349) TARİHLE YÜZLEŞMEK MASALI

Yayin Tarihi 18 Ocak, 2009 
Kategori ERMENİ SORUNU, KATEGORİLENMEMİŞ

Özür Dilemeye Dönüşen Tarihle Yüzleşmek Masalı: Üçüncü Meşrutiyet Elitinin Aculluğu

Amerika Birleşik Devletleri tarihinde bir ilke imza atan, değişimci Siyahi Başkan Barrack Obama ABD Başkanı seçilmişti. “Bravo, iyi oldu” diyemeden, bu ilki tüm dünya gibi daha içimize bile sindirmeden bir de baktık ki, bizim Neo-Tanzimatçı Üçüncü Meşrutiyet Eliti, “tarihle yüzleşmek görüntüsü” altında bir özür kampanyasının bayraktarlığına soyunmuştu. Oysa 24 Nisan‘a da epeyi bir zaman vardı. Her sene hele son yıllarda baharda açan çiçeklerin güzelliğini, ağaçların tomurcuklanmasını neredeyse yeşilliğini Türk insanına unutturmuşlardı. Bu yüzden televizyonları bile açamaz olmuştuk. Bu süre içersinde bir yandan Ermeni soykırım savları, diğer yandan son zamanlarda adeta bir kimlik sorununa dönüşen Nevruzla özdeşleştirilen “Kürt Meselesi” biçiminde takdim edilen dayatmalar nedeniyle bahara hasret kalmıştık. 2008 yılının son haftalarında, zaten Gladyo ve Ergenekon söylemleriyle bunalan toplumsal belleğimiz yorgun düşmüştü, hatta yılbaşını bile buruk kutlanılmasını zorunlu kılacak bir duruma girmişti. “Numaracı Cumhuriyetçi Üçüncü Meşrutiyet Eliti” “1915 Olayları”nı bir milat olarak alıp bundan başlamak suretiyle her sene Mart ayında yenilenen oyunu “özür dileme” şeklinde yeniden kurgulayıp sahneye koymuşlardı.

24 Nisan’a kadar geçecek süre içersinde bir planlama rehberi yapılmış, ama her şeyden önce de değişimci başkan Obama’nın elini kuvvetlendirme çalışmalarına başlamalarına bir yerlerden emir buyurulmuştu. Hiç olmaz ise yeni Başkanın yemin töreni beklenebilirdi, ama bizim “Numaradan Cumhuriyetçi Üçüncü Meşrutiyet Eliti” coşmuştu bir kere… Zamanı değildi, ama bunda da yaranabilmek adına aculluğunu göstermişti. Bir yerlere kendini gösterme hatta beğendirme gayreti içersinde olmuştu. “Numaracı Cumhuriyetçi Üçüncü Meşrutiyet Eliti” bilerek ya da bilmeyerek, garip bir yaklaşımla Ermenilerden özür dilemek için imza toplamaya kalkmışlardı. Daha doğrusu bir yerlerde kotarılmış, çerçevesi çizilmiş bu eyleme alet olmuşlardı, bilmeyerek mi, hiç de inanılası değil. Ve de bu yaklaşımlarını ileri götürmüşlerdi, bakış açılarını da “Düşünce ve ifade hürriyeti var; isteyen istediğinden herhangi bir nedenle özür dileyebilir.”şeklinde betimliyorlardı. Onlar için şehitler, gaziler ve terör mağdurları hiç önemli değildi, yok sayıyorlardı. Bir yerlere hizmet ettiklerini halkımıza açıklamadan göstermeden ve de önemsemeyerek, ancak hepimizi ima ederek özür dilemeyi kitle iletişim araçlarına taşımışlardı. Ve de bu işi Türk halkı adına yaptıklarını her vesileyle ima ediyorlar, doğrusunun bu olduğunu her seferinde tekrarlıyorlardı. Bunu yapmaları doğrumuydu, etik miydi? Kesinlikle hayır, ama güdülenen misyonları bu idi. Kısık da olsa karşı koyma refleksi gösteren aydınlarımıza karşıda bilinen linç kültürünün tüm ögelerini işletmeyi bilmişlerdi.

“Özür Dileme Kampanyası”nın çıkış noktası, ulus devleti bir arada tutan simge ve değerlere saldırma bir büyük amaç olarak belirlenmişti.“Numaradan Cumhuriyetçi Üçüncü Meşrutiyet Eliti” “Türk toplumunda gerçek bir toplumsal hesaplaşma, bir yüzleşme yaşanmadı. Demokratikleşme olacaksa, Türk toplumu bunu ancak kendi geçmişiyle yüzleşerek yapabilir.” eylemiyle kendilerine verilen rol dağılımı ile temsildeki bilinen yerlerini almışlardır. Saldırılarını “bu sadece aynaya bak¬mayla olmuyor” diyerek kapalı kapılar ardından dayatılan ve güdülenen olguları Türk toplumuna enjekte etmeyi de bir görev olarak belirlemişlerdir. Oysa 2008 yılının sonlarına doğru yapmış oldukları eylemde benimsemiş oldukları anahtar sözcük olan “Büyük Felaket” ifadesi birebir “Ermeni soykırımı” anlamına gelen “Medz Yeğern” nin tercümesidir. Zemin son derece kaygan ve alan da dar olduğu için bundan sonra yapılacak olan tartışmalara da zemin oluşturması bakımından burada konuyla ilgili literatürün verilmesi yararlı olacaktır.

SOYKIRIM TERİMİ VE ANLAMI

Soykırım terim 1943 yılında, aslen Polonya Yahudisi olan Raphael Lemkin tarafından ortaya atılmıştır. Lemkin, genel anlamda “insanlığa karşı” işlenen suçlardan özellikle ayırt etmek istediği bir suçu belirten bu yeni kavramın hukuksal önemini vurgulamaya iten son kesin etken, kendi halkı olan Yahudi halkının içine düştüğü “Büyük Holokost Felâketi” olmuştur. Yunanca “gen” (genos) ve Latince “cad/cid” (caedere) köklerinden oluşan bu sözcüğü ortaya atarken, Lemkin “genos” sözcüğünü şüphesiz ‘soy’, ‘ırk’, anlamında ele almıştır. Buna benzer bir sözcük ise Almanca’da “Völkermord” kelimesi ile ifade edilmiş, halk (Volk) kavramının ‘soy’ veya ‘ırk’ kavramlarına göre daha belirsiz kaldığı için, Lemkin, yeni ve daha belirgin bir kavrama ihtiyaç duymuştur. Terimin gerek Türkçe (soykırım), gerek Ermenice (tseğasbanutiun) çevirileri de “soy” ve “ırk” anlamından hareket edilerek türetilmiştir.

“Büyük Ermeni Felaketi” gibi “Büyük Yahudi Felâketi” de “Holokost” ya da “Şoa” kavramlarıyla ifade edilmektedir. Bu kavram da “genocide”/”soykırım” kavramları birbirini yadsımamakta, tam tersine birbirini tamamlamaktadır. Daha belirleyici bir ifadeyle; söz konusu deyimler arasındaki fark, genel adlandırma veya tanımlama ile özel, somut olgu veya gerçeklik arasındaki fark şeklinde ele alınmalıdır. Mantık biliminde çok sık kullanıldığı halde, değerini yitirmeyen “insan” ile özdeşleşen özel adlar herhangi bir nitelik ifade etmediği gibi aksine, genel bir özün veya niteliğin, kendi bireysel varlığı asla genelleşemeyen özel, somut bir gerçeklikte vücut bulduğuna işaret etmektedirler. Soykırımlar ve benzeri bir çok büyük felâketler durumunda da bu “özel adlar”, hayatta kalabilenler arasında, genel kavramlar düzleminde tarif edilemeyecek bir şeyi herhangi bir şekilde dile getirmek istek ve “çaba”sından türemiştir. Bir bakıma halk “ağıt”ları geleneğine bağlanabilirler. Keza, “1915 Ermeni Felâketi”ni dile getirmek üzere kullanılan ve Erivan’daki en büyük anıta da adını veren “Medz Yeğern” deyimiyle buna çok yakın semantik bir alan içine giren diğer deyimler (örneğin Aged /afet/katastrof, Medz Ağet/büyük  afet/büyük katastrof) ile “soykırım” tanımlarının, birbirini iptal edici, yadsıyıcı değil, aksine, yukarıda açıklandığı şekilde, birbirini tamamlayıcı işlevleri bulunmaktadır. .

BİR BÜYÜK YANLIŞ KULLANIM ŞEKLİ “ZORUNLU GÖÇ KAVRAMI” YERİNE “TEHCİR”

Bir büyük yanlış ise; özellikle de Türk aktivistleri tarafından “Zorunlu Göç” kavramı yerine kullanılan “tehcir” sözcüğüdür. Bu sözcük ne 1915 olayları ve sonrasında ne de Birinci Dünya savaşı içersinde kullanılmamış olmasına karşın, bazı konuyla ilgili “geçici yasa”dan habersiz olan kendilerini tarihçi diye tanıtan kişiler tarafından bilgisiz ve bilinçsizce kullanılmaktadır. Büyük yanlıştır. Bu sözcük mütareke döneminde İstanbul’da kurulan divan-ı örfi sırasında yaygın bir biçimde kullanılmıştır. Sözcük, “terk etme”, “göç” anlamına gelen Arapça “hicr” kökeninden türetilmiş ve “göçürme”, yani “göçe tabi tutma” ve hatta “öğle sıcağında yalınayak yürütmekte” anlamında etken bir fiil olan “haccar” fiilinin mastarıdır. Sözcük, hemen aynı anlamda, Türk Dil Kurumu yayını Türkçe Sözlük’te de yer almaktadır. Bu bakımdan, üstten gelen bir emir gibi yasal bir icbarın ya da deprem vb. afetler gibi doğa etkenlerinden gelen fiziksel bir icbarın sonucu olan göç, kavram itibariyle mecburen katlanılan toplumsal veya bireysel bir yer değişimini göstermektedir. Bunun karşılığı ise Batı dillerinde, “deportation” ya da “forced migration” gibi terimlerin kavramsal içeriği verilmektedir. Tehcir bu anlamıyla; BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesine göre “İnsanlığa Karşı İşlenen Suçlar” dan birini ihtiva etmektedir. İşte bu yüzden tehcir sözcüğünün kullanılması son derece tehlikelidir. Bu sözcüğü kullananlar, “Ey dünya beni dinleyin ben Ermenilere karşı insanlığa karşı bir suç işledim, haberiniz olsun” demeyi alışkanlık haline getirmek demektir. Bir başka anlamıyla suça davetiye çıkarmak demektir. Bilgisiz ve tribüne oynayan sözüm ona medyaşörler kendilerince Türk tezlerini içerecek şekilde yazdıkları kitaplarına “Ermeni Tehciri” ismini vermekten de kendilerini alamamaktadırlar. Bu bir gaflettir, uluslar arası ilişiklere de doğrudan hıyanet hareketidir.

Ermenice dil geleneğine göre “Medz Yeğern” bağlamında tehcir kavramının bu gelenekte köklü bir kullanımı bulunmaktadır. Bu bağlamda Ermenicede genellikle “aksor ve darakrutiun”olan iki terim kullanılmaktadır: Bunlardan ilki, içeriksel (contextuel) kullanımı açısından, genellikle Batı dillerinin Latince ‘exilium’dan türeyen “exile”, Türkçe’ deki sürgün sözcüğü karşılığındadır ve daha çok, yerini yurdunu zorla bırakıp “sürülme”nin psikolojik ve var oluşsal dramını, afetini dile getirir, ikincisi ise, etimolojik olarak dar (dış, dışarı) ve krutiun (yazılma, kayıt, yazgı) köklerinden türeyerek, Latince pro-scriptio’nun (İngilizce/Fransızca: proscription) tam karşılığıdır, hatta dar- önekinin pro-önekine nazaran “dışlanma”yı daha ön plana getirdiğinden, söz konusu bağlamda semantik nüans açısından, daha da güçlü bir semantik işlev göstermektedir.

Zeki Levon Boğosyan’a göre “Büyük Ermeni Felâketi” üzerine yazılmış sayısız ciltler arasında belki en hüzünlü, fakat aynı zamanda da en eğitici kitaplardan biri Başrahip Krikoris Balakyan’ın, Manchester Ermeni cemaati ruhani sorumlusu iken, 1922 yılında yayınladığı “Ermeni Golgota”sı başlığını taşıyan ünlü kitabıdır. Kitap, hayatta kalan Ermeni halkına seslenen ve önsöz yerini tutan bir çağrıdan sonra, üç bölümde gelişir. Birinci bölümün başlığı “1914 Temmuzundan 1914 Ekimine kadar”dır. İkinci bölümün başlığı, “Birinci tehcir”dir (araçin darakrutiun), üçüncü bölümün başlığı da “İkinci tehcirdir (yergrort darakrutiun). İkinci bölüm, şu altbaşlığı taşır: “1915 Nisanından 1916 Şubatına kadar); üçüncü bölümün altbaşlığı ise şöyledir: “1916 Şubatından 1916 Nisanına kadar Zor’a yönelen Ölüm kervanı”.

Batı dillerinde, “yüzleşme” yada “derinliklere kadar inme diyalektik bir biçimde görebilme” genelde ‘konfrontasyon’ sözcüğü ile ifade edilmektedir. Olaya ‘konfrontasyon’ sözcüğü ile bakılacak olup bu da gerçekleştiği zaman, kendilerine bakacak olanlar, muhtemelen sadece bakmayacaklar, başka bir şeyler yapma olasılıkları da gündeme getirmiş olacaklardır. Unutmamak gerekir ki, demokrasiye geçmek üzere “geçmişimizle yüzleşelim’ demek, kendinden başkasını değil, Türkleri, Müslümanları görmemek değil köklerimizle de bütünleşmek demektir. Onları yadsımamak demektir. Bu yüzleşme, Türk toplumunun gelecek özle¬mini karşılayabildiği gibi, bu ülke için bugün bir tuğla mı koydum, yada bin bir güçlüklerle koyulanları yıktım mı” diyebilmek, kendinle baş başa kalıp yüzleşebilmek demektir. Türk halkının babasını inkar etme gibi bir sorunu hiç olmamıştır, olması da mümkün değildir. Bu sorun köklerinde bozukluk ya da tartışmalı geçmişi olanları bağlamaktadır. Esefle izlenilmektedir. Yarası olan gocunur.

SONUÇ

Bu bağlamda “Tarihimizle yüzleşelim” söylemi adeta ‘güdülenen demokrasi‘ ile birlikte söylenir hale gelmiştir. Çok yaygın bir şekilde onlar tarafından iddia edildiği gibi, savlarının merkezine oturttukları geleneksel ‘Vatan-Millet-Sakarya’ söylemi ile günümüzde hiç kimseyi motive edemezseniz. Bu iddiayı doğrulamak için herhangi bir köy kahvesine girip, isterseniz ‘Vatan-Millet-Sakarya’ yüksek sesle seslendiriniz. Eğer bunu böyle seslendirirseniz, hiç unutmayın arkanıza bir teneke bağlanmadığı kalabileceğini açık seçik bir biçimde ifade edebiliriz. Dolayısıyla, bu çok hassas dengeler üzerine oturan ikilemde, ‘halkımız sadece tarihimizle yüzleşmekle kalmaz; biz tarihimize, kimliğimize, geçmişimize sahip çıkalım’ demesini de gayet iyi bilebilir. Ancak bu durum da güvenilen dağlara karların yağabileceği, büyüyerek bir çığa de dönüşebileceği endişesini de büyütebilir. Bunun için de hiç kimsenin manipülasyonuna da gereksinimi bulunmamaktadır. Bunu toplumun o büyük kesiminin demokrasi talebiyle karıştırmamak gerekir. Çünkü halkımız Avrupalı küstahlığını, Avrupalı bencilliğini DNA moleküllerine kadar çok iyi özümsemiştir. Bundan hiç kuşku duyulmamalıdır ve duyulmamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin elindeki kartları azaltmak ve elini zorlamak, dünya kamuoyu önünde zor duruma sokmak misyonu bugün tüm cephelerde uygulanmaktadır. Bu özür dileme kampanyasıyla “Numaracı Cumhuriyetçi Üçüncü Meşrutiyet Eliti” kendilerini cümle aleme ifşa etmişlerdir. Dileğimiz, kapalı kapılar ardında kotarılan ve örgütlenen bu eylemde ille de özür dilemek istiyorlarsa, hiç olmazsa çerçevesini kendi çizdikleri bir metinle kendi adlarına özür dilemeleri ve Türkiye Cumhuriyetini dünya kamuoyu önünde sürekli hedef tahtasına çevirmekten uzaklaşmalarıdır. Türkiye Cumhuriyetine yardım ve hizmetleri dokunmayanların, katma değer üretemeyenlerin, tarihimizin mirasını har vurup harman savurmaya hakları bulunmamaktadır. Ancak günü geldiğince tüm Türkiye’den de özür dileyebilecekler midir? Bilinmez…

Prof. Dr. Esat Arslan

TÜRKSAM

[1] Boğos Levon Zekiyan, “Tehcir ve Soykırım:Bağdaşmaz Görünümden Tamamlayıcı İşleve; Büyük Ermeni Felakati ‘Medz Yeğern’ üzerine Düşünceler” Bildiri Metni, Türk Ermeni İlişkilerine Yeni Yaklaşımlar Sempozyumu, İstanbul Üniversitesi, 15-17 Mart 2006, s. 9.

[2]Rubina PEROOMİAN, Literary Responses to Catastrophe: A Comparison of the Armenian and the Jewish Experience,Scholars Press, Atlanta, GE, 1993, ss. 112-116, 146-150,156-160.

[3] Boğos Levon Zekiyan, a.g.e., s.10

Paylaş:

Yorumlar

“349) TARİHLE YÜZLEŞMEK MASALI” yazisina 3 Yorum yapilmis

  1. Kürşad yorum tarihi 19 Ocak, 2009 09:41

    Gerçekten tarihle yüzleşmek istiyorsak, kendi tarihçilerimize ve dil bilimcilerimize hem maddi hem manevi olarak devletin destek vermesi gerekiyor. O zaman işin sonunda o kadar çok pozitif şeyler çıkacak ve tarihimiz o kadar gerilere uzanacakki, bunları planlayanlar; “keske tarih ile Türkleri yüzleştirmeseydik diyeceklerdir.”

  2. Ertuğrul Kapusuzoğlu yorum tarihi 20 Ocak, 2009 04:02

    Tarihle yüzleşmek.
    Çözümsüzlük çözüm değildir?
    Bre nadan, Çözümsüzlük milli menfaatlerine uygun geliyorsa, bırak çözümsüz kalsın.
    Tarihle yüzleşme ha.
    Gidi soytarılar.
    …. siz tarihi ne bilirsiniz.
    Tarihi bilseniz, bu herzeyi yer misiniz.
    Yemeye devam ediyorsanız, dna denilen şeylerinizde mutlaka bir gayrı tabiilik yok mudur.

    Bu yorumu okuyan dostlardan özür.
    Bunar adamı dinden bile çıkarır.
    İşin garibi şu ki, dinden çıkaranların bir kısmısı müslüman geçiniyor.
    Fakat, tarihle yüzleşmek isteyenlerin, çağın Lawrensleri yahut Anzavurları olduğunu da gözardı etmemek lazım.
    Lanet onlara.
    Türk milletine de akıl izan Yarabbi!

  3. Turan yorum tarihi 10 Şubat, 2009 17:47

    At sürməyi, Ordu nizamını, Vətənsevərliyi, ……….. atalarımızdan öyrəndiklərini unudublar. Haram olsun onlara haqqımız!!! Çox yaxında tarixi araşdırmağın özlərinə sərf etməyəcəyini görəcəklər!
    Bunlar vicdansızdırlar!!! Özlərinin elədiyi dəhşətli qırğınları boyunlarına qoymaq olmur. Yalandan üstümüzə şər atırlar. Erməni soyqırımına qətiyyən inanmıram. Əsas düşmənlərimiz: ruslar, ermənilər və bir sıra avropalılardır. Təkcə ruslar 20-ci yüzillikdə 60 MİLYON TÜRKSOYLU adam öldürüblər. Tarixi araşdırsaq bundan qat-qat dəhşətli rəqəmlər görə bilərik! ALLAH ŞƏHİDLƏRİMİZƏ RƏHMƏT EYLƏSİN!!!

Yorum yap