598) LİTVANYALI TATARLAR: LUPKALAR

Yayin Tarihi 3 Mart, 2012 
Kategori TÜRK DÜNYASI

LİTVANYALI TATARLAR: LUPKALAR

image0013.jpg

LUPKALARIN MEMLEKETİ: LİTVANYA

Geçtiğimiz günlerde Gaspıralı İsmail Bey’in Rusya Müslümanları başlıklı makalesini okurken Litvanya Tatarları hakkında verdiği bilgiler ve seyahat yazılarında dile getirdiği Lupkalar (Litvanya’da yaşayan Müslüman Tatarlar) hakkındaki izlenimleri dikkatimi çekti. Rusya Müslümanları, Yavuz Akpınar tarafından hazırlanmış İsmail Gaspıralı Seçilmiş Eserleri 2’den bir makale. Kitap Ötüken’den çıkmış. Gaspıralı’nın konuyla ilgili başka yazıları da olabileceği düşüncesiyle yazarın yine aynı yayınevinde basılmış Dil-Edebiyat-Seyahat Yazıları’nı da temin ettim. Her iki kitapta Litvanya Tatarlarından bahsetmiş Gaspıralı Ayrıca o dönem yayınlanan “Tercüman” gazetesinde de bu konuyla ilgili bir çok yazı yazmış.

Lupka ya da Lipka Kırım’dan Litvanya dükalığına askeri amaçlarla gelip buraya yerleşen Müslüman Tatarlara verilen isim. Tarihi kaynaklarda bu ismin neye istinaden verildiği hususunda bir netlik olmadığı belirtilse de Gaspıralı İsmail Bey bu ismin Eski Türkçe “ulukmak” kelimesinden türediğini belirtir. Kelimenin “dişi hayvanın peşinden giden erkek hayvan anlamına geldiğini” söyler. Gerekçesi ise şöyledir. Kırımdan gelen Müslüman Tatarlar Litvanya’da askeri görevlerini tamamladıktan sonra Kırım’a dönmek isterler. Dükalığın o dönemki iskân politikası ve askeri hizmetlerinden memnun kalınması nedeniyle Witold (Vitautas) onlara bu ülkede kalmaları karşılığında imtiyazlar, toprak, yüksek mevkiler ve çocuklarının Müslüman olması koşuluyla Litvan kadınlarla evlenebilme hakkı verir. Büyük çoğunluğu Litvan bir kadınla evlenerek burada kaldığı için Tatar Müslümanlara Lupka-Lipka ismi verildiğini söyler.

Gaspıralı İsmail Bey hayatı boyunca Rusya Müslümanlarının eğitimden yoksun bırakılarak hurafe ve bağnazlıklar arasında kaybolmalarının önüne geçmek için mücadele vermiş, çeşitli yerlere yaptığı seyahatlerle Müslümanların yaşantılarını gözlemlemiştir. Bu seyahatlerinden birisini de Litvanya’ya yapar. Yıl 1880. Gaspıralı İsmail Bey, Litvanya’da yaşayan Müslüman Tatarların yaşantısını yakından gözlemlemek niyetindedir. Peki, İsmail Bey’in gördüğü Lupkalar ne haldedir, nasıl yaşamaktadır?

Gaspıralı, “Güney-batının ve Privislyan [Vislaboyu] bölgesinin en az on vilâyetine dağılmış bin kişilik Litvanya Tatarları, Tatarların olağanüstü kavmi dayanıklılığını ispatlayan ibret verici bir örnektir.” der. Litvanya Tatarlarının batılı bir tahsil gördükleri, dillerini kaybetmiş oldukları ve herhangi medrese ya da mektebe sahip olmadıkları halde İslâm’la kurdukları bağı kaybetmemiş olmaları Gaspıralı’yı fazlasıyla etkiler. Sosyal yaşantıda kadınların eğitimli oluşları da öylesine etkiler ki burada bir evlilik yapmayı düşünür ancak teklifi geri çevrilmiştir. Muhtemelen Kırktatar köyüne yaptığı ziyaret sonucu şunları kaydeder: “Onların mescitleri ve ananeleri diğer Müslümanlar gibidir. Doğrudur, maddî sıkıntılar sebebiyle mektep ve medreseleri yoktur, ama nerde İslâmî bilgileri öğrenmek isteği varsa, oralara giden gezici hocaları vardır. Her bir Tatar ailesi, Arapça metinlerin Lehçe-Litvanca tercümesi olan mukaddes kitaplara sahiptir. Litvanya Müslümanlarının evine girdiğinizde duvarlarda Kur’an ayetlerinin, Allah’ın, peygamberin, Ali, Ömer ve başkalarının adlarının yazıldığı levhaları mutlaka fark edersiniz. Kısacası Litvanya’daki seyahatim beni İslam’ın yenilmezliğine ve Litvanya Tatarlarının din değiştirmeyeceklerine (Kırım’da olan çok nadir bir hadisedir) inandırdı”.

Gaspıralı’nın gözlemlerinden başımı kaldırıp oldukça yakınımda duran bu insanların bugününü düşündüm. Yıl 2012. Litvanya’ya bugün aynı niyetlerle bir seyahat gerçekleştirilse aynı yargılara ulaşmak mümkün mü? Aradan hiç de masum olmayan bir asrı aşkın süre geçmiş. Hele ki tüm tarihe ket vuran bir Sovyet dönemi mevcut. Gövdesi dağılmış da olsa Ruslaştırma politikasının ruhu, bugün dahi, Litvanya üzerinde etkisi hissedilen bir gerçek. Bıraktığı korku ve o korkuyu yeşerttiği dil hala canlı. Bugün sembolik de olsa Müslüman Tatarların yaşadığı yerlerde küçük camiler var. Özel günlerde, bayramlarda açılıyor. Artık evlerinin duvarlarında İslamî motifler bulunmuyor. Birçoğunda İslamî eserlerin çevirileri de yok. Bunlardan daha da önemlisi Kuran’la ciddi bir bağları yok. Onların dili Litvanca ve Kuran’ın bu dile tercümesi 2007 yılında, bildiğim kadarıyla Müslüman olmayan, Sigitas Geda isimli bir Litvan tarafından yapılmış. Geleneksel bir kültür gibi kimi yerde Hıristiyan kültürüyle birleşmiş bir din var. Hayatlarında çok da merkezî konumda olmayan bir din. Çok azının bu bağı diri tutmak için çabaladığını gözlemlemek mümkün. Ölürsek bizi kim İslamî usullere uygun olarak gömecek, diye yardım bekleyen yaşlıları var. Kimi Tanrı tanımayan, kimi başka dinlere savrulmuş yahut bilgiden yoksun, dogmalara tutunarak hâlâ Müslüman kalmış gençler var. Litvanya, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı tanıdığı için Türkiye’den gelen imamlar onlara yardımcı olmaya çalışıyor. Ancak ciddi bir dil problemi mevcut. Hutbeleri, dersleri çok da iyi bilmedikleri Rus diliyle veriyorlar. İletişimde, hele ki konu din olunca, Rusçanın seçilmesi pragmatik bir yaklaşım olarak doğru gibi görünse de pedagojik bir hatayı da barındırıyor. Rus dili bir Litvanyalı için acının, yok edilmenin, tarihsizleşmenin, ölümcül baskının dili. Doğal olarak soğuk çağrışımları beraberinde getiriyor. Kendi içlerinden seçtikleri bir de müftüleri var, maddi anlamda hiç bir şekilde desteklenmediği için hayatını sürdürmek amacıyla başka işlerde çalışıyor. Litvanya’da bir Hıristiyan için din ne derece merkeziyse bir Müslüman Tatar için o derece kıyıda. Bu bir avuç insan arasında hâlâ dinini bırakmamak için çabalayan bu insanlar, haritada bile bulmakta güçlük çekeceğimiz bir ülkenin arka odalarında bir bütünün parçası oldukları hissinden uzak, bu kopuşu bellekte diri tutarak acı duymaktansa unutarak kaybolma yolunu seçiyorlar belki de.

1558 yılında Kanuni Sultan Süleyman’a sunulan ve Lipkalardan bahseden ilk müstakil eser olarak anılan “Risale-i Tatar-i Leh” isimli eserde “..bize men edilmiş olan büyük camilerimizin imamlarını şu ülkelerden kendi gücümüze dayanarak getirir idik… eğer aradaki mesafe uzaklığı engel olmasa idi Osmanlı padişahları kendi ulemasını bize her zaman gönderirlerdi.” şeklinde yüzyıllar önce altı çizilen mesafe Müslüman dünyayla kopmada etkili bir faktör. Bu kopuştaki kırılma noktalarından birisi de Müslüman Tatarların sadece “Türk dünyası” parantezinde bir okumaya bırakılmış olması. Çünkü çoğu kez şahit olmuşuzdur; tarih öyle bir kütüphanedir ki; olaylar zamanında ve dikkatle okunmazsa küçük anlar büyük acılarla çiftleşir. Onlardan doğan dilsizliği kütüphanenin içinde bulunmanın gereği bir sessizlik zannederiz. Toplu mezarların, yol kenarında çalılık toplar gibi topladığımız ölülerin ardında kalan şeyi sessizlik zannettiğimiz gibi. Bugün katliamlar, dünyanın yüzüne sıçrayan bir kan var, bunu görüyoruz. Bir de iç kanamadan kaybolan Müslümanlar var, gözden uzak gönülden ırak. Sessizlik sandığımız o büyük dilsizlik içinde bir adım daha atsalar tarihin kara deliklerince yutulacak Müslümanlar. Onlara ara sıra da olsa bakmayı denersek aşılamayacak dilsizlik, varılamayacak uzaklık olmadığını yakinen göreceğiz.

Emine Kocabaş Kılınç/ Dünya Bülteni

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap