476) REFAH FACİASI (23 Haziran 1941)

Yayin Tarihi 23 Haziran, 2010 
Kategori TÜRK DÜNYASI

REFAH FACİASI (23 Haziran 1941)

image0011.gif

Türkiye, 2’nci Dünya Savaşının ilk sıcak etkilerini: 1940 yılında hissetmeye başlar. Muhtemel bir Alman saldırısını sınırda karşılamak amacıyla, Kırklareli ve Edirne üzerinden geçen bir hat üzerinde, savunma hatları kurulur. Boğazlar ve çevresindeki İllerde de, olağanüstü durum ilan edilir ve genel karartma uygulamalarına başlanır.

Alman Orduları: 1941 yılı Şubat ayında, Balkanlar üzerine, bir çığ gibi iner. Türkiye’deki tedirginlik iyice artar. 1939 yılından beri: “Yıldırım Savaş” taktiğiyle, çeşitli cephelerde peş peşe zaferler kazanan Alman Ordularının öncü Tümenleri: Romanya’yı işgal ettikten sonra, Bulgaristan içlerine ilerlemeye başlarlar.

17 Şubat 1941 tarihinde: öncü birliklerin, Bulgaristan-Türkiye sınırına varır. Böylece: Türkiye’nin çevresindeki ateş çemberi iyice daralır. Ankara, heyecanlı bir bekleyiş içindedir. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Franz Von Papen: bu tedirginliği ortadan kaldırmak için, ülkesinin Türkiye’ye saldırmayacağı konusunda, yetkililere güvence verir. Müttefik ülkelerin temsilcileri de, başta İngiltere Büyükelçisi olmak üzere; Türkiye’yi kendi saflarında savaşa sürüklemek için çaba harcamaktadırlar.

Türkiye; her iki blok için de, vazgeçilmez derecede, önemli bir ülkedir.

Türkiye, savaşa girecek miydi? Yoksa, ani bir saldırı ile, savaşa girmek zorunda mı bırakılacaktı? Elbette, aklımıza, Birinci Dünya Savaşına girerken yaşadığımız, metazori durum, yani “Goben ve Breslav Zırhlıları” geliyor. Öyle ya; tarih tekerrürden ibarettir, hani yine, bir oldu-bittiye getirilip, Türkiye; İkinci Dünya Savaşına sokulabilir miydi? Elbette: gerek Almanlar ve yandaşları olan İtalyanlar ve gerekse bunların dışındaki, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere diğer ülkeler; Türkiye’nin kendi yanlarında savaşa girmesini istiyorlardı.

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü: Türkiye’yi savaşın dışında tutma politikası izler, tarafları silah-malzeme gibi isteklerle oyalama yolunu seçer. Kendi yanında savaşa girmemizi isteyen ülkeden; savaş malzemesi talep eder.

Beklenti tüm heyecanı ile sürerken, Alman Büyükelçisi Von Papen; 4 Mart 1941 günü, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye sunulmak üzere; Hitler’in mektubunu iletir ve bu durum, Türkiye’deki tedirginliği, bir nebze olsun dindirir.

Hitler, mektubunda: “Savaşı, kendisinin çıkarmadığını iddia etmekte ve Almanya’nın Türkiye’ye saldırmayacağına dair güvence verir.”

Bulgaristan’da bulunan Alman birliklerine, “Oradaki mevcudiyetlerinden dolayı, yanlış bir anlam çıkartmaması için, Türk sınırından uzak kalmalarını emrettiğini de, mektubunda vurgular.”

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, cevabi mektubunu yazar ve “Türk-Alman ilişkileri yumuşar.” Bu arada: gelişmeleri dikkatle izleyen müttefiklerden İngiltere, Türkiye için tersanelerinde yaptırılan: 4 denizaltının hazır olduğunu açıklar. Savaşın başlamasından kısa bir süre önce: Türkiye, ordusunu güçlendirmek amacıyla, İngiltere’den bazı taleplerde bulunmuş ve 1930 yılında yapılmış olan bir karşılıklı yardımlaşma sözleşmesi gereğince, 4 denizaltı, 4 muhrip, 12 çıkarma gemisi ve 4 uçak filosu sipariş etmiştir.

İngiltere: tam bu kritik dönemde, Türk Hükümetine bir mesaj göndererek:” Denizaltıların teslime hazır olduğunu “ bildirir. “Burak Reis, Murat Reis, Oruç Reis ve Uluç Reis” adları verilen denizaltılar ile 4 uçak filosunu almak üzere, gerekli mürettebatın İngiltere’ye gönderilmesi istenir. Hayret ki ne hayret. Sanki: 2.Abdülhamit zamanında, yine kendilerine sipariş ettiğimiz, dört denizaltımızın üstüne yatan onlar değildi. Sultan Osman ve Reşadiye gemilerinin, Birinci Dünya Savaşından önce parasını alıp da, gemileri inkar edenler onlar değildiler? Yazının sonunda: bu gemilerin ve uçakların Türkiye’ye verilmediğini eminim ki tahmin ediyorsunuz dur. Yine de okumaya devam edin. Çünkü: ibret alınması gereken hususların hepsi bir arada, hani derler ya, tekmili bir arada.

Fevzi Paşa, İkinci Dünya Savaşının bu sıkışık ve karmaşık döneminde, birden bire, bu kadar acele olarak bu teslimatın bildirilmesinin altında bir neden olabileceğini bildirir. Ancak: hükümet “bizi yanlarına çekmek istiyorlar “ savunmasını yaparak, heyetin yola çıkartılması kararını aldı. Bu arada İngilizler yeni bir şart ileri sürerek, bu olayın altında farklı bir neden olduğu izlenimini güçlendirdiler. Bu şarta göre: “Denizaltıları teslim alacak mürettebatın, en geç 25 Haziran 1941 günü Mısır’ın Port Said Limanında olmalarını istiyorlardı.

Dışişleri Bakanlığının, durumu Başbakanlığa bildirmesi üzerine, görev: Milli Müdafaa ve Münakalat (Ulaştırma) Bakanlığına havale edilir. Bu arada oluşturulan komisyon, Türk donanmasının en seçkin denizcilerini, sicillerine bakarak tespit eder ve İngiltere’ye gidecek olanları açıklar.

Bu büyük görev için: 19 deniz subayı, 63 deniz astsubayı, 68 deniz eri seçilir. Kafilede: ayrıca, İngiltere’ye havacılık öğrenimine giden: 1 hava subayı ve 20 Hava Harp Okulu öğrencisi ( bunlardan 16’sı: Kara Harp Okulunu üstün derece ile bitirdikleri için, İngiltere’de pilot olarak yetiştirilmesine karar verilen: Topçu, Piyade, Süvari, İstihkam ve diğer sınıflardan mezun öğrencilerdir) yer alır.

İngilizler, böylece, Almanya’ya karşı: kozlarını ortaya koyuyorlardı. Türkiye’yi kendi saflarına çekmeye çalışıyorlardı. Evet, biraz önce de söylediğim gibi: bir şartları vardı. Denizaltıları teslim alacak mürettebatın: en geç 25 Haziran 1941 günü, Mısır’ın Port Said Limanında olmalarını istiyorlardı. Mürettebat: burada kendilerini bekleyecek olan meşhur Quenn Mary Transatlantiği ile ve koruma altında İngiltere’ye gideceklerdi.

Bu durum karşısında: Deniz Askeri Nakliyat Genel Komutanlığının, İstanbul’da yaptığı araştırma sonucu, “Barzılay ve Benjamen Vapur Kumpanyası” na ait “Refah Şilebi” kiralanır.

Geminin sahiplerine, şilebin Mısır’a giderek, Milli Müdafaa Vekaletine ait, kimi malzemeleri, Türkiye’ye getireceği söylenir.

İzzet Dalkıran’ın kaptanlığını yaptığı ve 28 mürettebatı bulunan Refah Şilebi: 16 Haziran 1941 günü, İstanbul’dan Mersin’e doğru hareket eder. Gemi: alelacele sefere hazırlanmıştır. Asıl amaç: gemi kumpanyasından gizlendiği gibi, kaptana da bildirilmediğinden, Refah şilebi, eksiklikler içindedir. Bundan da öte: gemi, “yalnız ve yalnız yük taşıyabilir, insan taşımaya uygun değildir” denilmektedir.

Derken, 21 Haziran 1941 günü, Refah Şilebi: Mersin Limanına ulaşır ve demir atar. Bu arada: Ankara’ya giderek, Deniz Kuvvetlerinden, yolluk ve harcırahını alan denizcilerde, Mersin’e gelmeye başlarlar. Ancak: 40 yaşındaki bu yorgun şilebin görüntüsü, kafiledeki tüm denizcileri, hayal kırıklığına uğratır.

Bu durumda yapılacak olan, gemiyi mümkün olduğu ölçüde, yolculuğa uygun hale getirmektir. Önce iskele ve sancak taraflarıyla, ambar kapağına büyük boy, birer “TÜRK BAYRAĞI” resmi yapılır. Dikkat, bu durum, hava saldırılarına karşı önlem olmak üzere yapılıyor.

Gece projektörlerle aydınlatılacak boyuttaki bu bayrak görüntüleri, geminin milliyeti hakkında bilgi vermeye yeterlidir. Daha sonra, Mersin’deki Deniz Harp Okulu’ndan ödünç yataklar alınır, güverteye de alelacele birkaç tuvalet konulur.

Aslında: Refah şileti, 1901 yılında, İngiltere’de, Sunderland’daki; tezgahlarda yapılmıştır. Boyu: 102.20 metre, eni ise: 14.80 metredir. 1 adet üç genişlemeli buhar makinası ile, 8.5 mil hız yapabiliyordu. Ama, son yıllarda, eskilikten dolayı, hızı daha da düşmüştü. “Sunderland” adıyla denizlere açılan gemi, birkaç kez sahip değiştirdikten sonra, 1931 yılında, “Barzilay ve Benjamen Firması” tarafından satın alınmış, “Perseveranza” olan adı “Refah” olarak değiştirilmişti.

Gemide: yalnızca 24’er kişilik 2 filika vardı. Personel ile birlikte: 200 kişiyi bulan yolcular için: yer de, yatak da, yiyecek de, tuvalet de yoktu. Zaten: kafile başkanı Yarbay Zeki Işın da, gemiyi gezdikten sonra, “Sefere Elverişli Olmadığını” Ankara’ya , yetkililere bildirir.

Evet, ben yine geminin hazırlanmasından söz etmek istiyorum. Yeterli yiyecek ikmali de yapıldıktan sonra, gemi harekete hazır hale getirilir. Son anda, şilebe bir İngiliz subayı biner. “İrtibat Subayı” olduğu söylenen bu subay, Refah’ın kaptanı İzzet Dalkıran’ın belirlediği rotayı değiştirerek, yeni bir rota verir.

Aynı günlerde, uluslar arası ilişkilerde beklenmedik değişiklikler olmaktadır. 18 Haziran 1941 günü, Türk-Alman Saldırmazlık Antlaşması imzalanır. Bu antlaşma: İngilizleri çileden çıkarır. Güneyini güvence altına alan Almanya için, 22 Haziran 1941 günü, Sovyetler Birliği’ne saldırarak, “Barbarossa Harekatı” nı başlatır.

Düşünebiliyormusunuz? Türkiye kendi güvenliği için, dönemin en büyük tehlikesi olan Almanya ile saldırmazlık antlaşması imzalıyor. Halbuki: İngilizler, Almanya’nın başına daha büyük belaların açılabilmesi için, Türkiye’nin Almanlara karşı savaşa girmesini istiyorlar. Bu saldırmazlık antlaşmasına, İngilizler elbette muhteşem bozuluyorlar. Tüm bu gelişmeler olurken, personelin gideceği şilebin rotası, İngiliz bir yetkili tarafından, hareketten hemen önce gemiye gelinerek değiştiriliyor. Hem de öyle bir rota ki, bir mayın deposu haline gelen Akdeniz’in tam ortasında. Sanki: facia geliyorum demekte.

Neyse, 23 Haziran 1941 günü, saat: 17.30’da, Refah şilebi, sessiz sedasız Mersin Limanından hareket ediyor. Geminin çeşitli noktalarına: köprü üstüne, güverteye, ambar kapaklarının üstüne ve kıç bölümüne yayılmış olan kafile, Mersin’den alınmış akşam yemeğini yerken, yabancı denizaltıların av alanı haline gelmiş Akdeniz’de, tehlikeli bir yolculuğa başlar.

Hafif bir lodos esmektedir. Karanlığın içinde, yalnızca gemi motorlarının uğultusu yankılanır. Saatler: 22.30’u gösterirken, gemi, korkunç bir patlama ile sarsılır. Bordasına yediği torpille açılan gedikten içeriye, hızla sular dolmaya başlar. Refah şilebi: milliyeti belirsiz bir denizaltının attığı torpille, tam ortasından ikiye bölünür. Mevcut iki filikadan biri, içinde uyuyanlarla birlikte havaya uçar. Elektrik düzeneği bozulduğundan, elektrikler kesilir, telsizler susar. Güvertedekilerden kimi patlamayla şehit düşer. Kimileri ise, can havliyle kendilerini attıkları denizde, köpek balıklarının kurbanı olurlar.

Hayatta kalanlar, mevcut tek filikanın başına hücum ederler. Refah yolcularından, Yüzbaşı Nevzat Erül, tabancasını çekerek, filika başındakileri:”Burada kumanda bendedir” diyerek düzene sokar. Tam 24 kişiyi, filikaya bindirdikten sonra, kaptan köprüsündeki İzzet Dalkıran’ı ve kafile başkanı Yarbay Zeki Işın’ı filikaya çağırır.

Kaptan ve Zeki Işın, ikisi birlikte, filikadakileri selamlayarak: “Siz gidin, kurtulmaya çalışın. Biz gemide kalacağız” derler. Bu arada, geminin batmadığını gören bazı denizciler, yeniden gemiye çıkarak, sal yapmak amacıyla malzeme aramaya başlarlar. Kimi, birkaç saat önce tamamlanan tuvaletlerin ahşap kapılarını sökmeye çalışırken, kimileri de ambar kapısını kırmaya çalışırlar. Filikaya binenler ise, denize inmezler. Çünkü: sandalı indirmeye yarayan matafora çalışmaz. Bu yüzden, geminin batmasını beklerler, ama bu bekleyiş işlerine yarar. Gemiden aldıkları yiyecekleri sandala doldururlar.

Bundan sonrasını, faciadan kurtulanlardan Muhittin Darga nın ağzından anlatayım: “Kurtulma ümidimizi kaybetmemiştik. Filikayı kaldıramadığımız için, saat: 02.00’ye kadar, geminin yavaş yavaş batmasını bekledik. Filika, su seviyesine gelir gelmez içine atladık. İngiliz subayın, sandala atlayamamıştı. Sonradan boğulduğunu öğrendik. Torpillendiğimiz sırada: kurtuluruz ümidiyle, denize atlayanlar da boğulmuşlardı. Filika ile açıldığımızda denizde yüzenlerden rastladığımız 3-4 kişiyi de sandala aldık. Küreklerden direkt yapıp battaniyeleri de yelken olarak kullandık. Ben köprü üstündeyken, bir harita ile küçük bir pusula almıştım. Bunun bize çok yardımı dokundu. Kıbrıs’a gitmemiz, 10 mil yakınlığı yüzünden, daha elverişliydi. Ama, lodos bizi Türkiye kıyılarına doğru sürüklüyordu.”

Evet, emektar Refah şilebi, 4 saat süreyle su üstünde kaldıktan sonra, tam ortasından ikiye bölünerek batar. Donanmanın kıymetli denizaltıcılarını, hava kuvvetlerinin müstakbel pilotlarını ölüme götürür.

Yaptıkları bir sal üzerinde, kendilerini denize atan Abdullah Şay, Kamil İnan ve Kadir Karaül ise, dalgalar ve soğukla boğuşurlar. Sabaha karşı, hava iyice soğur. Abdullah Şay, çenesi donmasın diye atletini çıkarıp kemirmeye başlar. Diğerleri de onu taklit ederler. 25 Haziran sabahı, artık dayanacak halleri kalmaz. Bir ara: Kadir Karaül: “Bakın geliyorlar, bizi kurtarmaya geliyorlar” diyerek, kendini denize atar ve dalgalar arasında kaybolup gider. Saatler sonra, iki denizci kendilerini ölümün kucağına bırakmaya hazırlanırken, hızla yaklaşan bir motor, onları alıp yaşama döndürecektir.

Bu arada, bir başka motor da, bir kapı üstünde hayatta kalmaya çalışan havacı öğrenci Haydar Gürsan’ı, sulardan çekip çıkarır. Yedi denizci ise, üzerine Türk bayrağını resmettikleri ambar kapağı üstünde, kıyıya ulaşmaya çalışır. 8 metre eninde ve 12 metre boyundaki bu kapak emniyetlidir, ama yol alamazlar.

Sabah, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, bu 7 denizciden 6’sı: “Yüzerek gidelim” diyerek, kendilerini denize atar. Geride kalan er Rahmi, dalgaların arasında kaybolup gidene kadar, onları bir süre izler.Er Rahmi, kapağın üstünde tek başına: aç, susuz ve ne yapacağını kara kara düşünürken, bir mucize gerçekleşir. İstanbul’dan İskenderun’a gitmekte olan “Doğan” adlı gemi, aldığı telsiz emri üzerine, rotasını değiştirir. Refah’ın battığı bölgeye gelir. Kurtarıldığında, er Rahmi, baygın haldedir.

Filikaya binen 28 kişi ise, tam 20 saat 9 dakika süren bir yolculuktan sonra, 24 Haziran Pazartesi, saat: 19.10’da, Karataş Feneri yakınlarında karaya ayak basarlar. Onları ilk gören, fenerci olur. Önce yabancı zannederek ihtiyatlı davranan fenerci, daha sonra, olayı öğrenince onları fenere götürür ve durumu ilgililere bildirir.

Türkiye, acı gerçeği böyle öğrenecektir. Olay öğrenilince, askeri uçaklar havadan, motorlar denizden kazazede aramaya başlar. Gün boyu süren aramalarda, yalnızca öykülerini aktardığım dört kişi bulunabilir.

15 deniz subayı, 16 Hava Harp Okulu öğrencisi, 48 denizaltı astsubayı, 63 deniz eri ile 25’i gemi mürettebatından olmak üzere, toplam 167 kişi şehit düşmüştür.

Gemide, sürekli olarak üzerindeki can yeleğiyle dolaşan İngiliz Subayı da, boğulmuş ve ölü sayısı 168’i bulmuştur.

GEMİ’NİN BATIRILMASINDAN SONRA YAŞANANLAR:

Tam 11 kez tarafsızlığını ilan etmiş olan Türkiye’nin, bir gemisine karşı girişilen bu saldırıyı, kimse sahiplenmez. Olaydan bir gün sonra, İngiliz Büyükelçisi Sir Knutchebull Huggessen, yaptığı açıklamada, “Olayı Akdeniz’de bulunan Alman yada İtalyan denizaltıları meydana getirmiştir.” derken, Alman resmi DNB Ajansı da, “İngilizlerin garip açıklaması vicdan rahatsızlıklarını kanıtlıyor. İtalya’nın ve bizim olayla ilgimiz yok.” diyerek, İngilizlerin iddiasını yalanlar.

Daha sonra, bir Fransız savaş gemisinin, Refah’ı Mısır gemisi zannederek batırdığı öne sürülür. Oysa kurtulanlar, bir savaş gemisi görmemişlerdir. Bundan sonra, suçlamalar İngiltere’ye yönelir. Acaba, İngiltere, denizaltıları vermemek , daha da önemlisi, Türkiye’yi müttefikler safına savaşa sokmak için mi: Refah’ı torpillemişlerdi? Gemiyi kim vurdu? Niçin, gemiye bir refakatçi savaş gemisi görevlendirilmedi?

Son zamanlarda, bir kısım İtalyan ve Alman belgeleri ise, Refah’ın İtalyan bandıralı ve “Ondina” adlı denizaltı tarafından batırıldığı iddialarını güçlendirmiştir. İtalyan Deniz Kuvvetleri tarafından yayınlanan ve II. Dünya Savaşı’na ait bir raporda, Ondina’nın batırdığı geminin yerinin koordinatları verilmektedir. Bu koordinatlar, Refah’ın battığı bölgeye uymaktadır.

TBMM’DE SORUŞTURMA AÇILMASI:

Refah faciası ile ilgili adli soruşturma açılır. Dönemin Ulaştırma Bakanı Cevdet Kerim İncedayı ile Milli Savunma Bakanı Saffet Arıkan, görevlerinden istifa ederler. TBMM tarafından bu konuda açılan soruşturma: 18 Aralık 1941 tarihinde sonuçlanır ve istifa etmiş olan bakanlar, suçsuz görülürler. Daha sonra, ikinci derecede sorumlu kişiler için açılan dava da beraatle sonuçlanır. O günkü gazeteler ve resmi kaynaklar: olayla ilgili olarak pek fazla bilgi vermez. Faciayı yaşamış olan emekli Hava Kurmay Albay Haydar Gürsan: 60 yıl sonra, suskunluğunu bozar. Gürsan: Refah Vapurunu, Ermeni soykırım yasasını meclisinden geçiren Fransızların batırdığını söyler. 60 yıl aradan sonra, olayın en önemli görgü tanığı olan Albay Gürsan’ın verdiği bilgiler; Refah gemisi olayını, tüm çıplaklığı ile ortaya koyar. Gürsan; Akdeniz’de gezen Fransız gemileri tarafından batırılan Refah gemisinin, iki defa torpillendiğini belirtir. Gürsan, sabah olduğunda ise, Fransız uçaklarının havada keşif yaptıklarını, olayı net bir şekilde gördükleri halde, Türkiye’ye bildirmediklerini de vurguluyor. Albay Gürsan: Beyrut’da bir Fransız subayının, Refah gemisini batırdıklarını söylediğini ve bu bilgilerin o günkü askeri istihbarat ekiplerince tespit edildiğine de dikkat çekiyor. Gürsan, vapuru Fransızların batırdığını, ismini açıklamak istemediği bir askeri savcı tarafından da teyit edildiğinin altını çiziyor. Gürsan, olayın neden gizlendiğini anlayamadığını ve facia ile ilgili tüm detaylı bilgilerin, Genelkurmay kayıtlarında olması gerektiğini söylüyor. Gürsan: aradan yıllar geçmesine rağmen, kaybettiği arkadaşlarını hala unutamadığını ve bu olay ile ilgili tüm gerçekleri açıklamanın, vicdani bir borç olduğunu gözleri dolarak dile getiriyor.

Albay Gürsan: Refah gemisinin kesinlikle Fransızlar tarafından batırıldığını belirterek şunları söylüyor.” Saldırıdan önce, Mersin Limanında, 11 Fransız gemisi bulunuyordu. Bunlar, çeşitli sömürge yerlerini korumakla görevli idiler. Önce, bir kez ateş edildi, büyük bir gürültü koptu, ben torpillendiğimizi anladım, sonra ikinci kez ateş edildi, bu da vapuru batırmaya yetti. Ateş ettiklerinde, saat gece 11’i gösteriyordu. Zaten ondan sonra zaman kavramını unuttuk. Sabah olduğunda ise, Fransız uçakları oldukça yakın mesafeden üstümüzde tur attılar. Biz havacılar, bu tür olaylara keşif adını veriyoruz. Yani hedefle ilgili durumu rapor etmek için bu uçuş yapılır. Uçakla gerekli keşif yapıldıktan sonra, olay yerini terk ettiler. Eğer Helen Türk yetkililerine haber verselerdi, ölenlerin çoğu kurtulabilirdi.

VAPURLA İLGİLİ HERŞEY GİZLENMİŞ:

Refah vapuru ile ilgili olarak belirtilen bilgilerin çoğunun yanlış olduğu ortaya çıktı. Vapurda 185 yolcu bulunduğu belirtilirken, asıl sayının 202 olduğu, canlı şahidi tarafından belirtiliyor. Bu faciada kurtulanların sayısı 50 olarak belirlendiğine göre, hayatını kaybedenlerin sayısının ise, 135 değil, 152 olduğu tespit ediliyor.

Askeri öğrencilerin yanı sıra üst rütbeli subayların da, vapurda bulunduğu, hatta vapurda bir de İngiliz subayının olduğu, bu subayın da faciadan sonra hayatını kaybettiği ortaya çıktı. Vapurla ilgili en ilginç bilgi ise, vapurun bir yolcu vapuru değil, küçük bir yük gemisi olması.

Albay Gürsan: “Bizden önce kömür taşınmıştı, vapurun her tarafında kömür tozu vardı. Oturmak için yer bile yoktu. Mecburen bindik. Vapurda söylendiği gibi 185 kişi değil, 202 kişiydik. 16 da üst rütbeli subay ve bir İngiliz subay vardı. Bunlar, gizli tutulmak istenmiş herhalde. Daha sonra ben İngiliz subayın eşiyle, İngiltere de görüştüm, olayı kendisine aynen anlattım” şeklinde konuşuyor.

MUCİZE GİBİ KURTULUŞ:

Refah vapuru faciasında arkadaşlarını kaybeden, Albay Gürsan’ın faciadan kurtulması, adeta bir mucize gibi. Gürsan, vapura binmeden önce, Mersin’de yaşlı bir adamdan, vapurda üzerinde oturmak için bir katlanabilir sandalye almak ister. Yaşlı adam, önce vermek istemez, ancak asker olduğunu öğrenince üzerinde oturduğu sandalyeyi, Gürsan’a satar ve ardından ellerini açarak, dua etmeye başlar.

Gürsan, duruma bir anlam veremeden limana doğru yürürken, yolda ayağı bir şeye takılıp tökezler. Sonra ayağının takıldığı şeyin, küçük bir çakı olduğunu görünce, alıp cebine koyar. Vapur hareket ettikten 4-5 saat sonra, önce bir sarsıntı geçirir, sarsıntı üzerine Gürsan, yolda bulup cebine koyduğu çakıyı çıkarıp can simidinin iplerini kesmeye başlar. İkinci sarsıntıya kadar, Gürsan, can simidini, iplerden kurtarıp ona sarılır ve kendisini bir anda denizin serin sularının içinde bulur.

Vapur ise, ikiye ayrılarak batar.

Aradan bir gün geçtikten sonra, hasarlı olan can simidi parçalanır. Gürsan, yakın arkadaşı İbrahim Saygıner’in şişmiş cesedine tutunmuş ve suyun üzerinde bulduğu bir patlıcanı yiyerek 45 saat boyunca hayat mücadelesi verir. Kurtuluşunu, Mersin’li yaşlı adama, kör çakıya, arkadaşı İbrahim’e ve patlıcana borçlu olduğunu söylüyor. Gürsan, facianın hemen ardından vapurdaki iki kayığa binip gidenlerin kurtulduğunu ve sayılarının 50 olduğunu, kaldığı Mersin’deki hastanede öğrenir.

xxxxxxxxxxxxxxxxx

SONUÇ:

Denizaltılarımız: İngiltere tarafından asla bize verilmedi. Savaşta, İngilizler tarafından kullanıldı. Parası ödenen denizaltılarımızı, kendi savunmalarında kullandılar. Öyle ise, denizaltıları vermek istemeyen İngiltere mi, Refah’ı torpilletti? Tabii aklınıza hemen gemide bulunan ve ölen, İngiliz geliyor. Ama şunu unutmamak gerekir ki, İngiltere, büyük devlet politikaları için; asla fedakarlıktan, kendi insanlarını da gerektiğinde feda etmekten kaçınmaz/kaçınmaz mı? Bilmiyorum, buna, bu yazıyı okuyup bitirdiğinizde, siz okurlar karar vereceksiniz. Cevabı olmayan soruların cevaplarını, siz okurlar vereceksiniz.

Refah faciasından iki yıl sonra: İskenderun’daki İtalyan Başkonsolosluğunda, diplomat olarak görev yapan Luigi Ferraro isimli bir sualtı komandosu: İskenderun ve Mersin limanlarından denize açılan, krom yüklü dört geminin batırıldığı belirtiliyor. Ama nasıl? Bu gemilerin altlarına, önceden konulan sualtı mıknatıslı mayınların patlatılmasıyla batırıldığını belirtmiştir. Belki: Refah gemisi de, bu şekilde batırılmış olabilir mi?

Her ne kadar: bu gemimizi batırarak bunca cana sebep olan ülke ve denizaltısı ve bu denizaltının personelini suçlamanın yanında; Türkiye olarak, bir çok ihmal yaratılmış olması da, kendi içimizde hesaplaşmanın gerekliliğini ortaya koyar. Bu hesaplaşma: TBMM bünyesinde kurulan araştırma komisyonlarında yaşanmış ve bunca ihmalin sorumluları, önce istifa etmişler, ancak daha sonra, hepsi aklanmıştır.

Günümüzde: Mersin’deki anıt; gerek kendi içimizdeki resmi görevlilerin ihmallerinin sonucunu ortaya koyması ve gerekse dost bildiğimiz ülkelerin insanlarının yarattıkları faciaların sonuçlarına; basit şekilde katlanmalarının ifadesi olarak, orada öylece yükselerek duruyor.

Çok sonraları: Fransız’ların, gemiyi yanlışlıkla batırdıkları ortaya çıkar ve gizli pazarlıklar sonucu, 2 savaş gemisi, tazminat olarak Türkiye’ye verilir. Böylece: ölen, 167 Türk gencinin hesabı kapatılmış olur.

xxxxxxxxxxx

REFAH ŞEHİTLERİ ANITI:

Bu anıt, ordumuzun en seçme kahraman şehitlerinin anısına faciadan, 31 yıl sonra, 23 Haziran 1972 yılında, Atatürk Parkına konulmuştur.

Japonya’nın Kushimoto kentinde Türk Şehitleri için dikilmiş bir anıt vardır. Bu anıtın kardeşi de, Mersindeki “Refah Şehitleri” anıtıdır. Çünkü: bu anıt aynı zamanda: Japonya’da görevden dönerken Japonya kıyılarında fırtına nedeniyle batan: Ertuğrul Fırkateynin de şehit düşen denizcilerimizi de anımsatmaktadır.

OSMAN ÖNDEŞ

Hazırlayan: Yılmaz Karahan

 

image0027.jpg

image0034.jpg

image0041.jpg

Anıtın Yeri : Mersin
Anıtın Açıldığı Tarih: 23 Haziran 1972
Anıt Hakkında Bilgi: 1941 yılında Refah Faciasında şehit olan personelin anısına yaptırılmıştır. 

Paylaş:

Yorumlar

“476) REFAH FACİASI (23 Haziran 1941)” yazisina 10 Yorum yapilmis

  1. TUĞBA TEKEREK yorum tarihi 23 Haziran, 2010 21:16

    Üstad bu değerli paylaşım için teşekkürlerimizi sunuyorum. Takdire şayan bu paylaşımı biz bilmeyen dostlarınıza aktardığnız için; Türk milleti adına; minnetle saygılarımı beyan etmek istiyorum..

  2. Özkan EKEKON yorum tarihi 23 Haziran, 2010 22:05

    Bu konuda tarafımdan yazılan aile içi anlatımlarla yazımı ekte takdim edyorum.
    Özkan EKEKON
    Yazar
    0 535 511 19 09

    Mersin tarihinde hüzün sayfası
    REFAH FACİASI

    Türk kurtuluş savaşımızın karakol şehri Mersin şehrimizin tarihindeki şanlı sayfalar gururumuz olduğu kadar bizleri acılara sevk eden birçok Vatan mücadelesinde Bayrak ve Ezan uğrunda Şahadet şerbetini içen şehitlerimizi rahmetle anar. Onlarla onur duyarız.
    Kurtuluş savaşımızın akabilende hızla kalkınmaya ve gelişmeye yönelen milli devlet yapımızın oluşulmasında ikinci dünya savaşının kapımıza kadar gelmesi dünya insanlık tarihinin sıkıntılarını da ülkemize taşımıştı.
    İkinci dünya savası öncesi Ordumuza eleman yetiştirmek için kurulan teknik Astsubay hazırlama okulu Mersinimizde bugünkü kışla caddesinde Fener yanındaki Askerlik şubesi alanında okul olarak kurulmuştu.
    Bu okulda Deniz, Hava ve Kara Kuvvetlerimizin ihtiyacı olan dal ve kollarda Anadolu’muzdan seçilen zeki ve yetenekli gençlerimize tecrübeli elemanlarca nazari ve tatbiki bilgiler verilerek yetiştirilmişti.
    Bir program gereği olan bu çalışmalar Silahlı kuvvetlerimizin alt yapısını güçlendirecek plan ve çalışmaları da kapsıyordu.
    Bu talebelerin yetişmesi sırasında Mersinliler ve kendi yaşıtı gençlerle kurdukları diyaloglar kalıcı dostlukların oluşmasına neden olmuştu. Zira Mersinliler için o talebeler ordumuzun gücünü oluşturacak geleceğin komutanları, Okul talebeleri için ise Mersinliler TÜRK Kurtuluş savaşı mücadelesinin torunları, dost ve arkadaş canlısı mert ve dürüst insanlar olarak görmüş ve de kabullenmişlerdi.
    Bu arkadaşlıklar arasında Mersinde Kuvveyi Milliyeci Gazeteci Ata Çelebinin yanında yetişen babam Fethi EKEKON, Toros otelinde şef garson Recep Nursaçan gibi isimlerin okuldan tanıdığı Astsubay (Başçavuş) adayı talebe Kamil Kaldırımcı isimlerini babamın dostluklarında benim hayat boyu amca diye hitap ettiğim yakinen tanıdığım kişiler olmuşlardı.
    Recep Amca İstanbul’a yerleşip hayatını devam ettirirken Kamil amcam ise Milli eğitime geçerek İlköğretim Özlük işler müdürlüğüne kadar çıkıp emekli olmuştu.
    Rahmetli olan bu kişilerle münferit defalar yaptığımız sohbetlerde Refah Gemisi olayı gündeme geldiğinde hüzünle hatta gözlerinden akan sessiz bir damla göz Yaşları ile anlatımlarını hayatım boyunca unutamayacağım anılarımdır.

    ANLATIMLARINDA;
    İkinci dünya savaşı öncesi 1930 lu yıllarda ikili anlaşma ile mutabakata varılan sözleşme gereği İngiltere’ye sipariş verilen, Bedeli ödenen. Dört Denizaltı, Dört savaş gemisi ve Dört savaş uçağı filosundan Denizaltı ve savaş uçaklarının hazır olduğunu 1941 Mayısında İngiltere’nin Türkiye büyükelçisi vasıtasıyla bildirilmişti.
    Bunun üzerine, kutsal savunma araçlarımızı almak için Türk silahli kuvvetlerinde görevli tecrübeli komutanların alt hizmet sınıfını oluşturacak, daha önceleri planlı ve programlı olarak yetiştirilmiş, Mersin Astsubay hazırlama okulu talebeleri arasından bu teknik heyet’te ilave kadro yapılmıştı. Kadronun tamamında 16 sı havacı geri kalanları Denizci ve Piyade olarak seçilmişti.
    O zamanın imkanları ile seçilen yaşlı ve yorgun olan Refah gemisi personeli ile canımız ciğerimiz evlatlarımız ve yavrularımız dan oluşan heyet, deniz yoluyla Mısır’da Port Said Limanına, oradan da Quenn Mary transatlantiği ile İngiltere’ye gidilecek yol planı idi…

    Donanmamıza teslim alınmadan önce isimleri konulan Gemilerimiz.
    1-Burak Reis
    2-Murat Reis
    3-Oruç Reis ve
    4-Uluç Reis
    İsimli dört Denizaltı ve savaş gemilerimiz ile Hava Kuvvetlerimize de yeni oluşacak filolarımız için uçaklarımızı getirecekler arasında Mersin Astsubay okulundan yeni mezun olmuş, başarılı çiçeği burnunda talebe gençlerin hepsini tanıdıklarını ve arkadaşları olduklarını, Onlarla Sahil şeridinde Mersinli Ahmet’in kahvesinde defalarca buluşup sahilde gezdiklerini anlatırlardı.

    Refah gemisi o zamanlar limanı olmayan Mersin açıklarında demir atmış açıkta beklerken. Kendisine verilen görev hazırlığı içinde gemiye iskelelerden ikmal, levazım ve yol iaşelerinin kayıklar ile yüklenmesi sırasında sağ ve sol bordoları ile ambar kapaklarına çok uzaklardan gözükecek şekilde TÜRK BAYRAĞIMIZI yağlı boya ile tablo gibi boyanarak yapıldığını sahilden tüm Mersinliler görmüştü.
    Bunun İkinci dünya savaşına katılan birbirleri ile savaşan ülkelerin Denizaltı, Savaş gemileri ve Savaş Uçakların tarafından görülmesi, tarafsız, Barışçı bir ülkenin gemisi olduğunu belirtme amacı ile herhangi bir saldırıyı ve yanlışlığı önleme amaçlı olduğunu kör gözlerin bile görebileceğini söylemişlerdi.
    İzzet Dalgakıran kaptanlığında 28 mürettebatı ile 200 kişiyi taşıyan Refah şilebini(yük gemisi) yolcu ederken açıkta demirleyen geminin etrafına Mustafa SURURİ kaptanın işletmesinde olan ve Özel onlarca kayık içinde yüzlerce Mersinlinin El ve mendil sallayıp, Davul ve zurna çalarak Dualar ederek uğurlayışlarını unutamadıklarını anlatmışlardı.
    Refah gemisinin hareketinden 20-25 mil sonra Türkiye ile Kıbrıs açıklarında 23 Haziran 1941 günü Refah Gemisinin battığı haberi Mersin’in üzerine bir karabulut gibi çökmüştü.
    Akabilinde yüzlerce Mersinlinin sahil kenarına günlerce taşınıp kurtulmaları için En samimi ve içten gelen duygularla dualar ettiklerini, denize çiçekler attıklarını, aralarında sözlü ve nişanlı olan genç kızlarımız ile Anadolu’nun muhtelif şehirlerinden gelen ailelerinin feryatları ile ağlamalarını anlatırken döktükleri gözyaşlarını unutamıyorum.

    Bu kabul edilmez olayda Asker, Askeri talebe ve Sivil olarak 168 şehidimiz Akdeniz’in derin sularında hakkın rahmetine kavuştu Ruhları Şad, mekânları cennet olsun. Aynı gemide bulunan 32 gazimiz kurtularak yurda döndüler.
    Bu olayın ardından acele ve telaşla İngiliz, Alman ve İtalyanlar biz yapmadık diye beyanat verdi.
    Türkiye Büyük Millet Meclisi soruşturması ile de tespit edilen ve biz yapmadık diyemeyen kendini savunamayan Toprakları Almanya tarafından işgal edilmiş 1940 – 1944 yıllarında arasında, başlarında Mareşal De Gaulle bulunduğu, özgür Fransa Devletinin ve Silahlı Kuvvetleri’nin İngiltere’de sürgündeki Fransa suçlu bulunmuştu.
    TMMM kararından sonra Fransa’dan tazminat olarak alınan iki savaş gemisi ile olay kapatılmıştı.
    Oysa o tarihlerde Fransa Almanya ile yaptığı savaşta toprakları işgal edilmiş mağlup durumda idi. Fransa Ordusunun kontrolü ise İngiltere’den Mareşal De Gaulle tarafından İngilizlerin desteği ve kontrolünde yapılıyordu.
    Hatay’ın Anavatana ilhakı ile biten davamızda Fransa 1939 yılında Almanlara karşı teyakkuz ve savunması beraber dış siyaseti zayıflamaya başlamıştı. Türkiye ye karşı Askeri ve Siyasi karşı koyacak gücü bulamamıştı. Zira Türkiye bölgesinde güçlenmişti. Ulu önder ATATÜRK’ün Hatay davası için İstikrarlı ve güçlü politikasın bir devamı olarak hasta yatağından kalkarak Adana ya geldiğinde son sözlerinden olan, başta Fransa olmak üzere Türkiye’ye karşı sessiz ve sinsi ittifak güç olarak birleşen devletlere hitaben “BANA ÇİZMELERİMİ GİYDİRMEYİN.” İfadesi unutulmaz anı olarak TÜRK tarihimizin altın sayfalarında yerini alarak yazılmıştı.

    MEN DAKA DUKA “Ne ekersen onu biçersin”

    Bu konuda birçok araştırma ve anılar yazıldı. Bu konuda en kapsamlı olarak Denizler Kitapevi yayınlarından olan, TÜRK Deniz tarihi araştırmaları yazarı Osman Öndeş’in geniş zaman içinde yaptığı araştırması ve tanık söyleşilerinin yer aldığı “Refah’ı kim batırdı?” adlı kitabında Refah Faciası’ndan iki yıl sonra bir açıklama yapıldığından bahseder.
    İskenderun’da İtalyan konsolosluğu’nda diplomat olarak görev yapan aslında bir su altı komandosu olan Luigi Ferraro isimli bir sualtı komandosu tarafından yapılan açıklamada.
    “İskenderun ve Mersin limanlarından denize açılan krom yüklü dört geminin batırılması olayının açığa çıkmasına dikkat çeker Osman Öndeş, Refah Gemisinin de bu gemiler gibi Krom yüklü şileplerin altına önceden konulan sualtı mıknatıslı mayınların patlatılması sonucu battığını öne sürülüyordu…
    Bu açıklama ile Mersinde Refah gemisi ikmal yaparken bordosuna İtalyanlarca yerleştirdikleri mıknatıslı ve zaman ayarlı mayın ile gemiyi batırmaları kesin olmamakla beraber kısmen de olsa doğrulandı.
    Kazadan kurtarılmış gazilerimizin beyanlarına göre; Refah gemisinin patlamadan sonra uzun bir süre su üstünde durduğunu söylemeleri, Geminin Torpille değil mayın ile patlatılarak batırıldığını doğruluyor. Zira Torpil geminin içine kadar nüfus eden bir yapısı olduğundan çabuk batmasına sebep olabilecek yapıdadır. Oysa mıknatıslı mayın ise geminin dışında hasar vermesinden dolayı tahribatı daha da az olacağından dolayı batma süresi daha da uzun olması kurtulanların sayısını arttırmıştır.
    Lozan Antlaşması ile Rodos ve On İki Adalar İtalyanlara bırakılmış, Ekim 1943’te İngilizler Rodos’ta Alman müttefiki olması bahanesiyle İtalyanların karşı koymadığı bir müdahale ile İtalyan idaresine son vermişti. Daha sonra İtalyanlar 12 adalardan çekilmeden kısa bir süre önce Almanlar Rodos’u güçlü bir hava indirme harekâtı ile işgal etmişlerdi
    İkinci dünya savaşı sonlarında İtalyanların 12 adalar ve Rodos’taki İngilizlere karşı pasif hareketleri ile Rodos’ta Almanya’dan kaçarak yerleşip mahalle kuran Alman (Eskenazi) Yahudilerinin korunmalarını bahane eden Almanlarla İtalyanların aralarının açılmasına neden olmuştu.
    Rodos ve 12 adalardan geri çekilip yerlerine Alman Askerlerinin gelmesi sırasında 12 ada ve Rodos’tan Almanlar tarafından emrivaki olarak tahliye edilen İtalyanların Binlerce asker ve ailelerini ile teçhizatlarını taşıyan 3000 (Üçbin) kişilik ilk geminin İtalya’ya ulaşmasından sonra, İkinci ve son sevkiyat için Eski, büyük saatte 7-8 deniz mili yapan yük bir gemisine tekrar 5000 (Beşbin) İtalyan Askeri aileleri ve hafif techizatları ile bindirilmiş.
    Geminin Rodos’tan ayrıldıktan sonra, Rodos adası 10-15 mil açıklarında Marmaris açıklarında konuşlanmış İngiliz gemileri tarafından Güvertesinde salkım saçak bindirilmiş Güverte üstündeki İtalyan askerlerinin tespiti ile İngiliz gemileri arasında bulunan bir deniz altı tarafından torpille Ege denizinin derin sularına gemi ile battıklarını Beş bine yakın kişilerden çok az kişinin kurtulup Deniz üstünde kalanlarını ise Rodos’ta bulunan Alman askerlerinin olayı görüp İngiliz gemilerinden çekinildiği için yardıma gidilememiş ve 5000(Beşbin) kişiden hiçbir kişinin kurtulamadığını halan hayatta olan Doksan yaşlarında Rodos doğumlu ve Rodos’a Yunan Askerlerinin gelmesi ile Türkiyemize Ana vatanına iltica eden ve Antalya da ikamet eden İşçi emeklisi Akrabam Ahmet Topaloğlu’nun canlı görgü şahidi olarak anlatımı bir ibreti alem ve şehitlerimizin kanlarının yerde kalmadığının bir kısasımı oldu. Bilemiyorum.

    GÜNÜMÜZDE Kİ GELİŞMELER
    Mersin Şehrimizde günümüzdeki gelişmeler hızla devam ederken 2009 yılında İtalya ile Türkiye arasında RO-RO arabalı vapur seferlerinin konulması İtalyanın Türkiye ye bakış açısının degiştiğinin bir işareti olması Türkiye ile İtalya dostluğunun da kalıcı olması işe yeni yapılan Samsun Ceyhan boru hattı yapımını üstlenen İtalyanın Türkiye ile beraberliği Orta Doğu da ve Orta Asya da güçlü bir ittifakın oluşması her iki ülkenin Sosyo-Ekenomik yapısında olağan üstü gelişmeleri ortaya çıkaracağına inanıyorum.

    KAYNAKLAR;
    Rodos Göçmeni Ahmet TOPALOĞLU anlatımı
    tr.wikipedia.org/wiki/Refah_Faciası
    http://www.denizalticilarbirligi.com/db.refah.htm
    http://www.uslanmam.com/cumhuriyet…/36094-refah-faciasi.html
    http://www.uslanmam.com/cumhuriyet…/36094-refah-faciasi.html
    ——————————————————————————————————————————————————–
    Mersinde Tankut TUFAN tarafından Yayınlanan “MERSİN TARİH GAZETESİ’NİN” 30 Aralık 2009 tarihli gazetesinin 6. Sayısında Birinci sayfasında yayınlandı.

  3. Hüseyin AVCI yorum tarihi 25 Haziran, 2010 08:15

    Mekanları cennet olsun…:((

  4. Dinç Akal yorum tarihi 20 Şubat, 2013 04:30

    Ben Refah şehidi Yzb.Kemal Akal’ın oğluyum. Şehit düştüğünde 6 yaşındaydım. Şimdi Akdeniz kıyısında bir ilçede yaşıyorum. Her denize girdiğimde garip duygu anaforu içinde hissediyorum kendimi. Babamın naaşı çıkmadı tabi. Acaba diyorum iyonları derime dokunuyor mu yüzerken?

  5. Yılmaz Karahan yorum tarihi 20 Şubat, 2013 11:37

    Dinç bey, Şehit Babanıza rahmetler dileriz. Saygılar

  6. Rahmi akbaş yorum tarihi 16 Haziran, 2013 21:32

    Değerli dostlar,

    refah ile ilgili çalışmalarım 2008 yılından bu yana sürmektedir. Elinizde belge, bilgi, anı resim varsa lütfen gönderin. akademik olarak çalışmaya devam etmekteyim.

    Öğr. Gör. Rahmi Akbaş
    [email protected]

  7. Tanju Çetiner yorum tarihi 23 Haziran, 2017 06:46

    Bu gun, bu facianin 76. inci yildonumu. Hepsine Allah rahmet eylesin. Benim bildiklerim su kadar. Biraz Sayin Osman Ondes ten farkli.

    Amcam Makine Er Mehmet Çetiner’in de sehitlerin arasinda oldugu Refah vaporu (buhar isletmeli), Italyanlarin Ondina adli denizaltisi tarafindan Tegmen Corrado Dal Pozzo adli kaptani tarafindan torpillenerek batirilmistir (36.08N-34.44E). Bu bilgi Italyan deniz komutanligi trafindan verilmistir. Bunu gormek mumkun:

    http://www.regiamarina.net/subs/actions/sub_ops_sub_us.asp?vessel=Ondina

    Ondina sefer defteri, Ondina gibi baska denizaltilarininda bu cografi bolgeye vazifelendirilmis olduklarini kanitliyor.

    Ve hatta bir sene sonra, Ondina denizaltisi, Ingiliz Protea, Southern Maid (Guney Afrikali) adli savas gemileri ve Walrus ucaklari ile Kibris onunde (34-35 N, 34-56 E) 11 Temmuz 1942 gunu batirilmistir. Yanliz o anda denizlatinin kumandasi Tegmen Gabriele Adolfi altindadir. Denize dokulen Italyan tayfa savas gemilerine alinarak kurtarilmistir. O da cezasini buluyor.

    Lutfen bu linki takip edin:

    http://www.regiamarina.net/subs/lost/sub_lost_all_us.asp

    Kaptan Corrado Dal Pozzo ya Italya da en son calistigi yerde ulasmaya calistim ama, pek bir sey cikartamadim.

    Bu olay, ikinci dunya savasina tarafsiz kalmamiza ragmen, 180 uzerinde sehit vermemiz yonunden onemlidir.
    Mersinde’ki Refah vaporu sehitler abidesi ailelerinde fedakarliklarla yaptirdiklari bir abidedir.
    TC Hukumeti Italyanlardan bir odenek istememis ve gozde cocuklarini kaybededen ailelerimize hic bir yardim yapilmamistir.

    Amcamin naasi kayiptir.

    Saygilarimla

  8. Tanju Çetiner yorum tarihi 23 Haziran, 2017 07:04

    Sunu da ilave etmek isterim. Sayin Osman Ondes ve digerleri ile ayni fikirde olmamin sebebi, Luigi Ferraro Iskenderun a 1943 de tayin olmus Refah faciasi ise 1941 de tarihe gecmistir. Asagidaki yazi Luigi nin bayografisinden geliyor:

    Luigi Ferraro took part in the Second World War as a Volunteer. Admitted to the Reserve Officer Training Course and commissioned as Second Lieutenant, he was assigned to the 20th Field Artillery Regiment. Later placed at the disposal of the Maritime Artillery Militia (Milmart), which was subordinate to the Italian Navy Ministry, in 1942 he was given command of a anti-ship shore battery. He applied and was admitted to the Diving School in Livorno and, after obtaining the qualification, he joined the “Gamma” Group in the X MAS, of which he subsequently became the Deputy Commander and Instructor.

    In May 1943, he was deployed to Turkey entrusted with the task of carrying out sabotage actions against enemy merchant ships. From information received, it emerged that this country was supplying England with chrome, a material of military interest. As a result, it was decided to prevent this maritime provisioning. Because of the geographical position of the Port of Iskenderun, on the mainland opposite Cyprus, steamships had to anchor in the roads two or three thousand metres offshore. The idea was that a commando could take limpet mines to the ships and subsequently mine them.

    The solution was to employ a “Gamma” member and the man chosen for this task was Luigi Ferraro. Without drawing attention, he was sent to Turkey under diplomatic cover, with suitcases full of explosive devices, to become an officer at the Italian Consulate in Iskenderun. And thus Operazione Stella, as it is known in the coded jargon of secret missions, began.
    Between June and August 1943, he led four sabotage attacks against enemy merchant ships in the ports of Iskenderun and Mersina. In Iskenderun, on the evening of the 30th of June, he attached two limpet mines to the keel of the 7,000 grt Greek steamship Orion , loaded with chrome ore, which sank on the following morning, a few miles away from the port. On the 9th of July, working from the port of Mersina, he performed the same operation on the 10,000 grt steamship Kaituna, , which sustained severe damage and was beached on the coast of Cyprus to prevent it from sinking. Ferraro repeated the action once more, in Mersina, on the evening of the 30th of July, on the British steamship the Sicilian Prince, which did not suffer any damage as an underwater hull inspection enabled British divers to remove the limpet mines.

    The attack carried out on the 1st of August against the 7,000 grt Norwegian motor-ship Fernplant, , had a more successful outcome. She was also loaded with chrome ore and was anchored in the port of Iskenderun. Fernplant ended up sinking in the waters of the Syrian coastline.

    His actions earned Luigi Ferraro the Gold Medal for Military Valour.

    Gemi alti mayinlar tarihte Refah faciasindan daha sonra gelistirilmistir.

  9. Tanju Çetiner yorum tarihi 23 Haziran, 2017 07:11

    Sayin Osman Ondesle Refah faciasi konsunda ayni fikirde degiliz. Ispati:

    Amcam Makine Er Sehit Mehmet Çetiner’in de sehitlerin arasinda oldugu Refah vaporu (buhar isletmeli), Italyanlarin Ondina adli denizaltisi tarafindan Tegmen Corrado Dal Pozzo adli kaptani tarafindan torpillenerek batirilmistir (36.08N-34.44E). Bu bilgi Italyan deniz komutanligi trafindan verilmistir. Bunu gormek mumkun:

    http://www.regiamarina.net/subs/actions/sub_ops_sub_us.asp?vessel=Ondina

    Ve hatta bir sene sonra, Ondina denizaltisi, Ingiliz Protea, Southern Maid (Guney Afrikali) adli savas gemileri ve Walrus ucaklari ile Kibris onunde (34-35 N, 34-56 E) 11 Temmuz 1942 gunu batirilmistir. Yanliz o anda denizlatinin kumandasi Tegmen Gabriele Adolfi altindadir. Denize dokulen Italyan tayfa savas gemilerine alinarak kurtarilmistir.

    Lutfen bu linki takip edin:

    http://www.regiamarina.net/subs/lost/sub_lost_all_us.asp

    Bu olay, ikinci dunya savasina tarafsiz kalmamiza ragmen, 180 uzerinde sehit vermemiz yonunden onemlidir.
    Mersinde’ki Refah vaporu sehitler abidesi ailelerinde fedakarliklarla yaptirdiklari bir abidedir.

    TC Hukumeti Italyanlardan bir odenek istememis ve gozde cocuklarini kaybededen ailelerimize hic bir yardim yapilmamistir.

    Asker oldugu icon, herkeze yards ettikten sonra, yakin bir koyden arkadasi ile denize atlayip yuzmeye baslamislardir. Bir sure sonra konusmalari durmustur. Arkadasi sag kurtrilmistir. Sehit amcamin naasi bulunamamistir.

    Allah butun Refah sehitlerine fatiha eylesin.

  10. Murat Kitapçı yorum tarihi 13 Kasım, 2017 01:05

    Merhabalar
    O yıllarda İskenderiye’de görev yapan deniz subayı Edip Şahsuvaroğlu nun anılarını anlattığı” Adamlı Torpidolar”kitabında .Ondina denizaltısının bulunduğu koordinatlarla batan Refah gemisiyle uyuşmadığını belirtmektedir.
    Ayrıca Mersin ve İskenderun’da görev yapan İtalyan askeri ateşesi Luigi Ferraro 1943 de göreve gelmiştir.Olayla arasında iki yıl fark var.Luigi Ferraro (1914-2006) ‘un İtaliano’ kitabında Mersin ve İskenderun limanlarında yaptığı sabotajlarından da bahsettiği bu kitabında sadece krom cevheri yüklü gemilere sabotaj yaptığını bunun nedeni olarak da İngilizlerin silah çeliği için krom ihtiyaçlarını temin ettikleri bu cevherin yerine ulaşmasını önlemek olduğunu belirtmiştir.
    Bir kaç yıl önce görüştüğüm oğlu Paolo Ferraro babasının Refah gemisiyle alakası olmadığını söyledi zira olayın babasının Türkiye de bulunmadığı yıllarda olduğunu belirtti.
    Benim bildiğim araştırdığım bu konudaki sonucum; Fransız denizaltısının bunu yaptığı sonradan ortaya çıktığıdır
    Tüm şehitlerimize Allah rahmet ve yakınlarına başsağlığı dilerim.

Yorum yap