212) MEVLANA’DA, AŞK VE İLİM

Yayin Tarihi 7 Mayıs, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

MEVLANA’DA AŞK VE İLİM

mevlana-rumi.jpg

Çağının ve yaşadığı coğrafyanın sınırlarını aşan Mevlânâ; sufi kimliğinin yanısıra, alim, şair ve mütefekkir bir şahsiyettir. O düşüncelerinin merkezine insanı ve ilahi aşkı yerleştirmiş, bütün dünya insanlığını muhatap alarak eserlerini dile getirmiştir.

Mevlana’nın yaşadığı dönemden sekiz asır sonra bile düşüncelerinin rağbet

bulmasında, eserlerinin günden güne artan ilgiyle okunmasındaki sebepler arasında ilim anlayışı ile aşka bakış açısının önemli bir yeri vardır.

Bugün Amerika’da Mevlana’nın eserleri en çok satan kitaplar arasında yer almaktadır. Mevlâna ve Mevlevîlik Batılı aydınlar arasında da ilgiyle takip edilmekte ve olumlu etkiler uyandırmaktadır.

Mevlana hakkında araştırma yapan bazı kişiler ona hümanist, filozof vb. bir takım sıfatlar ekleyerek onun gerçek kimliğini gözardı etmektedirler. Aslolan Mevlana’nın iyi bir Müslüman olduğudur. Ondaki güzelliklerin kaynağı mensup olduğu İslam dininden kaynaklanmaktadır. Ona eklenen hiçbir sıfat bu hakikati gölgelememelidir. Mevlana’nın hayatta iken söylediği şu sözler kimliğini açıkça göstermektedir:

Canım bedenimde oldukça Kur’an’ın kuluyum, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım. Birisi, sözlerimden bundan başka bir söz naklederse; ondan da şikâyetçiyim ben, bu sözden de şikâyetçiyim.”

Bu ifadelerde de açıkça görüldüğü gibi onun temel referans kaynakları Kuran-ı Kerim ve Hz. Muhammed’dir. O hayatı ve eserleriyle bu hakikatlere ayna olmuştur. Mevlana’yı değerlendirirken onun kimliğinin doğru tespit edilmesi gerekir. O farklı bir din, farklı bir mezhep getirmemiştir. Mensubu olduğu İslam dinini örnek bir şekilde yaşamış bir gönül insanıdır.

Mevlana “Biz pergel gibiyiz. Bir ayağımız din üzerinde sağlamca durur, öteki

ayağımız yetmiş iki milleti dolaşır.” sözüyle de dini kaynaklara bağlılığını teyid ederek, muhatabının bütün dünya insanlığı oluşuna vurgu yapmaktadır.

Mevlana “Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel…” diyerek herkese kucak açarken de yine inancının temel kuralları içinde bu davettebulunur. Çünkü Kuran-ı Kerimde Allah söyle buyurur: “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz.”1 Aynı manadaki su hadisi şerifte de kişinin ümitvar olması tavsiye edilir: “Allahu Tealâ buyuruyor ki: Eğer kulum göklerdeki bulutlara yükselecek kadar günah işlediği halde benden ümidini kesmeyip af diledikçe, ben onu mağfiret ederim.”2

Ayrıca Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de günahkar kişiler hakkında, tevbelerinin

samimiyeti oranında onların bütün günahlarının affedilebileceğinin yanında, bu kişilerin günahlarını sevaba dönüştürebileceğini vadederek söyle buyurur :Ancak tövbe edip deinanan ve salih amel isleyenler baska. Allah iste onların günahlarını sevaplara çevirir. Allah çok bağıslayandır, engin merhamet sahibidir.”3

Elbette Mevlana’nın çağrısı bu kadar kuşatıcı olamaz. O bu ayet ve hadislerdeki

hakikatlerden ilham alarak herkesi kapısına çağırırken, İslam’ın bakış açısından hareket eder. Çünkü insanlarla iletişim kurmak için herhangi bir ön şarta gerek yoktur. Kişilerin dini, inancı, rengi vb. her tür fark iletişim için engel teşkil etmez. İnsan olmak herkes için ortak ve önemli bir paydadır. İnsan yaratılanların en şereflisi ve en güzelidir. Herkes ilk insan olan Hz. Adem’e üflenen ruhtan tevarüsle ruhunda Allah’tan bir parça taşımaktadır. Herkesi yaratan yine odur. Bütün bu bakış açısıyla asırlardır herkese kucak açan Mevlana’nın “gel” daveti hala canlılığını korumakta her yıl Dünyanın dört bir tarafından binlerce insan bu çağrıya uyarak ona gelmekte, onun eserlerine ve fikirlerine rağbet göstermektedir.

Mevlana Türk tasavvuf hayatının önemli ve etkili bir sufisidir. Onun tasavvufi

görüşlerinin oluşmasında önemli rol oynayan üç temel şahsiyet ve bu şahısların mensubu olduğu üç düşünce sistemi vardır. Bunlar: Muhyiddin Arabi – Vahdet-i vücud Mektebi, Necmeddin Kübra – Kübrevilik ile Melametilik, Kalenderilik- Sems-i Tebrizi’dir.4

Yaşadığı devrin bir takım sosyal ve siyasi karışıklıkları karsısında Mevlana her zaman huzur ve sükunetin temsilcisi olmuş, halka ümit ve güven telkin etmiştir. Zamanında başka dinlerin mensuplarıyla da iyi ilişkiler kuran Mevlana, onların gönüllerini fethetmesini bilmiştir. Eserleri incelendiğinde de herkese kucak açan, bu kuşatıcı bakış açısı görülmektedir.

Mevlana ve Aşk

Kelime olarak aşk, sarmaşık demektir. Bir nesnenin bir nesneyi sarmasıdır. Maşuk da aşıkını sarmaşık gibi saracaktır. Bu sarış, asığın maşukta yok olmasıyla son bulacaktır. Sarmâşık nasıl sarıldığı yeri kaplarsa, ask da girdiği kalbi daha doğrusu kalpten başlayarak insanın bütün vücudunu sarar. Ask, her durum ve haliyle kişiyi hakikate erdirir. Sevmenin ne olduğunu öğretir. Mevlana’ya göre ask, öyle bir kimyadır ki o ancak can madeninde bulunur.

Aşk, varlığın en esaslı en sırlı sebebidir.

Allah Teala Hz. Peygamber’e ; “Sen olmasan, sen olmasan; bu gökleri yaratmazdım.şeklinde hitap eder. Hz. Muhammed, Allah’ın en sevgili kuludur, habibullahtır. Bu sebeple kainatın mayasının ask olduğunu söyleyebiliriz. Diğer bir kudsî hadiste; “Ben gizli birhazineydim, bilinmek istedim ve halkı (âlemleri ve insanı) yarattım.” ifadesi de insanın yaratılmasındaki yegane amacın Allah’ı tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu açıkça anlatır. Mademki kâinatın yaratılışı ve devamı sevginin ürünüdür, öyleyse her insan bu sonsuz

sevgiden nasibini almalıdır. Bu düşünceden hareketle Mevlânâ, her insanın bu sevgi dairesine dâhil olmasını hedefler. Ancak bu sevgi; yaratıcıyla, kâinatla ve insanlıkla bütünleşen, hiçbir zaman azalmayan ve zedelenmeyen hakiki bir sevgi olmalıdır. Tasavvufta “kesbî” olarak nitelenen bu sevgi; mecâzî veya beşerî ask değil, “İlâhî aşk”tır.5

Mevlana, tasavvufun tanımı için şöyle der: “ Tasavvuf aşk ve vecdle ilahi vuslata erişmektir. Can ve bekâ alemidir.” “Ask ve vecd ile ilahi vuslata ermek” Yani bu tanıma göre tasavvuf, seven ile sevilenin birleşerek tek vücut haline gelmesidir. İki iken bir olmaktır. Tasavvufun özü asktır. Tasavvuf coşkun bir ask halidir. Mevlana da tanımında bu hakikate işaret ediyor, ask ve vecd yani coşkunlukla Hakk’a ulaşmak olarak tasavvufu tanımlamıştır.

Mevlana, “aşk deliliktir biz delinin delisiyiz” der. Aşk duygusu o kadar ulvi bir duygudur ki fani varlık karsısında duyulan hissedilen her şey bu aşamada teslimiyete ulaşacaktır. Artık kişi hakiki varlık karsısında sonunun mutlu bir şekilde biteceğini ümit ederek ilahi aşk yolunda yürümeye başlayacaktır. Yani Allah’ın tecellisi olan kul, kendi benliğinden sıyrılıp mutlak hakikatle birleşecektir. Yani seven ile sevilenin birleşip tek vücut haline gelecektir.

Mevlana bu askın en son boyutu için ise söyle der ;

Eğer benden başka senin gözlerinde sen kendi nakşını görürsen onu hayal bil, defet, sür gitsin. Bu aynı zamanda vahdet-i vücudyani vücut birliği, iki iken bir olma halidir. Mesnevi’de şöyle bir hikaye anlatılır: “Birisi geldi sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi “kimsin ?” diye sordu. Kişi “benim” deyince “git” dedi.

Şimdi zamanı değil burada ham kişinin yeri yok. Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir ? İkiyüzlülükten kim kurtarabilir ? O yoksul gitti tam bir yıl yollara düştü.

Sevgilinin ayrılığı ile kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı. O yanmış yakılmış kişi pişti olgunlaştı. Geri geldi yine sevgilinin kapısına dayandı. Korku ve edeple kapının tokmağına dokundu. Sevgilisi “kapıdaki kim ?” diye bağırdı. Adam “A gönüller alan kapıdaki sensin” dedi. Sevgilisi “Madem ki bensin gel içeri gir zira ev dar, iki kişi sığmıyor

Mevlana bu birlikteliği şu şekilde özetler: “Senin gözün gönlüme göz olunca bu görmeyen gönül göz kesildi. Gözün ta kendisi oldu.”

Mevlana’ya göre söz, üç yerden çıkar: Nefis, akıl ve aşk. Nefisten gelen söz, bulanık ve tatsızdır. Aklın sözü, akıllılarca makbuldür ve bir çok faydaların kaynağıdır. Askın sözü ise söyleyeni mest, dinleyeni sarhoş edip neşelendirir.

Ask ile tasavvufi mertebeler asılacaktır: Mevlana “Yedinci kat göğün üstüne çıkmak istiyorsan aşk, bir güzel merdivendir a oğul” derken bu hakikate işaret eder. Allah katındaaşkın değeri çok üstündür. Mevlana “Kıyamette namazları, oruçları, sadakaları getirip teraziye koyarlar. Fakat aşk teraziye sığmaz. Bu yüzden asıl olan aşktır.” der ayrıca herkesiaşık olmaya davet ederek “Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!

diyerek aşka meyli olmayanlara acımaktadır.

Aşk yolunun peygamber yolu olduğunu belirten Mevlana, “ Aşksız yaşama ki, ölü olmayasın; Aşkla öl ki diri olasınsözleriyle askın kişiyi ölümsüzleştirdiğini ifade eder.Mevlana İlahi aşk ateşi gelip de, kendinden başka ne varsa yakıp yandırırsa, iste o zaman gönlünde ne varsa, yanınca sevin, tatlı tatlı gül” sözleriyle askta esas olanın sevgiliden başkasını düşünmeme ve ilgilenmeme olduğunu anlatır. Aşkın varlığı, kalpte sevgiliden başkasını yakar ve yok eder. Aşkın aslı yok olma, kendi benliğinden geçmedir. Gerçek aşka ulaşanlar geçici asklara meyletmezler. Hakiki aşk kalpteki diğer sevgilerin tamamını yok edecektir. Nitekim Kur’an’da “Allah Teâlâ insanoğlunun göğsünde iki kalp yaratmamıştır.”6 ayetiyle de hakiki aşkta, kalbin mutlak sevgiliyle dopdolu olması gerektiği anlatılır.

Her güzelliğin kaynağını aşka bağlayan Mevlana söyle der : “Aşk olmayınca neşe ve sevinç artmaz. Aşksız olursa en güzel vücut bile salınamaz. Buluttan denize yüz damla düşer ama aşk harekete gelmedikçe hiç biri sedefte inci olamaz. Dünyanın her parçası aşktır. Eğer gökyüzü âşık olmasaydı göğsü gönlü böyle saf lekesiz olur muydu ? Eğer güneş de âşık olmasaydı onun yüzünde bir parıltı bu ışık olur muydu ? Yeryüzü ve dağ âşık olmasalardı her ikisinin gönlünden bir ot bile bitmezdi. Eğer deniz asktan habersiz olsaydı böyle dalgalanabilir miydi ? Elbet bir yerde donar kalırdı.”

Aşkın hayat verdiğini, gönülleri yumuşattığını söyleyen Mevlana Celaleddin Rumi,

Divan’ında askla ilgili şunları söyler:

Âsıkların gönülleri ateşe benzer bedenleri mangala. Aşk uçuşuna dünya dardır. Aşkla taş yürekler bile yumuşar, yumuşar da gönül tas bile olsa mücevher kesilir. Aşk yüreklere hayat verir. Ask atına bin, artık yolu düşünme çünkü ask atı pek rahvandır.”

Aşkın bedeli sevgili uğruna canını verebilmektir. Mevlana, “Aşka tutulan can derdine düşmez” der. Mesnevi’de geçen bir hikaye vardır. Bir âşık sevgilisin huzurunda yaptığıhizmetleri sayıp döker ve söyle der:

Senin için şunları yaptım bunları yaptım. Bu aşk savaşı meydanında kılıç yaraları aldım, oklara hedef oldum. Mal gitti, güç gitti, namus gitti. Senin askından nice muratsızlıklara uğradım. Hiç bir sabah, beni uyurken bulmadı, gülerken görmedi. Hiç bir akşam, beni varlıklı karşılamadı. Daima yoksul olarak buldu.”

Âşık, ne acılar tattıysa ne dertler çektiyse onları bir bir etraflıca saymakta idi. Bunları sevgilisinin basına kakmak için değil, askına yüzlerce şahit olarak sayıp duruyordu. Aklı olanlara bir işaret yeter de artar bile ama âsıklardaki o susuzluk nasıl giderilebilir ? Âşık yorulmadan usanmadan sözünü tekrarlar durur. Hiç balık bir işaretle duru suya kanar mı?

Balık nasıl daima suyun içinde kalmakla hayat bulur neşelenir ise âsık da daima ask duyguları içinde olmaktan askı yasamaktan askı anlatmaktan bıkmayacaktır. Bilakis bundan zevk duyacaktır. Âşık, o derdi temiz ve tükenmez olan ask derdini yüzlerce defa anlattığı halde “Ne söyledim ki ben bir söz bile söylemedim.” diye şikayette bulunuyordu. Sanki bir ateş içine düşş yanıyordu. Fakat neden yandığını bilemiyordu. Ancak o ateşin harareti ile mum gibi eriyor, ağlıyordu. Sevgilisi; “Evet” dedi. “Doğru söylüyorsun, bütün söylediklerimi yaptın yerine getirdin ama kulağını aç da simdi beni dinle… Askın ve sevginin aslının aslı olan bir şey var ki sen onu yapmadın. Bu yaptığın teferruattan ayrıntıdan ibarettir.”dedi.

Âsık; “O bahsettiğin sevginin aslı olan nedir ?” diye sordu. Sevgilisi de “Ölmektir, yok olmaktır” diye cevap verdi ve “ Sen dediklerimin hepsini yaptın fakat ölmedin, hala dirisin. Canı ile oynayan, ask uğrunda ölümü göze alan bir âsık isen hemen kendini öldür.”

Âşık sevgilisinin bu dokunaklı sözlerini duyunca o anda uzanıp can verdi. Gül gibi gülerek bası ile oynadı. şikayet etmeden neşeli bir halde ölüp gitti. Arif kişinin zahmet nedir bilmeyen aklı ve canı gibi o gülüş onda ebedi olarak kaldı. İste âsık, o kişidir ki canı uğruna canını cananına feda eder. Canına kıyamayan kimse sevgiliye meyl etmesin. Bu ask işine girmesin. Âşıkın kemali, üstünlüğü canını cananına vermektir. Canını vermeyen sözle “sadece seviyorum” diyen noksanını ve kusurunu itiraf etmelidir. Şeyh Sâdî, güle karsı ötüp duran aşkından sevgisinden bahseden bülbüle der ki:

“Ey bülbül Git de askı pervaneden öğren. Kendini alevin içine attı, yandı. Sevgilisi uğruna can verdi, sesi çıkmadı.”İşte aşkın bedeli budur.

Mevlana, asık olmayı bir ayrıcalık, ilahi bir lütuf olarak görür ve gerçek bir cana aşka düşmekten kurtuluş yoktur” der. Fîhimâfîhadlı eserinde de bu konuya işaretle söyleder:

Vücudumuz Meryem gibidir. Bizim herbirimizin içinde bir İsa vardır. Eğer aşk ızdırabı büyük acılar bizde zuhur ederse o zaman İsa’mız doğacaktır.”Burada ifade edildiğigibi insan, askın tecellilerini rahmânî esintileri beklemeli, buna hazırlanmalıdır. Herkes kendialıcısının gücü ve kapasitesi oranında bu tecellileri alabilecektir.O halde âşık olmak için ne yapmamız gerekir ? Bu soruya yine Mevlana’nın tavsiyesiile cevap vermek gerekirse; O, “Kulluk et belki sen de âsık olursun” der. Bunu yaparken yineMevlana’nın deyişiyle Allah’ı bir şey ummadan bir karşılık beklemeden sevmek gerekir.

Mevlana kainatta her şeyin kendi halince ask içinde olduğunu ask ile hallendiğini ifade ediyor. Mayası ask olan kainata da yakışan elbette budur. Mesnevi’sinin bir başka yerinde aynı hakikate işaret eder:

Feleğin ask yüzünden bir kararı durup dinlenmesi yoktur. Ey gönül sen de durup dinlenmeyi arama; yıldız gibi dön dolaş! Bütün varlıklar onun çevgeninin önünde bir top gibidir.Onun çevgenine yani Hakk’ın takdirine uyar o çevgene secde ederler. Ey gönül sen de yüzbinlerce varlığın bir parçasısın nasıl olur da onun hükmüne karsı karasız bir hale gelmezsin. Hakikat şarabını ask kaynatır, coşturur. Ve doğru sözlü doğru özlü âsıka gizlice sakilik eden asktır. Allah’ın inayeti ile aska ulaşmayı dilersen şarap can suyudur, sürahi de beden.”

Aşk insanın bütün hayatıyla iç içe olan sihirli bir kelimedir. Ask, bazen insanın yaşama gayesi olur bazen de ölüm sebebi. İnsanı yaşatan asktır. Asksız gönül olmaz. Ask, bir demir dağı delip boynuna asmak gibidir. Ask, çile demektir. Ask, kor bir ateştir, öyle ki etrafında bulunan her şeyi yakar, yıkar kül eder. Yani bir yürekte ask varsa başka bütün sevgiler yanar kül olur. Sevenden sevilenden başka ne varsa yakar hatta sevgili için kendini de yakar, pervane örneğinde olduğu gibi.

Tasavvufta vuslat iki iken bir olmak, birbirinde yok olmaktır. Askın bu yolculuğu ile ilgili olarak Mevlana:

Ask ateşi önce sevilene düşer, ondan da âşıka sıçrar. Muma bak da gör. Önce kendisi yandı sonra pervaneyi yaktı. Sen bir gölge varlıksın fakat güneşe âsıksın güneş gelince gölge yok olur, gider. İki alemde aska yabancıdır. Askta yetmiş iki türlü delilik ve divanelik vardır. Ask pek gizlidir. Ama verdiği şaşkınlık meydandadır. Ona ruh sultanlarının canları bile hasret çeker.”

Bütün bunları akıl ile çözülmesi ve kavranması zordur. Akıl askın halleri ve mertebeleri karşısında şaşkındır. Mevlana, aklın bu konudaki acizliğini söyle ifade eder:

Aşk yokluk deryasıdır. Aklın ayağı orada kırıktır. Yaratılış sırrına ulaşmak isteyen insanın sınırlı aklıyla yol almayı bırakması, sonsuz askla yücelere kanatlanması gerekir.. Zira akıl insanı dünya nimetlerine kavuşturur, ancak ask gökleri insanın ayakları altına serer. Keşke varlığın dili olsaydı da var olanların perdelerini kaldırsaydı. Hakikati anlatsaydı. Yani var gibi görünenlerin gerçekte var olmadıklarını, ezeli ve ebedi varlığın ancak Allah olduğunu herkese bildirseydi.

İnsanı ilahi bir kitap olarak niteleyen Mevlana, kişinin kendini askla keşfetmesini ister, bu keşif onu yaratıcısına götürecektir:

Aşkın sesi gelince ölmüş ruhlar kanat çırpmaya, ölüler beden kabrinden bas kaldırmaya başladılar. Ey gönüllerinde ask derdi olmayanlar kalkın âsık olun. Ey insan, ilacın sendedir. Fakat bilmiyorsun derdin de yine sendedir. Ama görmüyorsun. Sen öyle açık ilahi bir kitapsın ki harfleri ile gizli şeyler âşikar oldu, meydana çıktı. Canların gıdası asktır. Bu yüzdendir ki açlık, ayrılık, şiddetli arzu, sevk ruhu canlandırır, güçlendirir, onu besler.

Mevlana’nın aşk üstadlarından olan Şems: “Ask ilmi medresede öğrenilmez.” Diyerek ona, sema ile askın coşkunluğunu yasamayı, mana aleminde seyretmeyi tavsiye ediyordu. Ona, maddi alemden tamamen sıyrılıp mana aleminde yücelmesini önererek su tavsiyelerde bulunuyordu:

Manevi ilim üç şey ile elde edilir: Zikreden dil, şükreden kalb, sabreden ten. İlimsiz vücud, susuz şehre benzer. Nihayet kuru bir kalıptır. Vücudu perhizle, ahlakla gayretle sulamalı ve süslemelidir. Zahidlere mahsus olan mal cömertliği, cihad edenlere mahsus olan ten cömertliği, gazilere mahsus olan can cömertliği, ariflere mahsus olan gönül cömertliğidir.

Askı, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah’ın vasıflarından olduğunu söyleyen Mevlana, yine Allah’tan başkasına asık olmayı, geçici bir heves olarak görür.7 Aşkın şehvet olmadığını vurgulayan Mevlana, insanın varlığı sürdürebilmesi için aşka muhtaç olduğunu belirtir. Bunun için kişinin aşkı talep etmesi, onu araması gerekir. Susuzlar özlemle suararlar, fakat su da cihanda susuzları arar.” diyen Mevlana, layık olanın aşka ulaşacağını müjdeler. Onun aşkı kuru bir lirizme dayanmamaktadır. Kulluğu, ibadeti dışlayan bir ask

değildir. İbadetlerin askı körüklediğini kulu Allah’a yakınlaştırdığını su örnekle dile getirir:

Şefkatli bir anne, emzirdiği çocuğunu tatlı yemeğe ve içeceklerin lezzetine yavaş yavaş alıştırır. Böyle azar azar yiyen çocuk, sonunda lokma lokma yemeye ve hazmetmeye alışır.Kullar da ibadetlerden kuvvet alır ve manevi yönden yüksek bir dereceye ulaşır ve sonuçtaAllah’a yakınlaşır.”

Mevlana ve İlim

Devrinde Sultan’ul-Ulema olarak tanınan Baha Veled’in oğlu olan Mevlana, ilk

derslerini babasından alır ve onun titizlikle seçtiği devrin hocalarda eğitimini sürdürür. Kısa sürede ilmi derinliğe ulaşan Mevlana, medresede dersler verir. Babasının ölümünden sonra da Halep ve Şam’a ilmini geliştirmek için gider. Mevlana buradaki tanınmış müderrislerden dersler alır. İlme büyük önem veren Mevlana;

İnsanlık ilimle itibar kazanmıştır. İlim Hz. Süleyman’ın mührü gibidir, onunla bütün dünya insanın hükmü altına girer, dünya bir sûret, ilim ise onun canıdır.”8

diyerek ilmi hayat veren bir mürşit olarak görmüştür.

Alimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır” ve “Bilgili adamın uykusu ibadetten üstündür.” hadislerine telmihte bulunan Mevlana, ilmin sonsuzluğuna vurgu yaparak: “Hele insanı gafletten uyandıran bilgi olursa. Bilgi, uçsuz, bucaksız ve kıyısız bir denizdir. Bilgi isteyense, denizde dalgıçlık edene benzer.” der.

İlmi kişiyi Allah’a götüren bir araç olarak gören Mevlana, “Allah sevgisi ilimle elde edilir. İlimden nasibi olmayanlar ve akılsızlar bu sevgiden uzaktır.” der. 9 Eğer ilim bufonksiyonunu icra etmiyorsa yapılan işin sadece yorgunluk olduğunu söyler: “Yaratılış gayesini öğretmeyen ilim, sahibi için yalnızca zahmet ve yorgunluktur.” Esasen bu anlayış birçok sufide ortaktır. Yunus Emre de : “Okumaktan mana ne, Kişi Hakk’ı bilmektir, Çün okudun bilmez isen, Ha bir kuru emektir” sözleriyle aynı bakış açısını dile getirir.

Mevlana’ya göre ilim sahibi olmanın ölçüsü şudur: “Nur ve kemali artıran lokma, helal kazançtan elde edilen lokmadır. İlim ve hikmet helal lokmadan doğar; ask ve rikkat (gönül inceliği) helal lokmadan meydana gelir.

İlmin, sahibine faydalı olmasına vurgu yapan Mevlana, “Allah’ım; sana sığınırım faydasız bilgiden, alçalmayan gönülden, doymayan nefisten, kabul edilmeyen duadan.”hadisine telmihte bulunur.

Sadece bilmenin yeterli olmayacağına işaret eden Mevlana, ilim- amel ilişkisine dair tespitlerde bulunur: “Yalnızca ilim sahibi olmak yeterli değildir; ilim, amelle birlikte oluncasahibine faydalı olur.” 10 Ameli olmayanları alimden çok muhafıza benzeten Mevlana; “İlmiolup ameli olmayanlar sadece ilim muhafızıdır, âlim değildir.”11 demektedir. Aynı anlamda bir başka ifadesinde amelsiz alimleri, birer dellal olarak niteler: ” Nice alimler var ki kendi

ilminden nasibi yoktur. Böyle bilginler kendi bilgilerinin sadece bekçisi, hammalıdırlar. Onun elindeki gömlek ödünçtür. Dellal elindeki cariye gibidir. Dellal, elindeki şaşkın cariye müşteriyi avlamak içindir, yoksa onda dellalin bir payı ve nasibi yoktur.

Bazen ilim, sahibini kör eder. İlim sahibi aşkla marifete ulaşmalıdır. Mevlana, Şeytan için “Onun ilmi vardı ama imanının aşkı olmadığı için Âdem’de toprak suretinden başka bir şey göremedi.”12 demektedir.

İlim sahibinin öncelikli olarak kendini bilmesi gerektiğini söyleyen Mevlana, “Kendini bilen Rabbini bilir” kudsi hadisine işaret eder, kendini bilmeyen bu alimleri ise zalim veahmak olarak niteler: “Alim nice binlerce ilim bilir de o zalim kendi nefsini bilmez. Sen gerçi caiz olanı olmayanı bildin ama nefsin acaba bunların hangisi üzere! Her metaın kıymetini bilirsin de kendi kıymetini bilmeyen ahmaksın.”Sapıklık da bilgiden olur, doğru yolu buluş da…diyerek İlmin bir araç olusunadikkat çeken Mevlana, İlmi eğer tenine kullanırsan yılan olur, gönlüne kullanırsan sana yâr olur.” İlim gönle aksederse yardımcı olur, ilim bedene yansırsa yük olur”13 sözüyle de ilminsadece dünyevi menfaatler için kullanılmaması tavsiyesinde bulunur.

Liyakati olmayanın elindeki ilmin zararlarına işaret eden Mevlana, kötü yaratılışlı kişilere ilim ve fen öğretmeyi, “yol kesen eşkıyanın eline kılıç vermek” olarak niteler. Aynı anlamda “Bilgi, mal, mevki ve hakimiyet, kötü yaratılışlı kişilerin elinde fitnedir. Bilgisizlere, geçtikleri mevkiin yaptığı fenalığı, yüzlerce aslan bir araya gelse yapamaz. Cahil, kötü hükümler yürüten bir padişah oldu mu bütün ova yılanla, akreple dolar. Adam olmayanın eline bir mal ve mevki geçti mi, herkesten önce kendi rezilliğini dileyen kendisidir. Çünkü ya cimriliği tutar, az verir; ya da cömertliğe girişir, yerli yersiz bağışlarda bulunur.” Sözleriylecehaletin ve cahillerin zararlarını dile getirir.

Nefsinin isteklerine esir, rahatına düşkün, çabuk bıkan, kendisine güveni olmayan, zahmetlere sabretmeyen, dünyalık peşinde kosan insanlar ilim sahibi olamazlar.” 14 diyenMevlana bu sözleriyle ilim sahibi olmanın ölçülerini söylemektedir.Mevlana, ilim sahibinin teslimiyet ve tevazu içinde olmasını öğütler:

Nasıl ki su önce öldürür sonra ölüyü başında taşırsa, sen de ölü gibi ol ki su seni taşısın. Yoksa kendi bilgi ve kabiliyetine güvenen kişinin bu deryadan kurtulması zor.”15

İlimde zahmetsiz başarı olmayacağını ifade eden Mevlana, insanı çalışmaya

sonrasında tevekküle davet der: “İnsanın zararı, çalışmamasından dolayıdır, kârı ise çalışmasından. Kader haktır, ancak insanın çalışması da, Tevekkül edeceksen önce çalış, çalış da Allah’a dayan.”16

Mesnevide “Bedelini ödemeden olgunlaşmak isteği ve canı tatlı dövme heveskarı” adlı hikayesinde bu hakikate temas eden Mevlana, sırtına aslan dövmesi yaptırmak isteyen kişinin iğnenin her teması sonrasında feryad ederek “kulaksız, kuyruksuz, gövdesiz aslandövmesi yaptırmak istemesi” karşısında: “Kim bu dünyada kuyruksuz, kulaksız ve karınsız

bir aslan görmüştür. Cenab-ı Hak böyle bir şey yaratmadı. Ya canın bu kadar kıymetli olmasın ya da aslan dövmesi yaptırmaktan vaz geç.”diyerek her şeyin bir bedeli olduğunuifade eder. Ey kardeş, iğnenin acısına sabret ki nefis kafirinin iğnesini kırasın.”17 diyenMevlana, herkesin gönlünde bir aslan olduğunu ama bunu elde etmek için emek sarfetmek,sıkıntılara sabretmek gerektiğini dile getirir.İlimde sürekli ilerlemeyi, yenilenmeyi tavsiye den Mevlana, “Her gün bir yerden göçmek, Her gün bir konağı bırakmak; akarsu gibi donmamak ne hoş! Dün geçti, düne ait söz de dün gibi geçti gitti; Bugün yeni bir söz söylemek gerek!” sözleriyle

İki günü eşit olan ziyandadır” hadisini hatırlatır.

Sonuç olarak; Mevlana da bir çok sufi gibi aşkı kainatın yaratılış sebebi olarak

görmüştür. Mevlânâ’nın anlayışı, eserlerinde görüleceği gibi din, ilim ve ask eksenlidir.

Ömrünü ilme adayan Mevlana’ya göre ilim, sahibini Allah’a ulaştıran bir vasıtadır. İlim de aşkla yapılmalıdır. Aşkla Allah’a bağlanan gönlü muteber olarak gören Mevlana’ya göre “ilim bilmeyi, aşk olmayı” öğretir. Mevlana’ya göre aşk, yalnız kuru bir vecd hali değildir. Şuurlu bir kullukla gelen haldir. Mevlana pratikleriyle de tam bir zühd hayatı yaşamış, farz ve nafile ibadetleriyle kullukta derinleşmenin örneğini en iyi şekilde vermiştir. Ona göre; Müslüman için ask bir enerji kaynağıdır, bir gıdadır. Kişiyi hakikate ulaştıracak kanattır. Aşk, ilim ile şuurlanarak, amel ile beslenerek bir anlam ve değer kazanmaktadır. Bu unsurlar birbirini tamamlayan unsurlardır. Biri olmadan diğerleri ile hedefe ulaşmak mümkün değildir.

Yrd. Doç. Dr. Hüseyin ÖZCAN

* Mawlana Jalaluddin Rumi, Uluslararası Sempozyumu’nda bildiri olarak sunulmus, Bükres-Romanya (2007)

Yağmur Dil Kültür ve Edebiyat Dergisi’nde yayınlanmıstır. S. 36, (2007).

* Fatih Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Öğretim Üyesi

1 Zümer 39/53.

2 Hadis, Tirmizi.

3 Furkan; 25/70

4 Ahmet Yasar OCAK: Türk Sufiliğine Bakıslar, Đstanbul 1996,s.91-93.

5 Emine YENĐTERZĐ: Mevlana’nın tefekkür Dünyası ve Đnsan Konya’dan Dünya’ya Mevlana ve Mevlevilik,

Karatay Belediyesi Yayını, 2002, s.73.

6 Ahzab:33/4.

7 .(Mesnevi, C. VI/971.

8 Mesnevî,,C. I/1071-1072.

9 Mesnevi, CII/1545,1549.

10 Fîhi Mâfih, s.93.

11 Mesnevî,C. III:3060.

12Mesnevî, VI:262)

13 Mesnevî C.,I, 3446-3447

14 Mesnevî,C. III: Dîbâce)

15 Mesnevi C.1/112.

16 Mesnevî, C.I, 947.

17 Mesnevî, C.1/118.

Paylaş:

Yorumlar

“212) MEVLANA’DA, AŞK VE İLİM” yazisina 6 Yorum yapilmis

  1. Burhan YILMAZ yorum tarihi 7 Mayıs, 2008 15:30

    Sayın Yılmaz Karahan Bey; Yapmış olduğunuz hizmeti dikkatle takip ediyorum. Size teşekkürlerimi yolluyorum. Türk milleti iyilikleri ve kötülükleri asla unutmaz. Milletin hafızası buna müsaittir.
    Bu arada sizlere Mevlana’nın Türklük hakkında söyledikleri ve Sirius bağlantısını anlattığım, “Bilinmeyen Mevlâna” Kitabını okumanızı isteyeceğim. Kozmik yayınlarından çıkan bu eseri okuduktan sonra Mevlânayı daha farklı anlayacağız.
    Saygılarımla. Burhan YILMAZ

  2. GURBET ALTAY yorum tarihi 8 Mayıs, 2008 08:19

    Sayın Yılmaz bey,
    Mevlana ile ilgili çalışmalarınızdan dolayı tebrik ederim.Şayet uygun görürseniz yapmış olduğum Marmara Fm de Mevlana’yı Anlamak proramına davet etmek ieterim sizi.
    Saygılarımla.
    Gurbet ALTAY

  3. Yılmaz Karahan yorum tarihi 8 Mayıs, 2008 12:50

    Sayın ALTAY, Davetiniz için teşekkür ederim.
    Ancak,”MEVLANA’DA AŞK VE İLİM” yazısı
    Sayın Doç. Dr. Hüseyin ÖZCAN Hocamıza aittir. Hocamız, FATİH ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİNDE Öğretim Görevlisidir.
    Teveccühünüze tekrar teşekkür eder, Şahsınızda Ailenize ve Camianıza Saygılarımı sunarım.
    Yılmaz KARAHAN

  4. www.tagsto.com/trackback/ yorum tarihi 10 Mayıs, 2008 10:30

    Hubs of 212) MEVLANA’DA, AŞK VE İLİM

    hubs about Ka’ula to Gerçek aşka ulaşanlar geçici asklara meyletmezler. Hakiki aşk kalpteki diğer sevgilerin tamamını yok edecektir. Nitekim Kur’an’da “Allah Teâlâ insanoğlunun göğsünde iki kalp yaratmamıştır.”6 ayetiyle de ha…

  5. Samet Acar yorum tarihi 15 Mayıs, 2008 19:43

    Hazreti Mevlana ile ilgili ,bir yorum yapmaya bence lüzüm hasıl olmamıştır.O,yüce insan ,hoşgörüyü,sevgiyi,insanlara aşılamaya devam etmiş,”gel yine gel,ister kafir,ister inançsız,neisen,hangi düşüncenin sahibi olursan ol yine gel,burası tövbe kapısı”dır diyor.Bu anlayış ,Mevlananın kendi sınırlarında elbetteki aşmaya vesile olmuştur.Mevlana ,insanı insan yapan duygulara doğru ilerlemize vesile olmuştur.

  6. Tuğba TEKEREK yorum tarihi 16 Mart, 2011 16:55

    Bu çok doyurucu ve çok değerli paylaşım için teşekkürlerimi iletmek istiyorumm. Bu Geleceğin vve geçmişin Üstadı Pir Sultan Mevlana Hazretlerinin büyük feyzine tekrar vardık..
    Hürmetle Ağrı’dann…….

Yorum yap