29) EGE SORUNU

Yayin Tarihi 21 Temmuz, 2008 
Kategori SİYASİ

EGE SORUNU

image00123.jpg

  

Atina’nın 20 km. güneybatısında bulunan Salamis koyunda üstlenen Amfibi Tahrip Birliği Komutanı Yarbay Karallakis Ege’deki adalar konusunda “her ada bir kayalık, her ada bir kaledir” diyor. Bu görüş aslında Yunanistan’ın Ege adaları ve bu arada da Onikiada ile de ilgili görüşlerinin bir özeti gibidir. Mademki “her ada bir “kale”dir, o halde “tahkim edilmelidir” düşüncesiyle hareket eden Yunanlılar, adalarla ilgili olarak sürekli yeni problemler ortaya çıkarmaktadır.

  Ege denizindeki adalar, özellikle de Oniki ada, Yunanistan Silahlı Kuvvetleri için gerçek birer sorun kaynağıdır. Ancak, adalar sadece Yunan Silahlı Kuvvetleri için değil, Türk-Yunan ilişkileri için de birer sorun kaynağı olmaktadır .

  Türkiye’nin tüm Ege kıyıları, Türk-Yunan kara sınırının bittiği noktadan, Akdeniz kıyılarının başladığı noktaya kadar, stratejik açıdan son derece önemli Yunan adalarıyla çevrelenmiş durumdadır. Söz konusu durumun iki ülke arasında yarattığı sorunlar şu başlıklar altında toplanabilir:

1. Deniz Alanı İle İlgili Sorunlar

a) Kara Suları

b) Kıta Sahanlığı

2. Ege Adalarının Silahlandırılması Sorunu

3. Hava Sahası İle İlgili Sorunlar

a) Yunan Hava Sahasının Genişliği

b) Fır Hattı

c) Erken İhbar Hattı ve Hava Savunma Sahaları

  Yunanistan’la mevcut sorunların temelinde; bu ülkenin, Türkiye’nin Ege’nin tüm doğu sahilini oluşturduğu gerçeğini görmezlikten gelerek emrivakiler yaparak ve aşındırma siyaseti uygulayarak statükoyu değiştirmek istemesi yatmaktadır. Yunanistan, bir yandan bu yöndeki politikasını sürdürürken, öte yandan da Türkiye’yi “mütecaviz emelli” olarak nitelemektedir.

  1923 yılında imzalanan Lozan ve 1947’de imzalanan Paris antlaşmaları gereğince;   Yunanistan’ın Limni, Semadirek, Doğu Ege adaları (Midilli, Sakız, Sisam, İkarya) ile Onikiada’da (Stompalya, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kasos, Piskopis, Nisiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Sömbeki, İstanköy ve bunlarla bağlantısı olan adalar ile Meis adası) sadece kolluk kuvvetleri bulunduracağı, silahlı kuvvet bulunduramayacağı ve yığınak yapamayacağı kurala bağlanmıştır. 1936 yılında imzalanan Montrö Sözleşmesi ise, Türk boğazlarının statüsü dışında herhangi bir değişiklik getirmemiştir.

  Sorunun kaynağında, Yunanistan’ın 1964 yılından itibaren adaları silahlandırmaya başlaması ve bunlardan Limni’yi NATO planlarına ve tatbikatlarına dahil ettirme çabaları bulunmaktadır. Adaların iki ülkeye olan uzaklıkları dikkate alınınca; bunun ne anlama geldiği açıktır.

1. DENİZ ALANI İLE İLGİLİ SORUNLAR

a. Kara Suları

  1923 yılında Lozan Antlaşması’nın imzalandığı dönemde, Türk ve Yunan kara suları 3 mil idi. Ancak, 1936 yılında, Yunanistan tek taraflı bir kararla kara sularını 6 mile çıkarmış, 1964 yılında Türkiye’nin de kara sularını 6 mile çıkarmasıyla Ege’de bu günkü durum meydana gelmiştir. Şu anda Ege’nin; %48,85’ni açık denizler, %43,68’ini Yunan kara suları ve %7,47’sini de Türk kara suları oluşturmaktadır.

  “Kara suları”nın iki ülke arasında ciddi boyutlara ulaşabilecek bir sorun haline gelmesinin nedeni; Yunanistan’ın Ege’de kara sularını 6 milin ötesine genişleterek, Ege’yi bir Yunan gölü haline getirmek istemesinden kaynaklanmaktadır.

  Yunanistan’ın konuyla ilgili görüşü şöyledir:

  “16 Kasım 1944’te yürürlüğe giren BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. Maddesi, ülkeler kara sularını 12 mile kadar genişletme yetkisi vermektedir; bu, genel bir kuraldır. Yunanistan sözleşmeyi imzaladığına göre Ege’de kara sularını 12 mile kadar genişletme hakkına sahiptir.”

  Türkiye’nin görüşü ise şöyledir:

  “Kara sularının genişliğine ilişkin genel ve her yerde uygulanabilecek tek düze bir kural yoktur ve olmamalıdır. Yunanistan Ege’de kara sularını 1936 yılında 6 mile çıkararak Lozan’da tesis edilmiş hakkaniyeti tek taraflı olarak ihlal etmiştir. Şu anda Ege’de iki ülkenin de uyguladıkları 6 millik kara suyu son limitine ulaşmıştır. Ayrıca Yunanistan’ın böyle bir uygulamaya gitmek istemesi, kendisinin imzaladığı Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 300. maddesinde yer alan ‘hakkın suiistimal edilemeyeceği’ prensibiyle çelişki oluşturmaktadır.

  Türkiye, kara sularının genişliği konusunda genel olarak kabul edilen ve dünyanın her bölgesinde uygulanacak tek düze bir kuralın olmadığını, Karakas’ta gerçekleştirilen III. Deniz Hukuku Konferansı’nda açıklamış ve bu tutumunu sürdürmüştür. Türkiye’nin sürekli olarak bu tezi savunması nedeniyle, bu kural Türkiye’ye karşı ileri sürülemez. Çünkü, öncelikle Türkiye sözleşmeye taraf değildir. Ancak, bir gün bu yönde bir kuralın örf adet kuralı değeri kazanması durumunda bile, bu kural buna başından beri karşı tutum alan Türkiye’ye karşı uygulanamaz.

  Ayrıca Yunanistan, adalarında kara sularını 6 milin üzerine çıkarabileceğini belirtmektedir. Yunan iddiasına göre; “Yunanlıların siyasal ve ülkesel bütünlüğünün bir parçası olan adalarına da ana kıtadan bir ayrım yapmaksızın, kara sularını 6 milin üzerine çıkarma hakkı verilmelidir. 12 mil kara suları genişliğini saptamak, kıyı devletinin egemenlik yetkisine girmektedir.”

  Ege’de kara sularının 6 milin üzerine çıkarılması, açık deniz alanlarını yok denebilecek kadar azaltacak, bu denizin tümüne yakın kaynakları Yunanistan’a kalacak, Türk Deniz Kuvvetleri’nin uluslararası sular aracılığıyla Ege’den Akdeniz’e geçişi imkansız hale gelecek, bu denizde ve üzerindeki hava sahasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nce tatbikat yapılması mümkün olmayacak ve Ege, Yunan egemenliğine geçmiş olacaktır.

  Kara suları genişliği saptanırken, “coğrafi özellikleri olan denizlerin göz önünde tutularak bunlar için durumlarına uygun hükümlerin öngörülmesi” görüşü, III. Deniz Hukuku Konferansı’nda Türkiye tarafından açıklanmış ve Ege’nin, özellikleri olan ve genel nitelikli kuralların dışında bir takım özel kuralların uygulanması gereken bir deniz olduğu bildirilmiştir.

  Uluslar arası hukukun yerleşmiş bir kuralı olduğu kabul edilen “bir kıyı devletinin  fiilen ve kendiliğinden, başlangıçtan beri sahip olduğu kıta sahanlığı haklarının kara suları gibi bir başka hukuksal kavrama ilişkin yeni gelişmelere dayanarak elden alınması hukuksal bir çelişkidir ve geçerli olamaz” kuralına göre, Yunanistan Ege’de tek taraflı olarak kara sularını 6 milin üzerine genişletemez.

  Ayrıca Yunanistan tarafından ileri sürülen, “Ege’de kara sularını azami genişletilmesini saptama yetkisi, kıyı devletinin egemenlik yetkisine girmektedir” iddiası, ancak “buna başka devletlerce itiraz edilmemesi durumunda geçerlilik kazanabilir” ilkesine tamamen bağlı olmak zorundadır. Buna örnek olarak, Uluslar arası Adalet Divanı’nın 1951 yılında İngiltere ile Norveç arasındaki balıkçılık davası ve 1974 yılındaki İngiltere ile İzlanda arasındaki balıkçılık davalarında vardığı karar gösterilebilir . Yunanistan’ı bir “takımada devleti” olarak kabul etmek mümkün değildir. Türk anakarasının tabii uzantısı üzerinde bulunan adaların kıta sahanlığı ve kara suları olduğunu iddia eden Yunanistan, bütün Ege’nin deniz yüzeyini, deniz tabanı ve onun toprak altını, ayrıca hava sahasını denetim altına alarak bütün Ege’ye sahip olmak istemektedir.

  Adalara sahip olan her devleti, bir “takımada devleti” olarak kabul etmek doğru olmaz. Bir adanın kıta sahanlığı olması, onun ada olmaması gerçeğini değiştirmez. Adalar kıta sahanlığına sahip olduğu için kıta gibi değerlendirilemez .

  Uluslararası hukuk açısından da, Ege gibi yarı kapalı denizlerde, hakkaniyete uygun, karşılıklı uzlaşma, iş birliği ve kabul edilebilir ölçüler çerçevesinde meselelerin ele alınması ve sonuçlandırılması kaçınılmaz bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.

b. Kıta Sahanlığı

  Ege’ye ilişkin Türk-Yunan sorunlarının çözümü kıta sahanlığı sorunu ile yakından ilgilidir. Bu sorunun çözüme kavuşması diğer sorunların da çözümlenmesine yol açabilecektir. Kıta sahanlığı tarifi kriterlerine göre, Ege denizinin yarısından fazlasının Türkiye’nin kıta sahanlığı olmasını dikte etmektedir. Ancak Türkiye, Yunan Adalarının mevcudiyetini de dikkate alarak soruna hakkaniyet ilkeleri çerçevesinde çözüm getirmeyi savunmaktadır. Fakat Yunanistan’ın Anadolu’ya yakın adalara da kıta sahanlığı tanınması gerektiğin iddia etmesinden ve bu iddianın sonunda Türkiye’nin sadece 6 millik kara suyuna dayanan dar bir şeride sıkışması yattığından bu soruna bugüne kadar bir çözüm bulunamamıştır.

  Türkiye bu sorunun ikili görüşmelerle çözümlenmesinden yana olurken, Yunanistan sorunu uluslararası forumlara ve yargı organlarına götürmeye çalışmaktadır. Nitekim sorun Yunanistan’ın gayretleri sonucu uluslararası Adalet Divanına götürülebilmiştir. Ancak, Divan vereceği kararın harbe sebep olabileceği endişesi ile 1978 yılında yetersizlik kararı almış ve Yunanistan’ın bu yöndeki tutumunda bir aksama olmuştur.

  Kıta Sahanlığında mevcut anlaşmazlığın temel nedeni ekonomik kaynakların paylaşılması yanında, çizilecek sınırın ileride egemenlik haklarını belirleyen gerçek bir sınıra dönüştürülmesi ihtimalidir. Diğer bir deyişle Ege’de kıta sahanlığının sınırlandırılması, her iki ülke yönünde de Ege’nin paylaşılması anlamına gelmektedir.

  Yunan Türkiye’nin karşısında bulunan adaların Yunan ülkesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, Yunan egemenliğinde bulunan bu adaları, kıta ülkesinden ayırmadan Yunan ülkesinin bir bütün olarak ele alınmasını savunmaktadır.

  Yunanistan, kıta sahanlığı sınırlandırmasında ülkesinin Türkiye’ye karşı kıyıları olarak en uçtaki adaların esas alınmasını istemektedir. Ancak 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Konvansiyonu; Yunanistan’ın, takımada rejiminden yararlanacak adalar ile kıta ülkesini birleştirmesine imkan vermediği gibi, genel anlayışta ülkesel bütünlük ilkesinden hareketle adaların, kıta ülkeleriyle koşulsuz eşitlik ilkesi içinde ele alınmasına da karşı çıkmaktadır. Ayrıca uluslar arası yargı ve hakemlik organları kararları, adaların bulunduğu bölgelerdeki sınırlandırmalarda ilk aşama olarak ana ülkeler arasında kıta sahanlığı alanlarının saptanması, ikinci aşama olarak da adalara belirli kıta sahanlığı alanları tanınması yoluna gitmektedir. Buna örnek olarak 1977 tarihli İngiltere-Fransa Kıta Sahanlığı davasına ilişkin hakemlik kararı gösterilebilir.

  Yunanistan, Adaların da kıta sahanlığı olduğunu bu hususun, Deniz Hukuku Sözleşmesinin 121’inci maddesi ile teyit edildiğini bu nedenle adaların kıta sahanlığı sınırlandırması sırasında kıta ülkesiyle eşit koşullarda ele alınması gerektiğini savunmaktadır.

  Hiçbir hukuk ya da mantık kuralı, kendisinden kat kat büyük bir kıta ülkesi karşısındaki adalara aynı boyutlarda kıta sahanlığı verilmesi öngörmemektedir. Yunanistan bu tezi ile, siyasal ve ülkesel tümlük iddiasına dayanarak Ege’yi tümüyle bir Yunan ülkesi durumuna getirmesinin imkansızlığı karşısında, adalara karasularının dışında belirli genişlikte kıta sahanlığı alanları sağlamayı amaçlamaktadır.

  Uluslararası hukuka göre, koşullar elvermediği takdirde, bir başka devletin kıta ülkesine kendi kıta ülkesinden daha yakın olan ya da küçük boyutlu adaların yalnızca karasuları ile yetinmelerine hiçbir hukuksal engel yoktur. Nitekim 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi (md. 1231/3), küçük adaların insanların oturmasına elverişli olmayanlarının kıta sahanlığına sahip olamayacağını öngörürken, kimi antlaşmalar öteki Devlet kıta Ülkesine yakın adaların karasuları ile yetinmesini kabul etmektedir. Buna örnek olarak 18-12-1978 tarihli Papua Yeni Gine ile Avustralya arasındaki antlaşma gösterilebilir. Dolayısıyla bu konudaki Yunan iddiasının da hiçbir hukuksal geçerliliği yoktur.

  Yunanistan’ın şöyle bir iddiası vardır: Türkiye ile Yunanistan adaları arasındaki Kıta Sahanlığı sınırlandırması, bu adaların Türkiye’ye en yakın kıyılar dikkate alınarak eşit uzaklık ilkesine göre yapılmalıdır. Söz konusu husus, uluslararası örf ve adet kuralı niteliğini kazanmış bulunan 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesinin 6’ncı maddesiyle de teyit edilmektedir. Bu madde “Kıta Sahanlığı sınırlandırması anlaşma ile gerçekleştirilir. Anlaşma yapılamaz ise eşit uzaklık ilkesi uygulanır.” şeklindedir.

  Sınırlama, iki ülke arasında yapılacak anlaşma ile gerçekleştirilmelidir. Türkiye, 27 Şubat 1974 tarihinde Yunanistan’a verdiği ilk karşı notasından başlayarak sürekli bir biçimde EGE Kıta Sahanlığı sınırlandırmasının görüşmeler sonucunda gerçekleştirilecek bir antlaşma ile yapılmasını savunmaktadır. Türkiye’nin, Ege’de kıta sahanlığını antlaşma yoluyla sınırlandırma, sahanlığı sınırlandırmasının karmaşıklığı nedeniyle, sınırlandırmanın ilkelerini en kabul edilebilir biçimde saptayan öze ilişkin bir sınırlandırma ilkesi olarak da ortaya çıkmaktadır. Türkiye bu konuda bir takım uluslararası antlaşmaları da dayanak olarak gösterebilmektedir. (Örneğin, 1958 Cenevre Kıta Sahanlığı Sözleşmesi Md. 6, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi Md. 83)

  * Kıta Sahanlığı sınırlandırılmasında doğal uzantı esastır; bir kıta ülkesinin doğal uzantısında yer alan adaların kendi adlarına kıta sahanlığı yoktur. Türk görüşüne göre, Ege’de bu ilke uygulandığı zaman, bu deniz yatağının önemli bir bölümü Anadolu yarımadasının doğal uzantısını oluşturmakta olup, adaların kendi başlarına bir kıta sahanlığı alanına sahip olmadıkları görülmektedir. Türkiye bu görüşünün hukuksal dayanağı olarak Uluslararası Adalet Divanı’nın 1969 Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davalarına ilişkin kararının özellikle 85’inci paragrafını göstermektedir. Bu paragrafa göre, her devletin kıta sahanlığı, onun ülkesinin doğal uzantısı olmalı ve başka bir devletin ülkesinin doğal uzantısına girmemelidir.”

  * Antlaşma yapılamadığı zaman, sınırlandırma, hakça ilkelere göre yapılmalıdır. Hakkaniyet esası için Ege’nin yarı kapalı niteliği, doğal kaynakların, güvenlik ihtiyaçları ve ulaşım yolları bakımlarından taraflara olan önemi göz önünde tutulmalıdır. Türkiye ilk kez bu ilkeyi 27 Şubat 1974 tarihli notasında, eşit uzaklık ilkesini reddederken Divan’ın 1969 kararından verdiği pasajlar çerçevesinde ileri sürmüştür. Gerek uluslararası yargı ve hakemlik kararlarının sürekli olarak kabul ettiği (Divan’ın 1969 Kuzey Denizi, 1982 Tunus-Libya ve 1974 ABD-Kanada Davaları; 1977 İngiltere-Fransa Davası gibi) gerekse BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin içerdiği bu ilke, Türkiye için en temel verilerden biridir.

  Adaların Türkiye ve Yunanistan’a olan uzaklıkları, stratejik önemlerini de ortaya koymaktadır.8 Buna göre bazı adaların iki ülkeye olan uzaklıkları şöyledir:

ADALAR

TÜRKİYE

YUNANİSTAN

Semothrace – (Semadirek)

20 deniz mili

50 deniz mili

Limmos – (Limmi)

32 deniz mili

32 deniz mili

Lesvos

8 deniz mili

85 deniz mili

Chios – (Sakız)

7 deniz mili

62 deniz mili

Samos

2 deniz mili

95 deniz mili

Nicaria

32 deniz mili

72 deniz mili

Stanco – (İstanköy)

3,5 deniz mili

100 deniz mili

Rhodes – (Rodos)

10 deniz mili

210 deniz mili

Syra

36 deniz mili

62 deniz mili

Tilos – (İlyaki)

12 deniz mili

210 deniz mili

2.Ege Adalarının Silahlandırılması Sorunu

  10 Şubat 1947 tarihli Paris Barış Antlaşması’nda bu konuyla ilgili olarak şu ifadeler yer almaktadır:

  “Silahsızlandırma ve silahsızlandırılmış terimleri: ilgili ülkede ve kara sularında, bütün deniz, kara ve askeri hava tesislerini, tahkimleri ve silahlarını, suni kara, deniz ve hava engellerini, kara, deniz ve hava birliklerini üstlendirilmesi, daimi veya geçici olarak konaklamalarını; herhangi bir biçimde askeri eğitimi ve harp malzemelerinin üretimini yasakladığı kabul edilecektir. Bu (terimler), sayı bakımından dahili görevleri yapmayla sınırlandırılmış ve bir kişi tarafından taşınabilen ve işletilebilen silahlarla mücehhez dahili güvenli personelinin ve bu personelin gerekli askeri eğitimini yasaklamaz .”

  Bu açık hükümlere rağmen Yunanlılar Oniki ada’nın bazılarını silahlandırmışlardır. Silahlandırılan adalar şunlardır:

  – Yunanlıların Rodos adasında 15,000 kişilik bir birliği var. Söz konusu Yunan mekanize zırhlı taburu “Kalamnos” bölgesindedir . Bu sayı özel muhafız taburu ile 25,000’i geçmektedir. Adanın her yeri birlik ve silahlarla doludur.

  – İstanköy ve Yunan tümeninin bir piyade alayı, 4 piyade taburu, özel muhafız taburu ve iki tank taburu vardır.

  – İstanköy’de, Türk kıyılarından 3,5 mil uzaklıktaki “Ântimahya” hava alanı, Türkiye’ye yönelik jet harekatları için kullanılmak üzere inşa edilmiştir.

  – Rodos’taki “Maritsa” hava alanı, adalarındaki diğer hava alanlarında olduğu gibi Türkiye’ye yönelik jet harekatları için inşa edilmiştir.

  – Yunanistan’ın Türk kıyılarından 3,5 mil uzaktaki İstanköy adasında 1 tugay var. İstanköy adasının her yeri bu tugaya ait tank ve birliklerle doludur. Bu durum açıkça ada halkını da rahatsız etmektedir. Bunun sonucu olarak bu adada göç olayı son yıllarda önemli ölçüde artmıştır.

  – Rodos adası, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik en iyi silahlandırdığı adadır. Yunanistan’ın 1967’den beri bu adada inşa ettiği askeri üsler ve hava alanları sıkıntı yaratmaktadır.

  Aralık 1996’da başlayan ve gittikçe tırmanan, Ocak ayı sonunda Türkiye ve Yunanistan’ı neredeyse bir savaşın eşiğine getiren Kardak kayalıkları konusu şu şekildedir:

  Kardak kayalıkları Oniki ada’dan olan Kilimli adası ile İstanköy adası arasında bulunan ve yerleşime müsait olmayan 400 m2 civarında üç büyük, birkaç küçük kayalıktan ibarettir.

  Yunanlılar bu kayalara “İmia adaları” adını vermektedirler. Lozan Antlaşması’nın 15. Maddesinde, İtalyanlara verilecek Ege adalarını ismen belirtmiştir. Bunların içinde Kilimli ve İstanköy adalarının ismi vardır. Yine aynı maddeye göre; bu adalar ve bu adalara “bağlı adacıklar” da İtalya’ya verilmiştir. Antlaşmanın sonuna eklenen 2 numaralı haritada, bağlı adacıkla gösterilmiştir. Bunların içinde Kardak kayalıkları yoktur. Bunun anlamı; Ege’de Türkiye’nin karasularında bulunan ve bu haritada yer almayan her toprak parçası Türkiye’nin demektir.

  4 Ocak 1932’de, İtalya ile Türkiye arasında imzalanan antlaşmada da bu durum tescil edilmiştir. 1932 Aralık ayında Türk askeri yetkilileri ile İtalyan Deniz Ataşe Albay arasında “Kardak” isminin geçtiği bir anlaşmaya varılmış ise de bu, ilgili hükümetlerce onaylanarak yürürlüğe girmemiştir.

  1947 Paris Atlaşması’nda ise, İtalya’nın Yunanistan’a vereceği adalar ismen sayılmıştı. Bunların arasında da Kilimli ve İstanköy adası vardır. Bu antlaşmada Yunanistan’a ismen verilen adaların ve bunlara bitişik (Adjacent) adaların da Yunanistan’a ait olacağı belirtilmiştir. Kardak kayalıklarının ne İstanköy ne de Kilimli adasına bitişikliği söz konusudur. O zaman “yakınlık” gündeme gelmektedir. Bu kayalıklar ve bunun gibi daha birçok kayalık Türkiye’ye çok daha yakındır. Kardak kayalıklarının kendisine en yakın ada olan İstanköy’e uzaklığı 5 mildir. Oysa, aynı kayalıkların Türkiye’ye (Bodrum’a) olan uzaklığı ise, 3,8 mildir.

3. Hava Sahası İle İlgili Sorunlar

a. Yunan Hava Sahasının Genişliği

  Yunanistan, karasuları 6 mil olmasına karşın 10 millik ulusal hava sahası iddiasında bulunmaktadır.

  Yunanistan, hava sahası ile ilgili tezini belli başlı iki görüşe dayandırmaktadır. Birincisi, bu genişlikte bir hava sahası uluslararası hukuka uygundur. İkincisi ise, 10 millik hava sahasının ilanından 1970’lere kadar geçen süre içersinde Türkiye’nin hiçbir itirazda bulunmamış olması durumun geçerliliğini doğrulamaktadır.

  Yunanistan’ın bu konudaki ilk görüşüne 1931 tarihli bir cumhurbaşkanlığı kararnamesinde rastlanılmaktadır. Bu metinde anılan kararnamenin 13 Ekim 1919 tarihli Paris Sivil Havacılık Sözleşmesi’ne dayandığı belirtilmektedir. Bu konuda daha sonra imzalanan öteki anlaşmalar gibi, bir devletin hava sahasının, karasuları dahil, ülkesinin üzerindeki saha olmasını öngören Paris Sözleşmesi ile uyum sağlamak amacıyla Yunanistan, yalnızca havacılık ve hava polisliği konularına mahsus olmak üzere 10 millik hava sahasını ilan etmiştir.

  Türk tezi ise 1944 Chicago Sivil Havacılık Sözleşmesi’nin 1. ve 2. maddelerine dayanmaktadır. Söz konusu maddeler, bir devletin hava sahasını bu devletin, karasuları dahil ülkesine bağlı olarak tanımlamaktadır. Türkiye’nin görüşüne göre hava sahasını karasularının ötesindeki hava sahasının ötesine uzatmak mümkün değildir.

  Türkiye’nin Yunan tezine ilk tepkisi 1975 yılında olmuştur. Yunanistan 10 millik hava sahası genişliğini ICAO’ya ilk kez 2 Haziran 1974’te bildirmiştir. 10 millik hava sahası ilk kez uluslararası olarak ilan edilince Türkiye hızla tepki gösterdi.

b. Fır Hattı

  Bugünkü İstanbul/Atina FIR’ı (Flight Information Region) 1952 yılında usulüne uygun olarak yapılan toplantılar neticesinde Uluslar arası Sivil Havacılık Teşkilatınca bölgesel planlara geçirilmiştir. Yunanistan’ın FIR’ı hudut gibi göstermeye çalışması üzerine, bu hattın değiştirilmesi için Türkiye, 1966, 1968, 1971 ve 1974 yıllarında ICAO nezdinde girişimlerde bulunmuşsa da herhangi bir sonuç elde edilememiştir.

  Yunanistan’ın şöyle bir iddiası vardır: Halen mevcut FIR HATTI, Uluslar arası kurallara göre saptanmıştır. Hiçbir surette müzakere ve münakaşa edilemez. Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı (ICAO) kuralları gereğince, bölge değiştiren sivil uçaklar için uçuş planları ve uçuş bilgileri, girdikleri bölgenin hava trafik kontrolü (ATC) unsurlarına verilmektedir. Bunun amacı, uçuş bilgi bölgelerinde, hava trafik, arama ve kurtarma hizmetlerini yürütmek suretiyle, uçuşların güvenliğini sağlamaktır. Devlet uçakları için de aynı hizmetler söz konusu olduğuna göre, askeri uçakların, bu uygulamanın dışında bırakılmaması gerekir.

  FIR Hattı Türk-Yunan sınırı gibi işlem görmemeli; Türkiye’nin açık denizler üzerindeki hareketini eşit ve serbest olarak kullanma hakkını sınırlanmamalıdır. Uluslar arası Sivil Havacılık Teşkilatı (ICAO) sivil bir kuruluş olup, Chicago Sözleşmesinde sadece sivil hüviyetli uçakların uçuş bilgilerini verecekleri, askeri uçaklar ait kuralların ikili anlaşmalarla saptanması gerektiği açık şekilde belirtilmiştir. Türkiye ile Yunanistan arasında konuya ilişkin ikili bir anlaşma olamadığından, Türkiye, devlet uçakları için aynı uygulamaya tabi olmayı zorunlu saymamaktadır. Zira, devlet uçaklarına kural koyma yetkisi sadece devletin kendisine aittir.

  Ayrıca, gerek NATO ve gerekse Milli Tatbikatlarda, tatbikat öncesinde tatbikat sahaları usulüne uygun olarak Natom’lattırılmakta ve tatbikat uçakları görerek uçuş kurallarına göre ve genellikle satıh radarının pozitif kontrolünde uçmaktadır. Uluslar arası hava sahalarında harekat hava trafiği olarak pozitif radar kontrolünde yapılacak bir askeri uçuş için uçuş plan bilgisi veya rapor verme zorunluluğu getirmek, hem Chicago Sözleşmesinin 3. maddesine hem de açık denizlerdeki uçma serbestisini sağlayan Uluslar arası Hukuk ve teamüllerine aykırıdır. Ege’de uluslararası hava sahalarında yapılacak uçuşlara ilişkin uçuş plan bilgisi verilmesi konusunda ısrar edilmesi, FIR sorumluluğu nedeniyle, Yunanistan’a verilen teknik sorumluluğun, bir hava savunma vasıtası olarak kullanılması anlamını da doğurmaktadır.

  Bu yorumun doğruluğunu, Yunanistan’ın, tatbikatlarda uçuş plan bilgilerinin kendilerine verilmediği gerekçesiyle yaptığı teşhis önlemlerine kanıtlamaktadır. Bölgenin uluslar arası hava sahalarında teşhis için önleme bir güvenlik gereği olarak yapılıyorsa bu işlemi yapmada, Yunanistan’ın olduğu kadar Türkiye’nin de hakkı vardır.

c. Erken İhbar Hattı ve Hava Savunma Sahaları

   Daha önce egedeki savunma sorumluluğu iki devlet arasında paylaştırılmıştır. 1964 Kıbrıs bunalımını bahane eden Yunanistan NATO’yu ikna ederek ihbar hattının Atina-İstanbul fır hattı ile çakışmasını sağladı. 1974 yılında Yunanistan’ın NATO askeri kanadından çekilmesi ile çıkan boşluk geçici düzenlemelerle dolduruldu. 1974’te Ege hava sahasındaki durumu sakıncalı bulan Türkiye, Ağustos 1974’te 714 sayılı NATOM ilan etmiş ve bu hattın doğusuna geçecek uçakların bilgi vermesini istemiştir. 714 sayılı NATOM Mart 1980’de kaldırılmıştır.

   1980’de Rogers Planı ile NATO’ya geri dönen Yunanistan, 1974 öncesindeki durumu kabul ettirmek istemektedir. Buna göre Türkiye, Ege uluslararası hava sahasından kendi egemenlik alanına yönelecek uçuşlardan en az on dakika önce bilgi sahibi olmasına elverecek bir düzenlemeden yanadır. Bugün Ege hava sahasının % 91’i Yunanistan’ın denetimindedir.

   Ayrıca Ege hava sahası konusunda Limni adası üzerinde Yunanistan tarafından kurulan güvenlik bölgesinin genişliği ve Ege Denizi üzerinde sivil uçaklar için bazı geçiş yollarının belirlenmesi gibi başka sorunlardan da bahsedilebilir.

Paylaş:

Yorumlar

“29) EGE SORUNU” yazisina 2 Yorum yapilmis

  1. Prof. Dr. Ramazan Özey yorum tarihi 6 Haziran, 2017 08:45

    EGE DENİZİ’NİN GERÇEK ADI; ADALAR DENİZİ
    Yunanlılar’ın “Ege Denizi” dedikleri ve kendilerinin olduğunu iddia ettikleri bu deniz, gerçekte bir Türk denizidir ve adı “ADALAR Denizi”dir. Bu görüşü, Tarihi Coğrafya kitapları ve atlasları da teyit etmektedir. Bu
    EGE DENİZİ’NİN GERÇEK ADI; ADALAR DENİZİ
    Anadolu yarımadasının batısında bir deniz yer alıyor. Bu deniz; aynı zamanda Avrupa-Asya ve Afrika kıtalarının birbirlerine iyice yaklaştığı ve kaynaşma noktasını oluşturduğu bölümde yer alan Akdeniz’in bir kolunu andırıyor. Öte yandan, kuzeydoğuda Çanakkale Boğazı ile Marmara’ya ve oradan İstanbul Boğazı ile Karadeniz’e ulaşıyor. İşte Anadolu’nun batısında yer alan Akdeniz ile Karadeniz’i birbirine birleştiren bu denizin adı nedir? Ege Denizi mi? Adalar Denizi mi?
    Bugün çoğu kitap, ansiklopedi ve atlaslarımıza baktığımızda, bu deniz üzerinde “Ege Denizi” yazılı olduğunu görürüz. Nedir bu Ege Denizi? Ne anlama geliyor? Günümüz yerli ve yabancı ansiklopedi ve sözlüklere baktığımızda, “Ege” hakkında özetle şu bilgileri görüyoruz.
    “ Ege, Mitoloji’de Bir Yunan Kralı’nın adıdır. Aigeus, Aegeus ya da Egee olarak bilinen bu kral Atina Kralı Pandion’un oğlu, Theseus’un babasıdır. Aigeus, Troizen kralının kızı Aithra ile gizli ilişkiye girer. Bu gizli ilişkiden, Aithra gebe kalır. Aigeus, Aithra’dan doğacak olan çocuğa babasının ismini bildirmemesi için söz alır. Aithra, çocuğu doğurur ve adını Theseus koyar. Ve babasının ismini söylemez. Theseus, büyüyünce Atina’ya gelir ve babasının kim olduğunu öğrenir. Kral olan babasını yani Aegeus’a kendini tanıtır. Theseus, tahtı ele geçirmek istiyen amcaoğullarını öldürerek, babasının tahtta kalmasını sağlar. Atina’da düzenlenen Panathenaia bayramında, Giritli atlet Androgeus öldürülür. Girit kralı, bunun üzerine, her yıl kurban edilmek üzere, yedi kız yedi erkek gönderilmesini ister. Bu şart çok ağırdır. Aegeus, oğlu Theseus’dan bu Girit canavarını öldürmesini ister ve bir gemi ile Girit’e gönderir. Eğer kralı öldürmeyi başarırsa, gemiye beyaz yelken açmasını ve böylece uzaktan müjdeyi vermesini ister. Eğer öldürmemişse siyah yelken açmasını tenbih eder. Theseus, Girit kralını öldürür ve Aitna’ya geri döner. Dönüşte, babası deniz kıyısında onu beklemektedir. Ne varki Theseus, babasının tenbihini sevincinden unutur ve gemiye siyah yelken çeker. Siyah yelkeni gören Aegeus, üzüntüsünden kendini denize atar ve intihar eder. Bu yüzden, Atina Körfezi yakınlarındaki denize “Aegeus Pontos” yani “Aegean Sea” “Ege Denizi” denmeye başlar. Ancak büyük denizin adı Archipelagos Sea’ nin yunanca karşılığı olan “Chief Sea” kullanılır.
    Ya bizim Tarihi Coğrafya kitaplarımızda bu denizin adı nedir? Anadolu’ya ilk yerleşen Türkler, yarımadanın en batı ucuna geldiklerinde, karşılarına büyük bir deniz çıkar. Söz konusu bu denizi zamanla tanıyan Türkler, içinde çok sayıda ada olduğu için ve orijinal adını Türkçe’ye çevirerek “Adalar Denizi” adı verirler.

    Neden ADALAR Denizi?

    1. 1570 yılında, Flandre’da (Fransa), Ortelius tarafından yayınlanan ilk Coğrafya Atlası’ndaki Anadolu ve Balkanlar kısmını gösteren paftasında, Sözkonusu bu deniz (Adalar) üzerinde; “ARCHIPELAGO” yazılıdır. Bu kelimenin Türkçe karşılığını İngilizce veya Fransızca sözlüklere baktığımızda ; “ Üzerinde pek çok ada bulunan deniz; adalar grubu; takımadalar. The Arcipelago: Adalar Denizi” diye yazılmaktadır. Adı geçen atlasın bu paftası, ayrıca Faik Sabri Duran’ın Lise Kitabları: Sınıf I, 1938 yılı baskılı “Umumi Coğrafya Dersleri” adlı kitabının, 44. Sayfasında da verilmiştir.
    2. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, Cilt 1, Sayfa 81’deki, Adalar Denizi teriminin karşılığında şunlar yazılıdır: “Türk Coğrafyacılarının 19. Yüzyılda Ege Denizi’ne verdikleri ad” olarak geçmektedir.
    3. Bölgede hüküm süren Aydın oğulları Beyliği ve Osmanlı kaynaklarında, hep “Adalar Denizi olarak geçer.
    4.Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde (1913), Ali Tevfik tarafından kaleme alınmış “Memalik-i Osmaniye’nin Coğrafyası” adlı kitapta da, bu denizin adı “Adalar Denizi” olarak geçer. Osmanlı Dönemine ait örnekler çoğaltılabilir.
    5. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Latin alfabesiyle ilk defa Tefeyyüz Kitaphanesi tarafından 1931 yılında yayınlanan ve Mektep Haritaları Mürettibi Muallim Abdülkadir, Kuleli Askeri Lisesi Coğrafya Muallimi kaymakam Mehmet Rüştü ve Kandilli Lisesi Muallimlerinden Hattat Süreyya tarafından hazırlanmış olan Mükemmel Umumi Atlas’ta da, bu denizin adı, “Adalar Denizi” olarak yazılmıştır.
    6. 1938 yılında yayınlanan, Faik Sabri Duran’ın, Lise Kitapları: Sınıf III, Türkiye Coğrafyası (Kanaat Kitabevi-İstanbul), adlı kitabın 26. Sayfasında, Ege Bölgesi’nin alanları biraz daha geniş tutulmuş ve bu bölgeye “Garbî Anadolu” adı verilmiştir. Garbî Anadolu’nun Günümüz Türkçesi karşılığı ise; Anadolu’nun Batısı demektir.
    7. Yine 6. Madde de sözü edilen kitabın 201. Sayfasındaki haritada “Adalar Denizi” olarak geçmektedir.
    8. Coğrafya Bilimi açısından, Adalar kelimesi bu denizin gerçek anlamını karşılamaktadır. Öte yandan, Ege Bölgesi diye adlandırdığımız bölgemiz ise, yeryüzü şekilleri, iklimi, bitki örtüsü, kıyıları ve diğer özellikleri bakımından araştırıldığında, Bir Yunan Mitolojisindeki bir kralın adıyla hiçbir ilgisinin bulunmadığı, aksine “Adalar” kelimesinin anlamıyla tamamen özdeşleştiği tesbit edilmiştir.
    9. Mitolojik hikâyede anlatılan Yunan Kralı Aegeus, Atina kıyılarında denize atlamıştır. Bu nedenle, sadece Atina Körfezi’nin adı, belki “Aegean Körfezi” olabilir. Körfez sayılarının bile tespitinde güçlük çekilen bir denizin adına, sadece bir körfezin adını vermek, akılcı bir yaklaşım değildir. Oysa söz konusu bu denizi en iyi şekilde karakterize eden, fiziki olay; adalardır. İşte bu özelliğinden dolayı, Avrupalı bilim adamları dahi ta 1500’lü yıllardan beri bu denize “Adalar Denizi” demektedirler.
    10. Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, Büyük Taarruz’da, Türk Ordularına, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri.” emrini vermiştir. Atatürk’ün hedef gösterdiği deniz, bugün Akdeniz olarak bilinen Akdeniz değil, Adalar denizidir. Çünkü Atatürk, denizin gerçek adını kullanmıştır. Gerçekte geniş anlamda, Akdeniz bugünkü anlamda Adalar denizini de kapsamaktadır. Ancak ayrıntıya inildiğinde, Akdeniz’in bir iç kolu olarak “Adalar denizi” denmiştir. ATATÜRK, hayatı boyunca hiçbir zaman “Ege Denizi” adını kullanmamış, daima “Adalar Denizi” adını kullanmıştır. ADALAR Denizi’nin Ege Denizi olarak kullanılması, 1941 Birinci Coğrafya Kongresi’nden sonra olmuştur. Yanlışın düzeltilmesi halinde, ATATÜRK’ün Türk Ordularına verdiği emir daha iyi anlaşılacaktır.
    Sonuç
    Ne yazık ki, daha sonra ki yıllarda, bu denizin adı, Türk atlaslarında ve kitaplarında “Ege Denizi” olarak kaydedilmeye başlanmıştır. Bu bir Tarihi yanılgıdır. Bilim, hiçbir zaman yanılgı kabul etmez. İşte bu tarihi yanılgıdan ötürü, dış politikasında Türkiye, Adalar Denizi içinde bulunan adalar üzerinde hak iddia edemez olmuştur.
    Cumhuriyet döneminde, adalardan mahrum kalan Türkiye, 12 mil meselesi yüzünden günümüzde Adalar Denizi üzerinde olan hakkını da yitirmek üzeredir. Eğer Yunanistan’ın istediği 12 mil hakkı kabul edilirse, işte o zaman ismen Yunanlılar’a kaptırdığımız “Adalar Denizi”, gerçekten bir Yunan denizi haline gelecektir. Oysa Tarih bunu yalanlamaktadır. Yunanlılar’ın “Ege Denizi” dedikleri ve kendilerinin olduğunu iddia ettikleri bu deniz, gerçekte bir Türk denizidir ve adı “Adalar Denizi”dir. Bu görüşü, Tarihi Coğrafya kitapları ve atlasları da teyit etmektedir. Bu tarihi hatayı, önce Türk dış politikası ve Türk Milli Eğitimi düzeltmelidir. Mevcut kitaplardan ve atlaslardan “Ege Denizi” adının sehven yazıldığını kabul ederek, yerine “Adalar Denizi” adı yazılmalıdır. Böylece Tarihi bir hatamızı da coğrafyanın da bilimsel süzgecinden geçirerek düzeltmiş olacağız.
    Prof. Dr. Ramazan Özey Bölüm Başkanı

  2. Hulki CEVİZOĞLU yorum tarihi 17 Haziran, 2017 11:19

    18 YILLIK BÜYÜK SIR! (Bodrum Turgutreis) KARDAK’TA SAT KOMANDOLARIMIZ VURULMUŞ
    http://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/18-yillik-buyuk-sir-kardakta-sat-komandolarimiz-vurulmus-32707yy.htm

Yorum yap