462) ŞARK MESELESİ

Yayin Tarihi 27 Mayıs, 2010 
Kategori ERMENİ SORUNU, TÜRK DÜNYASI

ŞARK MESELESİ

image00119.jpg

“Şark Meselesi” tabiri siyaset adamları ve tarihçiler tarafından bu güne kadar çeşitli şekillerde kullanılmıştır. Terimin ilk defa 1815 Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tarafından kullanıldığını biliyoruz.

Fransız tarihçisi E. Drialut, “Şark Meselesi”ni “İslam- Hıristiyan mücadelesi” olarak yorumlarken bir başka Fransız tarihçisi Albert Sorel “Türkler, Avrupa’ya ayak bastığı günden beri “Şark Meselesi” zuhur etti” diyerek meselenin bir Türk meselesi olduğunu vurgulamaktadır.1

Türkler İslamiyetin hamisi ve İslam aleminin önderi durumuna geçmekle, Avrupa için “Şark Meselesi”, Türk veya Osmanlı meselesi halini almıştır. Durum bu olunca, artık İslamiyetle Türklük aynı anlamı ifade eder olmuştur. Böylece Türk-İslam ve Avrupa-Hıristiyan mücadeleleri “Şark Meselesi”nin temelini teşkil etmiştir.2

“Şark Meselesi”, son iki yüz yıl dünyanın büyük devletlerini meşgul etmiş, “güç dengesi”nin tesisinde en mühim amillerden biri olmuş, entrikalara,  kıskançlıklara ve pazarlıklara sebebiyet vermiştir.

Her Batılı devlet, “güç dengesi “politikasına titizlikle riayet ettiği gibi “Şark Meselesi”ni kendi menfaatine en uygun şekilde halletme yollarını aradı. Bütün Avrupa devletleri, özellikle Çarlık Rusyası, “Şark Meselesi”i ile uğraşmayı dış politikasının esas unsuru haline getirmiştir.

“Şark Meselesi” belirgin hatlarıyla iki önemli safha geçirmiştir.

Bunlardan birincisi “1071-1683 yılları arasındaki “Şark Meselesi”dir. Bu tarihler arasında Avrupa savunmada,Türkler taarruz halindedir. Bu birinci safhada Batı için “Şark Meselesi”;

*Türkleri Anadolu’ya sokmamak

*Türkleri Anadolu’da durdurmak.

*Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek.

*İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek.

*Türkler’in Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişine mani olmak  v.b. politikalar uygulamaktı.

“Şark Meselesi”nin Batılılarca bu hedeflerine rağmen, Türkler Anadolu’ya girmiş, Balkanlar’ı tamamen zapt etmiş ve Viyana kapılarına kadar dayanmıştı. Ancak 1683 tarihinde Türklerin Viyana önlerindeki yenilgisi “Şark Meselesi”nin birinci safhasını da sona erdirmiştir. Gene bu tarihte “Şark Meselesi”nin ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada, Türkler savunmada, Avrupa ise taarruz halindedir.

“Şark Meselesi”ne ikinci aşamada , özellikle  19.y.y.ın ikinci yarısından itibaren emperyalist zihniyet ilave edilmiştir. Ancak, Hıristiyan Batı, hem Haçlı zihniyetini hem de emperyalist zihniyetini gölgeleyebilmek için kendisinin daima hümanist zihniyetle hareket ettiğini propaganda yoluyla dünya kamuoyuna telkin etmeye çalışmıştır.

1920 yıllarına kadar devam eden bu safhada “Şark Meselesi”nin gelişmesi şu şekilde gerçekleşecektir.

*Balkanlar’daki Hıristiyan milletlerin Osmanlı hakimiyetinden kurtarılmaları. Bunun için Hıristiyan toplumları isyana teşvik ederek evvela onların muhtariyetini, sonra istiklallerini temin etmek.

Birinci maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse;

Hıristiyanlar için reform istemek ve onların lehine Bab-ı Ali nezdinde müdahalelerde bulunmak.

*Türkleri Balkanlar’dan tamamen atmak.

*İstanbul’u Türkler’in elinden geri almak.

*Osmanlı Devleti’nin Asya toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan azınlıklar lehine reformlar yaptırmak, muhtariyet elde etmek veya mümkün olursa istiklallerine kavuşturmak.

*Osmanlı hakimiyetinde bulunan Kuzey Afrika’yı koloniyalist maksatlarla işgal ve ilhak etmek. Bunun için koloniyalist ve emperyalist devletlerin kendi aralarında anlaşmaları yeterli görülüyordu.

*Türk olmayan Müslüman toplumları, özellikle Araplar’ı Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmak ve onları devletten koparmak. Bu hedefe varmak için, Arap milliyetçiliğinin tahrik edilerek canlandırılması kafi görülmüştür. Bu hususta emperyalist gayeler ön planda tutulmuştur.3

*Anadolu’yu paylaşmak, Türkleri Anadolu’dan çıkarmak.

Büyük devletler daha 1878 Berlin Antlaşması ile Balkanlar’dan Türkler’i attıklarına veya atmak üzere olduklarına inandıkları için “Şark Meselesi”ni Osmanlı  Devleti’nin Asya topraklarına kaydırmayı başardılar. Nitekim; Berlin Antlaşması’na koydukları 61. Madde ile Anadolu’da Ermeniler lehinde reformlar yapılmasını Bab-ı Ali’ye kabul ettirmişlerdir. Bu durum, Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti kurmak anlamına geliyordu.

Her ne kadar dini, ekonomik , stratejik, kültürel, politik, ideolojik v.b. gibi menfaatleri birbirinden ayırmak mümkün değilse de , Avrupalı büyük devletler zaman, mekan ve diğer şartlara göre bu unsurları ayrı ayrı kullanarak hedeflerine yavaş yavaş ulaşmışlar ve Osmanlı Devleti’ni yıkmışlardır.

Avrupalı emperyalist devletler, Osmanlı tebası olan Hıristiyan azınlıkları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeleri, devletten koparma çabaları  bu defa yeni devletin sınırları içinde, İstiklal Savaşı’nı kazanan evladlarını birbirine düşürmek şeklinde ortaya konulmuştur. Öyle ki, aralarında çeşitli şive farklılıkları görülen Doğu ve Güney Doğu Anadolu’daki bir takım aşiretlerin, Kurmancı ağzı etrafında toplanarak bu bölgede sun’i bir millet olarak ortaya çıkmalarını sağlamak için ilim adamlarıyla, propogandistleriyle, komünizm, Siyonizm gibi ideolojik saldırılarla adeta Türk Devleti’ne savaş ilan etmişlerdir. Bölgede sun’i olarak bir “Kürt” milleti yaratılmak istenmektedir. Halbuki bu gün İran, Irak, Türkiye ve Suriye topraklarında dağınık olarak yaşayan ve kendilerine “Kürt” adı verilen bu unsurlar en azından Türkler’in Oğuz-Türkmen boylarının Anadolu’ya gelmelerinden itibaren bin yılı aşkın bir ortak tarihe kültüre sahip oldukları bilinmektedir.

Bütün bu gerçekler açık-seçik ortada iken T.C. Devleti’nin varlığına bir saldırı niteliğinde olan PKK terör örgütünün desteklenmesi “Şark Meselesi”nin günümüzdeki yeni bir uygulamasından başka bir şey değildir.

Özellikle Türkiye için “Şark Meselesi” halen fiili olarak mevcut olup, stratejik ve ideolojik görünümüyle varlığını sürdürmektedir. Osmanlı Devleti’nin “Şark Meselesi”nden edindiği acı tecrübelerden ders alarak Türkiye Cumhuriyeti’ni günümüzdeki “Şark Meselesi”nden korumanın ve kurtarmanın mümkün olduğuna inanıyoruz.

Acaba Avrupalılar, Türk Milleti’nden ne istemektedirler? Bu isteğin ne olduğunu anlamanın tek yolu tarihi olayları ilim metodlarıyla tetkik etmektir…

KAYNAKLAR

1 A. Haluk ÇAY:  Her Yönüyle Kürt Dosyası   s:11-12   Turan Kültür Vakfı   Ankara

2. Bayram KODOMAN: Şark Meselesi Işığı Altında Sultan II.Abdülhamit’in Doğu Anadolu Politikası  s:7 Orkun Yayınevi  İstanbul 1983

3. Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi  cilt:12 s.21-22 Çağ Yayınları  İstanbul 1989

Paylaş:

Yorumlar

“462) ŞARK MESELESİ” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. kalehaber yorum tarihi 3 Ocak, 2015 21:42

    Türkiye’nin Şark (doğu) Meselesi (1)

    XIX. yüzyılda politik bir terim olarak ifade edilmeye başlanan “Şark Meselesi”’nin tarihi menşei oldukça eskidir. Şark Meselesi’nin temelinde de hiç kuşkusuz Hıristiyan-Müslüman veya Avrupa- Türk (Osmanlı Devleti) mücadelesi yatmaktadır. Bu terim Avrupa’da ortaya çıktığı dikkate alınırsa, “Şark Meselesi” Hıristiyan- Avrupa’nın haçlı zihniyetiyle üzerine eğildiği ve kendi menfaatlerine uygun bir biçimde halletmeye çalıştığı bir mesele olduğu anlaşılmaktadır.

    Avrupa’yı fazlasıyla meşgul eden “Şark Meselesi”’ni iki bölümde incelemek mümkündür. Birincisi 1071-1683 tarihleri arasındaki “Şark Meselesi”’dir. Bu safhada, Osmanlı güçlüdür, taarruz halindedir ve Avrupa’da savunma halindedir. Yukarıda belirttiğimiz tarihler arasında Avrupa için ‘Şark Meselesi”’nin esasını ve safhalarını şu şekilde özetleyebiliriz.

    1-Türkleri Anadolu’ya sokmamak, 2-Türkleri Anadolu’da durdurmak, 3- Türklerin Rumeli’ye geçişini önlemek, 4-İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek.5- Türklerin Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru ilerleyişini engellemek.

    Şark Meselesi’nin kabul edilen bu hedeflerine rağmen, Türkler önce Anadolu’ya girmiş, Rumeli’ye geçmiş, Balkanlar’ı tamamen zaptetmiş, ve Viyana kapılarına kadar da ilerlemiştir. Fakat 1683 tarihinde Türklerin Viyana’da mağlup olmasıyla “Şark Meselesi”’nin ilk safhası bitmiş ve ikinci safhası başlamıştır. Bu safhada artık roller değişmiş Türkler savunmada Avrupa ise taarruzdadır. 1920’li yıllara kadar devam eden “Şark Meselesi”’nin bu ikinci safhasını da yine maddeler halinde özetleyebiliriz.

    1-Balkanlardaki Hıristiyan milletleri kışkırtarak, Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak. 2-Bu maddede belirtilen hususlar gerçekleşmezse, Hıristiyanlar için reform isteyerek Bab-ı âli’yi sıkıştırmak. 3-Türkler’i Balkanlar’dan tamamen atmak. 4-İstanbul’u Türklerin elinden geri almak. 5-Osmanlı Devleti’ne Asya toprakları üzerinde yaşayan Hıristiyan azınlıklar lehinde reformlar yaptırmak, onlar için muhtariyet elde etmek veya istikballerini sağlamak. 6- Son gaye olarak da Anadolu’yu paylaşmak ve Türkler’i Anadolu’dan çıkarmak.

    Görüldüğü gibi bölücülük meselesi “Şark Meselesi”nin Osmanlı İmparatorluğu’nun Asya toprakları üzerindeki uzantısıdır. Uygulanmak istenen Anadolu’daki Hıristiyanları kurtarma gayelerinin kısaca “Haçlı zihniyetinin” XIX. Yüzyılın son çeyreğinde Doğu Anadolu’da tezahürüdür. Bu bakımdan “Bölücülük” ve “Ermeni Meselesinin” temelinde Avrupa devletlerinin siyasi ve milli tahrikleri yatmaktadır.

    Osmanlı İmparatorluğunda, XIX. yüzyılın ikinci yarısında açıkça ortaya atılan “Şark Meselesi”’nin en önemli sebepleri olarak Avrupa’nın “sömürgecilik” ve “ekonomik emperyalizm” politikalarıdır. Avrupa’nın bu sömürgeci ve Emperyalist politikalarının gelişme sebeplerini de üç başlık halinde toplamak mümkündür. 1.Maddi Sebepler: XIX. yüzyılda Avrupa, dünyanın sanayi, sermaye ve üretim merkezi durumundadır. Avrupa’nın sanayi için hammaddeye, üretimi için pazarlara, sermayesi için emeğin ucuz olduğu, tekniğin ve sanayinin bulunmadığı ülkelere ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaçları Avrupa kıtasında karşılamak imkânsızdı. Bunun içinde Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması ve parçalanması gerekiyordu.

    2-Stratejik Sebepler: Sömürgeleri, pazarları, etki sahalarını korumak ve irtibatı temin için stratejik mevkileri ele geçirmek veya tesir sahası içine almak lazımdı.

    3.Psikolojik Sebepler: Bilindiği gibi Emperyalizm ve Sömürgecilik sadece ekonomik ihtiyaçları gidermez. Aynı zamanda ruhi ihtiyaçları da temin eder. Devletin prestijini artırma, büyük millet ve devlet olma arzularının yanında Avrupalı beyaz insanın diğer ırklardan ve milletlerinden üstün olma hissi ve Hıristiyanlık şuuru emperyalist ve sömürgeci yayılmanın motoru olmuştur.

    Avrupa’nın Emperyalist ve sömürgeci politikalarıyla “Kürt” ve “ Ermeni” meselesi arasındaki münasebete gelince; Avrupa, Osmanlı İmparatorluğu’nda, Amerika, Avustralya, yeni Zelanda nüfus yoluyla ve Afrika kıtasında uyguladığı fiziki, beşeri ve manevi tahribata dayalı gerçek bir sömürge politikası tatbik edememiştir. Çünkü Osmanlı toplumu, siyasi, sosyal müesseseleriyle Avrupa toplumundan daha eski ve tarihi bir yapıya sahipti. Ayrıca Türk-İslam toplumu kendisini Avrupalıdan da üstün görüyordu. Bu yüzden Avrupa, Osmanlı İmparatorluğuna başka yollarla nüfus etmeye çalıştılar. Bunun için “Ticari ve mali anlaşmalar” ve İmparatorluktaki “gayrimüslimler” kullanmayı düşündüler. Bu iki yoldan adım atarak XX. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğunu parçaladılar.1820 yılında Türkiye’de açılan misyoner okullarının da Osmanlı bünyesinde yaşayan gayrimüslim tebaanın ayaklandırılmasında etkili bir rol oynadığını da söyleyebiliriz.

    Ancak imparatorluk enkazı üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Avrupa’nın “Yeni Şark Meselesi” politikasıyla karşılaşmakta gecikmemiştir. “Yeni Şark Meselesi” politikası, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin büyümesinin, güçlenmesinin durdurulması şeklinde özetlenebilir. Takip edilecek politika ise “Ermeni” ve “Kürt” meselesini işleyerek siyasi bir mesele haline getirerek Türkiye’yi içte ve dışta zor durumda bırakmaktır. 200 yıl önce başlayan Batılıların emperyalist çalışmaları 21.yüzyılda da artarak devam etmektedir.
    http://www.kalehaber.net/yazar-531-turkiye‘ninsark(dogu)meselesi(1).html

Yorum yap