242) 19. YÜZYIL: ÇÖZÜLMENİN SİYASİ BOYUTLARI

Yayin Tarihi 1 Temmuz, 2010 
Kategori SİYASİ

XIX.YÜZYIL: ÇÖZÜLMENİN SİYASİ BOYUTLARI

 osmanli-devlet-armasi.jpg                                                                             

19. Asır bütün dünyada değişim asrıdır. Ülkeler arasında değişme farklılıkları ve farklı gelişme düzeyleri ortaya çıkmıştır. Dünya tarihinde neolitik devirden beri en büyük patlama, buhar medeniyeti ile ortaya çıkmıştır. Şehirler büyümüştür, anorganik enerjinin tatbik edildiği sanayi, Batı Avrupa’da köylülüğü sona erdirmektedir. Kuşkusuz ki, sanayii devriminin öncüleri Britanya adası sakinleridir. (Fransa II. Cihan harbi arifesinde bile nüfus itibariyle yarıya yakın çiftçi ve köylüye sahipti.) Görülüyor ki, Asya ile farkı bırakın; Avrupa’nın her ülkesi, hattâ koloniyalist devletler dahi eşit gelişme düzeyinde değildi. Herkes Britanyalılar için “leadin industrial nation deyimini kullanıyordu. 19. yüzyılın bu “en soi” objektif gelişme farklılığı tarihin hiçbir çağında görülemeyecek kadar kitlelerin ve bireylerin şuuruna da işlemişti. Kitleler ve aydın sınıflar tarihte görülmedik derecede gelişmişlik, geri kalmışlık sorunuyla boğuşuyordu. Kafkasya’da ve Orta Asya’da sağı, solu topraklarına ilhak eden Rusya dahi zafer sarhoşluğu ile geri kalmışlık sancısını bir arada yaşıyordu. 18. yüzyılda Avrupa gelişmişlik duygusunu tek başına yaşıyordu, 19. yüzyılda bunu herkese kabul ettirmişti. Tahtawi’nin “Avrupa gezi notları” bir teslimiyeti ifade ediyor. 18. yüzyılda Azmî Efendi, Ahmed Resmî Efendi gibi Osmanlı sefirlerinin terennüm ettiği eziklik 19. yüzyılda da bütün Şark’ın hastalığıydı. Belki de muhafazakâr İranlıların tepkisini ifade eden şu kelimenin (garbzede-garbzedegi) herkese tercüman olduğu söylenebilirdi.
Bununla beraber itiraf düzeylerinin farklılığı son bir asırda (18.-19. asırlar) ortaya çıkmıştır. Ondan önceki gelişmeler çarpıcı ve tayin edici görünmüyor. Gelişmenin asıl nedeni olarak mesela; kıtalaraşırı keşiflerden söz etmek; İspanya ve Portekiz’in hiç de iç açıcı olmayan durumuna bakılırsa pek geçerli izah değildi. Merkantilist zihniyet, ticari atılım; geçerli bir izah mıdır ?
Yani ticarî zihniyet ve işletmecilik Italyanlarda yok muydu? Ünlü tarihçimiz Barkan’in bir nüktesi; “Dünya’dan ticaret kaybolsa bu Italyanlar onu yeniden keşfederdi” mealindeydi. Öyleyse Italya neden gerilemişti, şimdi neden dinliyordu. Merkeziyetçi monarşiler ve uluslaşma kervanina katılan; Fransa, Ispanya ve Rusya’nın aralarındaki fark ve uluslaşma işini başka boyutta götüren güçlü Britanya’dan çok geride gitmelerini bu kavram izah edemeyecekti.

Kısaca 19. yüzyılda milletler ya koloniyel politikaların kurbanı oluyor; ya savaşlarda yutulmamak için gayrete geliyordu. Rusya dahi en son 1853 Kırım Savaşı’nda Batı karşısında duramayacağını anlamış, ama bir yandan da demiryolu inşaatına ve silâh yapımına bu savaştan sonra hız vermiştir. Osmanlı için kendi tarzını ve değişme hızını arttırmak kaçınılmazdı. Bu kaçınılmazlığı 18. asırda askerî alanda kabul ve teslim etmişti. 19. asırda ise Avrupa’da daha yaygın ve kesin değişiklikler fark ediliyordu. 1839 fermanında 150 yıldır süregelen bir gerilemeden bahsedildiğine göre; Viyana muhasarasından beri bir bozulduk ve işlemezlik olduğu itiraf ediliyordu. Bu metinde artık geleneksel ıslahat lâyıhalanındaki uslûb da göze çarpmıyor, aksine geri kalmışlığın tefekkürü yapılıyor… Şer’i kurallara uymamak(!)’dan sözediliyor. 19. asır, İslâm şeriatı üzerinde içtihad geliştirerek Batı’nın müesseselerini topluma takdim etmek ve kabul ettirmek çabalarıyla geçer. “Meşveret”, “meclis ve anayasal monarşi” demektir, pekâlâ İslâm’a uyar; deniyor. Teba’nın eşitliği de böyledir; kadınların eğitimi ve “emancipation”u için de keyfiyet böyledir.

19. Yüzyılın İncelenmesi Bu Nedenle Evvelki Asırlardan Farklı Bir Yöntemle Yapılmalıdır
Osmanlı cemiyeti içine kapalı değildir; dış dünyayı tanır ve ayrı bir medeniyeti benimser; bu nedenle Osmanlı’nın kendi belgeleri kadar dış dünyanın kayıtları da önemlidir. Osmanlı’nın kendini ifade edeceği bölgeleri 19. yüzyılda yalnız Türkçe ile sınırlı değildir. Gayrimüslim milletler kendilerine özgü bir tarih şuuru ile tarihe takdim ediliyorlar kendilerini ve eğri doğru haklar talebiyle sahneye çıkıyorlar. Meselâ Ermeni halkı nüfus bakımından çoğunluğu meydana getirmediği bir bölgede priorite (öncelik) haklarını tarihsellik temelinde (vatan-ı aslî) kavramlarıyla öne sürüyorlar. Binaenaleyh Osmanlı’nın 19. yüzyılında “tebaa-ı şahane”nin tarihini incelemek için Ermenice, Yunanca gibi dilleri bilmek gerekir. 19. yüzyıl için Osmanlı arşivleri zengindir (gün geçtikçe de tasnif artıyor ve zenginleşiyor) ama diğer büyük devlet arşivleri de en azından bizimki kadar önemlidir. Bizi sade bizden değil, dışardan da gizlemek gerekiyor.

19. yüzyıl aslında sömürgeleşme asrı mıdır? Doğru, ama üçüncü dünyacılar ekolünün tahlillerinin aksine Osmanlı hiçbir zaman sömürge olmadı. Bazı kıstasların üzerinde durmak gerek;

a) Yerli sanayiin ithalat karşısında iflası; bazı dallar için doğrudur. Fakat bazı dallarda da aksine gelişmelerin görüldüğü gerçektir. Anadolu kıtasında birtakım merkezler 19. asırda inkişaf etmiştir. Osmanlı sanayiin talihsizliği kendisini besleyecek tarımsal üretimde önemli gelişmelerin kaydedilmesidir. Modern tarım devrimi ve köylülüğün çöküşü İkinci Dünya Savaşı sonrasına ait bir gelişmedir. Lâkin öte yandan Tanzimat, modern tarım temellerinin atıldığı devirdir. Herşeye rağmen büyük toprak mülkiyeti gelişememiştir. Feodal bir yapı olmadığı için Türkiye köylülüğünün üçüncü dünya ülkelerine ait dramatik gelişmeler, çözülmeler ve fakirlikle karşı karşıya kalmadığını belirtelim. Merkezin gevşek kontrolünde olan ve latifundia rejimini tarihi boyu muhafaza eden Mısır buna istisnadır. Bu salyane eyaleti eşitsiz gelir dağılımının ve monokültürel tarımın getirdiği dengesiz bir sosyo-ekonomik yapıya, zenginliğe ve tüketime sahipti…

b) Sömürge tarzı bir eğitim ve ideoloji görülmedi: Yabancı okullar, yerli okullar tarafından önemli ölçüde bertaraf edildi ve eğitimde modernleşme “devlet-i aliyye”nin yönetim ve denetim ve inşaası ile ilerledi. Devlet katında Batıcı-İslâmcı kavgası gelişti. Direnen devlet bürokrasisi, yerli eğitimin bir ürünü olarak idareyi ele geçirdi veya elinde tuttu.


Osmanlı Asrı
Osmanlı İmparatorluğu, Osmanlılığı 19. yüzyılda keşfetti ve yerleştirdi. Bu Osmanlılık başkentin değil eyaletlerin seçkinleri arasında da hâkim kimlik ve davranıştı. Tabii ki ulusçuluk akımları da ona paralel olarak gelişti, ama bu ulusçu akımlar dahi ilk elde bağımsızlık değil, federasyon öneriyorlardı. Dolayısıyla Osmanlılık bireyler için ikinci bir kimlik olarak algılandığı gibi imparatorluğun siyasî, idarî ve ideolojik bir çatısı haline dönüştü. Osmanlılar federatif yapıya kendiliklerinden değil, Mısır’ın işgali, (Mısır’ın özgün durumu) 1878 Berlin Barışı, (Bulgaristan emareti) 1848 Lübnan Nizamnamesi, (Cebel-i Lübnan-Beyrut hariç) Sisam Emareti (1829 Edirne Barışı), Eflak Boğdan prensliklerinin muhtariyeti, (1812 Bükreş Barışı) Girid (1897 statüsü) gîbi zorunlu dış müdahaleler dolayısıyla girişmişlerdir. Şüphesiz bu zorunluluk federativ yapılanmalara karşı Türk unsurunun bilincinde derin bir infial uyandırmıştır, ama öte yandan idareye bir esneklik, kanun ve antlaşmalara riayet, yorumlamada titizlik ve hukukçu ustalığı kazandırmıştır. Beynelmilel hukuk unsurunun hesaba katılması ve devlete sahip çıkılması şuurunu kazandırmıştır. Bu nedenle 19. asır Osmanlılığı milliyetçiliğin dışında, devlet kavramının etrafında bir kenetlenmedir.


19. Asır Tarihçiliğinde Yöntem Darboğazı
19. yüzyıl tarih yazıcılığının en ilginç yanı filolojik malûmat yanında bir sosyolog, iktisatçı ve hukukçu ve filozof vasıflarının aynı kişide toplanması gereğidir. 18. asır ve 19. asırların dili Batı Avrupa’da, Rusya’da ve İran’da dil bakımından çağdaş dildir. Oysa Macaristan’da öyle değildir. Aydınlarımızın Arap harfli Türkçe metinleri öğrenme konusundaki isteksizlik ve dirayetsizliği 19. asrı, hattâ 20. yüzyılın ilk çeyreğini, çağdaş insanımız için Orta Çağ tetkiklerine çevirmiştir. Oysa son 150 yılda dil (cümle yapısı) hattâ kullanılan lügat bizim içinyabancı değildir. Fikir dünyası ise bugünkünün temelidir. 19. yüzyıl tarih yazımının şu anda gittikçe bertaraf edilen bir sonunu da yabancı arşivlerdir. Yabancı dilleri bilen genç kuşak tarihçiler bu arşivleri kullanmaya başladı (Viyana Haus-Hof Staasarchiv, Paris Dışişleri Quaid Orsay, Londra Public Record Office, Bonn Auswartiges Amt gibi). Sovyetlerin tavsiyesiyle bu ülkelerdeki Çarlık arşivleri de ilgi çekmeye başladı. Hiç kuşkusuz Osmanlı-Arap dünyası bize kapalıdır. Biz Arapça bilmiyoruz. Araplar da Türkçe bilmiyor ve bu saha İsrailli Osmanistlerin elindedir. Çünkü onlar iki dili de kullanabiliyorlar. 19. yüzyıl tarihçiliği gazete ile karşı karşıyadır. Gazete yöntem olarak kendine özgü güçlükleri olan bir kaynaktır. Kaldı ki, 19. yüzyıl Osmanlı dünyasında gazete denen organ Batı Avrupa’ya benzemez. Habercilik kaynağı olmaktan çok, tebliğ ve makale ve tarih, coğrafya makaleleri, şiir ve roman ve hikâyecilik organıdır. Türklerin gazetesi böyledir. Bulgarlar ve Ermenilerin gazetesi böyledir, Yahudilerin judeo-espagnol gazeteleri ve Arap yayın organları böyledir. 19. yüzyıl Osmanlı dünyası haritacılık bakımından problemler arz eder. Gravür ve fotoğraf yönünden meseleler vardır. Nihayet nüfus ve malî kayıtlar Batı toplumları ile mukayese edilemeyecek eksiklikler arz eder. 19. yüzyıl kaynaklarının bu problemleri yöntem yonünden yeni yollar aranmasını gerektirir.


19. yüzyıl Osmanlı dünyasının İran’la ve Rusya’yla birlikte mutaalası gerekir. Değişen geleneksel toplumların değişme eğrileri birbirine benzer ve sorunları anlamaya ve yorumlamaya yardımcı olur. O halde Türkiye çevre dünyayı, dünya tarihini dillerine vâkıf uzmanlar yetiştirmelidir. Dünya tarihinde rolü olan bir kavim ve devlet, torunları dünyayı iyi tanıyan uzmanlar olma mükellefiyeti getirir.

Prof. Dr . İlber ORTAYLI

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap