164) TÜRK KADINI

Yayin Tarihi 21 Nisan, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ, TÜRK DÜNYASI

TÜRK KADINI

image00151.jpg

“Ey kahraman Türk Kadını, sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklerde yükselmeye lâyıksın”

 

Türk kadınını havacılıktan, arkeolojiye kadar her alanda yer alması için özendiren Gazi Mustafa Kemâl Atatürk, düşüncesini işte bu cümlesi ile çarpıcı şekilde anlatmaktadır.

Milli Mücadele dönemi ve sonrasında Türk kadını, Türk kültüründen gelen alışkanlıkla düşmanla savaşarak, devrimlerin uygulanmasında en önde yerini alarak varlığını ortaya koymuştu.

Gerek batı toplumlarında gerek Osmanlı İmparatorluğu sürecinde kadınlar kendisine biçilen ikinci sınıf vatandaş rolünü bir türlü üzerinden sıyırıp atamazken, Türk Kültürünün öne çıkarttığı kadın, aile içerisinde kimliğini kaybetmeyerek Kurtuluş Savaş’ında kendisini gösterebilme fırsatını bulmuştu.

Örneğin, cepheye su, mermi taşıyan, dağlara çıkarak düşmanla savaşıp, “efe”lik  ünvanları ve askeri ünvanlar alan Türk Kadını siyasi hayata girme girişimini 1923 yılında Nezihe Muhittin başkanlığında kurulan Kadınlar Halk Fırkası ile başlatmak istemiş, ancak partinin kuruluşuna, kadınlara oy hakkı tanımayan 1909 tarihli Seçim Kanunu gereğince valilikçe izin verilmediği için parti girişimi dernekleşme ile sonuçlanmıştı.

Bütün bu çabalar şüphesiz ki büyük bir devrimci olan Mustafa Kemâl Atatürk‘ün gözünden kaçmamış ve Türk kadınına ekonomik, sosyal ve siyasi hakları hiç zaman yitirmeden geri verme çalışmalarına girişmişti.

Türk kadınlarının Atatürk‘ün çağdaşlaşma modelindeki yeri ve önemi, onun söylevlerinde şöyle anlatılmıştır:

“Türk kadını dünyanın en aydın, en faziletkar ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır siklette değil; ahlakta, fazilette ağır, vakur bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi Türk’ü zihniyetiyle, pazısıyla, azmiyle muhafaza ve müdafaaya kadir nesiller yetiştirmektir.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 231)

“Bizim topluluğumuzun başarısızlığının sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz kayıtsızlık ve kusurdan ileri gelmektedir… Bizim topluluğumuz için ilim ve fen lazım ise bunları aynı derecede hem erkek ve hem de kadınlarımızın kazanmaları lazımdır. Malumdur ki her safhada olduğu gibi sosyal hayatta da vazife taksimi vardır. . Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir. Bu umumi vazife taksimi arasında kadınlar kendilerine ait olan vazifeleri yapacakları gibi aynı zamanda topluluğun refahı, saadeti için zorunlu olan umumi çalışmaya da katılacaklardır… Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini temindir. Binaenaleyh kadınlarımız da alim ve mütefennin olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirlerinin yardımcısı olacaklardır.”(Şubat- 1923’deki konuşması /Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s. 85)

Bunu da beyan edeyim ki Türk milletinin son senelerde gösterdiği harikaların, yaptığı siyasi ve sosyal inkılapların hakiki sahibi kendisidir. Sizsiniz. Milletimizde bu istidat ve tekamül mevcut olmasaydı, onu yaratmaya hiçbir kuvvet ve kudret yetemezdi.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt II, s.214 )

Atatürk’ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşında ki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya’ da yaptığı bir konuşmada, bu duygularını büyük bir içtenlikle şöyle dile getirir.

“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”

Atatürk 30 Mart 1923′ de Vakit Gazetesi‘ nde yayınlanan bir beyanatında;

“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?”

Atatürk, toplumsal yaşam içerisinde kadın ve erkeğin eşitsizliğini giderme  çalışmaları yaparken Türk kadınının görüntüsü üzerinde durarak kılık ve kıyafetlerinin de uygar insana yaraşacak düzeyde olması için görüşlerini şöyle açıklar :

“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer birşeyler asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır” (1.Eylül. 1925- İkdam Gazetesi)

Aynı yıl İnebolu Gazetesi‘ne verdiği demeçte de

“Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz..” diyen Mustafa Kemâl Atatürk, Türk Kadını’na aydınlık yarınların kapılarını açmayı hedeflediği sinyallerini vermektedir.

“Bizce, Türkiye Cumhuriyetinde kadın, bütün Türk Tarihinde olduğu gibi bu gün  de en muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir mevcudiyettedir”diyen Atatürk, Türk Kültürü’nün özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı, bir duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olarak Türk kadınana dünyadaki hemcinslerinden önce haklarını ilk teslim eden lider de olmuştur.


Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Haklarının Verilme Süreci :

image00220.jpg

Mustafa Kemâl ve kimi dernekler kurarak seslerini duyurmaya çalışan kadınlar, Türk Kadını’na seçme ve seçilme hakkı tartışmalarını 1920’de başlatır ancak, Osmanlı geleneğine bağlı olanlar ile bu konuda hiçbir örnek görmemiş olanlar yüzünden gerçekleştirilemez.

1926’da İsviçre Medeni Kanununu temel alan Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930′ da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır ve Türk kadını ilk kez olarak sandık başına gider.. 4 Mayıs 1931′ de ilk toplantısını yapan 4. TBMM tarafından 26 EKim 1933′ de Köy Yasasının 20.ve 25.maddeleri değiştirilerek, Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınır ; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934′ de kabul edilen ve 5 Aralık 1934’de yürürlüğe giren, (1924 Anayasası’nın 10.ve 11. maddelerine eklenen “ve kadınlar” sözcükleriyle,) yasa ile Türk kadınına “Milletvekili seçme ve seçilme hakkı” tanınır. TBMM ilk kez oy kullanmaları ise 1935 yılına rastlar.

Türk Kadınları’nın katıldığı 1935 seçimlerinde 18 kadın milletvekili meclise girmiş olup parlamento aritmetiğinin % 4.5’ine karşılık gelmektedir.

Karşılaştırmak gerekirse aynı dönemde Fransız kadınları siyasal haklara sahip değildir, İngiliz Kadınları ise %0,1 ile % 2,4 oranın da temsil edilmektedir.

*Kadın hareketinin önemli simalarından olan Nezihe Muhiddin 1930 yılında programında kadınlara seçme seçilme hakkının tanınacağını belirten Serbest Cumhuriyet Fırkası içinde yer aldı. Beyoğlu’ndan partinin adayı oldu. 1935 seçimlerine bağımsız aday olarak katıldı.

MELİKE FK

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap