411) Uygurlarda Bilim ve Düşünce

Yayin Tarihi 25 Aralık, 2020 
Kategori KÜLTÜREL, TÜRK DÜNYASI

Uygurlarda Bilim ve Düşünce

Orta Asya’da devlet kurmuş belli başlı kavimlerden birisi de Uygurlardı. Büyük Hun Devleti’nin kuruluşundan itibaren Orhon ve Selenga nehri kıyılarından Aral Gölü kenarlarına kadar yayılan ve zaman zaman değişik adlarla anılan bir Türk kavmine rastlıyoruz: Kendilerine ‘Dokuz Oğuz’ veya ‘Dokuz Boy’ adını veren ve daha sonra, kendilerini Göktürklerden ayıran bu grup, Uygur Devleti’ni kurmuştur. Zaman içinde yaşadıkları yerden memnun olmayan Uygurlar daha güneye gitmişlerdir.

Uygurlar, 744 yılında Orhon Nehri üzerinde, Uygur Devleti’ni kurdular. Uygurlar, orada Çin kültürü ile temasa geçtiler. Ancak, gerek Mani dini gerekse sahip oldukları kültür dolayısıyla, Çin kültürü içinde asimile olmadılar. 762’de resmen Mani dinini kabul ettiler ve bu dinin yayılmasında da öncülük ettiler; çeşitli yerlerde Mani tapınakları kurulmasını sağladılar. Bu din, Çin’de, İran’da ve Suriye’de yayıldı.

Uygurlar kalabalık değildiler, ancak disiplinli ve çok cesurdular. Göçebe bir hayat sürüyorlardı; hayvancılıkla ilgileniyor; koyun ve sığır besliyorlardı. 630’da Göktürk Devleti’nin, Çinliler tarafından yıkılması ile toplanmaya başlayan Uygurlar, devlet idaresini onlardan öğrenmişlerdi. Onlardaki bazı idari yapılanma daha sonra Selçuklular ve Osmanlılarda da etkin olmuştur. Örneğin ‘yurtluk verme’ gibi.

Mani dininin yayılması için çeşitli ülkelere giden Uygurlar, Mani mabetlerinin yapımında bizzat nezaret ettiler. Bu arada çeşitli Türk devletleri arasında arabuluculuk işini de yaptılar; elçilik görevini üstlendiler. Bunun yanı sıra, kültür elçiliği de yaptılar. Örneğin Akkoyunlular ve Osmanlılarda eğitim kurumlarında görev aldılar, hocalık yaptılar.

Uygurlarla ilgili bilgilerimizi, ilk adımda onlardan kalma şehirlerden elde ediyoruz. Uygur şehirlerinden en önemlilerinden birisi Hoça idi. Uygur Kaanları orada yaşıyordu, yani orası baş şehirdi. Şehir yüksek surlarla çevrili idi. Surların yapı malzemesi Çin Seddi gibi, sıkıştırılmış çamur gibi bir maddeden yapılmıştı. Şehir planı son derecede düzenli idi. Yolların kesişim noktasında saray bulunuyordu. Saray kesme taştan yapılmıştı ki, bir anlamda bu mimari şekli, onların Sasani etkisinde olduğunu akla getirmektedir. Aynı zamanda, şehirde Hint mimarisinin etkisini simgeleyen, kubbeli, stupa şeklinde binalar da vardı. Şehirde yer yer Roma mimarisi etkisini anımsatan izler de vardı. Ancak genelde şehir, harap olduğu için, daha kesin hükümler vermek mümkün değildir. Şehirde bulunduğu bilinen zengin kütüphane ve mabetler yağmalanıp, harap edilmiştir.

Uygurlarla ilgili diğer buluntularda da onların yapı malzemesi olarak daha çok taş kullandığı görülür. Bu özellik yapı sanatında, daha sonra Büyük Selçuklu Devleti ve Anadolu Selçuklularında da en belirgin özelliklerden biri olmuştur.

Taşın yanı sıra, zaman zaman topraktan yapılan kerpiç de yapı malzemesi olarak kullanılmıştır. Isık Göl civarındaki buluntular çamuru yapı malzemesi olarak kullandıklarını göstermektedir. Uygurların bu evleri, ayrıca badanaladıkları belirlenmektedir.

Uygurlarda yapı sanatında en belirgin özellik, İskender’in Hindistan seferinden sonra Asya’ya gelen Yunan etkisi ve Budizm’in karışımından meydana gelen GrekoBudist özellikler taşıyan bir mimari özelliği gösterir. Daha sonra İran sanatının etkisi hakim olmuş ve bunu kendilerinin bütün bunların karışımı ve özümsenmesinden oluşan bir sanat izlemiştir. Beşbalık ve Turfan bölgesine Uygurların gelmesiyle birlikte Mani mabetleri yapılmaya başlanmıştır ki, tarih artık 840’lı yılları göstermektedir. Bu dönemden sonra, Uygurlar gittikleri bölgelere, kendi sanat ve kültür anlayışlarını da taşımışlardır. Bu tarihlendirmeye dayalı olarak gerçek Uygur sanatının oluşum tarihini IX. yüzyıl olarak belirleyebiliriz.

Türklerin bilimsel çalışmaları ile ilgili olarak, yukarıda kısaca ele alınan arkeolojik bazı bilgiler dışında çok fazla bilgimiz olduğunu söylemek zordur. Mevcut bazı bilgileri de daha çok Çin kaynaklarında bulabiliyoruz. Türklerin yakın komşuları Çin’den etkilendikleri ve bazı yönleriyle onların bilgilerinden yararlandıkları belirlenmektedir.

İslamiyet öncesinde Türklerle diğer uygarlıklar arasındaki etkileşimde ve bilgi akışında önemli rol oynayanlardan biri de ‘İpek Yolu’dur. M.Ö. V. yüzyıldan itibaren Çin kaynaklarında ipekten söz edilmektedir. ShuChi ya da Tarih Kitabı diye Konfiçyüs tarafından derlenmiş olan kitapta ‘İmparator Yü’nün vergisi’ adı altında bir vergi kalemi görülmektedir. Bu dönemde ipek üreten 6 vilayet bulunmaktaydı ve bunlardan bu ad altında devlet vergi tahsil etmekteydi. Erken dönemlerde daha çok Çin sarayının ihtiyacı için üretilmiş olan ipek daha sonra imparatorluğun parçalanması ve sayıca artan idarecilerin isteği ile ipek üretimi gittikçe arttı. Örneğin İmparator FuHsi ipek tellerden oluşan bir müzik aleti yapmıştı.

İpek talebinin artması ipek yapımında belli teknikleri geliştirdi, ancak Çin bu konudaki teknik bilgiyi daima gizli tuttu. Kuzey komşuları Hunlarla ittifak yapmak için yaklaşık 100 kişilik bir grup, Batı’ya gittiler çeşitli zorluklara rağmen geri dönmeyi başardılar ve döndüklerinde oralarda yaşayan insanlar hakkında çok şey öğrenmişlerdi. Bu bilgiler arasında ticaret yolları hakkındaki bilgiler de vardı. Kansu vilayeti tarafından Çin’den sürekli olarak kıymetli mallar geliyordu. Bunlar arasında, sadece ipek yoktu, çeşitli baharat ve silah da bu yolla doğudan batıya gidiyordu. Ticaret yolu Batı Shensi ve Kansu’dan geçerek Doğu Türkistan’a gidiyordu. Bu yolu sadece tüccarlar değil, bütün seyahat edenler kullanıyordu; bir başka ifade ile, bu yol kervan yolu idi. Bu yolun kontrolü Hunların elinde idi. Çinliler yolun ne kadar emin olduğunu anlayabilmek ve nelerin Batı’ya gittiğini öğrenebilmek için muhtelif gruplar gönderdiler ve bu araştırma sonucunda, ipek başta olmak üzere, birçok ürünün gidişini Belh’e kadar izlediler (M.Ö. II. yüzyıl).

Konuyla ilgili olarak çeşitli Batılı kaynaklarda da bilgi vardır. Örneğin, meşhur doğa bilimci Pliny ipeği bir nevi pamuk olarak betimliyordu. Ayrıca ilginç bir şekilde bunları pazarlayanların Çinliler olmadığını, bunların o civardan gelen mavi gözlü, kızıl saçlı Sereler olduğunu söylemektedir ki, bu tanım, bu kavmin Türkler olabileceğini aklımıza getirmektedir.4

Ticaret her ne kadar deniz yoluyla da yapılıyorsa da, Çinlilerin kara yolunu tercih ettiği görülmektedir. Ancak her iki yolun da tüccarlar tarafından kullanıldığı görülmektedir. Mezopotamyalıların ürettikleri camla ipek takas edilmiştir. M.S. II. yüzyılda, bu yoldan Roma etkisi Orta Asya’ya ulaşmıştır. Ancak M.S. III. yüzyılda bu yoldan ticaretin eskisi kadar yoğun olmadığı görüldü. Burada, güzergahın Batı Avrupa, Kuzey Afrika, Hindistan üzerinden Orta Asya’ya doğru giden yoldan seyrettiği ve bu yolla, sadece ipek değil, yün, mücevherat, baharat, kozmetik, parfüm gibi başka ürünlerin de taşındığı belirlenmektedir.

Genel kanaat tüccarların yanı sıra, aynı yolu kullanan seyyah ve Budist rahipler çeşitli etkileri bu yolla ülkeden ülkeye taşımış olduklarıdır. Ayrıca, Batı’nın etkisi de, aynı yolla Orta Asya’ya ulaşmıştır.

Simya ile ilgili bilgiler bunlar arasındadır. Örneğin taşın üzerine sürülen semender yağı, Ay gibi parlak bu taşın çok parlak görünmesini sağlamaktaydı. Romalılar buna şaşırıyordu. Yine suyla temas etse bile etkilenmeyen kağıt da Batılıları şaşırtan başka bir doğu buluşu idi.

İpek Yolu, bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi, sadece ticari olarak nitelendirilmemelidir. Bu yol üzerindeki merkezler çeşitli ürünlerin takasında ya da alış verişinde önemli rol oynamasının yanı sıra, değişik insanların aynı yerde bir araya gelmesi, o yerlerde bir nevi kültür merkezlerinin oluşmasını sağlamıştır. Bunlar arasında Taşkent, Semerkant, Belh ve Merv başta gelir. Bu şehirlerin daha sonra sadece ticari bir merkez olmaktan çıkıp, aynı zamanda kültür merkezleri olarak da görev yaptığı belirlenmektedir. Bir başka ifade ile ticarette etkin olan bu şehirler, daha sonraki yüzyıllarda eğitim ve öğretim ve de bilimsel çalışmalar için önemli merkezler haline gelmişlerdir. Örneğin, Belh ve Merv İslamiyet’in bilimsel faaliyetinin şekillendiği sekiz ve dokuzuncu yüzyıllarda, Doğu’daki mevcut bilimsel düşüncenin deyim yerinde ise, adeta bir giriş kapısı görevini görmüşlerdir. Bu şehirlerden giden bilim adamları ve düşünürler, İslam dünyasındaki bilimsel faaliyetin temellerinin oluşmasında etkin olmuşlardır. Türk kökenli olduğu bilinen Bermek Ailesi bu etkiyi taşıyanlardandır. Onlar İslam dünyasında, sadece idari olarak önemli görevler üstlenmemişler, aynı zamanda, bilim patronluğu da yapmışlardır.

İpek Yolu uzun yüzyıllar kullanıldı, ancak on ikinci yüzyıldan sonra, Batı ile münasebetlerin farklı bir boyuta taşınmasıyla yeni devre girildi. Yeni oluşan limanlardan ticaret devam etti.

Orta Asya’da Çin kültüründen en çok etkilenenlerden birisi Soğdlardı. Onlar çok iyi kalite cam yapmasını biliyorlardı. Bu ürünlerini Çin’e satmışlar ve onlardan ham ipek almışlardır. Soğdlar, dokumak için pamuk kullanıyorlardı. Bazılarına göre, dokuma tekniğini Çinlilerden öğrenme ihtimal dahilindedir. Ayrıca onlar tahtadan çeşitli aletler yapmasını biliyorlar ve oymacılık sanatında bir hayli başarılı idiler.5

Türklerin İslamiyet öncesi kullandıkları ilk alfabe olarak, Göktürk alfabesi kabul edilmektedir. Her ne kadar bu alfabenin kullanılışı M.Ö. IV olarak tarihlendirilmişse de, çok daha erken tarihe gittiği belirlenmektedir. Bu yazı ile yazılmış belgeler arasında Yenisey Irmağı boyunca bulunan yazıtlar vardır. Ayrıca, Orhon Kitabeleri de yine bu yazı ile yazılmıştır. Türkolog Vilhelm Thomsen tarafından 1893’te bu yazı çözülmüştür. Bu yazıtlar Bilge ve Kültigin Kaan tarafından diktirilmiştir.

Göktürk alfabesinde 38 harf ya da işaret vardır. Bunlardan dördü sesli ve otuzu sessiz harf olup, dördü hece işaretidir. Bu yazı sadece kitabelerde kullanılmamıştır; Doğu Türkistan’da bulunan muhtelif yazma eserlerin de bu yazı ile kaleme alındığı bilinmektedir. 759-760’ta dikilen SineUsu yazıtı ile Taryat yazıtında da yine bu alfabe kullanılmıştır. Bu yazıyı bazı değişikliklerle Bulgarlar, Hazarlar ve Peçenekler de kullanmışlardır.

Türklerin kullandıkları bir başka alfabe Uygur alfabesidir. Uygur alfabesinde yaklaşık 18 işaret vardır ve bunlardan üçü sesli harftir. Uygur alfabesinin de kesin olarak ne zaman kullanılmaya başlandığı bilinmemektedir. Elimizdeki en eski Uygurca yazılmış metinler IX. yüzyıla aittir. Bu yazı Timur İmparatorluğu ve devamında kurulan devletlerde de kullanılmıştır. Örneğin Ebu Said Mirza’nın Uzun Hasan’a göndermiş olduğu bitik (mektup) Uygurcadır.6

Bu alfabelerin yanı sıra, Türklerin Hintlilerin etkisi ile, Sanskrit dilinin alfabesini ve Mani alfabesini7 de kullandıklarını biliyoruz.

Ayrıca Uygurlar döneminde matbaayı bildikleri belirlenmektedir. Onlar tahtadan yaptıkları kalıpları kullanmak suretiyle baskı yapıyorlardı. Tuenhuang mağarasında bulunan müteharrik tahta harfler, Uygurların matbaacılıktaki becerisini göstermektedir. Genellikle kağıt yapımında, yukarıda da ifade edilmiş olduğu gibi, pamuk kullanılmıştır.8

Ayrıca Uygurların, mabetlerinde kütüphane bulunduğu ve buradaki eserlerin daha çok dini ağırlık taşıdığı bilinmektedir.

Türklerde matematikle ilgili olarak bazı bilgilere rastlamaktayız. Erken tarihlerden itibaren on tabanlı (desimal) sistemi kullanmış olan Türklerin, erken tarihli olarak çubuk rakamları kullandıkları bilinmektedir. Onların Hunlar zamanında hâlâ çubuk rakamları kullandıklarını söyleyebiliyoruz. Ayrıca, bu sistemle çeşitli aritmetik işlemlerini de yapmakta idiler. Bu sistem aditif prensiplere dayalı olarak işlemekteydi. Bu prensibe göre temelde kullanılan ilimler toplama çıkarma idi; çarpma ve bölme işlemleri, toplama ve çıkarmaya indirgenmek suretiyle yapılmaktaydı.

Tam sayılarla yapılan işlemlerin yanı sıra, kesirli işlemlerin de mevcut olduğunu görmekteyiz. Bu matematik işlemler daha çok basit işlemler şeklindedir. Burada daha çok paydası 1 olan kesirler öncelikli olarak kullanılmıştır.

Türklerde zaman içinde bazı ağırlık, uzunluk ve para birimlerinin şekillendiğini görmekteyiz. Bazı ölçüleri öğrendiğimiz metinlerden biri de hukuk metinleridir. Bir hukuk metninde şöyle denmektedir: ‘Terbiş veya Derviş adlı bir kişiye para lazım olduğunda babasından miras kalan ve üzerinde 16 işçinin çalıştığı bir üzüm bağının 100 yastuk Çao’ya ‘il Yangıç’a yahut elYangıç’a (mahalli yasalara uygun olarak) satmaktadır. Terpiş, büyük ve küçük kardeşleri, yeğeni ve dayısı satışa itiraz etmeyeceklerdir. Şayet itiraz edecek olursa, ‘Büyük Ordu’ya bir altın yastuk, ‘iç Hazine’ye bir gümüş yastuk, beglerin her birine ceza olarak bir binek atı verecektir.’9

Bu metinden de anlaşıldığı gibi, Uygurlar Dönemi’nde bazı ölçüler çoktan teşekkül etmişti. Buradaki yastuk denen ölçek, Çin ölçülerine göre 50 liang idi veya 1 T’ing idi. Altın genellikle altın ile birlikte kullanılıyordu. Liang’ın tam olarak ne kadar olduğu bilinmemektedir. Çao ise, Yüan sülalesi zamanında kullanılan bir para birimi idi. Yine bu alıntıdan altın ve gümüşün para olarak kullanıldığını görmekteyiz.

Bazı Uygur Devri’nden kalma satışla ilgili bazı meselelerin kaydedilmiş olduğu vesikalardan onların ağırlık ölçü birimlerini öğrenmekteyiz. Örneğin pamuk satışı, veya bez satışı gibi vesikalardan uzunluk ve ağırlık birimleriyle ilgili fikir edinebiliyoruz.

Pamuk satışı ile ilgili bir vesika şöyledir:

Takıku yıl ikindi ay on yangıka
Manga bay temürke kebez tariku
Yir kergek bolup temiçining
Po suwtakı uduru borlukın on
Tang kebezni küz yangıda başı taşı birle birür men bu
Borluknıng negü kim salkı sekidi
Bolsar men temiçi bilür men bay
Temür bilmez tanuk nom kuli
Tanuk bolon bu nişan men temiçi
ning ol men temiçi ök bitidim.

Bugünkü Türkçe ile bu metni şöyle verebiliriz:
Tavuk yılı, ikinci ay, onuncu gününde
Bana Bay Temür’e pamuk tarlası (için)
Yer lazım olduğundan Temici’nin
Po nehrinin diğer tarafındaki
Bahçesini On tang pamuk karşılığında kiraladım.
Bu on tang pamuğu sonbaharda
Her şeyi ile vereceğim. Bu
Bahçede (yapılacak) herhangi bir iş olursa
Ben Temici bileceğim yapacağım. Bay Temür Bilmiz yapmaz
Şahit Nom Kulı Şahit Bolon. Bu imza ben Temici’nindir. Ben Temici’nindir.

Ben Temici doğru olarak bildim (yazdım).10

Bunlara ilave olarak susam (künid), Üur (darı), kepez (pamuk), bor (şarap), tariğ (hububat), böz (pamuklu kumaş), kümüş (gümüş), Koçırda kidiz (koyun keçesi), buğday alımları ile ilgili belgelerden de aynı konularda bilgi edinmek mümkün olmaktadır.11

Prof. Dr. Esin KAHYA

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi

NOT: Makalenin tamamına bu linkten ulaşılabilir:

http://www.larendem.com/turk-tarihi/eski-turklerde-bilim.html

Eski Türklerde Bilim - Türktoyu - Türk Dünyasını Keşfet

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap