528) TÜRKLER VAKUR VE AZAMETLİ GÖRÜNÜYORLAR

Yayin Tarihi 28 Şubat, 2011 
Kategori TÜRK DÜNYASI

Türkler Vakur ve Azametli Görünüyorlar

image00134.jpg

Busbecq, Avusturya elçisi olarak üç kere Türkiye’ye geldi. Seyahat intibalarını bir kitapta topladı. Bu kitap “Busbecq’in mektupları” adıyla Hüseyin Cahit Yalçın tarafından Türkçe’ye tercüme edildi. Busbecq bu eserinde Türkiye ve Türkler ile ilgili enteresan bilgiler vermektedir. Kitaptan bir bölümü özetle aşağıda  sunuyoruz.

“ Türkiye’de herkes kendi mevki ve geleceğinin bânisidir. Sultan’ın hükmü altında en yüksek mevkilere çıkmış olanlar çok kere çobanlıktan yetişmişlerdir. Bunlar böyle küçük mevkiden doğmuş olmaktan utanmak şöyle dursun, bilâkis bunu bir iftihar vesilesi olarak telâkki ederler. Atalarına ne kadar az borçlu bulunurlarsa, kendilerini yaptıklarıyla iftihar etmekte o kadar haklı görürler.

Türkler, insanlarda üstün vasıfların irsî olduğuna, bir miras gibi elde edildiğine inanmazlar. Bunu kısmen Allah’ın bir ihsanı, kısmen de çalışmanın, zahmetin ve gayretin bir mükâfatı diye düşünürler. Nasıl güzel san’atlara, musikîye veya matematik yahud geometriye istidat irsî bir şey değilse; bir oğul nasıl mutlaka babasına benzemek lâzım gelmezse, iyi huy ve yeteneğin de irsî olmadığına, meziyetlerin kendisine Cenabıhak tarafından bahsedildiğine kanidirler. İşte bundan dolayı Türkler’de şeref ve makam, idari mevkiler gayretin ve çalışmanın mükâfatı olarak görülür.

Namussuz, tembel ve işe yaramayanlar hiçbir zaman yükselemezler, önemsiz ve hakir bir halde kalırlar. Türkler’in neye teşebbüs ederlerse başarılı olmalarının, hâkim bir millet haline gelmelerinin ve her gün hükümetlerinin hudutlarını genişletmelerinin hikmeti bundadır.
Bizim tatbik ettiğimiz hükümler ise bütün bütün başkadır. Bizde liyakat ve iktidara yer ayrılmamıştır. Bizde her şey doğuşa bağlıdır. Yüksek mevkilere çıkarılacak adamların kimin neslinden geldiklerine bakılır.

Muhteşem Sadelik

Şimdi benimle beraber geliniz ve sarıklı başlardan meydana gelen bu büyük kalabalığa gözlerinizi çeviriniz. Hepsi bembeyaz ipekliden hadsiz hesapsız kumaşlara sarılmışlar. Türlü türlü, renk renk parlak elbiseler; her tarafta altın, gümüş, inci, ipek ve saten pırıltısı, hepsini geniş bir biçimde tarif etmek çok uzun bir iş olacak. Manzaranın yeniliğini yalnız kelimelerle anlatmak imkânsız.

Gözlerim şimdiye kadar bundan daha güzel bir manzara görmemişti. Mamafih, bütün bu servet ve ihtişam içinde gene büyük bir sadelik ve iktisat göze çarpıyor. Herkesin elbisesi, mevkileri ne olursa olsun aynı biçimde. Bordürler, lüzumsuz işlemeler yok. Halbuki bizde bu adettir, birçok paraya mal olur ve üç günde bozulur. Onların en güzel yahut saten elbiseleri, alışıldığı üzere işlemeli olsa bile yalnız bir Venedik Altınına (Duka) çıkıyor.

Azametli Görünüyorlar

Biz nasıl onların giyinme tarzına şaşıyorsak, Türkler de bize öyle hayret ediyorlar. Onların elbiseleri uzun olup hemen aşık kemiklerine kadar iniyor. Bu elbiseler yalnız azametli görünmekle kalmıyorlar, insanın boyunu da uzatıyorlar. Bizim elbiselerimiz ise o kadar ve dardır ki, vücudun biçimini olduğu gibi meydana çıkarıyor. Bunları saklamak şüphesiz daha iyi olurdu. Bu biçim, göze çarpınca  bir adamın uzunluğunu azaltıyor ve ona cüce görüntüsü veriyor.

Vakur ve Sessiz

Bu muazzam kalabalık içinde övgü değer görünen bir diğer husus sessizlik disiplin. Hiçbir bağrışma, uğultu yok. Halbuki alâlade kalabalıkta böyle şeyler eksik olmaz. Ayrıca kimseye belli bir yer tayin edilmemiş olduğu halde, herkes kendine ait olan noktada duruyor. Zâbitler, yani generaller, binbaşılar yüzbaşılar diğer subaylar (Türkler’de bunların hepsine ağa denilmektedir) yerlerine oturmuşlardı. Erler ayakta idiler, en çok göze çarpan grup, miktarları birkaç bine varan yeniçerilerdi.

Bunlar diğer kuvvetlerden ayrı bir yerde uzun bir saf halinde duruyorlardı. O kadar sessizdiler ki benden çok uzakta bulunmadıkları halde acaba canlı adamlar mıdır, yoksa heykel midirler? diye kendi kendime soruyordum. Onlara alışılagelmiş âdet üzere selâm vermemi söyledikleri zaman hepsinin selâmıma mukabele ederek başlarını salladıklarını gördüm…”

Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap