203) İRAN’IN YAKIN GELECEĞİ (ABD RAPORU)

Yayin Tarihi 8 Ocak, 2010 
Kategori SİYASİ

İran’ın yakın geleceği

image00110.jpg

Altı Amerikalı araştırmacı, İran’ın önümüzdeki dönemine projeksiyon yapan bir rapor hazırladı. İşte bu rapordan bazı bölümler…

Mollalar, Muhafızlar ve Bonyadlar

İran İslam Cumhuriyeti pek çokları tarafından Ortadoğu’nun yükselen gücü ve ABD’nin bölgesel çıkarlarına yönelik uzun vadeli tehdit olarak algılanıyor. İran’ın başdüşmanı Saddam Hüseyin’in devrilmesi, İran’ın Irak ve ötesinde nüfuzunu genişletmesine imkan verdi. Nükleer programı nispeten hız kesmeden devam ediyor; hasrolunmuş bir askeri çaba değilse şayet, İslam Cumhuriyeti, uluslararası kınamalara ve müeyyidelere kafa tutarak görünüşte sivil bir nükleer program, Tahran’a nükleer silah yapımında teknik manada elden kayıp gitme kapasitesi sağlayabilecek bir program izliyor.

Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, ABD ve onun Körfez bölgesindeki müttefikleri ve İsrail için kullandığı kışkırtıcı söylemle ve de Holokostu sistematik olarak reddetmekle yangına benzin döktü. 2009 Haziran’ında yapılan seçimler, ABD ve Batı için bir diğer kaygı nedeni sunmaktadır – İran yönetiminin Ahmedinejad’ın ezici bir farkla kazandığını hızla ilan etmesinden sonra, reformcu aday Mir Hüseyin Musavi seçimde hile yapıldığını söyleyerek meydan okudu ve bir dizi muhalefet grubu baskıya mâruz kaldı.

Amerika’nın İran kaynaklı meydan okumaların boyutu ve toplamı hakkında bir hesaplama yapabilme kabiliyeti, iki ülke arasındaki ilişkilerin 1980’den beri kopuk olmasından dolayı özürlü. Dahası, hem İran içindeki hem de dışındaki İran gözlemciler – sadece İran sistemini ve bu sistemin ürettiği politikaları anlamaya çalışan gözlemcilerin değil, ortalama İranlı’nın bile mâniayla karşılaştığı – İran’ın karar verme süreçlerinin ışık geçirmezliği yüzünden üzüntü duymaktadırlar.

Bu kitabın gâyesi, Amerikalı politika yapımcılara ve analistlere, İran’ın karar alma süreçlerinde mevcut ve evrilmekte olan liderlik dinamiklerini daha iyi anlayabilecekleri bir çerçeve sunmaktır. Bu araştırma, İran yönetimi ve diğer nüfuzlu güç merkezlerinin yapısı, kurumları ve şahsiyetleri hakkında bir temel sunmakla kalmayıp İran’ın politika formülasyonu’nun ve politika icrasının altında yatan stratejik kültür hakkında da bir kavrayış sunmaktadır. Genel amacımız, İran sisteminin seciyesi hakkında vukufiyet kesbedilmesidir yoksa parçalar ve parçalar arasındaki ilişkilerin tafsilatını sunmak değil.

İran’ın stratejik kültürü: Kendine ve dünyaya bakışı

İslam cumhuriyetinin seçkinleri İran’ı, Ortadoğu’nun hatta İslam dünyasının tabiî, vazgeçilmez ve lider gücü olarak algılarlar. İran’ın kendisi hakkındaki bu eşsiz merkezilik algısı, güçlü bir İran kimliği hissinden ve bölgenin tarihi güçlerinden biri olarak kendi rolündeki farkındalığından beslenir. İran’ın izzet-i nefis ve önem hissi, dış güçlerin tarihi sömürüsünden kaynaklanan mağduriyet, emniyetsizlik ve bayağılık duygularının etkisi altındadır. Amerika’yı İngiliz hâkimiyetinin halefi olarak gören İran bakışını, Başbakan Muhammed Rıza Musaddık’ı deviren ve Muhammed Rıza Şah Pehlevi’yi iktidara getiren Anglo-Amerikan darbesi şekillendirmiştir. Bu algı, İran’ın stratejik kültürünü ve dünya görüşünü şekillendirme ve yönlendirmede halen önemli bir etkendir. İslam Cumhuriyeti bugün Amerika’yı başlıca hasmı ve rejimin bekâsı önünde bir tehdit olarak görmektedir.

İran’ın kendisi hakkındaki algısı, zafer ve mağlubiyetlerle dolu uzun bir tarih eliyle şekillenmiştir; kendisini, Batı bilhassa da Amerika tarafından alçak gönüllü olmaya itilmiş ve küçümsenmiş, bir zamanların büyük gücü olarak görmektedir. İslam Cumhuriyeti, İran’ın istisnâilik hissini pekiştirdi ve dini ideoloji ile köklü bir ulusçuluktan muktedir bir karma oluşturdu. İslam Cumhuriyeti bugün gayri-ideolojik devlet çıkarları peşindeki bir ulus olarak, devrimin hudutları ötesinde hareket kabiliyetine sahiptir fakat ülkenin işkenceden geçmiş tarihi ve revizyonist ve devrimci bir devlet kimliği, bakış açılarını ve davranışını şekillendirmeyi sürdürmektedir.

İran siyasi sisteminin nasıl işlediği hakkında bazı kilit gözlemler

İran sistemi, gayri resmi olanın resmi olana galebe çaldığı, güç ve nüfuzun mevkii kadar [önemli] şahsiyetlerden de türediği, yurtiçi hizbi dinamiklerin politika tartışmalarına ve politika yapımına yön verdiği bir sistemdir.

Sistem, ülke anayasasının yetkilendirdiği kurumlardan daha fazla bir şeydir. Alışılmışın dışında İran tarzı bir denge ve kontrol – 2009 seçimlerinden sonra değişim sürecine girmiştir – hiçbir hizbin, dini lider Ali Hamaney’e kafa tutabilecek denli hâkim olmasına izin vermemektedir. Seçilmiş ve seçilmemiş, resmi ve gayri-resmi olan arasında gâyevi çatallanmalar var. Dini lider, rakip güç merkezleri üzerinde geleneksel olarak güçlü hâkemdir, çekişmeden uzak duran bir duruş sergiler ama gerekli olduğunda çekişmeye katılır. Bununla birlikte, Hamaney’in 2009 seçimlerinde Ahmedinejad’a verdiği kararlı destek, bir hakem olarak Hamaney’in konumunda onulmaz bir yara açtı ki İran’da çeşitli güç merkezleri nezdindeki itibarını kayda değer ölçüde azaltmış olabilir.

Sistem: Şahsiyetler, gayri-resmi ağlar, kurumlar

Sistem, şahsiyetlerin, onların gayri-resmi ağlarının ve diğer fert, güç merkezleri ve bu şahsiyetlerin ilişkili olduğu kurumlarla ilişkilerinin bir terkibidir. Özellikle 1979 devriminden ve şüphesiz, devrimin babası Ayetullah Humeyni’nin vefatından on yıl sonra, İran’daki siyasi seçkinlere kilit bir dizi şahsiyet (en başta Hamaney) hâkimdir. Bu şahsiyetler, himaye, seferberlik ve muhalefet kaldıraçları olarak hizmet gören – tecrübi, dini (ruhani), siyasi, mâli ve diğer ilişkiler ve çıkarlar gibi – çeşitli müşterekleri temsil eden çok katmanlı ağlardan istifade ediyorlar. Son olarak, fertler, mâli zenginlik elde etmek ve himaye mercii olmak için kurumlardaki mevkiilerini kullanıyor, ailelerini, müttefiklerini ve ağlarını güçlendiriyorlar. Bir kurumu en güçlü, en nüfuzlu ve en fazla bağlantısı olan birey ya da bireyler yönettiğinde, o kurumun politika yapımı ve icrâsı üzerindeki ağırlığı da o nispette artıyor. Özetle, İslam Cumhuriyeti’nin siyasi sistemini tanımlayan, kilit şahsiyetler, müştereklere dayalı ağlar ve kurumlardır – tek başına bu unsurların her hangi biri değil.

Gücün çoğu dini liderin elinde ama o, kadir-i mutlak da değil

Hamaney, İran’daki en güçlü ve nüfuzlu kişidir. Gücü, temsilciler, atananlar ve sırdaşları dâhil bir dizi kaynaktan neşet etmektedir; başkomutan ve dini liderdir. Fakat Humeyni’nin ikonik mevkii ve karizmasından yoksun olan Hamaney, her hizip veya grubun tek başına onun güç ve imtiyazına tehdit teşkil edecek şekilde hâkim olmasını engellemek maksadıyla rakip çıkarları dengelemek durumundadır. Durağanlığa meyilli, ileri doğru hareketin ve sistemde yenilik yokluğunun normal olduğu, nispi olarak kullanılmaz haldeki bir sistemde hareket etmek anlamını taşır bu. Çıkar grupları arasındaki “denge” dini liderin vazgeçilmezliğinin teminatıdır. Bununla birlikte, tarafsız bir hakem gibi daha az hareket etmekte, bireyler, gruplar ve hizipler arasındaki rekabetin bir katılımcısına daha fazla benzemektedir. Tercihini sahih devrimciler ve kendisinin doğal müttefikleri nazarıyla baktığı ideolojik ve sosyal muhafazakarlardan yana kullanmaktadır. Karşılaşma riski sınırlandırılabildiği müddetçe, ABD ve Batı’ya karşı direnişi memnuniyetle karşılamaktadır.

Siyasi söyleme ve politika yapımına hizbi rekabet hâkimdir

Dini lider, sistemi tehdit etmediği müddetçe hizbi rekabeti teşvik etmektedir. Bunun karşılığında, hizipler, İslami rejimi korumak için gerekli hudutlar dâhilinde hareket ederler fakat rejimin bekâsı, fikribirliğin söz konusu olduğu son noktadır. Hizbi manevralar, güç ve nüfuz rekabetinin kilit bir dışavurumudur ve dış – ve de iç – politika meseleleri, bu rekabetin uzantılarıdır ve araç olarak kullanılmaktadırlar. Hizipler, yurtiçi gündemlerini teşvik etmek için dış politikayı kullanırlar. Mesela Muhammed Hatemi ve reformcular, İran toplumunu açmak için normalleşme ve “medeniyetler diyaloğu” politikasını izlediler; Ahmedinejad ve hizbi müttefikleri ise bu dediklerimizi kısıtlamanın bahanesi olarak karşılaşma yanlısı politika izlemektedirler. İç ve dış politika meselelerinde yaşanan hizbi farklılıklar, özde, İran’ın ne olması gerektiği hakkında sürüp giden kökten farklı görüşler arasındaki savaştır. Bu savaş, devletin esası, meşruiyet ve İslam Devrimi’nin kalan gücü hakkında bir tartışmaya yol açmaktadır. İki vizyon arasındaki çekişme – biri İslam Devrimini, direniş modelini ve kendi kendine yeterliliği, diğeri ise İslam Cumhuriyetini, normal durumu ve bağımsız kalkınmayı vurgulamaktadır – gelecek yıllarda varlığını koruyacaktır. Devrimci zihniyet, 2009 yazında, hâkim durumda olduğunu gösterdi.

İran’ın yurtiçi güç politikası hayli dinamik ve çevrimsel

Devrimden bu yana geçen otuz yılın her bir on yılında, farklı bir güç merkezi diğerlerine nazaran daha güçlü oldu. Humeyni ve İran-Irak Savaşı sırasında, mollalar bir üstünlük dönemi yaşadılar. 1990’lar ise mollaların kayda değer bir nüfuzu elde tutmalarının yanısıra bonyadların iktisâdi hâkimiyetiyle geçen bir dönemdi . Devrim Muhafızlarının ise ikinci binyılın ilk on yılına egemen oldukları görülüyor. Siyasi ve iktisâdi bir kaldıraç olarak, İran’ın güvenlik meselelerine artan bir vurgunun olduğu bir dönem bu. Devrim Muhafızları soyundan, mollalara ve “eski muhafızlara” meydan okuyan – Ahmedinejad, Ali Larijani, Muhammed Bakır Kalibaf ve diğerleri – (din adamları dışında kalan) yeni liderler yetişti. 1980 ve 1990’larda en değerli bağlantılar, mollalarla olandı; fakat şimdinin en değerli bağlantıları, Devrim Muhafızlarıyla olanlar. Devrim Muhafızları ve Besiçler, siyaset ve iş dünyasına gitgide daha fazla katılıyorlar. Bununla birlikte, İran’daki herhangi bir güç merkezi gibi, Devrim Muhafızları da yekpâre değil. Dini liderin atadığı üst düzey komutanların ateşten nefesi olabilir ama daha pragmatik bir dünya görüşüne sahip olan alt rütbeler (İran-Irak Savaş’ında bulunanlar dâhil) İran toplumunu daha bir temsil ediyor olabilir.

İran’da izlenmeye değer yükselen eğilimler

Araştırmamız, İran İslam Cumhuriyeti’nin gelecekteki yönelimiyle ilgili yükselişte görünen üç kilit belirleyici etken teşhis etmiştir.

Devrim Muhafızları: Yükselecekler mi yoksa düşecekler mi?

İslam Devrimi’nin üçüncü on yılı kapanırken, Devrim Muhafızlarının gelecekteki rolü kilit bir mesele olarak ortaya çıkıyor. Ahmedinejad’ın Haziran 2009 seçimlerinde zafer kazanmasını sağlama almada başlıca rolü oynayanlar, Muhafızlardı. Muhafızlar, yurtiçi siyasi, iktisâdi güç ve güvenlik gücünün merkezidir; faal üyeleri ve mezunları, hem devlete hem de toplumun diğer alanlarına hâkimdir. Teşkilatın faaliyet içerisinde olduğu çevreye bakınca, Devrim Muhafızları (DM) içerisinde bir zihniyet tayfı belirdi. Görüşlerden biri, daha bir güvenlik eksenli; bu görüş sahiplerine göre İran ve ABD arasında bölgede güç ve nüfuz uğruna jeostratejik bir savaş var ve İran’ın haklarını ve İslam Devrimi’nin bekâsını “teminat altına almak” için karşılaşmadan yanalar. Diğer bir görüş ise daha kazanç yönelimli ve ballı ticari girişimlere odaklılar. İran’ın ABD ile stratejik rekabet içinde olduğunu onlar da kabul ediyorlar ama daha olumlu bir ticari muhit adına iki ülke arasındaki yarışın hafifletilebileceğine de inanıyorlar.

Bu durumdan nasıl bir gelecek hâsıl olur? Şayet DM siyasi güç kazanmaya devam ederse, kendilerini kudret mevkiine getirenler olarak görmeye başlayabilir, dini liderden ve mollalardan daha fazlasını talep edebilirler.

Veya DM – Hamaney vefat ettiğinde yurtiçi nüfuzunun zirvesinde olursa – sonraki birkaç yıl gücü ellerine almaya teşebbüs edebilir ve hatta dini liderin seçimi hususunda Uzmanlar Meclisi’ne gözdağı verebilirler. Şayet İslam Cumhuriyeti nükleer silah üretim ve mevizlendirme kapasitesine ulaşırsa, bu ikinci senaryo can sıkıcı olacaktır. Devrim Muhafızları bir seçenek olarak iktisâdi güce daha fazla yönelirse, bu kez kâr odaklı, bürokratik, daha az esnek ve riskten kaçınan bir kuruma dönebilir. İşletme ve kâr odaklılık, Devrim Muhafızlarının bölgesel istikrarda, ABD ve Batı ile gerilimin azalmasında fayda görmesine yol açacaktır.

Eski Muhafızlar: Meydan okumayla mı karşı karşıyalar?

Gelecek birkaç yıl içerisinde izlenebilecek ikinci bir eğilim, Şah’ı deviren ve yerine Humeyni’yi getiren eski nesil ile İslam Devrimi’nin ilk yıllarında şekillenmiş ve eski müesses nizâma daha az minnet besleyen genç kafadar liderler (bazı mollalarla ittifak halinde olarak) arasındaki ilişkinin evrilişidir. Eski nesil liderler siyasi ve mâli bakımdan köklü ve yerleşik; ve gönüllü olarak siyasetten el etek çekmezler. Ama ne ki kapı bekçisi olarak, genç nesli yönetici seçkinlerin arasına kabul etmede araçsaldırlar. “Devrimci” liderlerin yeni nesli, bazen eskilerin güç ve mevkiilerine kafa tutacak şekilde, bağımsız güç ve nüfuz merkezleri oluşturmaya bakıyorlar. Ahmedinejad’ın kırsal kesime ve şehirdeki alt sınıflara götürdüğü popülist sosyal yardım, “ekonomik mafyalara” karşı aleni ithamları, kısmen bu bağlamda anlaşılabilir. Eski nesil, gelecekte belirli bir noktada, tabiî yollarla sahneden çekilecek. Soru şu: Eski neslin üyeleri, o zaman gelmeden evvel çekilmeye zorlanabilir mi? Eğer öyleyse, bunun İran sistemi için anlamı nedir? Açıktır ki İslam Cumhuriyeti’nin geleneksel seçkinleri, tehdit altındayken birleşmek ve siyasi ve sosyal eğilimlere telâfi edici kuvvetle karşı koymak yahut onları benimsemek sûretiyle geçmişin meydan okumalarından sağ çıktılar.

Bir sonraki dini lider: Hamaney’in halefi kim veya ne olacak?

Hamaney, 2009 yılına kadar yani süre bakımından İslam Cumhuriyeti’nin varoluşunun üçte ikisi boyunca dini lider mevkii’nde oturdu. Muhitinde yaşanan gerilim ve değişim dönemlerinde, nükleer programı yüzünden uluslararası kınanma ve tecrit boyunca İran’a rehberlik etti. Ancak 2009 yılında 70 yaşına ulaştı ve sağlığının kötüleştiğine dair dedikodular gün yüzüne çıktı. Hamaney sahneden çekildiğinde halefinin nasıl belirleneceğini tahmin etmek güçtür. Yumuşak bir geçiş mi olacak yoksa sistemi istikrarsızlaştıracak şekilde çatışmayla mı olacak? Nasıl bir halef seçilecek ve dini liderin makamı nasıl bir evrim geçirecek? Bir sonraki dini lider, diğer iki eğilimin nasıl evrim geçireceğini de belirleyecektir. Sistem içerisinde dini liderin gücünün kapsamı ve nüfuzunun seviyesi, İran’ın bilhassa da ABD ve bölgedeki diğer devletlerle ilişkileri açısından gelecekteki yönelimini belirlemede hayâti etkenler olacaktır. Güçlü bir lider, statüskoyu muhafaza edebilir yahut (bakış açısına bağlı olarak iyi ya da kötü anlamda) ülkeyi tedrici değişime sokabilir; zayıf bir lider ise diğer güç merkezlerince, mesela Devrim Muhafızlarınca, kullanılabilir veya onların hâkimiyet gölgesi altında kalabilir. İkincisi söz konusu olduğunda, İslam Cumhuriyeti’nin doğası – potansiyel olarak istikrarsızlaştırıcı bir şekilde – çarpıcı biçimde değişebilecektir. Bizim görüşümüze göre, halef meselesi etrafında dönen iç tartışmalar ve faaliyetler, İslam Cumhuriyeti’nin gelecekteki yöneliminin habercisi olarak, Amerikalı ve batılı politika yapımcıları ve analistler için en önemli bir gelişme niteliğindedir.

Amerikalı politika yapımcıları için fikir seçkisi

ABD ve onun Ortadoğu’daki mevcudiyeti, İranlı politika yapımcılarının kilit odağıdır. İran seçkinleri, Amerikalı yetkililerin beyânatlarını ve İranla ilgili diğer işaretlerini hasasiyetle gözlemliyorlar. Seçkinlerin bu işaretlere getirdikleri yorumlar, İran’ın dış politikasını, bazen de iç politikasını şekillendirmektedir. Esasen Washington’ın, Tahran’ın beyânatlarına ve duruşuna verdiği tepkiler, İran’ın iç tartışmaları arasında yer alan bir meselenin önemini, meselenin özündekinden ayrı bir şey olarak, artırabilecektir. Dolayısıyla, İran’la ve İran hakkında yaptıkları iletişimi, incelikli ve bu beyânatların Tahran’da (ve kim tarafından) nasıl algılanacağını hesap eder şekilde yapmak, Amerikalı politika yapımcılarının görevidir. ABD, apayrı bir dezavantajlı durumdadır çünkü diplomatlarının ve vatandaşlarının İslam Cumhuriyetine erişimi kısıtlıdır ve dolayısıyla da iç mekanizması hakkında mahrem bilgilerden yoksundur. Şayet ABD ve uluslararası toplumun İran’la ilişkileri gelecekte normalleşirse, Amerikalı politika yapımcıları bir inanç maddesi olarak kabul etmelidirler ki İran’la alakadar olmak, zorunlu olarak ille de bütünlük arzeden bir aktörle uğraşmak anlamına gelmez. ABD ile normal ilişkiler, İran seçkinleri nezdinden köklü bir kopuştur ve tanımak ve kabul etmek zorundadırlar ki, bu ilişkiler hem İran (ve İslam Devrimi’nin korunması) hem de kendi güç ve nüfuzları (ve bel bağladıkları himaye ağları) için gereklidir. Hizbi siyaset, diyalog açılımlarını ve istikrarlı bir ABD-İran ilişkilerini zorlaştırmaktadır tıpkı İran’ın rakip yönetim yapıları ve güç merkezlerinin yaptığı gibi. ABD ve Batı ile artan yakınlaşmanın İran içinde sonuçları, kazananları ve kaybedenleri olacaktır ve kaybedenler ille de seslerini çıkarmayacaklar diye bir şey yok hatta ki dini lider böyle bir yakınlaşmaya tam destek verse bile. ABD’nin anahtarlarından biri, müzakere masasındaki İranlı muhataplarının temsil ettiği karmaşık yönetim ve siyaset sistemine yönelik incelikli bir bakışla silahlanmış diyalog başlatmaktır.

ABD Savunma Bakanlığı için hazırlanan çalışmanın özgün başlığı: Mullahs, Guards, and Bonyards: An Exploration of Iranian Leadership Dynamics

Hazırlayanlar: David E. Thaler, Alireza Nader, Shahram Chubin, Jerrold D. Green, Charlotte Lynch, Frederic Wehrey

Kaynak: Rand

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap