246) AJAN SAVAŞLARI

Yayin Tarihi 7 Eylül, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

Ajan savaşları

Savaş yılları… Türkiye savaşa girmediği halde zor yıllardı! Hava hücumları korkusu, karartmalar, gıda ekmek kıtlığı, yakacak sıkıntısı vardı. Öyle ki gece oturmalarına kesekâğıtlarında kömürle, yemeğe de ekmek karneleriyle gidilirdi… Karneler nüfus kâğıtlarına işlenirdi… Tabii benzin yok gibiydi. Taksilerin bazıları bagaja konulan özel buhar aygıtlarıyla çalıştırılırdı! Bütün özel otomobillere devlet el koymuştu. Durumları iyi olan aileler atlı arabalara kalmışlardı.
Ve Almanların her an saldırmaları ihtimali de vardı. Bazı aileler Anadolu’ya kaçtılar. Çok zengin bazı aileler de çocuklarını Amerika’ya gönderdiler!

Radyo-propaganda savaşları
Başlıca haber kaynağı yabancı radyolardı! Hem Türkiye için, hem de işgal altındakı ülkeler için en sağlam, tarafsız haber kaynağı Türkiye’nin muhtelif dilde  “kısa dalga” yayın postaları idi! Akşamları en iyi yorumlar Nureddin Artam’ın “Radyo Gazetesi”  idi!
Savaşan devletler arasında büyük bir propaganda savaşı vardı. Büyükelçiliklerin basın ataşeleri basın mensuplarını etkilemek için türlü yollara başvururlardı. Bu arada kodaman gazeteciler, mesela Almanya ve İngiltere tarafından cephelere davet edilirdi.
Türk hükümeti o sıralarda savaşa girmemek ve tarafsız kalmak için diplomasi cambazlıkları yapıyor; herhangi bir tarafı tutarmış gibi gözükmemeye çalışıyordu… Savaş ibresi Müteffikler lehine döndükçe bu daha da güç oldu!
Hükümet tarafsızlık uğruna basını kontrol altında tutuyor, yani ne o tarafa ne bu tarafa fazla yakın görülmesini istemiyordu. Hem de iç politikada tek partiyi koruyordu. Her akşam Cağaloğlu’nda gazetelere motosikletli polis gelir ve Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nden talimat getirirdi. Bu haber yayımlanmayacak veya manşetten verilmeyecek veya büyütülecek diye. Mesela Milli Şef İnönü’nün oğullarının Türkuşu’ndan bröve alması  “büyütülecek” !
Meşhur Lily Marlen şarkısı Alman Radyosu Türkçe yayınlarının temel şarkısıydı. Amerika savaşa girdikten sonra Amerika’nın Sesi Radyosu’nda Türkçe yayınlar başladı.
Bir akşam Amerika’nın Sesi savaş haberleri konusunda  Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasını anlatmıştı. Hani komşusu Hoca’nın merkebini istemeye gelir. Hoca da  “Yok”  der ve o sırada eşek ahırda anırmaz mı? Hoca kızan komşusuna,  “Sen bana mı inanacaksın, yoksa eşeğe mi”  der… Zamanın Vatan gazetesi bu haberi Şarlo’nun Hitler rolündeki fotoğrafıyla yayımladı ve bu yüzden üç ay kapatıldı!
Tabii örfi idarenin, sıkıyönetimin de baskı ve kapatmaları vardı… Bir defasında Cumhuriyet gazetesi Yavuz Zırhlısı’nda yapılan bir merasimi haber vermiş… Oysa askeriyeyle ilgili haberler yayımlamak yasak. Sıkıyönetim gazeteyi kapattı… Gazete idarecileri İsmet Paşa’ya koşmuşlar, “Biz bu haberi Ankara Radyosu’ndan aldık” demişler. Paşa da,  “Beni alakadar etmez, zaten o Ankara Radyosu’na söyleyeceğim, haberlerini İstanbul tarafına okumasınlar!” demiş… İstanbul, savaşan ülkelerin gizli servis ajanlarının cirit attıkları ve mücadele ettikleri bir yerdi. Biz gazeteciler o zaman  “Beyoğlu Mahfili”  denilen muhabirleri bu mücadeleleri ucundan seyrederdik ve kimin ajan olduğunu biliyorduk! Tabii zamanın  “MAH”  (Milli Emniyet Hizmetleri) Teşkilatı ajanları da oralardaydı!

Yılan yuvası
Açık savaş alanları İstanbul’da Park Otel’in  “Snake Pit”  (Yılan Yuvası) denilen bodrum barı ve Konak Oteli’nin barı idi. Park Oteli’nde Edi diye bir piyanist, Konak’ta Perez piyano çalardı.
Bir defasında ben de oradayken Yılan Yuvası’nda İngiliz- Amerikan ajanları bir masada, Alman-İtalyan-Japon ajanları karşı masada oturuyor ve içiyorlar. Biz gazeteciler aradaki tarafsız bölgedeyiz! Almanlar Edi’den Nazi marşı  “Horst Wessel”i çalmasını istediler, arkadan İngilizler ve Amerikalılar milli marşlarını ve bir mücadeledir başladı… Zavalı Edi, şaşkın durumda. Tabaklar, kadehler uçuşuyor. Tam kovboy fılmlerindeki gibi, “Piyanisti vurmayın, o görevini yapıyor” denilecek gibi vaziyet.
Toprağı bol olsun, Leo Hochstetere adlı Amerikalı bir gazeteci vardı. Bir şarkı yazmıştı, “Bu beybi, ben casusum… Dikkat etmezsen Pistof seni alıp götürür.” “Pistof” İstanbul’daki cenaze levazımatçısının adı, aynı zamanda Amerikan argosunda “kızgın” manasında!

Altemur KILIÇ

***

FIKRA

CIA, Rusya’da bir kasabaya casus yerleştirecek.
Çevrede Ruslar’ın nükleer araştırma merkezleri var.
Ama öyle bir casus olacak ki, tıpkı bir Rus gibi.
Önce Amerika’da, Rusya’daki kasabanın bir benzeri yapılmış.
Yüzlerce kişi arasından seçilen casus adayı, yıllarca bu yapma kasabada yaşamış. Rusça’yı o bölgenin lehçesiyle öğrenmiş.
Ruslar ne yer, nasıl içer, nasıl şakalaşır, nasıl kızar, hepsi en ufak ayrıntısına kadar öğretilmiş.
Ve zamanı gelince bir imtihandan geçirilip, uçakla kasabanın çevresine atılmış.
Amerikalı casus, kasabaya adımını atar atmaz, eliyle koymuş gibi meyhaneyi bulmuş.
Dalmış içeri, herkesi Rus usulü selamlamış ve meyhaneciye votka söylemiş.
Meyhanede de fazla kişi yokmuş; biraz sonra ondan başka kimse de kalmamış.
Meyhaneciyle sağdan soldan konuşmaya başlamışlar.
Vakit geç olunca, meyhaneci casusun omuzuna elini atıp “haydi Co” demiş:
– Karakola gidelim, seni teslim edeyim.
Amerikalı casus şaşırmış ama bakmış kurtuluş yok, yola çıkmışlar.
Amerikalı yolda dayanamayıp sormuş:
– Çok merak ediyorum, çok çalışmıştım, tıpkı bir Rus gibi olmak için. Ve sen benim Amerikalı olduğumu anladın? O kadar da güzel Ruslaşmıştım ki. Bu nasıl oldu!
Meyhaneci gülerek “haklısın” demiş:
– Her şeyin tamam olmasına tamam da… Bizim buralarda pek “Zenci Rus” bulunmaz!

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap