304) EKONOMİK KRİZİN, TÜRK İŞLETMELERİNE ETKİSİ

Yayin Tarihi 11 Kasım, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

KÜRESEL EKONOMİK KRİZİN TÜRK İŞLETMELERİ

VE PİYASALAR ÜZERİNDEKİ MUHTEMEL ETKİLERİ

Yakın geçmişin en önemli olaylarından biri, 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’de ikiz kulelerin yıkılması idi. Milenyumun başlangıcında tüm dünyaya islami terör vurgusu ile ilan edilen bu eylemde kahir ekseriyeti ABD vatandaşlığını sonradan elde eden, latin, hispanik ve afroamerikan kökenli insanların bulunduğu 3.000’den fazla kişi hayatını kaybetmişti. Bu terör eylemine cevaben ABD, öncelikle sorumlu ülke ilan ettiği Afganistan’ı işgal etmiş ardından nükleer silah ürettiği gerekçesiyle Irak’a girmişti. Bu ülkeleri işgal gerekçesini ise, demokrasi götürerek tarihi yeniden yazmak şeklinde açıklamış, girişiminin Irak ve Afganistan’la sınırlı olmayacağını, Orta Doğudan Afrika’ya uzanan bir coğrafyada 24 ülkenin haritasını değiştireceğini belirtmişti.

ABD’nin, Afganistan ve Irak’ta yaşadığı askeri ve siyasi başarısızlık aslında bugünkü ekonomik krizin temellerini atmış görünmektedir. Haziran 2007’de mortgage krizi patlamış ve ne büyük bir rastlantıdır ki terör eyleminin üzerinden yedi yıl geçtikten sonra 11 Eylül 2008 tarihinde Lehman Brothers ve Merill Lynch gibi dev finans kuruluşları iflas etmiştir. Pek çok dev şirket ve banka ise batma noktasındadır. Kongreden ikinci seferde yoğun çabalarla geçirilen 700 milyar dolarlık yardım paketi ile zor durumda olan bu kuruluşlardan hisse satın alınarak devletleştirme yoluna gitme kararı alınmıştır. Hegemonik gücünün ispatı olarak dünyanın iktisadi zenginliklerini yıllar yılı sömüren ABD’nin yayılmacı politikaları da iflas etmiştir. Zira savaşın başında üç günde Bağdat’ı ele geçireceğini söyleyen ABD, ne Irak’a demokrasi götürebilmiş ve ne de altı yıldır Irak’tan çıkabilmiştir. Üç parçaya böldüğü Irak’tan çıkma takvimini ise yeni seçilen başkan Obama en erken 2010 yılının Mayıs ayı şeklinde ilan etmiştir.  

ABD başkanlık seçimini Obama’nın ileri teknoloji destekli yoğun seçim kampanya başarısının yanısıra Afganistan ve Irak başta olmak üzere cumhuriyetçilerin ve özellikle başkan Bush’un yürüttüğü dış politikaların ciddi anlamda başarısız olması şeklinde değerlendirmek mümkündür. Seçim sonuçlarında yıllardır ortalama Amerikalı olarak tanımlanan, kasıtlı bir şekilde hiçbir konuda doğru bilgilendirilmeyen halkın 11 Eylül terör eylemiyle başlayan, dünyayı ve ABD’nin dünya meselelerine yaklaşımını anlamaya çalışan çabalarının yani bilinç düzeyindeki uyanışın da etkisi büyüktür. Bu sonuçlarla Amerikalı vatandaş, neredeyse kuruluşundan bu yana ABD yönetimlerinin sürdürdüğü seçkinci tavrı reddetmiş, ve kendi seslerine daha fazla kulak verilmesi mesajını iletmiştir. Bu mesajı rakibi Mc Cain’den daha önce alan Obama dünyanın en güçlü devletinin başkanı olmayı başarmıştır. Ancak Obama, çöken ekonomisiyle neredeyse enkaz devralmıştır. 20 Ocak 2009’da fiilen göreve başlayacak olan Obama bu süreçte kabine kurma çalışmalarının yanısıra mesaisinin büyük bir bölümünü çöken ekonomiyi düzeltecek tedbirler üzerinde yoğunlaşmaya ayıracak görünmektedir.

Yaklaşık iki ay önce yaşananları hatırlayacak olursak; 2007 Haziran ayında mortgage krizi ile başlayan, daha sonra gıda sektöründe fiyatların aşırı yükselmesi ile devam eden süreç, Eylül 2008’de dev finans şirketlerinin iflası ile bankacılık ve finans alanlarında da yeni bir kriz olarak karşımıza çıkmıştı. Ardından New York, Londra, Tokyo ve İstanbul Menkul Kıymetler Borsaları da dahil olmak üzere pek çok ülkenin menkul kıymet borsalarında sert düşüşler yaşanmıştı. Küresel ekonomik krizde pek çok ünlü kuruluş da sıkıntıya girmişti. Örneğin, Goldman Sachs hisseleri %70 değer kaybetmiş, Standart and Poors kredi derecelendirme kuruluşu, Bank of America’nın kredi notunu 0 olarak belirlemişti. 2008’in ilk çeyreğinde 140 dolara kadar yükselen brent ham petrolünün varil fiyatı, bugün itibariyle 58 dolara inmesine rağmen özellikle ABD’de Ağustos ayında yaşanan IKE kasırgası nedeniyle tüketicinin kullandığı akaryakıt fiyatı artmış, gecelik libor faizleri %3,1’den %6,4’e, yükselmiş ve bankalar arası gecelik faizde, dolar faizi %10’u aşmıştı.

Sermaye ve likidite yeterliliğinin olmaması, risk yönetimindeki başarısızlık, aşırı kar hırsı ve yukarıda adı geçen ünlü finans kuruluşlarının Yönetim Kurulu Başkanlarının kişisel kar primlerinin artması için çalışanlarını karı büyük, riski karlılığından çok daha büyük olan kağıtları almaya zorlamaları, krizin önemli nedenleri arasında sayılabilir. Bu kuruluşlarda iç ve dış denetimin yeterince yapılamaması, ABD başta olmak üzere Avrupa ve Asya’daki pek çok ülkenin merkez bankaları ve sermaye piyasası kurullarının gevşek denetim anlayışı da bugün gelinen noktayı açıklamaktadır. IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar aracılığıyla Türkiye’ye yıllarca mali disiplini dikte eden, dünya gayri safi milli hasılasından neredeyse %40’a yakın bir pay alan ABD’nin, mortgage krizi ile başlayıp, doğal afetler, (ki IKE kasırgasının maliyetinin 10 milyar doların çok üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.) ve gıda sektöründe aşırı fiyatlanma ile devam eden, banka ve büyük finans kuruluşlarının iflası ile 3,5 trilyon dolarlık bir derinliğe ulaşan bu kriz sürecini yönetemiyor olması da garip bir çelişki olsa gerek.  

Bir ülkede bankaların batması, kapasite kullanım oranlarını düşürerek üretim dinamiklerini geriletir. Reel üretimden ziyade manipülatif ve spekülatif hisse senet değer artışına dayalı bir sanal büyüme ve aşırı şişirilmiş kağıtların balonunun patlaması kaçınılmaz sonuçtu. Bugün İzlanda’nın internet ilanları ile ülke olarak satışa çıkarılması, bu sun’i değer artışlarının acı bir sonucudur. Yıllarca neoliberal politikalar diğer bir ifadeyle serbest piyasa ekonomisi şeklinde lanse edilen bu işleyiş, aslında tam da vahşi kapitalizmdi ve onun da sonu geldi.

Elbette Türk ekonomisi ve Türk işletmeleri de bu krizden etkilenecektir. Yıllık minimum %4 ve ortalama olarak %7,4 büyüyen ve büyümeye devam etmesi gereken ülkemizin 2009 yılı büyüme hedefini küçülterek %4 olarak açıklaması, yatırımların azaltılacağı anlamındadır. Diğer taraftan IMF ile yapılan stand-by görüşmelerinde büyüme oranının %2,5-%3 civarına çekilmesi yönünde yapılan baskı da Türkiye için krizin IMF tarafından tescili, yani malumun resmi ağızlardan ilanı olmuştur. Küresel ekonomik kriz tüm dünyada talep daralmasına bağlı olarak üretimi yavaşlatacaktır. Başta otomotiv olmak üzere pek çok sektörde üretime ara verilerek çalışanları ücretsiz izine ayırma yoluna gidilmeye başlanmıştır. Oysa reel büyüme üretimle, işletmelerin kapasite kullanım oranları ve verimliliklerinin artması ile sağlanır. İzlanda’nın ülke olarak elektronik ortamda satışa çıkarılması örneğinde olduğu gibi, ekonomik daralma yaşayan ülkelerin işletmelerini çok düşük fiyatlardan satınalarak, portföylerini gerekli gereksiz hisse senetleri ile doldurup adeta kurumsal olarak obez bir yapıya bürünen tüm işletmeler ve ülkeler için iflas kaçınılmazdır.

Irak savaşının faturasını Türkiye gibi petrol ithal eden ülkeler fazlasıyla öderken Rusya ve İran gibi petrol ihraç eden ülkeler ise aşırı zenginleştiler ve dünyanın ekonomik değerleri el değiştirdi. Yani ABD’nin işgalci, sömürgeci ve kolonyalist arzularının bedelini pek çok toplum fazlasıyla ödedi. Artık daha fazla hiçbir ülke bedel ödemek zorunda kalmamalıdır. Küresel krizden Almanya ve Rusya’nın daha az etkilenmesi ya da kendi içlerinde krizi başarıyla yönetmelerinde petrol ihraç eden ülkeler olmalarının yanı sıra yasaların da önleyici etkisini göz ardı etmemek gerekir. Örneğin Almanya’da yabancı sermayenin milli bir kuruluşu satın alması yasayla engellenmiştir. Rusya ise kriz ilk yayıldığında ulusal fon kuruluşu aracılığıyla 12-13 milyar dolar civarında para sürerek piyasayı rahatlatmış ve ilave tedbirlerle de krizi önlemiştir. Oysa ülkemizde pek çok milli kuruluş yok pahasına net aktif toplamlarının çok altında bir fiyata hatta 2 yıllık karı karşılığında 6-7 yıl gibi vadelerle (Türk Telekom örneğinde olduğu gibi) satılmıştır. Umarım ülkemiz bu kaybettiği değerleri ilerleyen yıllarda çok aramaz.

Tüm dünya ülkeleri özellikle de ülkemiz işletmeleri açısından önümüzde yeni bir dönem başlamaktadır. Kısa bir süre öncesine kadar sıcak para bolluğunda kredi verebilmek amacıyla işletmelerin peşinde koşan bankalar, aynı rahatlıkta kredi dağıtamayacaklardır. Çünkü faiz oranları dolayısıyla paranın maliyeti artmıştır. Dış kaynak bulma konusunda işletmeler açısından sıkıntılı bir sürece girilmiştir. İşletmeler krizle baş edebilmek için mutlaka üretime dayalı büyüme yolunu seçmelidirler. Son on yılın verileri incelendiğinde ilk 500 içinde yer alan işletmelerimizin pek çoğunun karlılığının, üretim dışı faaliyetlerden geldiği görülmektedir. Söz konusu işletmeler nakit fazlalarını faizde değerlendirmektedir. Faiz, hazine bonosu, devlet tahvili ve benzeri yatırım araçları kısa vadede alanı da vereni de rahatlatabilir. Ancak uzun dönemde faiz ödeyen devlet açısından büyük bir borç sarmalını beraberinde getirerek kısır döngüye sokacaktır. Faiz alan işletme açısından ise serbest piyasa  ekonomisinin ruhuna ve mantığına aykırı bir haksız kazanç sahibi olarak bireysel refahını artırırken, bu haksız kazancın yükünü, ödeyeceği doğrudan ve dolaylı vergilerle tüm toplum çekmek zorunda kalacaktır ki bu da iktisadi ahlak kavramının yanı sıra sosyal devlet, bireylerine eşit mesafede durması gereken adil devlet ilkesiyle çelişen bir sonuç ortaya çıkaracaktır.

Bu aşamada ülkemizin ve işletmelerimizin paniğe kapılmadan sakin ve sağduyulu bir şekilde bu süreci atlatmaları gerekir. Piyasalara ve tüketiciye güven verilmeli kriz daha da derinleşirse özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelere sermaye enjeksiyonu yapılmalıdır. Bireylerin gelecek kaygısını gidermek ülke yöneticilerinin görevidir. O nedenle hükümet, işletmeler ve toplumun tüm bireyleri el ele vererek Türkiye’nin bu krizden hasarsız çıkmasını sağlamak zorundadır. Bu konuda akademisyenlere de büyük görev düşmektedir. Üniversite hocalarının yazılı, görsel ve işitsel medyada işletmelere bir nevi rehber ya da danışman olacak şekilde bilgilendirmeler yapmaları gerekir. Genellikle teori ve pratik birbiriyle uyuşmaz ancak pratikte bugün yaşanan başarısızlığın temelinde bilgiyi oluşturan teorinin hiç önemsenmemesi veya göz ardı edilmesinin de rolü olduğu unutulmamalıdır. İş dünyasının bilgiyi üretenlere biraz daha yakın durmalarında fayda vardır.

Son olarak, bundan sonra yaşanacak olan süreçte tüm dünyada ve ülkemizde işletmeciliğin ve ticaretin kuralları yeniden belirlenecektir. Beklentimiz bu musibetlerden herkesin bir pay çıkarması ve etik değerleri gözeten, ülkelerin milli servetlerini haraç mezat satın almadan, dürüst, ahlaklı ve gerektiğinde rakipleri ile üreterek el ele büyüyen bir ticaret anlayışı ve serbest piyasa ekonomisinin piyasalara hakim olmasıdır.

Doç. Dr. Tülin DURUKAN

Paylaş:

Yorumlar

“304) EKONOMİK KRİZİN, TÜRK İŞLETMELERİNE ETKİSİ” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. yaşar inan yorum tarihi 12 Kasım, 2008 10:24

    dünyayı yöneten gücü devletlerbazında, yada şahıslar bazında düşünürseniz, işimiz,gazile dumandır. halbu ki 150 dolarlık petrolün 60 dolara inmesi, ancak rahmetenlil aleminin bir fiilidir, 140 dolara çıkan petrol rusya ve iranı yüceltip, abd karşısına dikmekle kalmayıp, hem de rezil ve rüsvay etmiştir. gelecek yine yüce rabbimiz tarafında müdebbir edilecektir

Yorum yap