282) GÜNEŞ TUĞUMUZ, GÖK OTAĞIMIZ

Yayin Tarihi 7 Temmuz, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

 

GÜNEŞ TUĞUMUZ, GÖK OTAĞIMIZ

Millete efendilik yoktur, O’na hizmet  vardır. Bu Millete hizmet eden  O’nun efendisi olur.” Mustafa Kemal ATATÜRK

Türklerde Devlet kavramı: Devlet, Bir hükümet idaresinde teşkilatlandırılmış olan siyasi topluluk. Devlet kurmak millet olmanın tabii bir gereği değildir. Hiç devlet kurmamış milletler tarihte mevcuttur. Ama Türk milletinin “devlet kurma” tecrübesi çok eskilerden başlayıp aralıksız devam etmiştir. Bu devlet hayatı Türk milletinin şuurunda kök salmıştır. Türk milleti, bekasını devletiyle bir gördüğü için tarih boyunca Türk devletlerinde biri yıkılırken diğeri onun boşluğunu doldurmuştur. Farklı mekanlarda kurulmuş olmalarına rağmen Türk devletlerinde aynı özellikler, aynı telakkiler görülmesi Türklerde mevcut devlet felsefesine delildir. Bu felsefi temelde; devletin nazariyelerle değil toplumun eğilimlerine ve günün şartlarına göre kurulabileceği esas alınmıştır.

Göçebelik döneminde her an baskına maruz kalma ihtimali her ferdin devlet hayatında görev almasını icap ettiriyordu. Her bireyin ne yapacağını bilmesi onlarda “düzen” fikrini yerleştiriyordu. Ayrıca büyük kitlelerin göç hareketlerini organize etmek sıkı bir “disiplin”le mümkündü. Bu düzen ve disiplin unsuru Türklerin devlet kurmalarında önemli fayda sağlamıştır.

Devleti etkileyen önemli faktörlerden biride o milletin “dini”dir. Eski yunanda tanrılar belli bir siteye aitti, ve yabancıların o siteye girmesine müsaade edilmezdi. Bu kapalı din, “kapalı bir devletin” yani “site devletinin” doğuşuna sebep oldu. Türk milletinin bir dünya devleti kurmayı amaç edinmesinin itici gücünü Türklerin dininde aramak gerekir.

Milletler felsefelerini hayattan alırlar. Dinleri, soyları, sosyal içgüdüleri tarihi gelişmeleri kültür düzeyleri ekonomik durumları felsefelerini etkiler. Felsefeleri de efsanelerinde, masallarında, destan, atasözü ve deyimlerde gizlidir. Milletler devletlerine de kendi felsefelerine göre anlam verirler.

Orhun Abidelerinde “il” kelimesi devlet anlamında kullanılmaktadır. Kaşgarlı Mahmud’un lugatın da da “il”in “sulh, barış” manasında kullanıldığı görülür. “il” kelimesinin bu iki değişik anlamı Eski Türklerde “barış” ile “devletin” birbirine nasıl bağlı olduklarını gösterir. “il” eski Hunlar dan beri toprağı ile halkını töreye uygun şekilde koruyan içerde barışı sağlayan bir kuruluştur. Devlet idaresi genel olarak “tutmak” fiili ile ifade edilirdi. Devletin yıkılışı “il kaybolmuş, kaçışmış” gibi kelimelerle ile ifade edilirdi. Devlet kurmak “kazganmak” şeklinde ifade edilirdi.

Eski Türklerdeki “il” kelimesinin yerini bugünkü Türkçe’de İslamiyet ile dilimize giren “devlet” almıştır. Batı dillerinde devleti ifade eden kelimeler Latince “durmak” “yerleşmek” “ikamet etmek” manalarındaki “state” fiilinden yapılan “status” dan gelen “etat” “state”, “stat” gibi kelimelerdir. Devlet, D.V.L kökünden alınmış bir isimdir. D.V.L nin anlamı ise “hareket ettirmek, döndürmek dolaştırmak, işleri çekip çevirmek” tir Yani Latinler devlete ”statik” müslümanlar ise “dinamik” bir değer atfetmişlerdir. Latinler yerleşik olmayan topluluklara devlet denmeyeceğini ifade etmektedirler.

Türk Devletinin Doğuşu

Yüzyıllar boyu yaşanan müşterek olaylar toplumları millet olma yoluna doğru iter. Tarihi yapanlarda yine büyük milletlerdir. Toplumlar yaşadıkları coğrafyanın etkisi altındadırlar. İlk Türkler Orta Asya bozkırlarında tarih sahnesinde göründüler. İktisadi uğraşları hayvancılık olan bu ilk Türkler için Orta Asya otlak ve su bakımından pek cömert değildi. Konar-göçer topluluklar halinde idiler. Düşmanla ne zaman karşılaşılacağı bilinmediğinden her an savaşa hazır olmak zorundaydılar. Böyle bir tehlike altında yaşayan insanların teşkilatlanmaya önem vermeleri tabii idi.

Devlet ailelerin bir genişlemesidir. Hayatın haşinliğine karşı mücadele gücünden yoksun çocukları korumayı gaye edinen ailenin en önemli özelliği Türk devletinin de bir özelliği haline gelmiştir. Türk devleti “babalık” görevini yüklenmiştir. Türk hakan çadırlarının kubbeli olması göğün yerdeki sembolü kabul edilmiştir. Eski Türklerde gök kubbesi devletin, çadır ise ailelerin örtüsü olarak düşünülmüştür. Birinin altında devlet diğerinin altında aile kurulmuştur.

İlk Türk toplumunun meydana gelmesinde aile bağlılığının yanı sıra zorla karşılaşmak, tehlikelere karşı bir araya gelmek, geçimi daha kolay sağlamak gibi faktörler de rol oynamıştır. Bu değişik faktörlerle oluşan topluma “boy” (bod) deniliyordu. Boy beyleri cesareti, doğruluğu, malı kudreti ile tanınan kişiler arasından seçilirlerdi. Her boyun arazisi ve silah gücü vardı. Mülkü ve hayvan sürüleri diğer boylardan ayırt edilmektedir.

Bir boy herhangi bir yolla büyük bir nüfuz kazanmışsa onun beyi, boylar birliği olan ”budun” un başbuğu olurdu. İlk siyasi birlik olan boyun bünyesi sağlamlaşıp toprağı genişledikçe boy beyinin çok güçlenmesinden dolayı beyin ailesi “sülale” özelliği kazanırdı. Güçlü bir boyun diğerlerini hakimiyetine alması hayatın kanunu idi. Böyle durumda toprak genişler nüfus artardı. Ama bunlar bir devletin teşekkülü için yeterli değildir. “Velayet-i amme” denen yasama ve yürütme nosyonunun doğması ve bununda budun’a intikali gerekir.Beylerin yetkileri il beyine karşı sınırlanırdı. Çeşitli yetkilerle karizmatik bir havaya bürünen hanedan devletin mihrakı durumuna gelmiş ve uzun ömürlü hanedanlar kurulmaya başlamıştır.

Ziya Gökalp eski Türk toplumunun geçtiği merhaleleri altılı bir ayrıma tâbi tutmuştur; Aile, soy, sop, boy, uz, il(devlet). İlk 3 zümre ailevi karakterdedirler. Kan bağı bunlarda kurucu unsur sayılır. Siyasi karakterleri ikinci plandadır. Son 3 zümrede ise zayıflayan kan bağı yerini belli ölçüde ülke birliğine bırakmıştır. İçlerinde idare edenler – edilenler farklılaşması vücut bulmuş kısaca aile olmaktan çıkmışlardır.Türk milleti devletini “töre”sine göre kuruyordu. Töre geçmişten geliyor geleceğe yön veriyordu. “Devleti ellerine alıp töreyi tesis ettiler” gibi abidelerdeki ifade törenin önemini gösterir. Toprağın üstün tutulduğu yerleşik ile birinci planda devlete yer veren bozkır kültürü arasında fark vardır. Hint-Avrupalı toplulukla “baba” sıfatını “vatanlarına” verdikleri halde Türkler bu sıfatı “devletlerine” vermişlerdir.

Hint- Avrupalılar daha kolay olan yerleşik hayatı tercih ettikleri için işgale katlanıyorlardı. Türkler ise varlıklarını bağımsızlıkları ile bir görüyorlardı. Türk devleti Çin’in kıyısında tarih sahnesine çıkmıştı. Bu kalabalık devlete karşı Göçebelikle varlığını koruyabilirdi. Ancak bu göçü devlet düzen ve disiplininde gerçekleştirebilirdi. Bundan dolayı Türklerde “devlet” topraktan daha önemli hale gelmiş ve “devlet baba” olmuştur. Toprak ise devlet babanın koruyuculuğunda “ana vatan” olarak ifade edilmiştir.

Türk Devletinin Unsurları

Kamu hukukçuları Türk devletini oluşturan unsurları ikiye ayırırlar. Hazırlayıcı ve meydana getirici unsurlar. “Ülke” ve “Nüfus” hazırlayıcı. “Hakimiyet” meydana getirici unsurlardır.

1) Ülke: Eski Türkler “ülüş” dedikleri ülkeye hiçbir zaman kuru toprak parçası olarak bakmazlardı. Ülke kutsal törenin tatbik edildiği yer olduğu için kutsaldı. Ülkesiz bir topluluğun devlet kurması düşünülemezdi. Milletlerin ülke anlayışları farklıdır. Mesela : Eski Yunanlılar için en ideal site halkının ekip biçtiği yerlere kadar uzanan ülke idi. Aynı dönemde Türkler ise “gökyüzü çadırımız” diyerek ülkelerinin çok geniş olmasını arzuluyorlardı. Ülkenin devletin esası olduğu görüşü Türklerde eskiden beri yerleşmiştir. Hun hükümdarı Mao Dun (Mete) komşuları Tunguzların at ve kadın isteklerine itiraz etmemişti. Fakat çorak işe yaramaz bir toprak parçasını istemelerine çok kızmış devletin malı olan toprağın başkalarına verilemeyeceğini söyleyerek Tunguzlara savaş ilan etmiştir. Türk milleti vatanına sahipken hem korumayı hem de “gökyüzü çadırımız” diyerek sınırlarını genişletmeyi amaç edinmiştir. İslamiyet vatan sevgisine derin boyutlar getirmiş onu korumayı İslami görevler arasında mütalaa etmiştir.

2) Nüfus: Gelişi güzel bir araya gelmiş insanlar devletin nüfus unsurunu meydana getirmez. İnsan unsuru çeşitli sebeplerin etkisiyle bir araya gelmiş birbirine bağlı, devlet kuracak ve yaşatacak olgunluğa erişmiş olmalıdır. Türk devletlerinin temel gayelerinden biri de dağınık Türk boylarını bir araya getirmektir. Halk kelimesinin karşılığı eski Türklerde “kün” idi.Oğuz destanında “Halkımız çok olsun” cümlesinden nüfusun önemini Türklerin çok eski çağlarda kavradığını anlarız. Şehirleri zapt eden halkı öldüren Cengiz Han’a Doğu Türkistan’ın Hami şehrinden gelen Tapan adında bir Türk şöyle demişti; “Siz insanları öldürüp toprağı boş bırakıyorsunuz. Halbuki devlet insanla topraktan meydana gelir.” Bu örnek nüfus’un önemini sadece devletin değil halkında idrak ettiğini gösterir.İslamiyet de nüfus’un çokluğuna ve kalitesine önem vermiştir. Nüfus’un öneminin idrakinde olan Türkiye Cumhuriyetinin ilk yöneticileri tedbirlerle devletin nüfus’unun arttırılmasına çalışmışlardır. T.C’ de nitelikli nüfus yapısı oluşturulduğunda dünyada söz sahibi olabilir.

3) Hakimiyet: Bir istila halinde toprağa yerleşik köylü yaşamak için baş eğmek zorunda kaldığı halde Bozkırlı Türk hür iklimlere göç ederdi. Hayat şekilleri bağımsızlığı Türk milletinin karakteri haline getirdi. Abidelerde bağımsızlıktan mahrum bir millet ölmüş kabul edilmektedir. Hakimiyeti iyi kullanamayan kağanlara halk itaat etmezdi.

Kağan  hakimiyet unsuru değil; hakimiyeti kullanan yüksek bir yetkili idi. Bir millet azınlık olarak bir devlette yaşayabilir ama ideali kendi devletini kurmaktır. Türkler İslâmiyet’i kabul edince devletlerini ona göre düzenleyip geleneklerinde İslam ile çatışmayanları devam ettirdiler. Hakimiyet anlayışları da İslâm-i mahiyet aldı. Hakimiyetin kaynağı üç çeşittir.Oğuz destanına göre Oğuz Han karizmatik bir şahıs idi. Hakimiyeti ilahi menşeden almıştı. Yönetme hakkı hükümdara Tanrı tarafından ilahi bir lütuf olarak verilmişti. “Kut” diye nitelendirilen bu anlayış Türk devletlerinde yönetici aileye bağlılığı kuvvetlendirmiştir.

Kut; Devlet, baht, iyilik, talih anlamındadır. Tanrının bu yetkiyi vermesini ülüg (kısmet) olarak tanımlarlardı. Türk hakanları adeta göğün yerdeki temsilcisi gibidir. Atilla 451’deki “Katalanum savaşından” bir gün önce şaman’ a ; “söyle bakalım yarınki savaşın galibi yada mağlubu kimdir?” dedi. Şaman ; “sen Tanrının kılıcısın” cevabını verdi.

Gök Tanrı inancı bütün Türk milletinde hakimdi. Tanrı vergisi Kut’a sahip olan tahta çıkar görevini yapabildiği sürece orada kalırdı. Başarılı olamazsa Tanrının Kut’u geri aldığına inanılır ve tahttan düşerdi. Türklerin ilahi kaynaklı hakimiyet telakkisi başka milletlerinkinden farklıdır. Hunlar dan beri hakimiyetin ilahi kaynaklı olduğu kabul edilmekle birlikte hakanlara herhangi bir ulühiyet atfedilmemişti. Tanrı tarafından Kut verilmiş bir insan kabul edilmektedir. Başka kültürlerde kralın şahsıda ilahi menşeli kabul edildiğinden “kral hata yapmaz” fikrini de beraberinde getiriyordu. Türk anlayışında ilahi olan görevlendirmedir. Hakan iyi veya kötü, bilgili veya bilgisiz olabilir.

Türk hakimiyet telakkisine göre kut babadan oğla geçerdi. Kut irsen geçse de buna sahip olabilmek için gerekli başka özellikler vardı. Hazarlarda umumi felaketler hakandan kut’un gittiğine delalet eder ve idam edilirdi. Eski Türklerde hakan devleti töreye göre yönetirdi. Yani yönetim hakimiyete kanuni bir mahiyet verirdi. Türkler İslam’ın kabulünden sonra İslamiyet ile çatışmayan geleneklerini devam ettirdiler. Kut’a İslami bir anlam verdiler. Onu Allah’ın takdiri veya nasibi olarak yorumlamışlardır. İslam inancında Allah kadir-i mutlak dır. İnsan nasibinde varsa devlet başkanı olabilir.

Eski Türk devlet geleneğinde hükümdarlık Oğuz Han soyuna aitti. “Kut” bu soyda tecelli ederdi. Mesela Timur Oğuz Han soyundan gelmediği için Han veya Sultan ünvanını alamamıştır. Emir olarak kalmıştır. Osman Gazi hakimiyetin bir nasip olduğunu ; “Ona sultanlık veren Allah bana da hanlık verdi” sözleriyle ifade ederdi. Osmanlıda hakimiyet İslami kaynak dan veya Türk menşeinden gelirdi. Osman Gazinin Edebalı’ nın evinde uykuya varmadan evvel Kur’ an’a gösterdiği hürmet İslam-i motifi, rüyasında göbeğinden ağaç çıkması Orta Asya, eski Türk motifinin bir tekrarı olarak tasvir edilebilir.Türkiye Cumhuriyeti, hakimiyetin kaynağı anayasada “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde ifade edilmiştir.

Devlet Başkanlığı ve Hakimiyetin Kullanılması

En başarılı devlet adamları sorumluluğunu üzerine aldığı milletin kültürünü en çok temsil edebilme kabiliyetine sahip şahsiyetler olmuştur. İyi bir hükümdar himayeyi, çaresize el uzatmayı ve bunlarda karşılık beklememeyi içeren “beylik gururuna” sahip olmalıdır.Eski Türklerde hakanlar hakimiyeti töreye göre kullanırlardı. İslam’ın kabulü ile İslam hukuku ve töre dikkate alındı.

İstişare hem eski Türklerde hem de Türk İslam devletlerinde önemliydi. “Kurultay” , “Kageş” bu amaçla oluşturulmuştur. İbni Batuta Türklerin yılda bir kere toplanarak Hakanın töreye uygun hareket edip etmediklerini kontrol ettiklerini söyler. İslam da zalim hükümdara isyan etmeyi İslam-amme hukukunun parçası haline getirmiştir.

T.B.M.M’ nin 1961 ve 1982 anayasalarında iktidarın tasarruflarının anayasaya uygunluğunu kontrol için Anayasa mahkemeleri kurulmuştur.İlk Türklerde göç halinde yaşayabilmek bozkırda dağılıp yok olmamak için teşkilat çok önemliydi. Devlet teşkilatı din, töre, coğrafi yapı, hayat tarzı vs. ile yakından ilgilidir. Kur’an da devlet şekline ve müesseselerine dair bir ayet bulunmaması anlamlıdır. Bunun sebebini İslamiyet’in bütün insanlığa ve zamanlara hitap etmesinde aramak gerekir. İslam-i esaslara sahip devlet despotizme kapalı hürriyetlere açık bulunmak zorundadır.

Hakansız devlet düşünülemezdi. Şaman dualarında yurdun Hakansız kalması kıyamet alameti sayılırdı. Türk kağanları kudretlerini “Gök”ten alırlardı. Gökte bir güneş olduğu gibi yerde de bir kağan bulunmalıydı. Türk hükümdarları; Han, Hakan, Kağan, Tanhu, Gazi, Hüdavendigar, Padişah, Sultan gibi ünvanları değişik dönemlerde kullandılar. Uygurlarda bir prensesin hükümdarlık tahtına oturduğu bilinir. Tahta oturmasa bile Hakan hatunları devlet siyasetine yön veren önemli unsurlardandı. Tahta geçen şehzadenin annesi Türk olmak zorundaydı. (Bu gelenek siyasi nedenlerden dolayı Osmanlı’da değişmiştir.) Hakanın  kurultayda seçilmesi köklü bir devlet geleneği idi.

Tahta çıkma merasiminde otağ kainatın Hakan güneşin sembolü idi. Eski Türk devletlerinde veraset yasasının kesin olmaması yüzünden hükümdarın ölümünden sonra çoğunlukla taht kavgaları olurdu. Hakimiyet hanedanın ortak malı idi. Hanedan ve üyeleri de kutsal kabul edilirdi. Hanedan üyelerinin idamında kanları akıtılmaz, yay kirişi ile boğulurdu. Bu Osmanlıda da devam etti. Cumhuriyet döneminde devlet başkanlığına geliş yolları anayasalarda gösterilmiştir. Hakimiyet sembolleri; otağ, taht, tuğ; davul, sorgua, alem, unvan ve lakaplar, bayrak, taç, saray idi. İslamiyet ile hutbe, sikke, çet, vs. de bunlara eklendi.

Devleti kurma ve düzene koyma. Açı doyurmak, çıplağı giydirmek, milleti çoğaltmak asayişi sağlamak hükümdarın görevlerinden bazılarıdır. Yeni alınan yerlere “kandurma” yani “yerleştirme” ve “iskân” politikası da Türk Kaanlarının önemli vazifelerindendi. Türk kağanları iskâncı idiler.

TÜRK DEVLETİNİN AMACI

a) Yurt Edinme : Türk devletlerinin bir amacı ele geçirdikleri yerlere düzen getirmek oraları vatan etmektir. Bir yeri ele geçirmek değil elde tutmak önemliydi. Bu ise belli bir nüfusun o yere yerleştirilmesi ile “iskân siyasetiyle” olurdu. Sınırlar genişledikçe hakimiyetin her yere ulaşması için çeşitli Türk boylarına “yurtluk” verilirdi. Buna Türk devlet geleneğinde “orun” denirdi. Bu Oğuz Han töresi olup İslamiyet ile de devam etmiştir.

b) Barış : “İl” kelimesinin bir anlamı da “barış” idi. Barış olan ortamda halkın huzuru büyük ölçüde sağlanmıştır. Türk devletleri de iç ve dış huzurun sağlanmasına çok önem verirlerdi. Göktürkler bunu: “Gökte ve yerde nasıl düzen varsa devlette de aynı şekilde olmalı” diye ifade ederlerdi. “Tüz” kelimesi içerdeki asayişi ifade ederdi. Hükümdar devletin asayişini sağlayamazsa Kut’un Tanrı tarafından geri alındığına inanılırdı. Türk tarihinin kaynaklarında kılıçtan geçirilen düşman sayısı ile övünüldüğü görülmemiştir. İslam’ın temel ilkelerinden biride “barış”tır. Müslüman olan Türkler tabii olarak İslamiyet’in barışçı ilkesini de benimsediler. Savaşta önce barış teklifinde bulunmaya özen gösterdiler. Osmanlı her an kendine karşı organize haçlı ruhuyla karşılaşmasına rağmen hristiyanlara kin beslemedi. Sessiz sakin şehirleri nice bilginlerin durağı oldu. Türkler hiçbir zaman yaptıkları antlaşmaya sadakatsizlik göstermediler. Barış yaptıkları devletin zayıf anını kollamadılar.

c) Cihan Hakimiyeti: Bir devletin insan unsuru o devletin amacını şekillendirir. “At” sayesinde elde edilen sürat, daha ilk çağlarda “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” ülkelere hakim olmak duygusunu onlarda uyandırmıştı. Türklerde kağan yeryüzünün hükümdarı olarak düşünülürdü. Türk kağanları “Tanrının varlığı” ile dünyanın bütün ülkelerini idare ederlerdi. Böyle bir devlet ve hükümdarı anlayışı hukuk tarihinde de önemli yer tutmuştur. Bu çeşit devlet anlayışlarına uluslararasında “universal” devlet şekli denir. Bizim kitaplarımızda böyle devletler için “Cihanşümül devlet” deyimini kullanırlar. Türk psikolojisinde derin yer tutan bu telakkiyi ilk Cihangir ataları Oğuz Kağan’ın destanında bulabiliriz. “Güneş bayrağımız, gökyüzü çadırımız” parolasıyla daha çok denizlere daha çok ırmaklara diyerek yeryüzünün fethine hazırlanıyordu. Göktürkler bu anlayışın gelecek nesillere intikali için Orhun abidelerinde belirtmişlerdir. Bu inanç Uygurlardan Moğollara geçti. Cengiz Han’ın torunlarının tahtında dünyanın 4 bucağı ile 4 bucağın hakanlarını temsil eden 4 minder bulunurdu.

İslam’ın cihat anlayışı Türklerin cihan hakimiyeti felsefesine uygun düşüyordu. Halifenin Tuğrul Bey’e “Doğunun ve batının hükümdarı” unvanını vermesi aynı gerçeği ifade eder. Osmanlıda Türk devlet geleneğinin mirasçısıydılar. Osman gazinin göbeğinde çıkan ağacın dallarının dünyayı kapladığı ünlü rüya devletin kuruluş amaçlarından birinin cihan hakimiyeti olduğunu gösterir. Yavuz Sultan Selim’in Piri Reis’in yaptığı haritaya bakıp “dünya ne kadar küçük bir hükümdara bile yetmez” sözü aynı ülkünün ifadesidir. Osmanlı döneminde Cihan hakimiyeti Politikası “Kızıl Elma” diye ifade edilmişti. Bu ideal Osmanlı cihadında devamlı itici güç olmuştur. Roma fethedilseydi Kızıl Elma bir başka yeri sembolleştirecekti.

d) Hizmet : Halka hizmet Türk devletlerinin en önemli amacıydı. Halkın ihtiyaçlarını görmek ve ülkede yoksul bırakmama görevini üstüne alan devlet için daha ilk çağlarda “devlet baba” deyimi doğmuştu. Yusuf Has Hacip hükümdara, “Memlekette bir kimse bir gece aç kalırsa onu Tanrı sana soracaktır, gözünü aç” diyerek halka hizmetin önemini ifade etmiştir. Yavuz Sultan Selim Halifeliği devralınca onun emriyle halifelik sıfatı “Hakimü-l Haremeyn” den “Hadimü-l Haremeyn’e” yani “Mekke ve Medine nin hakiminden “Mekke ve Medine nin hizmetkarına çevrildi. Osmanlı dil de ayrımı yapmadan tebasının hizmetinde bulunmuştur. Yüzyıllarca topkapı sarayı batı derebeylerinin malikaneleri seviyesinde bile değilken onlar milyonlarca km2’ye hizmet götürdüler…

image00164.jpg

KAYNAKLAR:

Ferit Develioğlu ; Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugatı S.181

Muharrem Ergin ; Orhun Abideleri

Mehmed Niyazi ; Türk Devlet Felsefesi

Muhammed Şahin ; Türk Tarihi ve Kültürü

Ögel ; Türk Kültürünün Gelişme Çağları

Necati Kotan; Tarih Fıkraları S.14

Ahmet Uğur, Osmanlı Siyaset nameleri

İbrahim Kafesoğlu ; “Milli Kültür ve Siyaset”, Türk Kültürü

Erol Güngör ; Tarihte Türkler

 http://www.1bilgi.com/tarih/9487/turk-devlet-felsefesi.html

Paylaş:

Yorumlar

“282) GÜNEŞ TUĞUMUZ, GÖK OTAĞIMIZ” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Ertuğrul Kapusuzoğlu yorum tarihi 30 Aralık, 2008 00:38

    Ne güzel bilgiler…
    Yazanlar, okuyanlar, getirenler, götürenler sağolsunlar.

Yorum yap