267) TÜRK DİLİ TARİHİ (Başlangıçtan, Yirminci Yüzyıla)

Yayin Tarihi 22 Eylül, 2014 
Kategori KÜLTÜREL, TÜRKÇE

TÜRK DİLİ TARİHİ

(Başlangıçtan, Yirminci Yüzyıla)

image001

—————————————————————

Moğolistan ve Çin içlerinden Orta Avrupa’ya, Sibirya’dan Hindistan ve  Kuzey Afrika’ya kadar geniş bir alanda varlık gösteren bir dilin tarihini yazmak  kolay değildir. Binlerce eser, anıt, yazıt ve belge bırakan Türk dili bugün de  Türkistan, Azerbaycan, Anadolu, Balkanlar ve Avrasya bozkırlarında  kullanılmaya devam etmektedir. 20. yüzyılda ortaya çıkan ulaşım ve iletişim  imkânları Türk dilini bugün ana ve ata yurtlarından da dışarıya taşırmış; Avrupa,  Amerika ve Avustralya’da yaşayan Türkler vasıtasıyla dilimizin kullanım alanı dünyanın her tarafına yayılmıştır. Hazırladığımız Türk Dili Tarihi, sadece Türkiye  Türklerinin değil bütün Türklerin dillerinin tarihi olduğundan sayısız malzeme ve  araştırmaya ulaşmak gerekmiş; mümkün olduğu kadar, yayımlanan metinlerin ve  yapılan araştırmaların hepsi görülmeye çalışılmıştır. Şüphesiz bunda muvaffak  olduğumuz söylenemez. Hele araştırmaların İngilizceden Rusça ve Çinceye,  Lehçeden Japoncaya kadar çok farklı dillerde yapılmış olması, herhangi bir  araştırıcının bütün bu çalışmalardan yararlanmasını imkânsız kılar. Son yıllarda  Türkiye’de ve dünyada Türk dili araştırmalarının büyük bir artış göstermesi de  zorlukların bir başka yönüdür. Ancak alanın genişliği, malzemenin bolluğu,  araştırmaların çokluğu böyle bir çalışmanın yapılmamasını gerektirmez. Vaktiyle,  Türk dilinin büyük emektarı Ahmet Caferoğlu’nun cesaretle adım attığı bu sahaya  ondan 50-60 yıl sonra ben de adım atmaya cesaret ettim ve diyebilirim ki sadece  adım attım.

Tarihsiz, Türk dili tarihi düşünülemez. Hangi tarih ve coğrafyanın  eserlerini araştırmaya giriştiğimizin belli olması için her dönemin tarihî ve coğrafi  zemini ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bunun için tabiî ki araştırmalardan  faydalandık; ancak özellikle atalarımızın bıraktığı eserler, tarihin ortaya  konulmasında birinci derecede kaynak olarak kullanılmıştır. Bu arada destanların  da tarihî bir kaynak olarak değerlendirildiğini belirtmeliyim.

Tarihî zeminin ortaya konmasında daha çok başlangıç dönemleri ve  kökenler üzerinde durulmuştur. Bilinmeyen dönemlerde mümkün olduğu kadar  ayrıntıya gidilmiş; bilinen dönemlere yaklaştıkça ayrıntıdan kaçınılmıştır. Çünkü  maksadımız bilinen dönemlerin tarihini yazmak değil daha çok karanlık dönemleri  ve kökenleri aydınlatmak olmuştur.

Türk dilinin tarihî dönemlerinde de aynı yol izlenmiştir.  Köktürk döneminde görülen ayrıntılar, elbette Osmanlı ve Çağatay dönemlerinde yoktur.

Bugüne yaklaşıldıkça teferruat bırakılmış, dönem kuşbakışı olarak  değerlendirilmiştir. Bazı dönemlere ait metinlerin verilmeyişinde de aynı düşünce  hâkim olmuştur.

Elinizdeki eser, Türk dilinin sadece dış tarihi değildir. Her dönemin dil  özellikleri belirtilmeye çalışılarak dilin iç tarihi de ortaya konulmak istenmiştir.  Ancak her dönem için aynı şemayı kullanıp tasvirî gramerler yazmak yerine dönem  farklılıklarına ağırlık verdim. Böyle bir usulün, dilin dahilî gelişmesini daha açık  göstereceğini düşündüm. Tabiî ki bu bölümlerde önceki çalışmalardan  yararlandım. Ancak bir yandan bütüncü, bir yandan karşılaştırmalı bir bakışla dilin  tarihini kendime has bir şekilde ortaya koyduğum kanaatindeyim.

13. yüzyıl öncesi eserleriyle, Doğu Türkçesi eserleri edebiyat açısından  ülkemizde çok az incelenmiştir. Bu eserler üzerindeki edebî değerlendirmeleri  büyük ölçüde hâlâ Köprülü’ye borçluyuz. Son yıllarda Uygur ve Karahanlı dönemi eserleri edebî bakımdan daha fazla ele alınmaya başlanmıştır. Edebî  araştırmalar konusundaki eksikliği dikkate alarak eski dönem eserlerinin biçimi,  muhtevası ve üslûbu üzerinde de durmaya çalıştım. Bu bakımdan edebiyat  tarihçilerinin de kitabın bazı bölümlerinden yararlanabileceğini düşünüyorum.

Bilim alanlarında verilen her eser yeni görüşler, yeni yaklaşımlar ve bakış açıları getirmelidir. Bu kitabı esas itibariyle bir müracaat eseri olarak hazırlamakla  beraber bazı sorunları tartışmayı ve kendi görüşlerimi ortaya koymayı da gerekli  buldum. Bunu, bir müracaat ve ders kitabının niteliklerini bozmayacak ölçülerde  yapmaya çalıştım. Eğer bazı görüş ve yaklaşımlarım tartışmalara yol açabilirse  bunun, bilim dalımıza bir kazanç getireceğini düşünüyorum.

Türk dili tarihi bir açıdan Türk dili araştırmalarının da tarihidir. Bu bakımdan özellikle eski dönemlerde keşiflerin ve araştırmaların tarihini de ayrıntılı olarak vermeye ve bütün önemli araştırmaları göstermeye çalıştım. Her dönem,  isim ve eser üzerinde yapılmış olan çalışmalar, bazen yayımlanmamış tezlere kadar  ilgili bölümde verilmiş; bazen de önemli çalışmalar hakkında kısa açıklamalar  yapılmıştır. Bölümler içinde künyeleri verilen çalışmaların büyük bir kısmı doğrudan doğruya görülüp incelenmiş; ulaşılamayanlar hakkında ise yapılan  tanıtmalardan yararlanılmıştır. Ancak bu çalışmalardan doğrudan doğruya  yararlanılmadıkça bibliyografyaya alınmamıştır. Bunun hem bir tekrar olacağı, hem  de bibliyografyayı şişireceği düşünülmüştür. İsteyen okuyucular ilgili bölümde,  yapılan çalışmaları bulabilirler.

Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yerini daha net olarak görebilmek  için, Amerika Birleşik Devletlerinde son yıllarda tekrar revaç bulan monogenist teoriye ve bütün dünya dilleri için yapılan sınıflandırmalara da  girişte yer verdim. Bu konudaki çalışmaların Türkiye’de henüz tanınmadığını düşünüyorum. Dolayısıyla giriş bölümünde yer alan Nostratik, Avrasyatik teorileri  ve dünya dillerinin sınıflandırılmasıyla ilgili kısa bahislerin ilk bilgiler olarak  değerlendirilmesini diliyorum.

Çok geniş kapsamlı bir kitabın pek çok eksik ve kusurunun da olacağı muhakkaktır. Kitapta görülebilecek her türlü eksik ve kusurun yazılmasından veya  bana bildirilmesinden memnun olacağım. Bilimin, tenkitle, tartışmayla geliştiğini ve  gelişeceğini ben hiç unutmuyorum; kitabımı okuyanların da unutmamasını dilerim.

Bilim hiç şüphesiz objektif bir alandır. Ancak bilimle uğraşanların her  zaman ve yüzde yüz objektif olabileceklerini sanmıyorum. Esasen insan beynindeki  düşünce ve duygu merkezlerinin birbiri içine girmeden tamamen bağımsız  çalışabildiklerini de zannetmiyorum. En fazla objektif olunması gereken alanda da  duygular daima işe karışabilir. Bu duygular içinde adına heyecan denilen bir duygu  var ki onun işe karışmasının her zaman zararlı olduğu da söylenemez. Ben  heyecanı, bizi çalışmaya iten bir enerji olarak düşünüyorum. Eğer bilime ve  milletime faydalı olma heyecanını taşımasaydım kendimde bu kitabı da, başka  kitaplarımı da yazacak enerjiyi bulamazdım. Okuyucular zaman zaman  heyecanımın kitabın bazı satırlarına da yansıdığını görürlerse bu düşüncelerimi  hatırlasınlar.

Kitabın yalnız Türkoloji camiasına değil, Türk dil, tarih ve kültürünü  merak edenlere de hitap ettiğini sanıyorum. Yalnız meslektaşların değil konuya ilgi  duyanların da görüşlerini almak beni memnun edecektir.

Sözlerimi bitirirken kitabın yazılması sırasında bilgisayarda karşılaştığım  her problemi çözen ve yazım tekniği hususlarında bana yardım eden oğlum Satuk  Buğra Ercilasun’a teşekkür etmek istiyorum. O olmasaydı kitabımı bu kadar rahat  bir ortamda yazamazdım.

Ahmet B. ERCİLASUN

20.08.2004

www.genelturktarihi.net 

 

Paylaş:

Yorumlar

“267) TÜRK DİLİ TARİHİ (Başlangıçtan, Yirminci Yüzyıla)” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Atakan Mert yorum tarihi 22 Eylül, 2014 11:44

    Türklerin ve Türk Uluslarının kimliklerinin ve de siyasi güçlerinin gittikçe zayıflatılmaya çalışıldığı bir dönemde ,bu ve buna benzer çalışmalar yapan her bilim insanımıza yürekten saygılar sunuyorum! İyi ki varsınız!

Yorum yap