43) İncili Çavuş Kimdir?

Yayin Tarihi 22 Mayıs, 2019 
Kategori MİZAH

İNCİLİ ÇAVUŞ KİMDİR?

Tahminen 16. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olduğu ve Kayseri’nin Tomarza ilçesinde doğduğu söylenen İncili Çavuş, Osmanlı dönemindeki Türk mizahının en bilinen ismidir. Asıl adı Mustafa Çavuş olan İncili Çavuş’un lakabını, padişahın kendisine verdiği çavuşluk rütbesiyle beraber kavuğuna taktığı inciden aldığı bilinmektedir. Kimi kaynaklarda ise bıyıklarına inci takıp eğitime çıktığı yazarken (pek bıyığı çıkmadığından dolayı yüz bölgesine taktığı incilerle ilgi çekiyormuş ve padişahın kendisine “İncili” demesi üzerine bu lakabı almış), kimilerinde ise padişahın kavuğuna takılan inciden dolayı lakabının “İncili” olduğu yazmaktadır.

Hazırcevaplılığı, kinayeli fıkraları ve şakalarıyla tanınan İncili Çavuş devlet adamı olarak sarayda görev yapmış ve IV. Murad’ın kendisini elçi olarak İran’a gönderdiği de bilinmektedir. Bağdat işgalinden sonra Osmanlılar tarafına barış yapılmasına önayak olan İncili Çavuş, dış işlerde devlet görevi yaparken Arapça ve Farsça bildiği de kaynaklar arasında yazmaktadır. Yine de yaşadığı yıl aralığıyla beraber hangi padişahın döneminde yaşadığı da bilinmeyen İncili Çavuş, fıkralarında saray ve çevresini sıklıkla anlatırken halka mâl olmuş kişileri de ince eleştirileriyle fıkralaştırmıştır. Sarayla beraber padişahı dahi eleştirmesi insanların İncili Çavuş’u benimsemesine ve düşüncelerini dışa vurmasına yardım ederken, halk İncili Çavuş’u kahramanlaştırmış ve sahiplenmiştir. Bunun nedeni İncili Çavuş’un bürokrat kimliği olurken, iğneleyiciğiyle padişaha bile kafa tutmuştur. Hatta bununla ilgili en bilinen fıkrası da şudur; İncili’nin hazırcevaplılığından sıkılan padişah, bir gün kendisine “öyle bir şey yap ki özrün kabahatinden büyük olsun, yoksa seni asmak zorundayım” der. İncili Çavuş da padişahın eşine taciz manasında dokununca padişah öfkeden deliye döner. İncili Çavuş ise “padişahım ben hanımı sizin anneniz sanmıştım” diyerek asılmaktan kurtulur. İncili Çavuş’un fıkralarının sonunda çarpıcı bir iki cümlelik şakalar onun mizahının özgünlüğü yansıtırken, meddah geleneğinin çıkış noktası olduğu da düşünülmektedir. 19. yüzyılda meddahların en çok anlattığı hikayelerde İncili Çavuş fıkraları bulunurken, meddah topluluk önünde taklit/ canlandırma yapan ve insanlara hikayeler anlatan kimselerdir.

Fransa’ya elçi olarak gönderilen İncili Çavuş yamalı elbiselerle kralla görüşmeye gitmiş ve kral “bana senden başka gönderecek insan bulamadılar mı?” demiştir. İncili Çavuş ise Osmanlılar adamına göre adam gönderirler, beni de sana göndermelerin hikmeti bu olsa demiştir. 

Padişahla kır gezisine çıkan İncili Çavuş’a padişah “bugün hava nasıl olacak, çobanlar bilir gidip sor” demiştir. İncili, çobana sormuş ve çoban eşeğin kuyruğunu havaya kaldırarak “yağmayacak” demiştir. Padişaha yağmayacağını söyledikten kısa bir süre sonra yağmur yağmış ve padişah da ” hani yağmayacaktı” diye çobana çıkışmıştır. Çoban ise “havanın nasıl olacağını bildiren eşeğin kuyruğu ise elbette yağar efendim” demiştir.

Görüldüğü gibi fıkralarının sonunda yaptığı nükteleri ve ince mizah anlayışıyla tanınan İncili Çavuş, 1632 yılında ölmüştür. 1993 yılından beri Kayseri’nin Tomarza ilçesinde İncili Çavuş’u yaşatmak için her yıl Ekim ayında “İncili Çavuş Kültür-Sanat Şenliği” düzenlemektedir.

ÖRT ÜSTÜMÜ DE ÖLEYİM!

İncili Çavuş, her ne kadar epeyce bir servet sahibi ise de biraz hasettir. Bilhassa gereksiz yere para harcamanın kesinlikle aleyhinde olduğu gibi zamanının hastalıklarına hiç itibar etmez. Bunların daima usulüne uygun olarak yapılan tedavisiyle alay ettiğinden hekime verilen parayı da denize atmak gibi kabul eder. İncili Çavuş, bir gün insanlık hâli bu ya, hastalanarak yatağa düşer. Her zaman olduğu gibi yine birtakım kocakarı ilaçlarına başlar. Ama kendisini bu suretle tedavi etmeye çalışmışsa da bu defa hastalık geçmez, devam eder. Çavuş da çaresizlik içinde ne yapacağını bilemez. Her gün ziyaretine gelen birçok dostu hastalığın böyle tedavisiz iyi olmayacağını, bir tabip çağırmanın gerekli olduğunu söyler. Bu konuda ısrar etmişlerse de İncili, bunların isteklerine kesinlikle önem vermez. Bir gün arkadaşlarından birkaçı birleşerek Çavuş’u bir hekime gitmeye zorlamaya karar verirler. Bu kararı uygulamak için de bir doktor alarak hastanın yanına gelirler. Misafirler, hastanın yanına gelip aralarında verdikleri kararı kesin bir dille İncili’ye bildirdikten sonra getirdikleri doktoru göstererek:

– İşte sizi tedavi etmesi için seçtiğimiz hekim bu kişidir. İstanbul’un en iyi tanınan doktorlarından olan bu zat sizi tedavi ederek hastalığınızı iyileştirecektir, derler. İncili, kendisinin böyle bir tedaviye ihtiyacı olmadığını, hastalalığının önemsiz olduğunu ileri sürerek itiraz ederse de arkadaşları:

– Hayır! Hayır!… Her hâlde tedaviye muhtaçsınız. Biz buna kesin karar verdik, cevabını verip ısrar ettiklerinde, İncili’nin:

– Ben gereksiz yere fazla fazla masraf istemem, diyerek doktor getirmelerinin gereksiz olduğunu söylemesi üzerine misafirler:

– Bu tabip memleketin en kanaatkâr zatıdır. Sizi fazla bir masrafa da sokmaz! Mutlaka kendinizi tedavi ettirmelisiniz. Yoksa biz hepimiz sizinle alakamızı keseriz, demelerinden dolayı İncili Çavuş; ister istemez razı olmaya mecbur kalmış ve hekime:

– Mademki efendiler böyle istiyorlar, beni güzelce bir muayene ediniz, der.

Doktor, hastayı enine boyuna muayene ettikten sonra ilaç yazma sırası gelince; İncili: – Efendi, şimdi ilaç yazmak için acele etmeyiniz. Önce size bir şey soracağım, ona cevap veriniz.

– Sorunuz efendim!

– Şimdi beni güzelce muayene ettiniz. Tabii hastalığı da teşhis ettiniz. Sonuç olarak benim iyileşmem için ne kadar masraf gerekir? Bir kere bunu belirleyiniz.

 – Ben size karşı kanaatkâr bulunacağım için alacağım ücret pek uygun olacaktır. Geriye kalır ilaç parası!…

– Hayır efendim, ben öyle istemem. Sizin ücretiniz, ilaç parası vesaire olmak üzere toplam ne kadar masraf olacağını güzelce hesaplayarak kesin bir miktar belirleyiniz! Ne fazla ne eksik!…

Tabip, İncili Çavuş’un cimri huylu olduğunu bildiği için uygun bir hesapla, hatta biraz noksan olarak bir hesap yaptıktan sonra:

– Efendim; benim ücretim, ilaç bedeli vesaire dahil olmak üzere tamamıyla iyileşmenize kadar gerekecek masraf dört yüz akçedir. Ben bu miktarla sizi tedavi eder ve ayağa kaldırırım!

– Peki efendim, şimdi siz burada dinleniniz! Hizmetçiye hitaben: “Ahmet, sen gidip bizim mahalle imamını buraya çağır! şimdi gelsin. Bir müddet sonra imam efendi gelir. Hastanın yanına girip hâl hatır sorduktan sonra:

– Ağa hazretleri, beni ne için çağırttınız?

– İmam efendi, şöyle yanıma otur! Size bir şey soracağım; güzelce hesap ederek cevap ver:

“Şimdi ben vefat edersem, cenazem kaç kuruş masrafla kaldırılabilir?”

– Efendim kefaret için…

– Hayır imam efendi, kefaret, sadaka filan lazım değil. Yalnız cenazeyi kabre nakil, kefen, mezar masrafı!…

– Bu o kadar mühim bir şey değildir. İyice bir kefen…

– Hayır efendim, en ucuz ve adisi.

– Pekâla! Kefen için yirmi beş; kabir için de kırk; nakli için otuz; sabun, odun vesaire için de yirmi iki toplam yüz on beş akçe gider.

– Şimdi anlaşıldı. Cenazeyi kaldırmak için yüz on beş akçe, beni yataktan kaldırıp iyileştirmek için de dört yüz akçe harcamam gerekiyor. Bu hâlde arada iki yüz seksen beş akçe kâr vardır. Ben hekimden ve tedaviden vazgeçtim. İmam efendi, sana zahmet; ama şu yorganı üzerime ört de öleyim, cevabını verir.

Kaynak: İKİ OSMANLI NÜKTEDANININ (BEKRİ MUSTAFA-İNCİLİ ÇAVUŞ) FIKRALARI ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR ARAŞTIRMA DOKTORA TEZİ

Danışman Prof. Dr. Ali Berat ALPTEKİN

Hazırlayan Rukiye AKÇAR Konya – 2010

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap