209) ALEVİ ÇALIŞTAYLARI ÖN RAPORU YAYINLANDI

Yayin Tarihi 9 Şubat, 2010 
Kategori SİYASİ

Alevi çalıştayları ön raporu yayınlandı

image00112.jpg

Alevi çalıştaylarının ardından hazırlanan rapor, Başbakan Tayyip Erdoğan’a sunuldu. İlki 3-4 Haziran 2009’da sonuncusu ise 27-30 Ocak 2010’da gerçekleştirilen yedi çalıştayda, yaklaşık 400 kişinin görüşleri doğrultusunda Devlet Bakanlığı’nca hazırlanan rapor akademisyenler, ilahiyatçılar, sivil toplum kuruluşları, medya ve siyaset alanlarından çoğunluğunu Alevilerin oluşturduğu 43 kişinin katıldığı değerlendirme oturumunda hazırlandı.

ÖN RAPORUN TAM METNİ

Giriş

Kamuoyunda “Alevi Açılımı” olarak bilinen ve Alevi-Bektaşilerin belli başlı taleplerini demokrasi ve insan hakları temelinde yeniden ele alıp değerlendirme amacı güden Hükümetimiz, Bakanlığımız himayesinde bir dizi toplantı gerçekleştirmiştir. Bu toplantılarda şimdiye değin değişik platformlarda görüş ve düşüncelerini açıklamak durumunda kalan Alevilerin istek ve temennilerinin belirlenmesi ve bu çerçevede atılacak adımların sıralanması hedeflenmiştir.

Kamuoyunda birbirinden farklı talepleriyle, değişik ideolojik ve siyasal referanslarıyla tanınan Alevilerin örgütsel çeşitliliği ve sorunlarının çokluğu, çözüme yönelik adımların belirlenmesi konusunda birtakım güçlüklere yol açmaktadır. Bununla birlikte devlet, ayrım gözetmeksizin vatandaşlarının taleplerini dikkate almak durumundadır. Birlikte barış içinde yaşamanın en temel yolu bu temel yaklaşım biçiminden geçmektedir.

Bu nedenle Alevi ve Bektaşilerin kamuoyuyla buluşan ve bir hayli çeşitlenen tepki ve taleplerinin sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Ulusal ve uluslararası mahfillerde kendine karşılık bulabilen ve yer yer sert sayılabilecek çıkışlarla da takviye edilen söylem ve çıkışların soğukkanlı bir şekilde ele alınması için, konunun belli başlı taraflarını kademeli olarak bir araya getirmek ve ardından da ulaşılan diyalog zemininde gerçek ve sahici çözümleri devreye sokmak gerekiyordu.

Bu bağlamda müzakere sürecini sadece Alevilerle değil, bilim insanlarını, ilahiyatçıları, sivil toplum kuruluşlarını, medya mensuplarını ve siyaset dünyasından eski ve yeni milletvekillerini de katarak, problemin çözüm noktalarını ülkenin ortak gündemiyle buluşturmak gerekmiştir. Kabul etmek gerekir ki devlet, bugüne kadar Alevilerin talepleri konusunda doğrudan bir iletişim kurmak ve belli başlı tarafları tatmin edebilecek bir açılım sunmada yeterli bir mesafe alamamıştır. Bu çalıştayların amacı, temsil değeri yüksek bir buluşma ortamı sağlayarak sorunların çözümünde herkese söz hakkı vermek ve katılımcı demokrasinin gereklerine uygun bir müzakere süreci başlatmaktır. Uzun soluklu bir girişime, sağlam ve kalıcı adımlarla başlamanın, mesafe almak açısından yararlı olacağı öngörülmüştür.

Toplantılar yedi aşamalı olarak gerçekleştirilmiştir. Her bir toplantı çalıştay formatında düzenlenmiştir. Sunumların geniş bir çerçevede tartışılması ve bir sonuca gidilmesi yönündeki kararlılık her bir çalıştayın temel özelliği olmuştur. Bu çalıştayların ilki 3-4 Haziran 2009 tarihinde Ankara’da, ikincisi 8 Temmuz 2009 tarihinde İstanbul’da, üçüncüsü 19 Ağustos 2009 tarihinde Ankara’da, dördüncüsü 30 Eylül 2009 tarihinde yine Ankara’da, beşincisi 11 Kasım 2009 tarihinde İstanbul’da, altıncısı da 17 Aralık 2009 tarihinde Ankara gerçekleştirilmiştir. Çalıştaylar dizisi 27-30 Ocak 2010 tarihinde Ankara’da Kızılcahamam’da gerçekleştirilen yedinci ve son çalıştayla tamamlanmıştır. Şimdiye değin gerçekleştirilen çalıştaylara katılanların toplam sayısı, inanç rehberleriyle (dedeler) gerçekleştirilen buluşma da dahil 400’e ulaşmıştır. Her çalıştaya ortalama 40 ile 45 kişi arasında değişen sayılarda iştirak sağlanmıştır. Gerçekleştirilen tüm çalıştaylarda:

» İlgili kamuoyunun Alevilik hakkındaki belli başlı değerlendirmelerine ulaşmak,

» Alevilerin temel sorunları hakkındaki görüşlerine ulaşmak,

» Alevi sorununun çözümü konusunda ne tür önerilere sahip olduklarını gözlemlemek,

» Genel kamuoyunun açılım bağlamında oluşturabileceği refleksleri tespit etmek,

» Birlik, beraberlik ve kardeşliğin önündeki engelleri belirlemek, fırsat ve imkân alanlarını çoğaltmak,

» Bir yol haritası için gerekli olan bilgi akışını kontrol etmek amaçlanmıştır.

Nihai rapor, önümüzdeki süreçte, bu çalıştaylarda ortaya konan görüş, düşünce ve önerilerden hareketle etraflı bir şekilde hazırlanacaktır. Yedinci çalıştayda, şimdiye kadar gerçekleştirilen tüm oturumlardan seçilen 43 kişilik bir katılımcı grubuyla son bir değerlendirme yapılmıştır. Bu kişiler akademisyenler, ilahiyatçılar, sivil toplum kuruluşları, medya ve siyaset alanlarından tercih edilen isimlerden oluşmuştur. Katılımcıların ekseriyetini Aleviler oluştururken, bu çeşitlilik içinde ulaşılması gereken amaç, farklı alan ve söylem düzeylerine sahip katılımcılar arasında sağlıklı bir diyalog zemini kurabilmek ve “taraf”lar arasında sorunun derinlemesine müzakere edilmesini sağlamak olmuştur.

Çalıştay sonunda bu amaca ulaşılırken, birçok konuda Alevi-Bektaşi katılımcılar arasında da görüş ayrılıklarının varlığı dikkat çekmiştir.  


Sonuçlar

I. Alevilik: Çerçevelendirme Sorunları

Aleviliğin içeriği ve tanımlanması konusunda katılımcılar arasında görüş ayrılıkları çıksa da bu konudaki hassasiyetin genellikle devletin Aleviliğe bir çerçeve çizeceğinden duyulan kaygılardan kaynaklandığı anlaşılmıştır. Anadolu Aleviliğinin çeşitlilik içeren özellikleri ve şimdiye değin konuya devlet nezdinde mütekamil bir girişimin gerçekleştirilmemiş olmasının beslediği önyargılar nedeniyle çerçevelendirme konusunda abartılı sayılabilecek bir duyarlılık oluşmuştur.

İlk oturumlarda tepki gösterilen başlık, ilerleyen süreçte soğukkanlı bir şekilde ele alınabilmiştir. Aleviliğin İslam üst başlığı altında “Hak-Muhammed-Ali” kavramları etrafında oluşan bir inanç ve erkân yolu olduğu konusunda tam bir uzlaşma sağlanmıştır.  


II. Kimlik ve Beyan Sorunları

Aleviler her alanda ayrımcılığa uğradıklarını ifade etmişlerdir. Sorunun gerek Sünni gerekse Alevi kesimlerinin karşılıklı hoşgörü, diyalog ve empati eksenli girişimlerle aşılabileceğinin paylaşıldığı oturumda, özellikle devletin yasal düzenlemeler marifetiyle ayrımcılığı besleyen ve kurumsallaştıran unsurlardan mevzuatı arındırması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Bu bağlamda kimlik ve beyan konusunda ortaya çıkan sorunların eğitim müfredatı, tarihsel önyargılar, iç ve dış kışkırtmalar, cehalet ve iyi niyet eksikliğiyle pekiştirildiğine vurgu yapılmıştır.  


III. Anayasal ve Hukuksal Sınırlar

Aleviliğin bir kimlik farklılaşması içinde ortaya çıkmasının sakıncaları özellikle Devrim Kanunları (Tekke ve Zaviyeler Kanunu) ve ulus-devlet yaklaşımın üzerine oturduğu siyasal ve kültürel zemin açısından tartışılmış, problemin giderilmesi için sıkı bir analitik incelemeye duyulan ihtiyaç vurgulanmıştır. Yasalarda gerçekleştirilecek düzenlemelerin tutarlı ve uyumlu bir yapılanma üretmesine dikkat çekildiği toplantıda, yeni ayrımcılık alanlarına yol açacak girişimlerden özenle kaçınılması gerektiği kaydedilmiştir.

Öte yandan tüm katılımcılar, bu düzenlemelerin sadece yasal bir zeminde gerçekleştirilmesinin sağlıklı bir sonuç elde edilmesine imkân vermeyeceğini, geliştirici asıl adımların toplumdaki farklı dini, kültürel ve siyasi eğilimler arasında yapılması gerektiğini belirtmişlerdir. Alevilik bağlamındaki tüm sorunların her şeyden önce “taraflar”ın birbirlerine karşı yakınlaşmasını artırıcı, psikolojik süreçlere tabi olması gerektiği her vesileyle teyit edilmiştir. Bunun için de Sünni ve Alevi vatandaşların özenli çabalarına duyulan ihtiyacın altı çizilmiştir.

Konunun belli başlı unsurlarının ele alınmasında kaçınılmaz bir şekilde dikkate alınması gereken birkaç temel Anayasa maddesi hakkında çekingen davranıldığı anlaşılmıştır. Örneğin “Tekke ve Zaviyeler Kanunu”, “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” ve yine Anayasa’nın 24. Maddesi gibi konularda tartışmanın derinleştirilmesine ihtiyaç duyulmadan, sorunların bu kanunların sınırlarına dahil olmaksızın aşılması istenmiştir. Bu vesileyle söz konusu kanunları ele almanın zorunlu olduğunu vurgulayan kimi itirazlar da toplumsal birlik ve karşılıklı güven havasını zedeleyeceği kaygısıyla rağbet görmemiştir.  


IV. Diyanet İşleri Başkanlığı

Yaygın Alevi söylemi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın meşruiyetine eleştirel bakmakta ve uzun vadede tutarlı bir laikliğin icrası açısından Diyanet’in lağvedilmesini savunmaktadır. Çalıştayda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcut koşullardaki pozisyonu ele alınarak bu beklentinin rasyonel olmadığı konusunda taraflar arasında geniş bir mutabakat sağlanmıştır.

Alevilerin, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yeniden yapılandırılması arzusuna bağlı olarak, içine diğer inanç gruplarını da birer seksiyon olarak katma konusundaki eğilimler de tartışma konusu olmuştur. Alevilerin sivil bir inanç grubu olarak kalmakta ısrarlı oldukları, Sünni Müslümanların da kendileri gibi daha sivil bir yapılanma içinde özerk bir kamusal kuruma sahip olmalarının yollarını aramaları gerektiğine işaret edilmiştir. Ayrıca Aleviler, Diyanet aracılığıyla Sünni vatandaşlara sağlandığı iddia edilen hizmetlerin, aynı şekilde gerçekleştirilecek bir düzenlemeyle kendilerine de sağlanmasını istemişlerdir. Eşitliğe aykırı uygulamalardan vazgeçilmesi, örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hizmetlerini kendileri açısından gereksiz bulan Aleviler, söz konusu hizmetleri besleyen vergilerden muaf tutulmaları gerektiğini ısrarla vurgulamışlardır. Bu hususu, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan katılan kimi katılımcılar da desteklemiştir.

Neticede çalıştayda Cumhuriyetle yaşıt Diyanet İşleri Başkanlığı’nın önemini kimse göz ardı edememiştir. Lağvedilmesini isteyenler bile, gelinen noktada, bugünden yarına bunun çok da mümkün olamayacağını, ancak daha sivil bir yapıya kavuşturulması gerektiğini önemle vurgulamışlardır.

Katılımcılar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İslam’ın tüm yorumlarını da içine alacak şekilde orta ve uzun vadede özerk bir yapıya kavuşması gerektiğini vurgulamışlardır. Ayrıca ileride dini vergi uygulamasının başlatılmasının da türlü inanç ve din örgütlenmelerinin birlikte barış içinde hizmet alanları üretmelerine katkı sunacağı belirtilmiştir.  


V. Zorunlu Din Dersleri

Alevilerde yaygın ve ilgi gören temel yaklaşım Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılmasıdır. Konu derinlemesine müzakere edilmiş, dinler, mezhepler ve inançlar üstü bir din öğretimine bilinen nedenlerle tüm vatandaşlarımızın ihtiyacı olduğu teyit edilmiştir. Bununla birlikte “zorunluluk” ifadesinin Aleviler arasında siyasi ve kültürel nedenlerle açık bir rahatsızlık ifade ettiği de dile getirilmiştir.

Ders müfredatının tüm toplum kesimlerince kabul görecek bir üst dille ve tarafları rencide etmeyecek aksine önemli ölçüde rahatlatacak bir perspektifle hazırlanmasına duyulan ihtiyaç tam bir ittifakla beyan edilmiştir. Bu amaçla ilgili komisyonların kurulması ve konunun teknik taraflarının gerçekleştirilmesine azami dikkat göstermesinin toplumdaki tedirginlikleri daha baştan azaltacağına işaret edilmiştir.

Öte yandan Anayasamızda yeri olmakla birlikte bugüne kadar değişik nedenlerden dolayı uygulanmamış bir imkânın da hayata geçirilmesi konusunda bir uzlaşma oluşmuştur. Bilindiği gibi Anayasa, isteğe bağlı din öğretiminin verilebilmesine fırsat veren bir seçeneği de içinde barındırmaktadır. Buna göre isteğe bağlı din öğretimi de ilgili mevzuat doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılarak gerçekleştirilebilir. Bütün bu değerlendirmelerle, iki ayrı yol ve yöntemin sorunun aşılabilmesi için yeterli olacağı sonucuna ulaşılmıştır.

İlkinde aslolan din kültürü ve ahlak bilgisi öğretimidir. Bu uygulama zaten mevcuttur ve zorunluluk çerçevesinde uygulanmaktadır. Ancak bundan böyle uygulamada dikkat edilmesi gereken nokta müfredatın yeniden şekillendirilmesidir. Dolayısıyla bu müfredat kaçınılmaz bir şekilde herhangi bir inanç grubunun düşünce ve çıkarlarına doğrudan atıfta bulunmayan belli bir dikkati yansıtmakta ısrarcı olarak gerçekleştirilecektir.

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretimi, uluslararası standart ve uygulamaları dikkate alan bir özenle hazırlanacak ve yine zorunlu olarak okutulmaya devam edilecektir. Bütün bu düzenlemeler, evrensel ve genel ahlak ilkelerinin öğretimine öncelik verilerek gerçekleştirilecektir. Aslolan zorunluluk ilkesinin kaldırılmasıdır, ancak mevcut koşullar dersin bu çerçevede sürdürülmesini haklılaştıracak doneler sunmaktadır.

Bu bağlamda ortaya çıkan ikinci olanak da yasada belirtilen koşullarda yararlanılabilecek yeni bir alanın devreye sokulmasıdır. Bu ise isteğe bağlı din eğitimi programıdır. Böylece ilgili inanç gruplarının üzerinde mutabık oldukları bir eğitim müfredatı aracılığıyla çocuklarına din eğitimi vermeleri sağlanacaktır. Bu düzenlemeler Anayasamızın genel-geçer ilkelerine sadakat içinde tanzim edilerek uygulamaya konacaktır.

Sonuç olarak Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretimi zorunlu olarak varlığını sürdürecek ancak müfredat, yeniden ve tüm inanç gruplarının üstünde bilgi vermeyi önceleyen üst bir dille hazırlanacak, isteğe bağlı din eğitimi de ilgili grupların üzerinde mutabık kaldıkları bir müfredatla gerçekleştirilecektir.

Bu durumda Alevi ve Sünni vatandaşlarımız kendi inanç ve ritüellerini eğitim esaslı olarak devletten alma olanağı bulabileceklerdir. Zorunlu din dersleri gerekli düzenlemelerini yeniden yapmış ilahiyat fakültesi ya da Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği mezunu öğretmenler tarafından verilecektir. Ancak Alevilerin isteğe bağlı derslerden yararlanabilmeleri için de mutlaka Alevi öğretmenlerin sürece dâhil edilmeleri gerektiği vurgulanmıştır.

Bu öğretmenlerin, yeniden düzenlenmiş olsa da ilahiyat mezunları arasından istihdam edilmesinin mahzurlarına da vurgu yapılmıştır. Teknik alt yapı tarafları tatmin edecek bir düzeye erişinceye kadar gereken mevzuat değişikleriyle Alevi uzmanlardan yararlanılarak bu dersler verilebilecektir. Ancak bu dersi uzun vadede verebilecek yetkinlikte öğretmenlerin hangi süreçlerde eğitileceği gibi konularda Alevi katılımcıların henüz tatminkâr ve yeterli sayılabilecek önerilere sahip oldukları söylenemez.  


VI. Madımak Oteli’nin Düzenlenmesi

Büyük bir acıyı temsil eden Madımak Oteli’ndeki facia katılımcıların tamamı tarafından lanetlenmiş, bu konuda yeni gerilim ve çatışmalara fırsat verecek adımlardan sakınılması gerektiği özellikle vurgulanmıştır. Tüm katılımcılar olayın bir Sünni-Alevi çatışması olarak değerlendirilemeyeceği konusunda hemfikirdirler. Esasen olayda hayatını kaybedenler arasında 16 Sünni olduğu da vurgulanmıştır. Olayın derin bir provokasyon olduğunun altının çizildiği toplantıda, kitlelerin nasıl olup da bu olayda rahatlıkla kullanılabildiği gerçeğinden hareketle başta insan yetiştirme düzenimiz olmak üzere ayrımcılık, önyargılar ve cehaletle buluşan çatışma alanlarının yeniden masaya yatırılması gerektiği konularında mutabık kalınmıştır.

Özellikle Alevi katılımcılar, kendi aralarında yüksek bir sembolik değer olarak gördükleri Madımak Oteli’nin, bütün bu duyarlılığa rağmen ülkenin birlik ve düzeninin esastan korunmasını dikkate alan bir düzenlemeyle yeniden düşünülmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Bu bağlamda müze fikrinin tehlike ürettiği düşünülmüş, bunun yerine binanın yıkılarak bir parka dönüştürülmesini katılımcıların büyük çoğunluğu desteklemiştir. Etraftaki birkaç binanın da kamulaştırılarak bu alana dahil edilmesini önerenler olmuştur.

Katılımcılar burada gerçekleştirilecek düzenlemenin kısa ve uzun vadede yeni husumet alanlarına dönüşmemesi için başta Sivas olmak üzere ülkenin her bölgesinde mevcut tansiyonu düşürecek girişimlerde bulunulmasına gerek duyulduğunu ifade etmişlerdir. Sivas’ta sivil toplum örgütleri, kanaat önderleri ve resmi katılımcıların da ortak olabileceği değişik platformlarda bu süreci rehabilite ederek dönüştürecek girişimlere başlanması gerektiği üzerinde ısrarla durulmuştur.  


VII. İnanç Rehberleri (Dedelik)

Dedelerin statüsünün Aleviler arasındaki yerinin tartışılmaz olduğu vurgulanmış, ancak yeni koşullar özellikle de kent Aleviliği söz konusu olduğunda statünün yeniden değerlendirilmesi gerektiği hatırlatılmıştır. Dedelere maaş konusuyla gündeme gelen sorun, Alevilerin devletle nasıl bir irtibat içinde olacağı konusunda görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Maaş konusuna olumsuz bakanlar kadar, olumlu yaklaşanlar da mevcuttur. Ancak toplantıda ağırlık olarak dedelerin eğitimine ihtiyaç duyulduğu vurgulanmıştır. Bu ihtiyacın bir an önce giderilmesi için belirli sürelerle dedelere hizmet içi eğitimler verilmesi istenmiştir. Buna göre dedeliği, yeni koşulları da dikkate alan bir düzenek içinde “ihya edecek” özgün bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede eğitim kurumları yeniden inşa edilebilir.

Ayrıca, Alevi bilgi ve külliyatının derlenmesi ve korunması amacıyla da geniş ölçekli bir araştırma merkezinin kurulması istenmiştir. Bu bağlamda ısrarla üzerinde durulan bir konu da Alevi-Sünni ortak tarih bilincine yönelik çalışmaların gerekliliği olmuştur.

Burada önemli olan dedeliğin ilgili yasalarda bir formasyon kullanımı olarak yasaklanmış olmasıdır. Alevi toplumundaki rolleri bilinmekle beraber yasalar dedeliğin misyonunun sürdürülmesine izin vermemektedir.

Öte yandan dedeliğin misyonunu modern bilgi ve kültür kalıpları içinde rasyonalize etme konusunda da güçlükler vardır. İyi niyetli adımlar atarken bu güçlüklerin de dikkate alınması gerekecektir. İnanç önderi ya da rehberi olarak yeniden isimlendirilen dedeler, manevi bilgi kanallarına açık oldukları iddiasıyla tanımladıkları kişiliklerinin modern eğitimle hangi çerçevede buluşacağı önemli bir sorundur. Bununla birlikte dedelerin eğitilmesi konusu Aleviler arasında çok sık tekrarlanan vurgular arasında yer almaktadır. Bu amaç doğrultusunda yeni düzenlemeler yapılması gerektiği taraflarca kabul edilmiştir.  


VIII. Cemevlerinin Statüsü

Cemevlerinin bir statüye kavuşturulması konusunda herhangi bir görüş ayrılığı olmamıştır. Ancak bu mekânların birer ibadethane olarak tanımlanması konusunda Alevi olmayan katılımcılar da kaygılarını ifade etmişlerdir. İslam içinde bir bölünmeye yol açabileceği, çünkü her dinin ancak bir mabedi olabileceği vurgulanmış, bu durumda Alevilerin ibadethane vurgusu yapmaktan kaçınarak kendi bildiklerini uygulama konusunda devlet tarafından bilinen statüsü teyit edilen cemevleri ifadesiyle yetinmeleri gerektiği ifade edilmiştir.

Bununla birlikte itiraz sahipleri de bu mekânlarda icra edilen erkân ve uygulamaların ne olup olmadığına, ne sayılıp ne sayılmayacağına Alevilerin karar vereceğini söylemekten de geri durmamışlardır. Cemevi adlandırmasına “ehl-i beyt evi”, “inançevi”, “inanç ve kültür merkezleri” gibi başka birtakım isimlendirme önerileri de eklenmiş ancak bunlar ilgi görmemiştir.

Öte yandan cemevlerine “ibadethane” demeksizin, dernek ve vakıflarına imkân tanımak ve kamu düzenini bozmadıkça bu kurumlara yerel yönetimlerin yardımcı olması da öneri olarak sunulmuş ve bütün bu önerilerin sonuçta teknik bir çalışma gerektirdiği anlaşılmıştır. Mevzuatta doğacak sıkıntıları aşmak üzere ilgili kanuna bir ekleme yapılması önerilmiştir. Buna göre madde aşağıdaki şekillerde tanzim edilebilir:

“Birer inanç ve erkân merkezi olarak değerlendirilen cemevleri de kanunlarda ibadethanelere tanınan bütün imkânlardan yararlanır” veya “Cemevlerine de aynı imkânlar sağlanır.”  

Sonuç

Çalıştaylar başlangıçta öngörülen proje kapsamında olumlu bir havanın doğmasını hızlandırmıştır. Son derece verimli ve geliştirici bir şekilde tamamlanan süreç, sorunların müzakere edilerek aşılması konusunda ilginç ve kalıcı tecrübelerin ortaya çıkmasına fırsat vermiştir.

Tartışılan tüm konularda ülkemizin birlik ve beraberliğine ortaklaşa yapılan atıflar heyecan verici olmuştur. İlkesel düzeyde barışın ve bir arada yaşamanın hiçbir pazarlığa meydan vermeksizin kabul edilmiş olması sorunun çözümü noktasında taraflara emsalsiz fırsat alanları sunmuştur. 

DÜNYA BÜLTENİ

Paylaş:

Yorumlar

“209) ALEVİ ÇALIŞTAYLARI ÖN RAPORU YAYINLANDI” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Haydar Okur yorum tarihi 10 Şubat, 2010 13:09

    BENCE ALEVİ İNSANLARIMIZ HAKLIDIR. VERGİSİNİ VERİYOR ASKERE GİDİYOR, BİRLİK VE BERABERLİĞİ, ULUS DEVLET OLGUSUNA ÇOK ÖNEM VERİYOR. YANİ SÜNNİ VATANDAŞLARIMIZIN KİMİLERİNDEN DAHA DUYARLI OLARAK VATANINA, MİLLİ BİRLİĞİMİZE, BAYRAĞIMIZA VE BAĞIMSIZ DEVLET OLGUMUZA DAHA ÖZENLİ VE DUYARLI DAVRANIYOR.. ANCAK İABADETHANELERİ NE YAZIK Kİ HALA RESMİ OLARAK TANINMIŞ CAMİ STATÜSÜNDE DEĞERLENDİRİLMİŞ DEĞİL.. ÇALIŞTAYDA UZUN VADEDE DİYANETİN SİVİLLEŞTİRİLMESİ DE BENCE HARİKA BİR UYGULAMA OLACAKTIR.ALEVİ İNSANLARIMIZ GERK CEM EVLERİ KONUSUNDA, GEREKSE İNANÇ VE DÜŞÜNCE ÖNDERLERİ AÇISINDAN ASIRLARDIR DEVLETTEN HİÇ BİR YARDIM VE TEŞVİK ALMADAN YAŞAYA GELMİŞLERDİR. BU DURUM SÜNNİ VATANDAŞLARA DA UYGULANMALI BENCE.. OSMANLI HİÇ BİR CAMİ İMAMINA, MÜEZZİNİNE,VE DİĞER DİN VE DÜŞÜNCE ÖNDERLERİNE MAAŞ BAĞLAMAMIŞTIR. BUNLAR HALKIN KATKILARIYLA, İANELERİ İLE GEÇİNİP GİDİYORLARDI.. YİNE ÖYLE OLSUN…SÜNNİ VATANDAŞLARIMIZIN YANİ DİYANETİN CUMHURİYET DÖNEMİ İÇİNDE DEVLETİ SÖĞÜŞLEMESİ YETMEDİ Mİ ARTIK…
    İNANÇ VEYA DİN VERGİSİ DENİLİYOR… NEDEN OLMASIN Kİ…AMA DÜZENLEMESİ NASIL OLACAKTIR GÖRECEĞİZ…
    PARANIN TABUSAL DEĞER OLARAK KABUL EDİLDİĞİ GÜNÜMÜZDE SÜNNİ VATANDAŞLARIMIZIN BU DİN VERGİSİNE NASIL BİR YAVIR ALACAĞINI DA TARTMIŞ OLACAĞIZ BÖYLELİKLE…

Yorum yap