353) BİLGE KAĞAN’DAN, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E-2

Yayin Tarihi 6 Ocak, 2009 
Kategori TÜRK DÜNYASI

TÜRK Devlet Kurucuları Olarak
Bilge Kağan’dan Mustafa Kemal Atatürk’e (2)

image0024.jpg

 

“… ikisinde de eşsiz birer vatan ve millet sevgisi, her ikisinde de o eşsiz kaynaktan aldıkları birer güç vardır.”

4- Toplumdaki Bilinçlenme ve Ortak Ruh


Karşılaştırmasını Yaptığımız Her iki devirde de Türk devlet anlayışındaki geleneksel ortak özelliklerden biri olarak, milletin var olma ve yükselme azim ve iradesinin ifadesi olan “millî şuurun” güçlendiğine şahit oluyoruz. Bilindiği gibi, bir siyasî varlığı oluşturan fertlerin milletine ve devletine olan bağlılığı, bir maddî bağlılıktan ibaret değildir. Bu, aslında millet halindeki toplumların geleceğe doğru yol alan ilerleme ve gelişmelerinde en önemli bir faktör olarak karşımıza çıkan bir ruh bağlılığıdır. Kişilerdeki birbirine ve devlete karşı olan bu bağlılık, sonunda bir toplum şuuruna dönüşerek millî şuuru oluşturmuştur. Milletlerin tarihinde zaman zaman çeşitli etkenler altında millî şuurun körelmeğe yüz tutarak şuur altına geçtiği veya felce uğrama tehlikesiyle karşılaştığı durgunluk devreleri göze çarpar. Bir toplumun böyle bir duruma düşmüş veya düşürülmüş olması, o toplumun her türlü gerileme ve çöküşe doğru yol alabileceğinin belirgin işaretidir.

İşte böyle dönemlerde, bu şuuru canlı tutma gücü bakımından, millete önderlik etme vazifesini yüklenmiş olan şahsiyetlere büyük görevler düşer. Bu konuda İlteriş de Bilge Kağan da gereken başarıyı gösterebilmişlerdir. Bunun ilk belirtisi, Çin boyunduruğu altındaki, yazıtlarda kara kamag diye adlandırılan Türk halkının, isyan duyguları altında söylediğini yukarıya aktarmış olduğumuz sözlerdeki uyanışta ve bunun İlteriş Kağan tarafından çok iyi değerlendirilebilmiş olmasında görülüyor. Atatürk’ün okuduğu yerli ve yabancı kitaplar arasında Köktürk Yazıtları ile ilgili eserler de yer alır.

Öteki kitaplarda olduğu gibi, yazıtların Necip Asım tarafından yayımlanan  metninde de Atatürk tarafından değer verilen bazı ifadelerin altları çizilmiş veya sayfa kenarlarına özel işaretlerle notlar düşülmüştür, Bu kitabın 72. sayfasına düşülen notta “Göçebe kavimlerde millî vicdanın varlığı son derece az  görüldüğü halde, eski Türklerde millî vicdanın teşekkül etmiş olduğuna asla şüphe duyulmayacak derecede bir açıklık olduğu” görüşü yer almıştır.9 Atatürk’ün burada “millî vicdan” deyimi ile ifade ettiği kavram, “toplum şuuru”kavramıdır, kendisi de Millî Mücadele’nin bütün safhalarında olduğu gibi, ondan sonraki devlet icraatın da ve millî kültürle ilgili bütün faaliyetlerinde “toplum şuuru” üzerinde hassasiyetle durmuştur. Toplum şuurundaki canlılık, bunun tabiî bir sonucu olarak “millî birlik ve beraberlik” ilkesini doğurmuştur. Atatürk,

“Ben milletimin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekâmül istidadını bir millî sır gibi vicdanımda taşıyarak, peyderpey bütün heyet-i içtimaiyemize tatbik ettirmek mecburiyetinde idim”10 derken, bu “toplum şuuru”nu kastediyordu.

Topyekûn “Millî Mücadele” diye adlandırdığımız İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasında; askerî siyasî, diplomatik vb. çeşitli etkenler yanında hiç şüphe yok ki toplum şuuru dediğimiz ortak şuurun da Önemli bir yeri vardır. Bu mücadele, aslında Türk milletinin kendi benliğini bulma ve kendi varlığına sahip çıkma mücadelesidir.

Atatürk’e göre

“Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek, insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir.” 11

Temel ilke “kayıtsız şartsız millî hâkimiyete dayanan yeni bir Türk devleti kurmaktır.” Ancak, bu kararın gerçekleştirilebilmesi, Önce toplum ruhunda buna elverişli manevi bir gücün varlığına, sonra da halktaki uyanış ve direnişin yeni bir ideal etrafında yoğunlaştırılarak meşru bir zemine oturtulabilmesine bağlıydı. Atatürk, Türk halkında böyle manevî bir gücün varlığına inanıyordu.

Bu inancını büyük Nutuk’ta, Millî Mücadele’ye başlamak üzere, en büyük gayretlerle elde ettiği rütbe ve nişanları söküp atarak resmî sıfat ve yetkilerinden sıyrılırken,

“Yalnız milletin sevgi ve fedakârlığına güvenerek, onun tükenmez feyiz ve kudret kaynağından ilham ve güç alarak vicdanî görevine devam ettiğini” 12

bildirirken ve daha sonraki yıllarda

“Ben 1919 senesi Mayısı içinde Samsunca çıktığım gün elimde hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım” 13

derken, hep toplumdaki bu ortak güce işaret etmek istemiştir.

Mustafa Kemal, milletten aldığı bu güçle, bir çoban yıldızı 14 veya etrafına ışık saçan deniz fenerleri gibi 15 gidilecek yolu aydınlatmaya, milleti yeni bir devlet kurma ideali etrafında bütünleştirmeye çalışmıştır.

Bu itibarla Millî Mücadele, toplumdaki bilinçlenmeyi “vatan” ve “millet” sevgisine ve “millî irade” kavramına dönüştürerek, Türk toplumuna millet olma şuurunu kazandıran bir mücadeledir. “Millî Mücadele” diye adlandırılmasının sebebi de budur. Mücadelenin bir şahlanışla yol alışı da “Kuva-yı Milliye ruhu” terimi ile karşılanan böyle yeni bir imanla donatılmış ve beslenmiş olmasındandır.

Görülüyor ki, Atatürk’ün Millî Mücadele’yi başarma yolundaki bütün hazırlıklarında ve memleketin uyarılması yolundaki bütün gayretlerinde, aynı zamanda toplum şuurunun harekete geçirilmesi fikri hâkimdir. Dil ve tarihimize vermiş olduğu büyük değerin temelinde, kültür tarihimizin derinliklerine inen bilimsel inceleme ve araştırma gayesi yanında, millî şuuru dinamik ve canlı tutma düşüncesinin de yattığı görülür. 15

“Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir” 16

sözleri de bu durumun açık bir delilidir. Kaldı ki, kendisi söylev ve demeçlerinde milliyet anlayışını:

“Biz esasen millî mevcudiyetin temelini millî şuurda ve millî birlikte görmekteyiz.”

“Bir heyet-i içtimaiyenin beka ve saadeti ancak emelde ve istihsal-i âmâl-de iştirak-ı tam halinde bulunmasına mütevakkıftır” 17

sözleriyle gereken açıklığa da kavuşturmuştur. Onun İstiklâl ve Cumhuriyeti Türk gençliği ne emanet eden hitabesinin son cümlesinde yer alan

“muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”

sözlerindeki “kudret” kelimesiyle de, bizce, millî ruhun ifadesi olan toplum şuurunun gücüne işaret edilmiştir. Atatürk, Türk milletinin millî şuurunu harekete geçirip onu canlı tutmakla yetinmemiş; bunu Türkiye Büyük Millet Meclisinde millî bir iradeye de dönüştürmüştür. Bu bakımdan Millî Mücadele, Türk milleti için bir millî şuur kazanma, geçmişle hesaplaşma ve yeniden dogma mücadelesidir. Aynı zamanda otorite ve meşruiyet kaynağı olarak“saltanat” ve “hilâfet”in yerine millet iradesinin geçirilmesi mücadelesidir. 18

5- Olağanüstü Cesaret:


Bir milletin felâketli dönemlerinde ona önderlik edebilecek güçteki şahsiyetlerde kendini gösteren olağanüstü cesaret unsuru da toplum gücünün müstesna şahsiyetlerde somutlaşan bir tezahürü olmalıdır. Kutluğ’un (İlteriş Kağan) 7 erden 70′e, 70′ten 700′e, 700′den 2000′e yükselen bir savaşçı kadrosu ile yüz binlik ordulara ve koskoca bir imparatorluğa karşı koyacak cesaret ve gücü gösterebilmiş olması, onun millî potansiyeli yönlendirecek üstün kişiliği ile ilgilidir. Vezir Tonyukuk’un, istiklâl savaşına katılmak üzere Kutluk’a iltihakını tasvir eden satırlar, o zaman nasıl bir millî mücadele ruhunun hâkim olduğunu ve önderlik vasfı taşıyanların bundan nasıl yararlanabildiklerini ortaya koyuyor. Bu mücadelede :

image003.gif19


Sözleriyle kağanın askerinin kurda, düşman askerinin koyuna benzetilmiş olması da bu millî ruha tercüman olan cesaretle ilgilidir.

Olağanüstü yetenekleri ile dehanın en iyi örneğini vermiş olan Atatürk’ün de, bütün rütbe ve nişanlarından sıyrıldıktan sonra, milletin tek bir ferdi olarak mücadeleye atılma cesaretini gösterebilmesi ve bir milletin maddî, manevî bütün güçlerini harekete geçiren “Kuva’yı Milliye” ruhu ile, bir yandan dış düşmanlara karşı koyarken, bir yandan da içerideki ihanet çetelerine, iç politikası iflas etmiş ve düşmana boyun eyme politikasının temsilcisi durumuna gelmiş İstanbul Hükûmeti’ne ve saraya karşı mücadele verebilmiş olması, işte yine millî gücün üstün şahsiyetlerde sembolleşmiş ve kristalleşmiş olması ile açıklanabilir.

Köktürk Yazıtları’nda, İlteriş ve Bilge Kağan’ın kendilerini Türk milletine adayarak Ölesiye hizmet etme yolundaki başarılarının daha başka Örneklerini de bulmak mümkündür. Bilge Kağan’ın dağılmış olan milleti toplayıp düzene sokmak ve millî birliği kurmak için sarf ettiği gayret ile ilgili satırlar gerçekten üzerinde durulmaya değer. Kendisinin 19 yıl şad olarak 19 yıl da kağan olarak hüküm sürdüğü devrede kardeşi Köl-Tigin’le birlikte yaptığı harplerin ve kazandığı zaferlerin hikâyesi, onun üstün tarihî şahsiyetini ortaya koyan örneklerdir.

Nutuk’ta da Millî Mücadele, bütün teferruatı ve askerî safhaları ile birlikte ve veciz bir dille anlatılmıştır. Bu durumlarla ilgili daha başka Örnek ler sıralamak da mümkündür.

6- Millete Hitap:


Bilge Kağan ve Atatürk’ün eserlerinde, özellikle belirtilmesi gereken bir hususa işaret etmek istiyoruz. Bu da her iki eserde de millete veya Türk gençliğine hitap eden parça veya bölümlerin yer almış olmasıdır.

Köl-Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında, Bilge Kağan’ın ağzından dile getirilen Köktürk tarihi, açık, anlamlı, kısa ve veciz bir dille hikâye edildikten sonra, yer yer Bilge Kağan’ın milletine seslendiği, ona yol gösterici öğütler verdiği oluyor. Metinler arasına serpiştirilen bu pasajlarda tam bir hitabe Özelliği bulunduğu için, bunları, Bilge Kağandın milletine ve beylerine hitabesi olarak kabul edebiliriz. Bu parçalarda tarihî acı gerçekler dile getirilmiş, düşman entrikası karşısında, milletin gaflete düşüp nasıl sefil olduğu, yapılan savaşlarda kanının su gibi aktığı, kemiklerinin dağlar gibi yığıldığı, kendisinin köleliğe kadar düştüğü şu sözlerle dile getirilmiştir :

image004.gif


Bilge Kağan, bu duygulu seslenişlerden sonra, milleti için son uyarıcı sözleri şu cümlelerde toplamıştır:

image005.gif

Görülüyor ki, tarihî geçmişi bir âbide halinde ve bir ibret levhası olarak milletinin gözü önüne sermiş olan Bilge Kağan, işte yolunuzu buna bakarak çizin demekle, ta tarihin derinliklerinden ve bir bengü taş üzerinden yalnız o günün Türk milletine seslenmemiş; bugünün ve geleceğin nesillerine de seslenmiştir. Bu seslenişle memleketinin ve milletinin varlığını gelecek nesillere devretmiş bulunmaktadır.

Bu olaydan tanı on iki yüzyıl sonra, Türk milletinin bağrından bir Mustafa Kemal çıkmıştır. O, memleketin en karanlık günlerinde milletinin kanayan kalbine merhem olmuş ve onun elinden tutmuş; İlteriş gibi yurdunu düşman istilâsından kurtararak hür bir devlet yaratmıştır. Ancak, şu var ki, Atatürk’le Kutluğ’un yolları bu noktada ayrılmış. Atatürk, o yolun çok daha derinlere uzanan devamında mücadelesini yürüte gelmiştir.

Türk milletinin içinde bulunduğu kötü şartlar, onu yeni ve ağır görevlere doğru itmiştir. Bundan dolayı siyasî ve askerî zaferlerle yetinmemiş; yeni sosyal  düzenlemelerle devlet ve cumhuriyeti sağlam temeller üzerine oturtmağa çalışmıştır, işte bu derin görüş ve bu görüşü besleyen üstün yetenek dolayısıyladır ki, Atatürk, Türk milletinin yaşayışına yeni bir yön verebilmiş; onu 1839 Tanzimat hareketinden beri süregelen yenileşme mücadelesinde kesin hedeflerine ve çağdaş bir medeniyet sistemine kavuşturabilmiştir.

Böylece, sağlam ilkelere dayalı modern bir Türk devleti kurabilmiştir. Onun mille tine bu yönde kazandırmış olduğu değerler ve ekmiş olduğu tohumlar, milletinin geleceğini güvence altına alan verimli ürünleridir. Bu bakımdan Atatürk’ün öteki önderlerden ve devlet kurucularından ayrılan çok istisnaî bir yanı vardır. Bu üstün değerdeki devlet kurucusu, bir gün gelmiş; mille tinin istiklâline kavuşup modern bir devlet oluncaya kadar çektiği çileleri, geçirdiği felâketli devirleri yapılan savaşları, karşılaşılan ihanetleri ve elde edilen başarılı sonuçları gerçek yönü ve belgeleri ile dile getirmek, milletinin gözü önüne gerçek bir tarih tablosu halinde sunmak istemiştir. İşte bu gerekçe ile milletin temsilcileri önünde 36.5 saat süren tarihî nutkunu okumuştur.

Bu itibarla, Nutuk, tarihin akışını değiştirme gücüne sahip bir önderin, varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milleti, temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmış olan bir imparatorluğun yıkıntıları arasından çekip çıkararak nasıl çağdaş ve millî bir devlet haline getirebildiğinin belgelere dayanan hikâyesidir. Eserde kendini her şeyi ile milletine adamış olağanüstü yetenekleri ile dehanın en iyi örneğini vermiş büyük bir komutanın, inkilâpçı bir liderin ve ileri görüşlü bir devlet adamının askerî ve siyasî faaliyetleri ile, Türkiye Cumhuriyeti’ne şekil veren temel düşünce ve görüşler yer almıştır. Ayrıca, bu eser de millî ve çağdaş değerler sistemine bağlı Cumhuriyet rejiminin tarih şuuru içindeki gelişmesinin adım adım nasıl olgunlaştırıldığını, sosyal ve kültürel alanlara yön verici siyasî ve idarî şartların nasıl hazırlandığını yakından görebilmekteyiz. Hele eserin dil ve üslûp bakımından taşıdığı değer, ona ayrı bir üstünlük kazandırmıştır. Atatürk, konuşma ve yazma sanatına, kendisini dinleyenleri ve okuyanları, düşüncelerinin peşinde sürükleyebilecek eşsiz bir anlatını gücü kazandırabildiği içindir ki, Nutuk, Türk hitabet Sanatının da doruğuna yükselmiş ve bir şaheser olmuştur.

Atatürk de Nutuk’ta, tarihten edinilen tecrübelerin millete mal edilme si geleneğine uyarak, ulaşılan başarının asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın sonucu ve bu aziz vatanın her köşesinin sulayan kanların bedeli olduğuna işaret etmiştir. Bu veciz hitabenin başlangıcını hep birlikte bir daha gözden geçirelim :

“Muhterem Efendiler,

Sizi günlerce işgal eden uzun ve teferruatlı beyanatım, en nihayet mazi olmuş bir devrin hikâyesidir. Bunda milletim için ve müstakbel evlâtlarımız için dikkat ve teyakkuzu davet edebilecek bazı noktaları tebarüz ettirebilmiş isem, kendimi bahtiyar addedeceğim.

Efendiler, bu beyanatımla millî hayatı hitam bulmuş farz edilen büyük bir milletin istiklâlini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına müstenit millî ve asrî bir devleti nasıl kurduğunu ifadeye çalıştım.

Bugün vasıl olduğumuz netice asırlardan beri çekilen millî musibetlerin intibahı ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir” 24

diyerek bu neticeyi her türlü ahval ve şerait içinde bile

“vazifen, Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur”

diye hitap ettiği Türk gençliğine emanet etmiştir.

Görülüyor ki, İlteriş ve Bilge kağanlarla başlayan toplum bilinçlenmesi, tarihin doruk noktalarından geçe geçe Atatürk’te zirvesine ulaşmış ve Nutuk’ta en veciz ifadesini bulmuştur. Böylece, Nutuk taşıdığı üstün özelliklerle yalnız millî tarihimizin dönüm noktası olan bir safhasını zaman silindirinin aşındırıcı etkilerinden kurtararak Ölümsüzleştiren bir eser olmakla kalmamış, aynı zamanda Türk milletinin dününü bugününe, bugününü de yarınına bağlayan ve gelecek nesillerin de yolunu aydınlatacak olan bir eser niteliği kazanmıştır. Bilge Kağan’ın da Atatürk’ün de ruhları şad olsun.

Ayrıca, devlet varlığının sonsuza kadar devam edebilmesinin yalnız liderler ile değil, devleti ayakta tutacak değer Ölçülerinin gelenek halinde hep canlı tutulması ile mümkün olabileceği, Atatürk tarafından bir kez daha vurgulanmıştır. Onun

“Benim nâçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebed payidar kalacaktır.” 25

şeklindeki sözleri de bu devlet anlayışının veciz bir ifadesidir.

Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ

 

DİPNOTLAR:

[8] Bk. Bahaeddin Ögel, Türklerde Devlet Anlayışı, Ankara 1982, s
[9] Gürbüz D. Tüfekçi, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar, Ankara 1983, s. 404.
[10] Nutuk, C. I, s. 16; Z. Korkmaz Çev. s. 9.
[11] Nutuk Zeynep Korkmaz Çev. s. 33.
[12] Nutuk, Zeynep Korkmaz Çev. s. 33.
[13] Cumhuriyet Gazetesi, 1.4.1937, Buradan naklen Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 3. basım, Ankara 1984, s. 1; Atatürkçülük, I. kitap, Ankara 1983, s. 49.
[14] Hamdullah Suphi, Dağ Yolu, 2. kitap, Ankara 1931, s. 39.
[15] Adıvar, Halide Edip, Türkün Ateşle İmtihanı, İstanbul 1962, s. 121. Buradan naklen İnci Engin’in, “Millî Mücadele Devrinin Edebiyata Aksi”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergâh yay, İstanbul 1983, s. 146.
[16] Sadri Maksudi Arsal, Türk Dili için İstanbul 1930, Kapak sayfası. Zeynep Korkmaz, Türk Dilinin Tarihî Akışı İçinde Atatürk ve Dil Devrimi, Ankara 1963, s. 1.
[17] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C.I Türk – İnkılap Tarihi Enst. Yay. 1949, s. 372.
[18] Mehmet Kaplan, Millî Mücadele Devri Yazarlarının Kalemiyle Mustafa Kemal Atatürk, C. I, Kültür Bakanlığı yay. Ankara 1982 s. XI.
[19] Köl-Tigin, yazıtı Güney Cephesi, st. 5-6. Tonyukuk Yazıtı, st. 5-10
[20] Köl-Tigin Yazıtı Güney Cephesi st. 6-7. Türkçesi: “Çin Milletinin sözü tatlı kumaşı yumşakmış. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp, uzak millet iöylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp konduktan sonra kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış. Tatlı sözüne, yumuşak ipek kumaşına aldanıp çok çok Türk milleti öldürür; Türk milleti öleceksin. Güneyde Çogay ormanına, Tögültün ovasına konayım dersen Türk milleti öleceksin”.[21] Köl Tiğin Yazıtı, Doğu Cephesi st. 22-24.
[22] Köl Tiğin Yazıtı, Güney Cephesi, st. 10-11.
[23] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III, Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü yay. 2. basım 1961, s. 80.
[24] Nutuk, Cç 2. s. 824
[25] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III (Ankara 1989) s. 119.

 

Paylaş:

Yorumlar

“353) BİLGE KAĞAN’DAN, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E-2” yazisina 3 Yorum yapilmis

  1. Kursad yorum tarihi 7 Ocak, 2009 11:22

    Bizim yüz senede yada bin senede bir gelebilen bilge kaan yada Atatürk gibi insanları beklemememiz; her birimizin birer Bilge kaan, her birimizin birer Atatürk olması lazım değilmidir.

  2. ibrahim koç yorum tarihi 13 Kasım, 2009 23:02

    paşam sen mekanında rahat uyu türkler var oldukca türkiyeyi kimse bölemez kursad kerdeşimin dedigi gibide olmalıyız

  3. tuğçe naz yorum tarihi 19 Nisan, 2010 17:40

    Korkmadan emanet ettiğin Türkiye Cumhuriyeti gençleri sana gerekli saygıyı, bağlılığı gösteremedi Ata’M…İyi niyetin suistimal edildi.Nice zaferler elde edebilecekken yokluğunda içimizde bölünüyoruz.Biz Türk Gençleri silkelenip kendimize gelip bize sunduğun emanete gözümüz gibi bakacağız…Canımız pahasına..
    Ne Mutlu Türküm Diyene !

Yorum yap