118) TARİH BAŞA SARIYOR-5

Yayin Tarihi 14 Şubat, 2008 
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ

image00150.jpg

 

Askere ‘attırılmayan’ kurşunu, bir sivil atıyor

Teslimiyetçiler gibi düşünmeyen Osman Nevres (Hasan Tahsin), Yunan müfrezelerinin karşısına atladı. Aynı anda, birkaç el tabanca sesi duyuldu. Yunan Efzun Alayının en önde yürüyen sancaktarı yere yığılmıştı

Osman Nevres (Hasan Tahsin), 30 yaşında, uzun boylu, yakışıklı, güler yüzlü ve  “silahlı direnişi” savunan genç vatanseverlerden biriydi. Hukuk-u Beşer Gazetesi’nde başyazarlık yapıyordu. İşgali kabullenemiyor, “düşmana direnç gösterilmemesine” içerliyor, “Uyan, ey Türk oğlu, uyan!” diyerek ulusal bir görev  yapıyordu:  
 “O Yunan gelsin (…) silâhlarımızı toplasın. Evlâtlarına silâh dağıtsınlar. Benliğimizi parçalasınlar. Ruhumuzu ezsinler. Fakat asla, asla unutmasınlar ki Türk ölmedi, yaşıyor. Kalbinin, ruhunun, Müslümanlığı’nın, peygamberinin telkin ettiği ilhamat (ilâhi düşünceler)  ile yaşıyor. Ve burayı Yunan’a vermeyecektir. Vermek isteyecek kuvvetle paylaşacak kozumuz var. Hatta süngülerimiz, silâhlarımız olmasa bile… Asî ruhumuzla, coşkun kanlarımızla, hararetli vicdanlarımızla, sökülmeyen dişlerimizle bu memleketi müdafaa edeceğiz. Ne kadar zehirli olurlarsa olsunlar, o dişlerle, üstün maneviyatla kuvvetlenen dişlerimizle kalplerini parçalayacağız.”


Onurlu bir direniş
Osman Nevres (Hasan Tahsin), teslimiyetçiler gibi düşünmüyordu. Aklında “kahraman” olma düşüncesi yoktu, bu yüzden “gerçek bir kahraman” oldu. Teslimiyetçi hükümetin (İstanbul Hükümeti) “direnmeyin” emri onu etkilemedi.
Direnecekti.
Canı pahasına olsa da..
Mutlaka “onurlu bir direniş” verilmeliydi. Asker, sivil yüzlerce Türk’ün, “Zito Venizelos” diye bağırtılarak, süngülerle itip kakılarak, antrepolara, zindanlara ve gemi ambarlarına doğru götürüldüğünü gördükçe, dayanamadı. Kordon boyunda kilise çanları çalarken, ülkesinin işgalini seyreden zavallı kalabalıkları birdenbire yardı ve Yunan müfrezelerinin karşısına atladı:
 “Yaşasın ulusumuz!”
Aynı anda, birkaç el tabanca sesi duyuldu. Yunan Efzun Alayının en önde yürüyen sancaktarı yere yığıldı. Ardından yanındaki. O anda şehit düştü
İlk panik atlatılınca, ateş edenin tek kişi olduğunu gören işgalciler, Osman Nevres’e peş peşe kurşun yağdırmaya başladı. Elindeki tabancasının mermileri biten gazeteci Nevres, o anda şehit düştü. Yunanlılar hırsını alamamış, yerde cansız yatan 30 yaşındaki genç gazeteciyi süngülemeye başlamıştı. Tabanca sesini duyan limandaki Yunan savaş gemileri de, bir direniş olduğunu anlamış, korkudan, kıyıları ateşe tutmaya başlamıştı. Bu arada, Yunan’a “ilk kurşun”u atan, Osman Nevres’in o mübarek bedeni, işgalciler tarafından paramparça edilmişti… Yunanlılar, kentte “sıkıyönetim” ilan etti. Türkler dışarı çıkamazken, daha önce yan yana yaşadıkları Rumlar, silahlarıyla onların evine girerek, yağma, soygun, tecavüz ve katliamlara başladı. Yunan işgaline karşı koymak arzusundaki “direniş yanlısı, vatansever Türk gençleri”, Anadolu içlerine çekilmenin uygun olacağını düşündü. Fener Patrikhanesi’ne bağlı İzmir Metropoliti, ölen iki Yunanlı işgal askeri (Basile Delaris ve Jorj Papakostos) için görkemli bir cenaze töreni hazırlığına girişti.

image00222.jpgİzmir’in işgali dünya basınında. 21 Haziran 1919 tarihli The Graphic dergisinin 83. sayfasında yayınlanan bu çizimde, karaya adım atan Yunan askerlerinin vahşeti gözler önüne seriliyor. Bir muhabir, o güne dair şunları yazıyor: Bir anda rıhtımın arkalarından makineli tüfek ateşi açıldı. Kalabalık panik içinde dağıldı. Askerler, önlerine çıkan her şeye ateş açmaya başladı. 20 kadar masum Türk yere yığıldı. (Kaynak: Atilla Oral / Jotun-Kuva-yı Milliye)

image00315.jpg
İşgale tahammül edemeyen kahraman : Hasan Tahsİn

Yunan Efzun Alayının sancaktarını öldüren vatansever Hasan Tahsin, işgalciler tarafından şehit edilmişti. Alttaki fotoğraf ise, ilk kurşun atılmadan hemen önce çekilmişti.
image00417.jpg

Türk milliyetçileri ABD’lileri tutukluyor
İstanbul’un işgal edildiği gün (16 Mart 1920), Mustafa Kemal Anadolu’daki bütün İngiliz subay ve erlerini tutuklattı. Mustafa Kemal, gelişmeleri daha önceden gördüğü için önlemini de önceden almıştı. İstanbul’un işgalinden 2 ay önce
(22 Ocak 1920’de), Kolordu Komutanlarına emir verdi. Bunu Nutuk’ta açıkladı. Öte yandan, bir Türk askerine (jandarmasına) karşı koyan ve onu tehdit eden Amerikalı Yakın Doğu’ya Yardım Komisyonu üyesi (Raymond Custer) yargılandı ve 6 ay hapse mahkum edildi. ABD Yardım Heyeti üyesini kurtarmak için girişilen tüm uluslararası girişimler sonuçsuz kaldı.


Mustafa Kemal’e darbe teklifi!..

Kara Kemal ve Sabri Toprak, “sahibi oldukları zengin mirası, İstanbul’da yapılacak bir hükümet darbesi ile Mustafa Kemal’in emrine vereceklerini” garanti etti

Mütareke yıllarında Dolmabahçe Sarayı önünde demirli Amerikan savaş gemileri.

image00514.jpg

Osmanlı Mebusan Meclisi’nin feshinden sonra İstanbul’da geniş bir tutuklama başlatıldı. Fethi (Okyar) Bey de bunlar arasındaydı. Vatanseverler Sansaryan Hanı’na yığılıyordu.
İstanbul’da başlayan bu tutuklamalar üzerine vatanseverleri bir dehşet almış, medenî işgalcilere ilk koyu kin bağlanmaya başlamıştı. Yalnız düşmanların emellerine hizmet eden İtilâf ve Hürriyetçi geçinenler az çok kendi işgüzarlıkları saydıkları bu rezilliği onur kabul ediyorlardı. Hıristiyan unsurlar silahlandırılıyor ve örgütleniyordu.
Silik adlılar, meçhul kimlikliler, İzmir’e kadar bile vatanı tanımayan belirsiz hânedan damatları meydana çıkartılıyor, işbaşına getiriliyordu. Her haliyle ölüme ortak olmuş vezirler (bakanlar), vekiller (milletvekilleri) ve subaylar diriltiliyor, (ellerinde) ilâç şişeleriyle devletin en ağır sorumlu makamlarına oturtuluyordu.

Ölüm mahkûmları
Değerli ve özverili vatandaşlara “sürgün ve ölüm mahkûmları” unvanı verenler; asil kökün kurutulması için ülke ve ulusun can damarlarını kesmekle ve bu vatanseverleri uzun yıllar hapse mahkûm etmekle ulusal varlığı boğuyorlar, ülkeyi düşmanlarla birlikte uçuruma yuvarlıyorlardı.
Bu kanlı maceraları her gün yakından gören ve bu gidişattaki acılığın ağırlığını büyük hassasiyetle en çok duyan Atatürk’ün evini bile aramaya ve annesinin mânevi evlâtlarını alıp götürmeye işgal kuvvetleri polisi cür’et gösteriyordu.
Evvelce o coşkun kaynaktan kuvvet ve kudret almaya, teselli bulmaya ya da kırılan ümitlerini canlandırmaya gelmiş olanlar, şimdi Atatürk’ün evinin kapısını çalmaya cesaret edemiyorlardı.
Bir terörün bütün şiddetiyle başladığı dehşet, bir aralık hızını kaybeder gibi oldu.
Fethi Okyar tahliye edildi. Fethi Okyar’ın bu kurtuluşuna kendisinden çok Atatürk sevinmişti. Olayların alacağı şekle göre pusuya sinmiş olanlar, yavaş yavaş Atatürk’le görüşmek için fırsat aramaya başladı. İttihat ve Terakki, parti ve örgütünü, kaçan reislerinin değiştirdiği adıyla ve var olan parasıyla ve malıyla Sabri Toprak ve Kara Kemal’in eline bırakmıştı.

Halk örgütlenmeli
İşte bu koşullarda Kara Kemal ve Sabri Toprak, Paşa’yı ziyarete geldiler. “Sahibi oldukları zengin mirası, İstanbul’da yapılacak bir hükümet darbesi ile Mustafa Kemal’in emrine vereceklerini” garanti ettiler.
Mustafa Kemal ise, çok az tanıdığı ve güven duymadığı bu kişilere “Hükümet darbesinin sonuç almayacağını, temel olanın ulusal yapıyı harekete geçirmek ve bunun için yalnızca İstanbul’da değil bütün vatanda halkı örgütlemek olduğunu” anlattı.

 

YENİÇAĞ

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap