374) Türk’ün Yaşamında Keçinin Önemi

Yayin Tarihi 8 Ocak, 2019 
Kategori KÜLTÜREL

TÜRK’ÜN YAŞAMINDA KEÇİNİN ÖNEMİ

Dağlar; en zor yaşam şartlarının olduğu, ve zor yaşam şartlarında; dağlarda hayatın var olabileceğinin belgesidir…
Dağların, en zor şatlarda varlığını korumak isteyenlerin barınma yeri olduğu bilinmektedir.  İnsan yaşamının kolay olduğu yerler, Güçlü toplumların hakimiyetinde olan yerlerdir. Dağlar ise koruyucudur.

Türkolog Prof. Dr. Cengiz Alyılmaz, Asya’da yaptığı araştırma ve incelemeler neticesinde “Dağ Keçisi” tamgası hakkında şunları söylemektedir:

 “Dağ keçisi/teke damgası, Türk dünyasının en eski ve ortak damgalarından biridir. Bu damga, yüceliği, erişilmez yerlere erişilebilirliği, bağımsızlığı, özgürlüğü, kararlılığı, asaleti ve cesareti sembolize eden bir damgadır. Tanrı‟nın yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanılan kağanı simgeler. Bu sebeple Doğu Türkistan‟daki, Moğolistan‟daki, Tuva‟daki, Saka Eli‟ndeki, Hakasya‟daki, Kazakistan‟daki, Kırgızistan‟daki Saka, Hun, Avar, Köktürk, Uygur, Kırgız… dönemlerine ait kurganlarda, mezarlarda, dikili taşlarda, yazıtlarda, kayalarda, heykellerde, taşbabalarda kağanı temsilen veya kağana bağlılığı belirtmek için dağ keçisi damgasına/teke damgaya yer verilmiştir.

Köl Tigin, Bilge Kağan, Çoyr, Karabalgasun, Deel-Uuul, Hotuuv-Us yazıtlarında; Koçho Tsaydam, Şivet-Ulaan, Töv Aymag, Bayan Ölgey ve Gobi Çölü‟ndeki pekçok insan ve hayvan heykellerinde, taşbabalarda bulunan dağ keçisi/teke damgası, bu damganın eski Türk anıt ve yazıtlarında kağanı temsilen kullanılan ortak bir damga olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Türk milletinin var olduğu, ulaştığı her yerde dağ keçisi damgasının izine rastlamak mümkündür. Bu damgayı, bu damganın yansıttığı, taşıdığı kültürü inkâr etmek: önce Köktürk ve Uygur dönemlerinin Avar, Hun ve Saka dönemleriyle ilgilerini; sonra da Altaylar’dan Kafkaslar’a, Kafkaslar’dan Anadolu’ya; Anadolu’dan da Avrupa’nın içlerine kadar uzanan Türk kültürü ve medeniyet zincirini/varlığını göz ardı etmek anlamına gelir. Hem bu damganın varlığını inkâr etmek, Türk kültür ve medeniyetine zarardan başka bir şey de getirmez. Zira damgalar, yaşayışın ve inanışın kristalize olmuş şekilleridir. Ait oldukları milletlerin kültür ve medeniyetini geçmişten hâle. hâlden istikbâle taşırlar. Dağ keçisinin (dolayısıyla bu damganın) Türk mitolojisinde, Türk yaşayış ve inanışında/Türk kültür ve medeniyetinde apayrı bir yeri ve önemi vardır.”

KAYNAK: Cengiz Alyılmaz, Orkun Dergisi, Sayı 37, Mart 2001

Türk Ulusu, Asya’dan Tuna boylarına kadar tüm Türklük Coğrafyasında zirveleri sevmiştir.

Zirvelerde bulunmak dengeli, güçlü ve inatla, sabırlı olmayı gerektirir.

Asya’da atalarımız dağ keçilerini önemsemiş ve bunları evcilleştirmiştir. Sütünden, etinden ve kıllarından yararlanmıştır. Keçi motiflerini el sanatlarında ve edebiyatında yaşatmıştır.

 

Türk boyları, Türkeli’nden Batı’ya doğru göç ettiğinde yanlarında her şeyinden yararlandıkları keçiyi de getirmişlerdir. Bu keçi, yünü çok kıymetli olan tiftik keçisidir.

Anadolu’da Türkmenler tiftik keçisi yetiştiriciliği ile Osmanlı Devleti’ne ekonomik olarak çok büyük destek sağlamıştır.

Ankara ve çevresinde halk tiftikten ipek gibi kumaşlar dokuyordu. Türklerin dokuduğu tiftik kumaşının ünü Ankara’dan tüm dünyaya yayılmış ve tiftik keçisi Avrupa’da Ankara Keçisi (Angora Goat) adıyla anılmaya başlamıştır.

Avrupa’da kalitesi yüksek olan Türk kumaşları, kilimleri ve halıları büyük rağbet görüyordu. Tiftikten dokunan kumaşlar ise aranır hale gelmiş ve Osmanlı Devletinden sürekli tiftik ürünleri talep ediliyordu…

Artık Osmanlı Devletinin Avrupa’ya ihracat ürününün bel kemiğini tiftik keçisi oluşturuyordu.

Tiftik keçisinin ünü o kadar çok yükselmişti ki, devletler arası protokola bile girmişti. 1554 yılında Kanuni Sultan Süleyman Vatikan’a bir çift Ankara keçisi hediye etmiştir.

Başta İngiltere ve Hollanda olmak üzere Avrupa’ya ve Arap ülkelerine satılan Osmanlı tiftik kumaşına Avrupa’da öyle büyük bir talep vardı ki, gün geldi Anadolu tiftik kumaşı üretimi, Avrupa’nın kumaş talebini karşılayamaz hale geldi.

Avrupa; “bize işlenmiş tiftik kumaşı satmak yerine işlenmemiş ham tiftik yünü verin, biz kendimiz dokuyalım ya da bize damızlık Ankara Keçileri satın,” diyordu.

Osmanlı’nın Dünyadaki Ankara tiftik keçisi ve tiftik kumaşı tekelini kırmaya yönelik bu çabalar karşısında Sultanlar, işlenmemiş ham tiftik dışsatımına yasak koymuşlardı:

Avrupa’ya yalnızca işlenmiş tiftik ürünleri, tiftik kumaşları satılacak; damızlık Ankara keçisi ve ham tiftik yünü kesinlikle yabancılara satılmayacaktı.

Kalitesiyle rekabet edemediği Osmanlı tiftik kumaşı, Avrupa’lı kumaş üreticilerinin en büyük sorunu olmuş, Avrupalılar Osmanlı topraklarından damızlık Ankara Keçisi kaçırma girişimlerine başlamışlardı.

Osmanlı Dünya’nın en pahalı tiftik kumaşı tekelini kıskançlıkla koruyor, yabancıya işlenmemiş, hammadde ve damızlık keçi satmamakta direniyordu. İngilizler Osmanlı tiftik tekelini kırmak için gizlice kaçırmayı planladıkları damızlık Ankara keçilerinin dünyada uyum sağlayabileceği iklimi araştırmış ve bu keçilerin Ankara’dan başka Güney Afrika’da ve Avustralya’da yaşayabileceklerini saptamışlardı.

1830’larda içinde 12 teke (erkek keçi) ve 1 anaç (dişi keçi) de bulunan bir kafile başka bir kıtaya, Afrika’ya varmak için açık denizlere yelken açmış, ancak bu 12 tekenin yolculuktan önce Osmanlılar tarafından kısırlaştırılmış olduklarının farkına varılamamıştı. Osmanlı çok kötü alay etmişti İngiliz damızlık avcılarıyla.

Ancak 18. Yüzyılın sonları 19. Yüzyılın başlarında Avrupa’da sanayi devrimin başlamasıyla buhar gücü ile çalışan iş makinaları kol gücünün yerine girmiş olmasından dolayı üretim hızla artmış. İngiliz malı ucuz fabrika işi kumaşlar ülkelerin gümrük duvarlarına yığılarak yerli el üretimlerini tehdit etmeye başlamıştır. Bu gelişme Osmanlı Devletini derinden sarsarak ihracatta azalma başlamıştır.

İngilizler, sömürgeleri olan Hindistan’da Hintli dokumacıların ellerini, parmaklarını keserek el işi ip eğirme ve kumaş üretimine son vermiş, Hindistan’ın yerli dokumacılığını kanla, şiddetle yok etmiş ve İngiliz malı fabrika işi kumaşlarına Asya’da pazar açmışlardır.

“Bulunmaz Hint Kumaşı” sözü de, üretim yapamaz duruma düşen Hindistan’ın yaşadığı felaket üzerine söylenmiştir.

OSMANLI DOKUMACILIĞININ SONU

1800’lerin başında yerli iplik ve kumaş üretimi tıpkı Hindistan’da olduğu gibi vahşi İngilizlerin fabrika ürünleri tarafından tehdit edilirken, bir de 1789 Fransız devrimi’nden kaynaklanan etnik ayrılıkçı akımlarla başı derde giriyordu Osmanlı’nın. 1821’de Yunanlıların Mora’da çıkardıkları ayrılıkçı ayaklanmaya koşut olarak Girit’te de yeni bir ayaklanma başlamış, bu ayaklanmalar 1825 yılında bastırılmış; 1827’de Rus-İngiliz ve Fransız donanmaları, Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi istemiyle, savaş bile ilan etmeden, ani bir baskınla, Navarin’de Türk donanmasına saldırıp 57 Türk gemisini batırarak 8000 askerimizi şehit etmişler.

Ardından 8 Mayıs 1828’de Rusya, Osmanlılara savaş ilan etmiş, savaş sonunda 1830 yılında imzalanan Londra Protokolü ile İngiltere, Rusya ve Fransa’nın koruması altında bağımsız Yunanistan kurulmuş ve ardından Osmanlı’ya sadık olan Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa de çeşitli uyuşmazlıklar nedeniyle Fransızlarla işbirliği yaparak ordusuyla Osmanlı’nın üzerine yürümüş, tüm Mısır, Suriye, Irak ve Anadolu topraklarını ele geçirmiş; İzmit’e dek dayanmıştı.

Osmanlı İmparatorluğu dış kışkırtmalarla örgütlenen iç ayaklanmalarla sarsılmış, yıkılma noktasına gelmişken, 1835’lerde Ankara’ya gelen İngiliz gezgin Hamilton burada tiftik kumaşı üreten 1000 ‘den çok tezgahın bulunduğunu yazıyordu.

Osmanlı’nın ayrılıkçı iç ayaklanmalarla ve Mehmet Ali Paşa İsyanıyla bunaldığı 1837’de , 18 yaşında tahta çıkan İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransızlarla işbirliği yapıp İngiliz mallarının Mısır ve Suriye’da satılmasını yasaklayan Mehmet Ali Paşa’ya karşı Osmanlı Padişahı II.Mahmud’la 1838 Balta Limanı Antlaşması imzalayarak, Osmanlı tahtının Mehmet Ali Paşa eline geçmesini önlemek karşılığında, İngiliz mallarına uygulanan gümrüğü kaldırtmış ve böylece bir yandan Osmanlı pazarını ucuz İngiliz fabrika kumaşlarıyla doldurarak Türk yerli dokuma sanayisini yok etmeye yönelirken, bir yandan da ham tiftik ve damızlık tiftik keçisinin yabancılara satışını önleyen yasakları delmişti.

Osmanlı’nın sanayisini, ticaretini, dirliğini, düzenliğini bir daha hiç düzelmeyecek denli baltalayan 1838 Balta Limanı Antlaşmasından sonra  İngiliz Albay Handerson Ankara’dan seçtiği damızlık tiftik keçilerini Güney Afrika’da özel olarak kurulan İngiliz çiftliklerine götürmüş, çoğaltmış ve böylelikle 1856’ya gelindiğinde İngiltere, Osmanlı’nın 1838’e dek kıskançlıkla koruduğu tiftik kumaşı tekeline son vermişti.

Türkmenler, padişah fermanıyla İngilizlere damızlık tiftik keçisi verilmesine karşı canlarını ortaya koyarak ayaklanırlar.

Osmanlı İngiliz’e damızlık vermeyen Türkmenlerin üzerine ordu gönderir. Üç yıl süren direniş kanla bastırılır ve İngiliz’e istediği damızlık Ankara keçileri verilir.
İngiliz, isyancıların dinmeyen öfkesinden korunmak için tiftik keçilerini siyaha boyayarak kaçırır..

British Angora Goat Society (İngiliz Angora Keçi Topluluğu)

Ankara keçisinin bin yıllık öyküsü gösteriyor ki; Osmanlı, savaş alanlarında askeri ve siyasi yenilgilere uğramadan önce, bilimsel, teknolojik alanda geri kalarak ekonomik-siyasi çöküntüye ve askeri yenilgilere uğratılmış, üretimde buhar gücünden yararlanamayan Osmanlı sanayisi, ucuz yabancı fabrika ürünlerinin karşısına, el yapımı yerli pahalı ürünlerle dikilemediği içindir ki, yerli çıkrıklar durmuş ve 600 yıl Batı’ya ekonomik olarak da üstün olan Osmanlı çökmüştü.

Mustafa Reşid Paşanın faaliyetleri sonucu 1838’de önce İngiltere ve sonraki yıllarda diğer Avrupa devletleriyle imzalanan bu ticari antlaşmalar, esnafı ve tüccarlarımızı uşaklığa, devletimizi de borç bataklığına düşürmekten öte bir işe yaramamıştır. Nitekim antlaşmanın imzalanmasından sonra Avusturya başbakanı; “İşte Osmanlı şimdi bitti!” demiştir.

Hazırlayan: YILMAZ KARAHAN

 

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap