215) İŞSİZLİK ALARM VERİYOR-2
Yayin Tarihi 27 Temmuz, 2008
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
İŞSİZLİK ALARM VERİYOR-2
Her insanın başta gelen hakkı yaşama hakkıdır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi ise geçimini sağlayacak, zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelire, geçimini, insanca yaşamasını sağlayacak bir iş sahibi olmasına bağlıdır.
Türkiye’de -başta AKP ve destekçileri- bol bol insan haklarından, soyut birtakım özgürlüklerden söz ederler. Ama iş sahibi olma hakkına gelince derhal yan çizer, adını dahi ağızlarına almazlar. İşsizlik bir ekonomide çok ciddî toplumsal sorunlara da yol açar. Bütün bu sebeplerden dolayıdır ki dünyada her ülkenin ilk hedeflerinden biri, işsizliği azaltmaktır ve öyle de olmalıdır. Bu koşul, Türkiye için de geçerlidir. AKP iktidarından beklenen de budur. Peki, başarmış mıdır? Kesinlikle hayır. Yazımın ilk kısmında sergilediğim gibi, işsizliği ölçen temel göstergelerin işaret ettiği husus, tam bir başarısızlıktır.
Francis Bacon’un bir sözü vardır: Gerçekten bilmek sebepleriyle bilmektir. Demek ki işimiz daha bitmiş değil ve şu soruyu da yanıtlamam gerekiyor: Türkiye’de işsizlik oranı neden yüksek? Türkiye ekonomisi neden yeterli ölçüde yeni iş alanları açamıyor? İstihdam düzeyindeki artış neden sınırlı kalıyor? Şimdi sıra bu sorunun yanıtlanmasında. Ancak işsizliğin dramatik sonuçlarına da kısaca değineceğim.
I) TÜRKİYE’DE NEDEN İŞSİZLİK VAR?
Türkiye’de işsizlik oranı neden yüksek? Türkiye’de neden yeterli ölçüde yeni iş alanları açılamıyor? Üç başlık açarak cevaplamaya çalışacağım bu soruyu: Merit stratejisi, ekonomik büyüme ve üretim teknolojisi, diğer sebepler.
A) Merit Stratejisi
1) Ben işsizliğin ana sebebi olarak emperyalizmi, onun Merit stratejisini görüyorum. Merkez ülkelerin (ABD ve AB’nin lokomotif ülkelerinin) kendileri dışındaki ülkelere, bu arada Türkiye’ye uyguladığı bu strateji çerçevesinde Çevre ülkelerinin sanayileşmesi engellenmektedir. Merkez ülkeleri bu sayede bir yandan üretim kapasitelerini yüksek düzeyde tutarken, bir yandan da kendi işsizlik oranlarının artmasını önlemiş oluyorlar. Böylece Merkez ülkelerinde iş alanı açılması, belli bir ölçüde bizim gibi ülkelerde işsizliğin artmasına bağlı oluyor. Batı’nın (IMF’nin, Dünya Bankası’nın, Dünya Ticaret Örgütü’nün) ayartılarına kanarak dış ticaretinizi serbestleştirdiğiniz, yine onların talimatlarıyla döviz kurunu düşük tuttuğunuz ölçüde ithalatınız, yani yabancı mal ve hizmet talebiniz artacaktır. Sonuç tabii sizin aleyhinizedir: O ülkelerde üretim, dolayısıyla istihdam artarken, kendi ülkenizde üretim ve istihdam daralacak ya da çok az artacaktır. O ülkelerde yeni iş alanları açılacak, sizin ülkenizde ise yenileri bir yana, mevcut iş alanları kapanmaya başlayacaktır. Gayet açıktır ki böyle bir mekanizma zengin ülkelerin lehine, Çevre ülkelerinin, örneğin Türkiye’nin aleyhinedir. Merit stratejisine bağlı olarak işleyen bu mekanizma yüzündendir ki niteliksiz emek bir tarafa, Türkiye kıt kaynaklarını ayırarak büyük özverilerle yetiştirdiği nitelikli işgücüne bile çalışabilecekleri yeterli miktarda iş alanı açamıyor; bu da doğal olarak istatistiklere işsizlik oranının yükselmesi şeklinde yansıyor.
Batı’nın dayattığı neoliberal politikaların bu “işsizlik yaratıcı mekanizma”sı Türkiye’nin böylesine aleyhine olmasına rağmen, hükümetlerimizin pasif, tepkisiz, boynu bükük, olup bitene seyirci kalması gerçekten akıl alacak şey değildir. Dolayısıyla Merkez ülkeler karşısında eğilip bükülmekten, Misyonu Derin-Merkez’in çıkarlarını korumak olan “Korkunç Üçüzler”in, kendilerine dikte ettiği politikaları uygulamaktan başka bir iş yapmayan AKP gibi hükümetlerin aciz ve işbirlikçiliğinin ürünü olan teslimiyetçi iktisat politikaları da işsizliğin diğer bir sebebi olarak gösterilebilir.
2) Merit stratejisi bilindiği gibi küreselleşme ideolojisi çerçevesinde uygulanmaktadır. Demek ki işsizlik olgusu ile küreselleşme olgusu arasında da bir ilişki kurulabilir. Nitekim bir araştırmaya[1] göre bir grup iktisatçı teknoloji ve ticaretin yanı sıra küreselleşmeyi -diğer bazı iktisatçıların itirazlarına rağmen- işsizliğin (ve gelir eşitsizliğinin) başlıca sorumluları arasında saymaktadır.
B) Ekonomik Büyüme ve Üretim Teknolojisi
Teorik olarak ekonomik büyüme olgusu istihdam artışına yol açar. Ancak Türkiye’de böyle olmuyor, büyüme yeterli iş alanı açamıyor. Bunun sebebi, üretim sürecinde genellikle sermaye yoğun teknolojiler kullanılmasıdır. Sermaye yoğun teknoloji üretimde emekten çok sermayeye yer veren, dolayısıyla emek tasarruf eden, işgücünden çok makine kullanılmasını gerektiren teknolojidir. Ekonomik büyümenin Türkiye’de tatmin edici ölçüde istihdam yaratamadığı pek çok akademik araştırma tarafından ortaya konmuştur. Bunlardan bazılarının sonuçlarını aşağıda özet olarak sunuyorum.
1) Özlem Göktaş Yılmaz, Türkiye ekonomisinde büyüme ile işsizlik oranları arasındaki nedensellik ilişkisini ekonometrik tekniklerle araştırdığı 2005 tarihli araştırmasında şu sonuca varmıştır: 2002 yılından sonra yüksek büyüme hızları gerçekleştirilen Türkiye’de, bu büyümeye paralel olarak yüksek işsizlik oranları da kaydedilmiştir. Bununla birlikte Türkiye ekonomisinde büyüme oranı ile işsizlik oranı arasında karşılıklı bir nedensellik ilişkisi bulunamamıştır. Nedensellik ilişkisinin yönü sadece işsizlik oranından büyüme oranına doğrudur, aksi söz konusu değildir. Bu tespit şu anlama geliyor: Türkiye’de ekonomik büyümenin yüksek veya düşük oranlı olması işsizliğin üzerinde etkili değildir. Başka bir deyişle işsizlik oranının yüksek seviyesi büyüme oranından bağımsızdır, işsizlik olgusu başka faktörlere bağlıdır.
Türkiye’de reel yatırımlar hızlı nüfus artışını karşılayabilecek miktarda olmadığından, işgücüne katılma oranı artmamıştır. Başka bir ifade ile Türkiye’de nüfus miktarı artarken, işsizlik oranı da artmakta yani iktisadi büyüme emek arzı fazlalığını massedememektedir. Bu massedemeyişin en önemli sebebi ise beşerî sermaye yatırımlarının yetersizliği, emeğin verimlilik artışının sağlanamaması ve emeğin beşerî olarak niteliğinin yükseltilememesidir[2].
Daha yeni 1950-2004 gibi uzun bir dönemi kapsayan, yine ekonometrik tekniklerin kullanıldığı bir diğer çalışmada da ekonomik büyüme (reel GSYİH) ile işsizlik oranı değişkenleri arasında uzun dönemli bir nedensellik ilişkisi bulunamamış, ancak belirli bir gecikme sonrasında uzun dönemde büyümenin işsizlik üzerinde etkili olduğu belirlenmiştir. Reel GSYİH ve işsizlik değişkenleri, zaman serileri açısından durağan bir artış oranından çok, olasılıklı (rassal) bir davranış sergilemektedir[3].
2) Türkiye’de Cumhuriyet döneminden beri sermaye yoğun üretim teknolojilerinin teşvik gördüğü bilinen bir gerçektir. Başka bir deyişle gerçekleşen iktisadi büyüme sermaye-yoğun büyümedir, üretimde emek-sermaye bileşim oranı sermaye lehinedir. Bu gözlemden hareketle “Türkiye’de teknolojik işsizlik olduğu” savı da ileri sürülebilir. Ancak bunun yanıtına geçmeden önce, bir soru var cevaplanacak: Acaba neden sermaye yoğun teknolojiler kullanılıyoruz? Çeşitli sebepleri var, biri ekonomik gelişme politikasıdır. Bunda Batı’nın dayattığı Merit stratejisinin büyük payı vardır. Bir diğeri, belki de en başta gelen ve kısa vadede etkili olan bir sebep de döviz kurunun düşük tutulmasıdır. Bu uygulama üretimde emek yerine makinenin tercihi sonucunu doğuracaktır. Bu tez yabana atılamaz. Aşağıda, söz konusu tezi destekleyici iki çalışmanın sonuçlarını veriyorum.
a) Son zamanlarda pek çok iktisatçının, küreselleşme, ticaret ve teknolojinin işsizlik ile bağlantısını gün ışığına çıkarmaya çalıştığını biliyoruz. İşte bu iktisatçılardan Paul Krugman’a göre “küreselleşme ve ticaretin işsizlik yaratıcı etkisi ihmal edilebilir boyutlarda olmakla” beraber, teknoloji için aynı şeyi söyleyemeyiz; teknoloji açıkça işsizlik yaratıcı bir mekanizma içermektedir[4].
b) İkinci çalışmada ise Türkiye’de uygulanan döviz kuru politikalarının işsizlik üzerindeki etkisi ekonometrik modeller yardımıyla analiz edilmiştir. Varılan temel sonuç Türkiye’de döviz kuru ile işsizlik oranı arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğu, uygulanan döviz kuru politikalarının işsizlik üzerinde ciddi etkiler yarattığıdır. Ancak bu tür analizlerde sadece “ilişki vardır” demekle yetinemeyiz, ilişkinin mantıklı görünen mekanizmasını da belirtmemiz gerekir. Mekanizma makalede şöyle açıklanmıştır: Döviz kuru, işsizliği özellikle ihracat ve ithalat kanalıyla etkiler. Buna göre Türkiye’de bilhassa 2000 yılından sonra giderek artan işsizlikle, 2001 yılı dışında sürekli yükselen reel döviz kuru arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Reel döviz kurunun yükselmesi (yani TL’nin aşırı değerlenmesi), özellikle ithalatı artırmak suretiyle işsizliğe yol açmaktadır.
Yazara göre yüksek düzeylerde seyreden işsizlikte, Şubat 2001’de yaşanan ekonomik krizin etkisi de büyüktür. Ayrıca, 1999 yılından beri uygulanan sıkı para ve maliye politikalarının da, işsizlik artışının önemli bir sebebi olduğu söylenebilir. Ancak, 2002 ve 2003 yıllarındaki yüksek büyüme oranlarına rağmen, işsizliğin artmaya devam etmesi, işsizliğin sebebinin başka yerlerde aranmasını gerektirmektedir. Bu çerçevede, diğer bazı faktörlerin yanı sıra, işsizliği artıran önemli bir faktör ithalatta kaydedilen yüksek artış olmuştur. İthalatın âdeta patlaması, hem dış ticaret açığını, hem de cari açığı artırmaktadır. Özellikle tüketim malı ithalatındaki artış, kaygı verici boyutlardadır. Denebilir ki iç talep dışında, artan ithalatın en önemli nedeni TL’deki aşırı değerlenmedir. Bu durum -yazara göre- işsizlikle döviz kuru arasında yakın bir ilişki olduğunu açıkça göstermektedir[5].
C) Diğer Sebepler
1) Teoriye göre işsizlik yapısal bir sebepten de kaynaklanabilir, yani işsizlik “yapısal” olabilir. Yapısal işsizlik ekonomide yeterli ölçüde iş alanı yaratılamamasından ileri gelir. Başlıca sebebi sermaye kıtlığıdır. Kanı’mca Türkiye’de bu faktör de etkilidir ve AKP döneminde daha da güçlenmiştir. Sebebi tüketimin geçmişte görülmedik ölçülerde teşviki, dolayısıyla tasarrufların caydırılmasıdır. Neden böyle oldu? Çünkü Batı’nın Türkiye’ye dayattığı neoliberal politikalar kapsamında dış ticaret serbestleştirildi. Aşırı derecede ve “plasman” nitelikli yabancı sermaye girişi oldu. Dev alışveriş merkezleri mantar gibi çoğalmaya başladı. Kredi kartları kullanımı abartılı boyutlarda arttı. Bu gelişmeler ekonominin zaten düşük olan tasarruf oranını daha da düşürdü.
Özetle, Türkiye son yıllarda bir tüketim ekonomisine dönüşmüş bulunmaktadır. Tasarruflar ve yatırımlar hiç de Türkiye gibi büyük bir ekonomiye yakışır düzeyde değildir. Ulusal tasarrufların adı bile unutturulmuş, bütün umut yabancı sermayeye bağlanmıştır. Türkiye’ye esas itibariyle özelleştirmeler yoluyla giren yabancı sermayenin yaptığı, mevcut tesisleri satın almaktan ibarettir. Dolayısiyle istihdam artışına dişe dokunur bir etkisi yoktur. Demek ki yabancı sermayenin istihdam yaratacağı iddiası bir aldatmacadır. Öte yandan ulusal üretim yeterli ölçüde artmazken, tersine ithalat artmaktadır. Bu artış gösteriş tüketimi etkisiyle daha da ivme kazanıyor. Türkiye artık yabancı mal tüketen bir ülke konumundadır. Üretim kapasitesi Türkiye’de değil, başka ülkelerde büyüyor. Sonuç, doğal olarak örneğin AB ülkelerinde, Çin’de istihdam genişlerken, Türkiye’de işsizliğin daha da artması oluyor.
2) Son olarak, Acaba Türkiye’de konjonktürel işsizlikten, eş deyimle “talepteki daralmadan kaynaklanan” işsizlikten de söz edilebilir mi? Bu soruyu yanıtlamak için uygulanan iktisat politikalarına bakmamız lazım. Bilindiği gibi AKP iktidarı ile birlikte, AB ekonomik ölçütlerine uyum zorunluluğu çerçevesinde sıkı bir antienflasyonist politika uygulamasına geçilmiştir. Bu politikanın kolay bir aracı olarak da çiftçiye, işçi ve memurlara yönelik olarak gelir politikası yoluyla toplam talebin kısılması yoluna gidilmiştir. Böylece yaratılan talep darlığının, çok geçmeden üretim kapasitesi ve istihdam üzerinde azaltıcı bir etki yapması kaçınılmazdır ve öyle de olmuştur. Dolayısıyla enflasyonla işsizlik arasında ters yönlü bir ilişki bulunması gerekir. Başka bir deyişle enflasyon oranı düşürüldükçe, işsizlik oranının belli bir ölçüde artması kaçınılmazdır. Türkiye’de böyle bir paralellik de gözlemlenmiştir denebilir. Güvenilir bir kaynağın[6]Türkiye’de işsizliğin sebebi %93 konjonktürel, %7 yapısaldır.” ileri sürdüğüne göre “
II) İŞSİZLİĞİN SONUÇLARI
İşsizlik sorununun yaşamsal önemini iyi kavramak bakımından, kısa da olsa işsizliğin sonuçları üzerinde durmamızda yarar var.
İşsizlik kişi ve toplum üzerinde son derecede olumsuz sonuçlar yaratır. Bunlar ekonomik, psikolojik ve toplumsal nitelikte olabilir. Ekonomik açıdan en önemli etkisi gelir azlığı, dolayısıyla tasarruf ve yatırım düşüklüğüdür. İşsizlik yoksulluğun başlıca sebeplerindendir. Genç kuşakların eğitim düzeyini ve kalitesini olumsuz yönde etkiler. İşsiz insan, varsa ailesi, önemli psikolojik sorunlarla karşılaşabilir. Yaygın işsizlik sosyal dengeyi bozar, toplumsal çalkantı ve çatışmaların hazırlayıcısı olabilir.
Türkiye’de “işsizliğin psikolojik ve sosyal sonuçları” hakkında yapılan bir araştırmada[7] işsizlerin karşılaştıkları psiko-sosyal sonuçlar ve bu sonuçların cinsiyete göre algılanmasındaki farklılıklar incelenmiştir. Çalışmaya göre işsizlik sürecinde işsizler yaşamlarını güçleştiren sosyal, ekonomik, fizyolojik ve psikolojik sorunlarla karşılaşmaktadır. Araştırmaya konu olan işsizlerin büyük bir çoğunluğunun depresyonlu olduğu, ancak erkek işsizlerin kadınlara kıyasla daha depresyonlu bulundukları saptanmıştır. İşsizlerin önemli bir çoğunluğu; işsizlik sürecinde ailesinin, çevresinin tutumlarının olumsuzlaştığını, toplum baskısını duyumsadıklarını, aile huzurlarının bozulduğunu belirtmişlerdir. Bu hal erkek işsizlerde daha fazladır. İşsizlik sürecinde ailesine karşı tutumlarının olumsuzlaştığını ifade edenler önemli sayıdadır. İşsizlerin çoğunluğunun iş bulma umutlarının tükendiği, öfke içinde olduğu, geleceğe ilişkin umutlarını yitirdikleri belirlenmiştir.
SONUÇ
Bu çalışmada ulaştığım başlıca sonuçları aşağıda sunuyorum:
1) İşsizlik Türkiye’nin en temel ekonomik sorunlarının başında gelir. Ne var ki bu sorun AKP iktidarında daha da ağırlaşmış ve çözümsüz kalmıştır. Bir yandan işsizler ordusuna büyük katılımlar olurken, öbür yandan işgücüne katılma oranı daha da düşmüştür. Buna karşılık hükümet sanki bir istihdam sorunu yokmuş gibi davranmakta, zamanını soyut özgürlük, insan hakları polemikleriyle geçirmeye bakmaktadır. Bu durum, yakın gelecekte ortaya çıkabilecek çok ciddî sosyal çalkantı ve çatışmaların bir habercisidir.
2) Gerçeklerin bulunması ve bilimsel araştırma bakımından şu hususa dikkat çekmeliyim: TÜİK, AKP iktidarı döneminde önemli ölçüde güvenilirliğini yitirmiş, prestij kaybına uğramıştır. Bunun kanıtlarından biri işsizlik oranı ile ilgilidir. Resmi işsizlik oranı gerçeği yansıtmaktan uzaktır. TÜİK hükümete yaranma kaygısıyla gerçek işsizlik derecesini gizlemektedir. Özellikle “iş bulmaktan umudunu kesen yurttaşlarımızın işsiz sayılmaması” son derecede yanlıştır. Gerçek işsizlik oranına ulaşmak için pratik bir yol, TÜİK’in ilan ettiği resmi işsizlik oranının yaklaşık 2 katını almaktır.
3) İktisat literatüründe işsizliğin başlıca sebepleri olarak teknolojik (sermaye-yoğun teknolojiler), yapısal (sermaye kıtlığı, tasarruf eksikliği), konjonktürel (talep düşüklüğü) faktörler sayılmaktadır. Türkiye’de bunlardan hepsinin etkili olduğu görülmektedir. Peki en çok hangisi etkili? Bilimsel bir yanıt verebilmek için, çok değişkenli ekonometrik modellerin kullanıldığı hesaplamalara ihtiyaç vardır.
4) Bana sorarsanız, bu çalışmanın kapsadığı veriler temelinde şu tahminde bulunabilirim: Bence Türkiye’de işsizliğin ana sebebi merit stratejisidir. Ülkemizin bu stratejinin bir süjesi haline gelmiş olmasıdır. Bu faktörün Batı patentli iktisat teorisinde es geçilmesi şaşırtıcı değildir. İkinci olarak, Türkiye’de ekonomik büyümenin epeydir yeterli ölçüde iş alanı açmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Sebebi, ülkenin faktör donanımına aykırı olarak, üretimde sermaye yoğun teknolojiler kullanılmasıdır. İşsizliğin, Merit stratejisinden sonra, ilk planda gelen sebebi konjonktüreldir, yani talep yetersizliğidir. Başka bir deyişle ülke insanlarının giderek fakirleştirilmiş olmasıdır. Ancak yapısal işsizlik de göz ardı edilmemelidir.
5) İnsanın başta gelen hakkı insanca yaşama hakkıdır. Bu hakkın kullanılması, kişinin onuruyla kazanacağı yeterli bir gelire, yani bir iş sahibi olmasına bağlıdır. Ancak çalışıp hayatını şerefiyle kazanabilen kimse özgürdür. Öyleyse iş hakkı özgürlükten de önce gelir. AKP ve destekçileri istedikleri kadar özgürlükten söz etsinler, yine de başarısızdırlar.
[1] Cem Saatçioğlu ve Bekir Gövdere, “Küreselleşme, Teknoloji ve Ticaret İle İşsizlik Arasındaki İlişkiye Eleştirel Bir Yaklaşım”, İktisat Dergisi, Yıl: 2001, Sayı. 416, İFMC Yayını, s. 40-44.
[2] Özlem Göktaş Yılmaz, “Türkiye Ekonomisinde Büyüme İle İşsizlik Oranları Arasındaki Nedensellik İlişkisi”, Ekonometri ve İstatistik, Sayı:2, 2005- 11-29.
[3] Hüseyin Mualla Yüceol, “Türkiye ekonomisinde büyüme ve işsizlik ilişkisinin dinamikleri”, İktisat İşletme ve Finans, Haziran, 2006.
[4] Cem SAATÇİOĞLU ve Bekir GÖVDERE, a.g.m.
[5] Mehmet Hüseyin Bilgin, “Döviz Kuru İşsizlik İlişkisi: Türkiye Üzerine Bir İnceleme”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (8) 2004/2: 80-94.
[6] Bir süre önce bir TV kanalının ekonomi programında bir öğretim üyesi verdi bu rakamları. Ne yazık ki adını hatırlayamıyorum. Tuttuğum notu da bütün aramalarıma rağmen bulamadım.
[7] İhsan YÜKSEL, “İşsizliğin Psiko-Sosyal Sonuçlarının İncelenmesi (Ankara Örneği)”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 4, Sayı 2, 2003.
Yorumlar
Yorum yap