144) TÜRKLER’DE SİYASİ TEŞKİLATLANMALAR

Yayin Tarihi 13 Mart, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

TÜRKLERDE

Siyasî Teşkilâtlanmalar

 

Türklerin, tarihe geçmiş siyasî örgütlenmeleri milattan önceki 1000 yıllara kadar uzanıyor. M.Ö. 200′li yıllarda Japon Denizi’nden Hazar’a, Himalayalardan Sibirya buzullarına kadar uzanan topraklarda büyük imparatorluk kurmuş olmalarına bakarak, daha önce zengin bir devlet teşkilâtı tecrübelerinin olduğu kabul edilmelidir.

Orta Asyanın toplumsal yapısı Türkler, Moğollar, Tunguzlar gibi üç millet ve bu milletlerin  birçok şekillerde yerleştikleri bir toplumsal düzen idi. Büyük arazi parçaları üzerinde yerleşik ve yarı göçebe gruplardan oluşan bu yapının yanı sıra, gayet yoğun bir nüfusa sahip ve yerleşik düzendeki Çin devleti, kuzeyde buzullar ve güneyde yüksek dağ silsilesi şeklinde coğrafî sınırlamalar, çekici kültür hareketleri ve verimli toprakların Batıda olmasından dolayı   yüzünü Batıya dönmüş İranlılar o zamanki Orta Asya’nın ana karakteristiklerini meydana getiriyordu.

M.Ö. 220′lerde kurulmuş olan Büyük Hun İmparatorluğu’ndan önce Türkler yarı göçebe toplumları düzenleyen, örgütleyen birçok devletler kurmuşlardı. Yoksa Hunların yüzyıllar süren bir devlet geleneği ile devlet yönetmeleri mümkün olmazdı.

Orta Asya Türk devletleri, kabile yaşayışını devlet örgütü içinde topluyordu. Önemli olan, bütün boyların liderlerini belli bir hakana bağlamak, belli bir devlet düzeni içine çekmek idi. Şöyle veya böyle, Orta Asya’daki Moğol, Türk ve Tunguz boylarının genelde devlet teşkilâtı içinde düzene kondukları görülüyor.

Ancak tarih boyunca Çinlilerle devamlı bir mücâdele sürüyor. Çinliler boylar arasındaki küçük çekişmelerden faydalanarak ve kültürel etkilemeler yönüyle Türk devletlerini zayıflatmaya, yıkmaya çalışırlarken, Türk devletlerinin de sürekli akınlarla Çini devamlı rahatsız ettikleri ve onları bir “set” yapmaya mecbur ettiklerini görüyoruz.

Orta Asyadaki devletleri genelde geniş topraklara yayılmış küçük boylar engelleyemiyor. Burada kurulan devletleri doğuda Japon Denizi, kuzeyde Sibirya buzulları, batıda Ural Dağları ve Hazar Denizi, güneyde ise Himalayalar ancak durdurabiliyor. Bu doğal engellerin yanı sıra güneydoğuda yoğun bir nüfüsa, güçlü bir kültüre, teknoloji ve devlet teşkilâtına sahip Çin devleti ile güneybatıda gene köklü bir kültür ve devlet geleneğine sahip İran devleti engelliyor.

Türk devletleri bir taraftan birbirlerinden küçük dil, din, gelenek farklılıkları olan bir çok “boy”un “konfederasyonuna” dayandığı için; diğer taraftan doğu ve batı (Çin ve İran, Bizans) kültür ve uygarlıkları arasındaki ticaret yolu üzerinde bulunduğundan dolayı, inanç ve geleneklerde geniş hoşgörü gösteren devletler idiler. Türkler hem Orta Asyada iken hem de Anadolu’ya yerleştikten sonra, devamlı olarak doğu ve batı medeniyetleri arasında bir köprü görevi görmüşlerdir. Türk devlet teşkilâtının başında “yabgu”, “kağan”, “han” (daha sonra da “sultan” ve “padişah”) adlı, soy olarak asil bir yönetici bulunurdu. Devlet başkanlığının ya babadan oğula ya da yakın akrabalar arasında geçtiği görülmektedir. Bu gelenek daha sonra da devam etmiş, ancak Cumhuriyet döneminde meclisin seçimine bırakılmıştır.

Devlet başkanlığı gibi, ordu komutanlıkları da soy takip ediyordu. Çeşitli boyların liderlerinden oluşan Büyük Kurultay, devlet yönetiminde oldukça etken olabiliyordu. Bu nedenle bazı tarihçiler, Türk devletlerini bir “konfederasyon” gibi görüyorlardı. Bunlar, çeşitli Türk boylarının bir boyun egemenliğini kabul ettiği devletler idi. Öyle ki Hunlar ve Avarlar, Orta Asyadaki iktidar mücâdelesini kaybettikten sonra, büyük gruplar halinde Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya geçmişler ve devletlerini orada sürdürmüşlerdi.

Orta Asya Türk devletlerinde, imparatora her zaman kutsal bir yer veriliyor, ama gene de devlet yönetiminde tek kişinin hâkimiyeti olmuyordu. İmparatorluk merkez, doğu, batı ve daha başka şekillerde kısımlara ayrılıyor; bir tanesi hâkim kısım olsa bile, diğer kısımların iç işlerinde bağımsız ayrı yöneticileri oluyordu. Devleti kısımlara ayırarak oralara genç şehzadeleri veya tahta yakın kişileri yönetici olarak gönderme, o zamanki iletişim vasıtaları ve toprakların genişliği açısından belki bir zaruret olarak ortaya çıkıyor, ama aynı zamanda devletin de en zayıf noktalarını oluşturuyordu.

Orta Asya Türk devletleri yalnızca askerî güce dayanan çapulcu devletler değildi. Öncelikle hareketli topluluklar arasında âdilce bir düzen kurmaya çalışan, yerleşik toplumların tarım, ticaret ve el sanatlarının serbestçe gelişmesini garanti eden, kervan konaklama yerleri, büyük sulama sistemleri yaptıran devletler idi.

Askerî birlikler genellikle atlı idi. Atlı birlikler, seyrek bir yerleşim düzenine sahip bir   devletin düzenini sağlamaya uygundu ve genellikle piyadelerden meydana gelen kalabalık Çin ordularına karşı en iyi savunma ve hücum ordusu idi. Nüfusu az olan Türk devletlerinin, yayalardan meydana gelen bir ordu ile Çin’e karşı koyması, geniş Orta Asya topraklarında hızlı hareket etmesi ve rahatça manevralar yapabilmesi, dahası böyle bir kara ordusunu sürekli görev başında tutması imkânsız idi.

Türk devletlerinin içindeki boylardan bazılarının çeşitli faktörler karşısında zayıflaması, bazısının giderek kuvvet kazanması zamanla çeşitli iktidar mücâdelelerine neden oluyor; Orta Asya Türk boylarının koruyuculuğunu ve düzenini, kendisini aynı ölçüde asil sayan başka Türk boyları üstleniyordu. Hunlar, Tabgaçlar, Göktürkler, Uygurlar v.s. arasındaki mücâdele ancak böyle yorumlanabilir.

İslâmiyet öncesi dönemde Çin, Orta Asya, İran ve Akdeniz havzasında büyük devletlerin yer aldığı görülüyor. Bu devletlerin çağdaşı, bu devletlerle boy ölçüşen Türk devletlerinin kaba,  ganimetçi, zorba devletler olmadığı; bilakis Orhun yazıtlarında görüldüğü şekliyle millî birlik  bilincine dayalı, Bilge Tonyukuk gibi gerçekten “bilge” vezirleri olan, paralı ve yabancı askerler bulundurmayıp saf millî ordulara sahip, üzerinde birçok tarım, ticaret ve kültür merkezleri bulunan medenî devletler olduğu ortaya çıkar.

Milattan sonraki 700′lü yıllardan sonra Orta Asya Türk devletlerinde millî yönetim yerine dinî yönetimin ağırlık kazanmaya başladığını görüyoruz. Bir taraftan Müslümanların Suriye ve İran’a girmeleriyle buralardaki Hıristiyan ve Maniheist din adamlarının Orta Asya içlerine gitmeleri, bir taraftan Budist rahiplerin propagandalarının artması ve bir başka taraftan Moğolların  Türkleri batıya sürmesiyle Türkistan’da sıkışan ve yoğunlaşan nüfus, insanlar arası düzeni sağlamada dini de bir faktör olarak ortaya çıkarmıştır.

Devlet yönetiminde dinî hürriyet havasının sürmesine rağmen Uygurlarda Mani dinini 177 yıl boyunca devlet dini olarak görüyoruz. Sarı Uygurlarda Budizm gene devlet dini düzeyinde idi. 940′tan sonra Karahanlı devletinde de Müslümanlık devlet dini haline geliyor ve Türk devlet geleneğinde din en önemli faktör olmaya başlıyor.

Prof. Dr. Mustafa ERGÜN

image00131.jpg

 

 

 


Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap