165) URANYUM SAVAŞLARI

Yayin Tarihi 24 Nisan, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

URANYUM SAVAŞLARI

image00156.jpg

 

Dünya basını uzunca bir süredir küresel anlamda yeni bir Rönesans yaşandığını yazıyor. Maalesef bizim uzaktan yakından ilgimiz ve hatta haberimiz dahi olmayan bir Rönesans bu: Nükleer Rönesans. Çünkü dünyanın 16. sanayi ülkesi Türkiye, dünyada nükleer teknoloji ve nükleer santrale sahip olan 32 ülke arasında yok. Yine, maalesef en az 8-10 yıl daha bu kategoride olamayacağımız da aşikar. Halbuki elektrik enerjisi elde etmek için yeni ve yenilenebilir her çeşit kaynağı kullanmak zorundaysak da bunlar içinde acilen yüksek kapasitede elektrik üretmenin ve hızla artan gereksinimimizi karşılamanın tek kaynağı nükleer enerji gibi gözüküyor. Çünkü rüzgar, güneş ve jeotermal enerjiler ancak artan talebi karşılayabilecek marjinal üretim unsurlarıdır. Halbuki dünyanın iklimi hızla sera gazları etkisiyle değişme yolunda ve bunu durdurmak mümkün olmasa bile yavaşlatacak tek çarenin nükleer enerji olacağını, bir zamanlar nükleer karşıtı olan ünlü fizikçi Stephen Hawking söylüyor. (Türkiye’nin Enerji Sorunları ve Nükleer Gereklilik, Ali Külebi, Bilgi Yayınevi, Şubat 2007) Ayrıca fosil yakıtların hızla tükenmekte olması da gelişmiş ve hızla gelişmekte olan sanayi ülkelerini yeniden nükleer enerjiye zorlamış durumda. Her ne kadar ülkemizde malum çevreler, bizleri adeta Ortaçağ karanlığına ve yabancı petrol ve doğalgaz şirketleriyle birkaç üretici ülkenin şefaatine mahkum edercesine “dünyada artık nükleer santral inşa edilmiyor” yalanlarıyla uyutsalar da şu anda dünyada mevcut 440 santrale ek olarak 250 kadar yeni nükleer santral inşa edilmekte.

NÜKLEER SANTRALLER VE YAKIT TEDARİKİ


Dünyanın en hızlı kalkınan ülkesi olan Çin Halk Cumhuriyeti, muazzam sanayi atılımını desteklemek için elektriğe muhtaç. Halen hemen her hafta elektrik üretimi için kömüre dayalı yeni bir termik santrali devreye sokuyor ve dünya atmosferinin kirlenmesine ciddi ölçüde katkıda bulunuyor. Yani dünyaya önemli miktarda kükürt dioksit ve karbon emisyonları ve bu arada küçümsenmeyecek derecede de radyasyon salıyor. Çünkü kömürde de radyasyon var. Ama bu umursamaz ve ihtiraslı davranışına rağmen hala elektrik açığı söz konusu ve bunu karşılamak için de çok iddialı bir nükleer enerji programını gerçekleştirmek üzere harekete geçmiş. Çin, söz konusu programına göre 2020 yılına kadar her yıl iki adet yeni nükleer enerji santralini devreye sokacak. Bu vesileyle dışa olan kısa vadeli enerji ham maddesi gereksinimini ve getirebileceği riskleri asgariye indirecek ve aynı zamanda dünya atmosferini zehirli gazlarla kirletme suçlamasından bir nebze kurtulmuş olacak. Bu bağlamda Çin, halen dünyanın en büyük uranyum rezervlerine sahip ama üretimde Kanada’dan sonra ikinci konumda olan Avustralya ile anlaşmalar imzalamış. Çünkü Çin artan üretim potansiyeli ile uranyum dahil her çeşit hammaddeye muhtaç ve dünyanın her yerinde demir, kalay, çinko, bakır gibi hammaddelerin peşinde. Bu nedenle dünyanın Avustralya’nın yanı sıra önemli bir hammadde deposu konumunda olan Afrika’da da emperyalist Batı ülkeleri ve Hindistan ile de rekabet içinde. Ama Pekin için uranyum stratejik madde olarak giderek çok özel bir husus arz ediyor. Çünkü uranyum enerji kaynağı olarak depolanabiliyor ve tedarik açısından kısa vadeli riskler içermiyor. Ayrıca elektrik üretiminde öteki enerji hammaddelerine göre genelde daha da ucuzluk sağlaması, gelecekte küresel rekabete daha çok önem verecek Çin için oldukça önemli.

Gelecek 15 yılda nükleer elektrik enerji üretimini 40 Gigawat’a çıkarmayı planlayan Çin, Orta Doğu ve Afrika gibi kriz bölgelerinden tedarik ettiği petrol yerine daha süreklilik sağlayan nükleer enerji hammaddesi uranyuma yönelmiş gözükürken kendisinde yeterli miktarda olmayan bu madde için de dışa bağımlı durumda. Dünya uranyum rezervlerinin yüzde 40’ını bulunduran Avustralya bu nedenle Çin açısından ciddi önem arz ederken 1.143.000 ton rezerv ile ve bu bakımdan birinci sırada olan bu ülkenin yanı sıra üretim açısından yıllık 11.600 ton ile birinci sırada olan Kanada’ya da bel bağlamış durumda.
Rusya Devlet Başkanı Putin’in birkaç ay önce; “
Biz petrol ve gazımızı ihraç edeceğiz ama bunu yaparken elektriğimizi nükleer santrallerden elde edeceğiz. Bunun için de önümüzdeki 10 yılda 26 yeni nükleer santral inşa edeceğiz” diyerek açıklama yaptığı ve “biz” olarak kastettiği Rusya Federasyonu da geleneksel olarak ciddi bir uranyum tüketicisi. Çünkü işletmekte olduğu nükleer santraller bu gereksinim içinde. Ayrıca Rusya, yakın geçmişin nükleer silaha sahip iki büyük ülkesinden biri olması nedeniyle silah üretimine dönük ciddi bir uranyum tüketicisi olmuş. Artık nükleer bomba yapmaktan vazgeçen ve hatta elindeki imha ettiği bombaların zenginleştirilmiş uranyumunu düşük kaliteye çevirerek nükleer santrallerde kullanan Rusya Federasyonu’nun elindeki ispatlanmış doğal uranyum rezervleri 870.000 ton civarında (düşük kalite dahil). Buna ek olarak eski Sovyet Cumhuriyetlerindeki şirket ve ortaklıkları dolayısıyla ek bir 130.000 tonluk rezerv potansiyeline de sahip. Yani bugünkü kullanım hızıyla ve yeni inşa edileceklerle Rusya nükleer santralleri için 60 yıllık bilinen rezerve sahip. 60 yıl ise uzağı düşünen hiçbir ülke için çok uzun bir süre değil. Yani bu potansiyel küresel güç gelecekte, şimdi bilinen ve Yakutistan’daki düşük kalite rezervler dahil elindeki imkanlara rağmen uranyum madeni açlığı çekecek. Bu bağlamda şimdiki yıllık 17-18 bin ton ihtiyacın ancak 3.500 tonunu kendi üretimiyle karşılarken eski stok ve nükleer silahların sökümünden elde ettikleriyle ancak gününü kurtarmakta. Ancak gelecekteki açığı da kapıda. Bunu radikal bir çözümle karşılamak için elinde iki yol var; şimdi kullandığı yüzde 0,2-0,3’lük uranyum içeren cevhere ilaveten daha düşük kaliteli (yüzde 0,15, hatta yüzde 0,05’lik) cevhere yönelmek veya uranyum madenleri açısından önemli bir rezerv ve gelecek arz eden Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile daha sıkı ilişkilere girmek.

Esasen Rusya Federasyonu halen kendine eskiden bağlı olan bu ülkelerle ilişkilerini giderek yoğunlaştırma yolunda. Orta Asya ve özellikle Türkistan bölgesinde geçmişte önemli aktör olma  çabasındaki ABD, Türkiye ve İran’ı saf dışı ederek bilhassa Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) kanalıyla yürütmeye çalıştığı petrol ve doğalgaz politikaları ile ekonomik üstünlük sağlamış olan Rusya Federasyonu’nun gelecek için, daha çok değer kazanacağı ve üzerinde daha çok talep artışı olacağı açık olan Uranyum madeninin tedarikini de hesapladığı ortada. Esasen halen bölgedeki çeşitli ortaklık ve işletmeleriyle bu geleneksel tedarik alanını belli ölçülerde kontrol altında tutuyor.


Rusya, Çin ve sanayileşmiş bütün ülkeler için gelecekte stratejik bir meta olma özelliği artacak olan Uranyum madeni dünyada yukarıda değindiğimiz üzere en çok Kanada ve Avustralya’da mevcut. Ancak Orta Asya’nın iki büyük ülkesi Kazakistan ve Özbekistan da bilinen rezervler itibariyle çok büyük önem arz ediyorlar. Hatta şimdilerde bilinen rezerv açısından 860.000 ton uranyuma sahip Kazakistan ve 150.000 ton rezerve sahip Özbekistan’ın yakın gelecekte yeni sahaların bulunması ve daha düşük kaliteli madenlerin ticari açıdan kullanılabilir hale gelmesi nedeniyle ciddi anlamda stratejik önem kazanacakları tahmin edilmektedir.

KAZAKİSTAN VE URANYUM ÜRETİMİ


Halen bilinen dünya rezervlerinin yaklaşık yüzde 18’ine sahip olan Kazakistan’ın 2010 yılına kadar şimdilik yıllık 4.300 ton olan uranyum üretimini 4 katına çıkarıp üretim açısından dünyada birinci olması ve bu bakımdan Kanada ve Avustralya’yı geçmesi beklenmektedir. Sahip olduğu petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarının yanı sıra uranyum gibi son derece stratejik bir enerji kaynağına da sahip olan Kazakistan bu bakımdan şanslı olduğu gibi aynı zamanda bütün dünyanın dikkatini de üzerine çekmiştir.
Kazakistan’ın fosil yakıt kaynaklarının açık denizlere ulaştırılmasını kontrol altına almak isteyen Rusya Federasyonu’nun Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nin nükleer ticaretinde de söz sahibi olmak istediğine dair işaretler vardır. Bu konuda özellikle 2005 yılında Putin ve Nazarbayev arasında imzalanmış olan nükleer teknolojinin barışçıl amaçlarla kullanılmasına dair anlaşma Rusya’nın bu hedefe ulaşmasını kolaylaştıracaktır.

Önemli uranyum rezervlerine sahip olduğu halde bunları, ABD’nin, kendi petrol kaynaklarını kullanamayıp gelecekteki olası kıtlık günlerinde kullanması stratejisinin benzeri bir stratejiyi benimsemiş olduğu anlaşılan Rusya Federasyonu, atom monopolü Rosatom kanalıyla Orta Asya ülkelerinin uranyumunu kendi gereksinimi için kullanma yolunu seçmiştir. Bu bağlamda Kazak devlet şirketi Kazatomprom ve Rosatom bir süre önce Güney Zareçnoge ve Budyennowsk’daki iki önemli uranyum madeninin işletilmesi amacıyla ortak bir şirket kurmuşlardır. Yine bu bağlamda Astana’da kurdukları bir firma ile ufak ve orta büyüklükteki nükleer santrallerin inşasını hedeflerken yine üçüncü bir benzeri şirket ile de Sibirya’nın Angarsk kentinde uranyum zenginleştirme üzerinde müştereken çalışacaklardır. Ancak Kazakistan’ın Rusya ile bu alanda iyi ilişkilerinin yanı sıra benzeri konularla ilgili Japonya, Kanada ve Fransa ile de müzakerelerde bulunduğu ve İtuçu isimli bir Japon firmasının Kazakistan’san 10 yıl boyunca uranyum ithali yapmak için anlaşma yaptığı bilinmektedir.


ÖZBEKİSTAN’IN URANYUM KAYNAKLARI


Bilinen rezervleri itibariyle halen dünyada önemli bir konumda bulunan ve gelecekte bulunacak rezervler veya halen bilinip de ticari değeri az olan rezervlerin kıymet kazanacağı bir ülke olan Özbekistan’da da yabancı şirketlerin faaliyetleri giderek yoğunluk kazanmaktadır. Özbekistan’ın uranyum rezervlerinin büyük bir miktarının bulunduğu Kızılkum Çölü’nde Korelilerin uranyum madeni kurmak için ön anlaşma yaptığı bilinmektedir. Yine Japon ve Rus yatırımcıların da Özbekistan’ın madencilikle ilgili devlet şirketi Nevai ile ilişkide oldukları iddia edilmektedir. Özbekistan’ın da halen yıllık 2.300 ton olan uranyum üretimini 2010 yılında 3.000 tonun üzerine çıkarması beklenmektedir. Özbekistan’ın bilinen 150.000 ton civarındaki rezervlerinin yakın bir zamanda Rusya’nın rezervlerini geçeceği ve bu bağlamda Putin’in inşa emri verdiği 40 yeni nükleer enerji tesisiyle uranyum konusuna her geçen gün daha da önem verdiği açıkça görülüyor. Zira yukarıda da belirttiğimiz üzere Rusya, söz konusu durumdan ötürü nereden olursa olsun daha çok uranyum kaynağına ulaşmak için kolları sıvamaya mecbur hale gelmiştir. Rusya’nın uranyuma olan ihtiyacının bu denli yüksek oranlarda seyrettiği bir dönemde Rus madencilik kralı Vladimir Potanin’in Interros isimli şirketinin Özbekistan’da uranyum ile ilgili maden ruhsatlarına sahip olmak için yoğun çalışmalar yaptığı da bilinmektedir. Özbekistan’ın altın madenlerinin çok büyük önemi olmasına karşın gelecekte uranyumun altını bile geçebilecek potansiyeli olması Rusların bu alanda Özbekistan’daki çalışmalarına hız vermelerine neden oluyor.

Rusların, Özbekistan ile olan geleneksel ilişkileri ve Özbekistan’ın özellikle madencilik alanında batılılara nazaran Ruslara daha yakın bir duruş sergilemesi nedeniyle Moskova’nın uranyum ve altın madenciliği alanlarında özellikle de ruhsat alma konusunda daha şanslı olduğu bilinmektedir. Putin’in Orta Asya’ya dönük başarılı dış politikası bağlamında Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov’u Bağımsız Devletler Topluluğu nükleer işbirliği alyansına davet etmesi, Özbekistan’ın bu alandaki potansiyelini ve Rusya Federasyonu’nun da uzun vadeli ciddi planlamalarını gözler önüne sermektedir.


SONUÇ
Nükleer bir Rönesans çağına giren dünyamızda geleceğe hazırlıklı ve büyük düşünen ülkeler her alanda olduğu gibi nükleer enerjinin ham maddesi uranyum konusunda da aynen bugün petrol uğruna verdikleri mücadeleye benzer bir aşamaya gelmişlerdir. Bilinen rezervlerle yaklaşık daha 100 yıl kadar dünyanın enerji gereksinimini karşılayabilecek olan uranyum, fiyatlar arttıkça bugün yüksek tonörlü (20.000 ppm U civarında, yani her bir milyonda bulunan parça miktarı) uranyumdan daha düşük kaliteli (1.000 ppm U) uranyumu devreye sokarak bu 100 yıllık dönemi bir miktar daha uzatabilecektir. Yine uranyumun Türkiye’de de çok büyük miktarlarda bulunan toryum ile nükleer santrallerde kullanılırlığının ticari olarak gerçekleşmesi ile bu sürenin daha da uzayabileceği düşünülebilir.
Orta Asya’nın dünya jeopolitiğindeki öneminin yanı sıra ekonomik olarak da fosil yakıtlara ek olarak uranyum gibi stratejik önemi giderek artan bir maddeyi bol miktarda bulundurması Türkiye açısından da üzerinde ciddi şekilde durulması gereken bir husustur. Çünkü Türkiye dünya gerçeklerine uygun olarak ve enerji açısından üzerinde Demokles’in kılıcı gibi asılı risklerden kurtulmak için eninde sonunda nükleer santraller ve nükleer enerjiye ağırlık verecektir. Bu bağlamda soydaş Türk Cumhuriyetleri Kazakistan ve Özbekistan ve hatta uranyum konusunda bugün dünya fiyatları nedeniyle rezervlerini tam anlamıyla değerlendiremeyen ama yakın gelecekte sahneye çıkabilecek uranyum rezervlerine sahip bir diğer ülke Kırgızistan ile de ekonomik ilişkilerini devlet ve özel sektör bazında özellikle de madencilik alanında geliştirmek durumundadır.


Dünya Uranyum Rezerv ve Üretimi (Ton)


                        Üretim          Rezerv

Avustralya        9.500       1.143.000
Kazakistan        4.350          860.000
Kanada            11.600         444.000
Özbekistan        2.300         150.000
Nijer                   3.090         225.000
Rusya                 3.400         172.000
USA                    1.030          342.000
Çin                        750             60.000
Ukrayna                800            90.000
Güney Afrika         670          341.000


Dünya Toplam 41.700       4.743.000

 

EFRASYAP

ziyaretcidefteri21111126.gif

Paylaş:

Yorumlar

“165) URANYUM SAVAŞLARI” yazisina 2 Yorum yapilmis

  1. Samet Acar yorum tarihi 26 Nisan, 2008 17:36

    Ülkemizin Doğukaradeniz bölgesinde,altın,bakır ,kurşun olduğu gibi uranyum da mevcuttur.Yabancılar faydalanmakta Türkler de madenler hakkında ,maden mühendislerin bile tam bilgisi olmadığına şahidimdir.Adı maden mühendisidir,madenler hakkında tam bilgi sahibi değildir.Ne olacak bu ülkenin bilgisiz insanlarının haline ! Acaroğlu

  2. aysun kaya yorum tarihi 5 Şubat, 2009 14:11

    bn düz lise ögrencisiyim ama gel gelelim ülkemizdei bir çok mühendisten daha meraklıyım kimse dogal zenginliklerimizi koruma yanlısı deil ve bu durum beni çk rahatız ediyo herkez kurtulma satma meraklısı oldu çıktı SATALIM KURTULALIM sadece uranyum olan bölgeler için dil bu sxldklerim daha ne zenginliklerimiz varda haberimiz yoktur nese tşkrrrrrrrlRRR

Yorum yap