Gelecekteki resmî ilişkilerin onaylanmayabileceğim ve resmî bir Birleşik Devletler Temsilcisinin Ankara’ya gönderilmesi gerektiği yolunda Amiral Bristol’ün Washington’a tavsiye niteliğinde öneriler yapacağını belirtti” [12].

Bunun üzerine Yusuf Kemal Bey, inisiyatifi bırakmaksızın dış ilişkilerde mütekabiliyetin esas olduğunu üstü kapalı bir biçimde ima ederek konuşmasını şöyle sürdürdü:

“(…) Bu tür ilişkilerin karşılıklı olması gerektiğini, bu cümleden olarak Ankara’da bir Amerikan Temsilcisi olursa, bir Türk Temsilcisinin de Washington’a gerekli olacağı yolunda ısrar etti. Yusuf Kemal Bey, Bay Mac Dowel” in raporunda belirttiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri tarafından Ankara Hükümeti’nin tanınma isteğini anımsattı”[13].

Dış politik ilişkilerde süreklilik ve ilişkilerin kalman yerden ileriye götürülmesi kabul gören bir hareket tarzıdır. Ankara Hükümeti her açılımı adım adım izliyordu. Yusuf Kemal Bey görüşülecek konuların Mac Dowel raporundan daha ileri bir aşamada olması gerektiğini bir dışişleri nezaket kuralları içerisinde Teğmen’e anımsatıyordu. Sadece bununla kalmıyor, tanınma süreci içerisinde, Dr. Emin Bey’in Amiral Bristol’e sunduğu anlaşmadan söz ediyor ve görüşmenin bağlayıcı olması açısından bir memorandum’un yapılıp yapılmayacağını görüşmenin başlangıcında kendisine hatırlatıyordu.

Yusuf Kemal Bey, kartları eşit bir biçimde açmaya devam ediyordu. Ankara Hükümeti’ne karşı baskı oluşturmak amacıyla genelde İngiliz desteğindeki Yunanlıların yaptıkları bir biçimde, Karadeniz kıyılarının abluka altına alınması ya da savaş gemileri ile topa tutulmasının geçerli olmayacağını üstü kapalı bir biçimde ima ederken, eğer Ankara’da bir Amerikan Temsilcisi bulunursa, Samsun’a destroyer gönderilmekten kaçınılacağını teknik bir dille açıklıyordu.

Son zamanlarda, Yunanlıların Karadeniz’deki faaliyetleri öylesine yoğunlaşmıştı ki, 2  Haziran 1921’de Karadeniz Ereğlisi’nde bir Yunan muhribi ile Kıyı Bataryası arasında topçu atışı olmuş [14], 9 Haziran 1921’de de Yunanlıların ünlü “Kılkış” adlı savaş gemisi 3 Haziran 1921’de Franklin Bouillon başkanlığındaki Fransız heyetinin Ankara’ya gitmek üzere çıktığı ve Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal Bey tarafından karşılandığı İnebolu’yu topa tutmuştu [15].

Yunanlılar görüşmenin yapıldığı sıralarda Temmuz başında Karadeniz kıyılarını bombalama faaliyetlerine gittikçe artan bir yoğunlukta devam ediyorlardı. 4 Temmuz’da Amasra’yı, 5 Temmuz’da Samsun’u denizden topa tutmuşlardı [16].

Amerikalılar da gerçekten, Amerikan Merzifon Okulu’ndaki Pontusçu faaliyetlerle ilgili olarak, Ankara Hükümeti’ne karşı baskı oluşturmak amacıyla, Samsun’a bir savaş gemisi göndermişlerdi.

Türk Hükümeti, uzun zamandan beri izlediği bu yasadışı Pontus’çu faaliyetlere, söz konusu bu okulda bir Türk öğretmeninin öldürülmesinden sonra, derhal müdahale etmiş, olaylarda suçları görülen kendi yurttaşlarını mahkemeye sevk etmişti. Olayda suçlu görülen Amerikalılar da Samsun’a gelen bu Amerikan savaş gemisine bindirilerek yurt dışı edilmeleri sağlanmıştır [17].

B) Anadolu’daki Amerikan Örgütlerine Yönelik Ankara Hükümeti’nin Tutumu

Yusuf Kemal Bey, Amerikan – Türk ilişkilerinin iyileştirilmesi yolunda Amiral Bristol’e sunulan anlaşma da dâhil olmak üzere Ankara Hükümeti’nin somut şeyler ortaya koyduğunu, ayrıca ticaretin geliştirilmesi ve devam ettirilmesi yolunda da aynı paralelde çalışmalara devam edildiğini söylüyordu.

Yusuf Kemal Bey, ayrıca yapılan bu görüşme sırasında aynı zamanda İstanbul’da da Amerikan iş adamları ile bir toplantının yapıldığını söylüyordu. Bu bir anlamda, siyasî ilişkilerin ticarî ilişkilerin önünde ya da en azından birlikte gitmesi gerekirken, ticarî ilişkilerin politik ilişkilerin önüne geçtiğinin ifadesiydi. Bunun üzerine Teğmen Dunn’da ticaretin parasal boyutu somut bir biçimde ortaya atmaktan kendini alamıyor ve:

“(…) Tütün Paralarının ödenmesinde her yıl ülkeye (Türkiye’ye) 14 Milyon Dolar girdiğini, halkının bunu değerlendirip değerlendirmediğini” [18] soruyordu.

Kartlar karşılıklı açılıyordu. Sadece tütün parası bağlamında Amerikalıların Türkiye’ye ödedikleri paranın 14 Milyon Dolar olduğunu ortaya koyan Amerikalı üstü kapalı da olsa bu paranın bir baskı aracı olarak kullanılabileceğini ima ediyordu.

Parasal boyutun ortaya konulmasından sonra, Anadolu’daki Amerikan Örgütlerine yönelik Ankara Hükümeti’nin tutumuna geçilebilirdi. Bu konu Amerika’daki Rum ve Ermeni Lobilerini can evinden vurmuştu.

Amerikan Yakın Doğu’ya Yardım ve Tütün Şirketlerinde çalışan Rum ve Ermeni görevliler sınır dışı edilmişlerdi. Bu sınır dışı edilme olaylarında Ankara Hükümeti’nin etkinliği hangi düzeydeydi? Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmelerde açık ve net yanıtlar almışlardı, ama lidere ifade edilmeyen başka bir boyut var mıydı?


Açıkça ifade edilmekle beraber bu olaylarda İttihat ve Terakki’nin bir etkinliği var mıydı? İşte araştırılacak konu bu idi.
Amerikalılar kendi mantaliteleri çerçevesinde Ankara Hükümeti’nin Türkiye’ye girdi sağlayan bu parasal kaynağı değerlendirmemiş olduklarını bir türlü akılları almıyordu. Kendi mantıkları doğrultusunda bu işte mutlaka bir bit yeniği olduğunun endişesi içerisindeydiler. Parayı veriyorlardı, yasa dışı bir olay da olsa haklı kefesinde tartılmalıydılar. Kendi ticari ayrıcalıklarının bir adımı olarak kurdukları eğitim kurumlarındaki Rumların Atina ile işbirliği yaparak “Pontus Devleti” kurma çabalarını ve ErmenilerinBağımsız Ermenistan” çalışmalarını nedense göz ardı etme eğilimindeydiler.

 

Türk Yurttaşı olan bu Ermeni ve Rumlar bir çığ gibi savunmasız Türk Köylerine saldırıyorlar, örgütlü kıyım ve soykırım hareketlerine girişiyorlar, Türk Hükümeti, dünya üzerindeki her demokratik hükümet gibi yasaları eşit bir biçimde uyguladığında, Türk Hükümeti’nin karşısına Amerikan çıkarlarını ileri sürüyorlardı.

Amerikalılar, Türk Yurdunda Amerikan şirketlerinde çalışan Ermeni ve Rum kökenli Türk yurttaşlarını Amerikan yurttaşı gibi algılama eğilimindeydiler. Teğmen, Kurtuluş Savaşı içerisinde kendilerinin ifade ettikleri gibi “Milliyetçi Türkiye“nin en çok gereksinim duydukları şeyin para olduğunu değerlendirmişlerdi. Evet, doğru idi, ancak Yeni Türk Devleti bu coğrafya üzerinde “Ulusal Devlet” kimliğinden her ne biçimde olursa olsun ödün vermeye niyetli değildi. Çünkü bu konu “Erzurum Kongresi” ile “ihtilâl bildirgesi“nin içeriğine alınmıştı.

Hiç kimseden lütuf ve merhamet istenilmiyordu. Hele “Tam Bağımsızlık” ilkesinden ödün verilmesi hiçbir zaman düşünülmemişti. Amerikalı Teğmenin aradığı bir başka konu da, sınır dışı edilme erkini Ankara Hükümeti kendi yönetim erki içerisinde mi yapmıştı? Raporun içeriğine bakıldığında bu soruya Yusuf Kemal Bey’in çelişkili sayılabilecek yanıtlar verdiği ya da büyük bir olasılıkla kendisine atfedildiği görülmektedir.

Çelişkili ve Merkezî Hükümetin Taşra ile olan eşgüdümün olmadığı, kendi güvenlik kuvvetlerinin suçlandığı ve daha çok Amerikalı Teğmenin yorumları olarak değerlendirilen hususlar rapor içeriğinde şu şekilde toplanıyordu:

“Bu işçilerin artık sınır dışı edilmemeleri gerektiği ve gönderilmiş olanların geri dönebileceği yolunda emirler verildiği,

” Samsun yetkililerinin oldukça sorumsuz davrandıklarını, Ankara ile eşgüdümün olmadığı,

” Polisin casus ve çılgın olduğunu kendi kişisel menfaatleri için şahıslara karşı kanıtlar uydurabileceği,

” Mahallî yetkililer tarafından sınır dışı edilmelerle ilgili olarak, bu tür mahallî görevlilerinin ihmâlinin genel ve müessif olduğu” [19].

Amerikalı heyetin Önder ile yaptığı görüşmede bu konuyla ilgili çerçeve soruya meydan vermeyecek bir biçimde açıkça ortaya konulmuştu.

Teğmenin bu tür eşgüdüm noksanlığı ve Dışişleri Bakanının kendi güvenlik güçlerinin suçlar gibi görüntü verdirmek eğiliminde olduğu ve Ankara Hükümeti’nin zaafları olarak ortaya koyma çabaları içerisine girdiği değerlendirilmektedir.

Gerçek ise, bunun tam tersiydi. Olaylara derhal müdahale eden Ankara Hükümeti bu yöndeki çabalarını birleştirmek suretiyle daha 9 Haziran 1920’de bölgede Nurettin Paşa’nın komutasında Merkez Ordu Komutanlığı kurarak [20], Ankara Hükümeti’nin genel perspektifini ülkenin bu yöresine kaydırmıştı. Bu yörede oldukça etkin görevlerde bulunan Merkez Ordu Komutanlığı 15 Şubat 1922 tarihinde lağvedilmişti [21].

Ulusal Ant‘la bütünleşmiş ve uzun bürokrasi deneyimiyle devlet adamlığı olarak kendisini kanıtlamış olan Yusuf Kemal Bey’in bu biçimde yanıtlar vereceği uzak bir olasılık olarak değerlendirilmektedir. Yusuf Kemal Bey’e özgü olan ve doğru olma olasılığı yüksek olanlar konuşmanın bu bölümünde yer almış, raporun içeriğine dâhil edilmişti. Bunlar şöylece özetlenebilir:

“Polisin kanıtlarını ortaya koyduğu kişileri sınır dışı edebileceği,

” Son zamanlarda Yunanlıların Samsun ve Amasya arasında üç dört köyü tahrip ettiği,

” Kenti tahliye etmeden önce İzmit’te Yunanlılar tarafından 300 Türk’ün öldürülmüş olmasıyla suçlandığının kanıtlarla belirtilmesi” [22]

Daha görüşmenin başında, Yusuf Kemal Bey’in memorandum (görüşmenin karşılıklı olarak tutanakla tespiti) isteği yanıtsız bırakılmıştı. Oysa Mustafa Kemal Paşa ile yapılan görüşmede ise soru yanıt biçiminde doğrudan yazım yöntemi kullanılmıştı. Raporda olumsuz yazıların, Amerikalı Teğmen’in kendi yorumları olarak raporun içeriğine kasıtlı olarak dâhil edilmiş olabileceği ve bu tür yaklaşımın Amerika Birleşik Devletleri tarafından tanınma sürecini geriye bıraktırma gibi bir amaca hizmet etmiş olabileceği değerlendirilmektedir.

C) Ankara Hükümeti’nin Dış Dünya ile İlişkileri

1) Sovyetlerle Olan İlişkiler

Zamanın konjonktürel durumu çerçevesinde Ankara Hükümeti’nin dış ilişkilerinde o günün aktüel sözcüğü ile Bolşevikler ön planda bulunuyordu. Bu ilişkilere Amerikan gözlüğü ile bakılınca farklı bir durum ortaya çıkıyordu.

İngilizler, Bolşeviklerin Anadolu’daki faaliyetlerine Amerikan gözlüğü ile bakma eğilimindeydiler Anglo-Sakson bakış açısı, Amerika’nın dünya dış politikasındaki trendinin yükselmesi ile birlikte, gittikçe Anglo-Amerikan eğilimine doğru bir gelişme kaydediyordu. İşte bu genel çerçeve içerisinde bire bir Amerikan çıkarlarının görüşülmesinden sonra, Bolşeviklerin Ankara ile yakınlaşması görüşmenin ikinci önemli konusunu meydana getiriyordu.

Ankara – Moskova arasında gelişen ilişkilere koşut olarak, Amerikalı Teğmen’ in çıkarımlarda bulunarak istihbarat haline getireceği konular şu noktalarda odaklaşıyordu:

“Doğu’daki altı ilin Sovyetleştirilmesi şartıyla Mayıs ayında Kars’ta bir anlaşma imzalanmışsa;

” Bu antlaşmanın bir dipnotu olarak Bolşeviklerin büyük ekonomik ayrıcalıklar istemiş oldukları ya da bunun karşılığında askerî yardım sunmuş oldukları” [23]

Yusuf Kemal Bey, doğal olarak, bu duyumların hemen hepsini bölüm bölüm doğru olmadığını söyledi. Oysa, Amerikalı Teğmen bu duyumlardan o kadar emindi ki, raporuna “kategorik olarak inkâr etti” şeklinde yazmaktan kendini alamamıştı.

Aslında Amerikalı Teğmen tarafından ortaya atılan iki seçenek birbirleriyle öylesine çelişki içerisindeydi ki, bunlardan farklı doğru seçeneğin ortaya atılmasına gereksinim gösteriyordu. Altı ilin Sovyetleştirilmesine izin verilmesi çok uzak bir olasılıkla belki yardım alınmasının bir koşulu olabilirdi, ancak bir de üstüne üstlük ekonomik ayrıcalıklar da verilmiş olabileceği hiç de akla yatkın gelmiyordu.

Ancak böylesine mantık dışı soruların ortaya atılması karşı tarafı konu hakkında açıklama yapmaya sokacağından, bu sorunun teknik düzeyde hazırlanmış olabileceği değerlendirilmektedir.

Gerçek neydi? Gerçek, İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bölge için oluşturmuş oldukları politikada gizliydi. Mondros Ateşkesi’nin hemen arkasından 5 Kasım 1918’de Kars Millî Şura Hükümeti oluşturulmuş, yaklaşık bu dönem on dört ay sürmüştü.

II. nci Ardahan Kongresi’nden sonra, 18 Ocak 1919’da oluşan Cenubî Garbi (Güney Batı) Kafkas Hükümeti de 4 Nisan 1919’da İngilizler tarafından dağıtılmıştı. Bundan sonra da Mahallî Şuralar Hükümeti Dönemi başlamıştı [24].

Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin başlamasıyla “Ulusal Ant” sınırları içerisine alınan bu bölge için Paris Konferansı’nda Lloyd George tarafından Amerikan mandası önerilmiş, bu öneri Fransa tarafından da destek görmüştü [25].

Paris Barış Konferansı’nın başında Türkiye’nin tümünü kapsayacak biçimde olan Amerikan mandası, daha sonra, Ermenistan ile İstanbul ve Boğazlar içerecek şekilde İngiliz çıkarlarının ön plana alındığı bir politikaya dönüşmüştü.

Teğmen’in altı ilin Sovyetleştirilmesi meselesi şeklinde ortaya attığı sorun, Elviye-i Selâse olarak adlandırılan, üç il Türkiye’den, üç il Ermenistan‘dan olmak üzere Bağlaşık Devletlerin bu bölgede arzu ettikleri güdümleri altında olacak Ermenistan’dan başka bir yer değildi. İngilizlere göre, tehlike bu yerin Sovyetleştirilmesinde yatıyordu. Ne yapıp, yapıp bu tehlike bertaraf edilmeliydi.

İngiltere‘nin bu bölge için politikası açıktı. Ermenistan’ın bir manda yönetimiyle kontrol altında tutulması ve bu mandanın da Amerika’ya verilmesiyle Rusya ile Türkiye arasına bir set çekilmek isteniyordu. Ermenistan bölgesine Kilikya’nın da katılmasıyla meydana getirilecek Büyük Ermenistan’ın mandasının ABD’ye verilmesiyle, İngiltere, güneyde Fransa, kuzeyde Rusya ve Türkiye’nin arasında bir tampon bölge yaratmış olacaktı. ABD’nin tampon olarak bu bölgeye konulması ile İngilizlerin, bölgeye nüfuz etmelerini daha da kolaylaşacaktı. Ayrıca, İngiltere ekonomik nedenlerden dolayı Ermenistan’a yapmadığı yardımı Amerikan kanalıyla gerçekleştirmiş olacaktı [26].

Amerikalı Teğmen ortaya atmış olduğu duyumu fizikî olarak kanıtlama eğilimindeydi. Bu duyumun fiziki kaynağı, Yeni Rus Büyükelçisi M. Neeherenov’un (Osmanlıca  belgelerde Nazeranus olarak geçmektedir) Kafkasya’da görüşmeler yapmış olduğunu söyleyen Trabzon’dan Dr. Nihat Bey’di. Görüşmenin yapıldığı tarihten çok kısa bir zaman önce 27 Haziran 1921’de Nezaranus Sovyet Elçisi sıfatıyla Çankaya’da Mustafa Kemal Paşa’ya itimatnamesini sunmuş, aynı gün Yusuf Kemal Bey, Ulusal Hükümetin dış siyaseti hakkında Büyük Millet Meclisi’nde aşağıdaki demeci vermişti:

“(…) Hakkımızı zorla elimizden almak isteyenlere vermemeye çalışacağız ve vermeyeceğiz. Hürriyet, istiklâl ne demek olduğunu bilen milletlerin er geç mutlaka bizim hakkımızı da teslim edeceklerine kaniiz” [27].

Yusuf Kemal Bey, hiç konuşmasa, bu demecini Amerikalı Teğmenin önüne koysa ne demek istediği pekâlâ anlaşılacaktı. Ama o, dışişleri nezâketi içerisinde konuşmasını sürdürdü:

“16 Mart’ta yapılan antlaşmanın Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmış tek antlaşma olduğunu (…) Ulusal Ant’a karşı olacağı için altı ildeki herhangi bir egemenlik ayrıcalığının olanaksız olduğunu (…) Komşu oldukları için Rusların ve Türklerin dost olarak birbirleriyle ilgilendiklerini söyledi. Bizlere uzanmış dostluk eli biçiminde ifade ederek Rusların hükümetini tanıyan ilk halk olduğunu takdirle belirtti. Bu yüzden ve Rusların Kapitülasyonların kaldırılmasını tanımış olduğu için halkının onlara minnettar olduğunu söyledi” [28].

Yusuf Kemal Bey, yanıtlarını demokratik bir ortam içerisinde yanıtlamaya özen gösteriyordu. Ankara Hükümeti’ni tanıyan ve muhatap olarak alan koskoca bir Rus Halkı idi. Bunun anlamı açıktı. Gizli bir biçimde Amerikan halkı tarafından da Yeni Türk Devleti’nin tanınması gerektiği çağrışımını yapıyordu. Bir diğer yaklaşım ise, Batılıların hiçbir biçimde vazgeçemedikleri kapitülasyonların kaldırılmasını tanıyan halkın, Rus halkı olduğunu belirterek Rusların ekonomik ayrıcalıklar peşinde koşan bir ulus değil, ekonomik ayrıcalıkların karşısında olan bir ulus olduğunu özellikle vurguluyordu.

Prof. Dr. Esat ARSLAN, Bilkent Üniversitesi


[12] Washington National Archives, a.g.d., s. 1.

“R. Mac Dowell, A.B.D.’nin Yakın Doğu’ya Yardım Teşkilâtı’nın resmi bir görevlisi olarak 1921 Haziranında Ankara’ya gelmiş, görev yeri olan Samsun’a döndükten sonra Dışişleri Bakanı (Vekili) ile görüşmesine dair A.B.D.’nin İstanbul’daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol’e bir rapor göndermiştir. Söz konusu bu rapor da Amiral Bristol tarafından 20 Haziran 1921 tarihinde Washington’a gönderilmiştir”.

Laurance Evans, United States Policy and the Partiton of Turkey 1914-1924, The Johns Hopkins Press, Baltimore, Maryland, 1965, s. 330-331.

[13] Washington National Archives, a.g.d., s. 1.

[14] T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, Türk İstiklâl Harbi, V’nci Cilt (Deniz Cephesi ve Hava Harekâtı), Ankara, 1964. s. 48.

[15] T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, a.g.e., s. 47.

[16] T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, a.g.e., s. 61.

[17] Genelkurmay ATASE Başkanlığı, Kls. No: 2976, Dos. No: 59, Fih. No. 9.

[18] Washington National Archives, a.g.d., s. 1.

[19] Washington National Archives, a.g.d., s. 1.

[20] T.C. Genelkurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, Türk İstiklâl Harbi, II’nci Cilt (Batı Cephesi), 2’inci Kısım, Ankara, 1965, s, 88.

[21] Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1969, s. 1002.

[22] Washington National Archives, a.g.d., s. 2.

Rahmi Apak, İstiklâl Savaşında Batı Cephesi Nasıl Kuruldu? Güven Basımevi, İstanbul, 1942, s. 143.

“27/82 Haziran 1921’de Yunanlılar İzmit’te 200 kadar ev ve dükkânı ateşe vermek suretiyle büyük kıyım ve soykırım hareketine girişmişlerdi”.(*) Bu olaylarla ilgili kanıtlara dayanan belgeler Yusuf Kemal Bey tarafından Amerikalı Teğmen’e verilmişti.

[23] Washington National Archives, a.g.d., s. 2.

[24] Nilgün Erdaş, Millî Mücadele Döneminde Kafkas Cumhuriyetleriyle İlişkiler (1917—1921), Ankara 1994, s. 56—57.

[25] Reşat Sagay, XIX. ve XX. Yüzyıllarda Büyük Devletlerin Yayılma Siyasetleri ve Milletlerarası Önemli Meseleler, İstanbul 1972, s. 164.

[26] Nilgün Erdaş, a.g.e., s. 89.

[27] Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Cerideleri (1920-1938), Ankara, Devre I, cilt XI, s. 61-62.

[28] Washington National Archives, a.g.d., s. 2.

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap