1058) Türkler, Ruslar ve Bulgarlar

Yayin Tarihi 26 Kasım, 2021 
Kategori TÜRK DÜNYASI

TÜRKLER, RUSLAR VE BULGARLAR

Nagy Szent Miklos Hazinesi için 52 fikir | archery, arkeoloji, macaristan

(Nagy Szent Miklos Hazinesi)

  1. Ulusların Büyük Göçleri

Milletler yerleşik bir düzen kurmak için geçmişte büyük göçlere girişmişlerdir. Karadeniz, Ege ve Akdeniz havzaları taşıdıkları büyük zenginlikler sayesinde çeşitli “kavim ve milletlerin dikkatini çekmişler, onların ilgi alam haline gelmişlerdir. Dolayısı ile Kafkasya, Kırım, Anadolu ve Balkanlar çeşitli milletlerin uğrak yeri haline gelmişlerdir.

Türkler, ulusların büyük göçleri esnasında şimdiki oturdukları yerlere gelerek yerleşmişlerdir. Bu husus tereddütlere yer bırakmayacak ölçüde açık ve kesindir.

Türk, Rus ve Bulgar münasebetleri oldukça eskiye dayanır. Bu ilişkilerde oldukça karmaşık ve birbirine zıt ekonomik menfaatler önemli role sahiptir. Kafkasya, Kırım, Anadolu ve Balkanlar Doğu ile Batı arasında her zaman önemli bir buluşum noktası oluşturmuştur. Değişik ırk, medeniyet ve dine mensup insanların buluştukları bir merkez olması hesabı ile, bölge çok hassas dengeleri de ihtiva etmektedir. Türkler bu bölgelere değişik zamanlarda gelmişlerdir.

Bir kısmı Karadeniz’in kuzeyinden inerek Romanya’yı geçmek sureti ile Bulgaristan ve Makedonya’ya ulaşan Şaman Türklerdir. Bir kısmı da Horasan’dan gelip Anadolu üzerinden Balkanlara ulaşan Müslüman Türklerdir. Böylece, Türkler, bu bölgelere değişik zamanlarda muhtelif bölgelerden gelerek yerleşmişlerdir. Bu suretle Ruslar ve Slav kökenli Bulgarlardan önce Türkler bu yerlerin sahipleri olmuşlardır. Daha sonra bu bölgeleri işgal eden Ruslar ve Slav kökenli Bulgarlar askeri bakımdan hakimiyet elde etmelerine rağmen kendi toprağını kendisi işleyen Türkler gerçek sahipliklerini korumuş ve güçlü nüfus artışı ile devam ettirmişlerdir.

Bu durum bize Türklerin Balkan ülkeleri ve Bulgaristan’a XIV. asırdan çok daha önceki bir tarihte gelip yerleştiklerini ispatlar. Başka bir ifade ile, çeşitli Türk boyları Balkan yarımadası ve Bulgaristan’a Slavlarla beraber büyük göçler esnasında Türk olarak gelip yerleşmiş, hayatlarını buralarda sürdürmüşlerdir. Zamanla bu eski Türk boylarının bir kısmı Slav kadınlarıyla evlenip, erimek zorunda, öz benliğini yitirmek durumunda kalmış, bir kısmı ise Türklüğünü korumuştur. Yani Balkanlarda ve Bulgaristan’daki Türkler menşe/orijin{itibari ile Türk olup sonradan Türkleşmesi asla söz konusu değildir. Tam tersine tarihi gerçek olarak tüm dünya ansiklopedileri, tarih eserleri, arşivleri, bilim araştırmaları ve çeşitli kaynaklar ispatlamaktadır. Diğerleri arasında bu gerçeği resmi Bulgaristan Tarihi bile kabul etmektedir, çünkü Slavlar ile İlk Bulgarlar arasında ayrım yapmaktadır/Prabılgari i Slavyani/. Bu, PraBulgarlar yani İlk Bulgarlar’ın Slav olmadıklarını kabul ve ispat etmek demektir. Zaten PraBulgarın Türk kökenli oldukları tüm ciddi Slav, Rus dahil dünya Tarih eserleri ve ansiklopedileri de açık ve kesin şekilde ifade etmekteler. Diğerleri arasında bu tarihi gerçek Prabulgarın Ruslara karşı savaş dönemleri ile de ortaya çıkar.

  1. Eski Türk Kavimlerinin Serfleri Olarak Ruslar

Bütün dünya tarih kitapları ve ansiklopedileri, Slavların ana yurtlarının Tuna’nın kuzeyinde oldukça küçük bir bölge olduğunu göstermektedir. Milattan sonra 5’nci yüzyıla kadar pek bilinen bir kavim olmayan Slavlar eski Türk kavimlerinin göç hareketleri sayesinde tanınır olmaya başlamışlardır. Bu gerçeği yalnızca Bizans tarihçileri değil günümüz Rus bilim adamları da kabul etmektedirler. Örneğin, Georg Ostrogorsky’nin “Bizans Devleti Tarihi” adlı eserinin 76’ncı sayfasında İustiruanos I. Devletinin 565 yılındaki durumunu gösteren haritada, Slavların Karadeniz’e ulaşmayan ve Tuna’nın kuzeyinde Avarlar, Antlar, Gepidler ve Bizans arasında yer alan bir bölgede yaşadıkları görülmektedir. 3

5’nci yüzyılın ortalarına doğru Attila idaresindeki Hunların akınları ile gittikçe yoğunlaşan göç hareketleri neticesinde, Hunların ardından Ogurlar, Avarlar, Tuna Bulgarlar, Bulaklar, Peçenekler, Oğuzlar, Kumanlar ve diğer Türk boyları Karadeniz’in kuzeyinden geçerek Avrupa, ve Tuna’yı aşarak Balkanlara ulaştılar. Göç eden bu Türk kavimleri yolları üzerindeki diğer kavimleri de harekete geçirerek bu harekete kattılar. Yol üzerindeki diğer kavimlerin bu büyük göç hareketine katılmasında Avarların hususi ve önemli bir rolü vardır çünkü “Avarlar göçebe olduklarından, işgal edilen arazilere toprak işleyen serf kavmi İskan etmeye ihtiyaçları vardı.4 Bu serfler Avarların seferlerinde yaya asker olarak da hizmet görmüş olmalılar. Bunun da ötesinde Avarlar Slav kavimlerini kendi topraklarından başka Tuna’nın güney yörelerine de cebren iskan etmişlerdir.5 Böylece Bizans, Balkanlarda ve Doğu Avrupa’da gittikçe artan bir hareketlilik ve kargaşa ile yüz yüze geldi:

Bizans artık Avarlar ve onların tabi olan orta Tuna bölgesi-Slav kabilelerinin artan baskısı ile karşı karşıyaydı. Bunun bir sonucu olarak Bizans’ın Sava ve Tuna geçitlerini koruyan savunma noktalarında şiddetli bir mücadele başladı. Uzun ve zorlu bir kuşatmadan sonra Avar kağanı Bayan 582 yılında Sirmium’a girdi. İki yıl sonra Viminacium ve geçici, bir süre için Singidunum da düştü.6 Artık Bizans savunma duvarı yıkılmış ve Avar-Slav dalgası bütün Balkan yarımadasına yayılmaya başlamıştı (Harita I).

Avarlar Balkan yarımadasında da Slavların öncüleri, eğiticileri, savaşlarda ise müttefikleri olmuşlardır. Bize kadar gelen Avar özel isimlerinin her biri itirazsız bir şekilde Türkçeden açıklanabilmektedir: Bayan, Bo-kolabur /baş-şaman/, tudun, kagan, tarklıan, mergen: “okçu”, solak, kök: mavi vb. Türkçede Avar kavim adının anlamı da “dik kafalı” demektir. (Bkz. L. Rasonyi, ayın eser, s. 7-11).

En eski Rus yıllıklarına atıfta bulunmamız Avarların Slavlara yaptığı etkiyi ölçebilmek için yeterlidir: “Avarlar, Slavları sefalete terk ettiler. Slav kadınlarını kendilerine ait olarak gördüler”. 8 Zamanla Avar atalı ve Slav anneli çocuklar Slavca konuşarak atalarının dilini öğrenemeyecek zorunda kalacaklar, çünkü babaları daima harekette bulunuyor, evde ise anneleri çocuklarına kendi Slav dilini öğreteceklerdir. Eski Türk kavimli kökeninden olan Avarlar belki mahvolacaktılar, fakat ardlarından göç ederek gelen diğer Türk boyları ile birleşmişlerdir. Örneğin Onogurlannkiyle birlikte Avarlar Tarihte Türk kökenli kavimlerinin adını canlandıracaklardır.

En batıdaki Ogur kavmi olan Onogurların hakimiyeti İç Asya’dan Ural bölgesine kadar uzanmıştı. Önce Kuban bölgesine göç etmişlerdir. Bulgar-Türk menşeli alıntı kelimelerin bir kısmının devamını Volga, Ural, Karpat, Tuna ve Balkan Yarımadası bölgelerinde yer adları olarak görmekteyiz. Örneğin Güney Karpatlar’ın en önemli geçitlerinde stratejik önemi olan yerlerde Bulgar-Türk menşeli yer adları şu şekilde kalmıştır: Karasugy -Krasso / Kara Su /, Sebin / Sevin v.b. 803-814 yıllarında Bulgaristan Hanı olan Krum’un adının orijinal şekli bile Kurum veya Korum idi. Krum Han Avarlarla ve Franklarla da da boy ölçmüştür. Karpat Havzası’nın bütün güneydoğu kısmını Bulgaristan’ın egemenliği altına sokmuş, Bulgar Türklerini Avarların hatalarından uzak tutmak için, ilk kanun kitabının meydana getirilmesini zaruri görmüştür. Krum’un halefi olan Omurtag’ın adı da Bulgar Türkçesi bir kuş adıdır.

Zaten Krum Han’ın hatırasını koruyan anıt; kuşların kaya-rölyef şeklinden ibarettir. Kısacası, Bulgar-Türk İmparatorluğu Tuna’dan kuzeye, Karpatlar’a kadar Rusları ve tüm Slavları serfleri olarak kullanmışlardır. Fakat kendi öz anayurtlarından uzak kalınca Avarlar gibi Bulgar-Türkleri de Slav kadınlarını kendilerine ait olarak  görmüşlerdir. Bunlarla evlenip; zaman geçince, IX.yy’ın sonunda Bulgar-Türklerinin Slavlaşması tamamlanmış yolunu almış, aradan gelen genç nesillerin ana dilleri Slavca olmuş. Ancak bazı adı Bulgar-Türkçesi olan birkaç yönetici şahıs bulunmaktaydı.

İkinci Türk kökenli Bulgar Çarlığını Peçenekler ve Kumanlar kuracaklar. Avarlar ve Bulgar-Türkleri gibi, Peçenekler ve Kumanlar büyük Türk fatihlerine sahip oldular. Yeni gelen unsurlarla güçlükle kendilerini tazeleyebilmişlerdi. Milattan sonra Onuncu yy. kadar tüm bu Türk kavimleri Şamanist inancına sadık kalarak Hristiyanlığı kabul etmemişlerdir.8a

Peçenekler, Ruslarla çok sert savaşlar yapmışlar ve onların denize inmelerine uzun süre engel olmuşlardır. Bütün Onuncu yy. boyunca Karadeniz üzerinde hakimiyet kurmak isteyen Slavların/Rusların arzularına müsaade vermemişlerdir. Karadenizin Bizans altı bulunan güney kısmı dışında, doğu, kuzey ve batı bölgeleri Türk kavimlerin elinde bulunmaktaydı. Böylece Karadeniz bir Türk gölü haline gelmişti. Yani Ruslar Karadeniz kıyısında yoktu.

Xl. yy.’da yeni göç eden Türk unsurların akımı istemeyerek Rusların işine yarar. Uzlar doğudan, Ruslar kuzeyden Peçeneklere saldırıyorlar. Peçenekler de baskıdan kaçıp güneyi istila ettiler ve Bizans İmparatorluğu’na durmadan akınlar yaptılar. 1050’de Tuna’dan göçüp, kanlı savaşlardan sonra Bizans esaretine düşen İlk Peçenek kabile başkanları Hıristiyan olmak zorunda kaldılar. Buna rağmen, PeçenekIer kendi öz varlıklarını savunuyorlardı. 1069-1118 yılları arasında Bizans İmparatoru Alexios Peçenekler tarafından büyük bir yenilgiye uğratılmıştır.

Uzlar / Oğuzlar / I055’de Dnyeper hattına ulaşmışlar ve Rus Prensliklerini sıkıştırmışlardır. Bunların adı Rusçada Tork veya çoğuıda Torklar şeklini almış. Oğuzlar kendilerini Türk diye adlandırdıklarını Rusçada Tork, Türk’ün karşılığıdır, çünkü Ruslarda ü sesini ifade etmek için harf bulunmadığından o kullanmaktadır. Oğuzların Karadeniz kuzeyinden ve Tuna’yı aşarak batıya doğru ilerleyen kısmı Rus bölgesindeki kışın öldürücü soğuğu karşısında göçe devam etmek zorunda kalmışlardır.

Oğuzların ırkdaşları ve Selçuklular diye adlandırılan Oğuzlar da Anadolu üzerinden Bizans İmparatorluğu’nu sıkıştırıyorlardı. Türk kavimlerinin başka bir kısmı XI yy.’da Mançurya’dan Kiev’e kadar olan yol üzerinde büyük fatihlere sahipti. Kuman adını taşıyan bu Türk kavmi Rusya ile savaşa tutuşmuş ve 1068’de üç Rus Prensine karşı zafer kazanmıştır. Fakat 1103’de birleşik Rus orduları, Kuman ordusunu da bir yenilgiye uğratmıştır. Bunun nedeni Kuman kavminin bütünlüğünü korumamalığında bulunuyordu. Kumanlar doğuda, özellikle Yaropolk’un 1116, 1120 sonra 1140 yılı seferleri vasıtasıyla Donec ve Don bölgesindeki iskan yerlerine, güneyde ise, Tuna yanındaki düzlüğe püskürtülmüştü. İki grup arasındaki bağlantı geçici olarak kopmuştu. 1103 yenilgisinden 50 yıl geçmeden, Kumanlar yeniden ilerlemeye başlamışlar, 1152’de doğudaki yerleşim yerlerinden tekrar Dnyper’e ulaşmışlar, 1178-1190, 1192’de yeniden bağlantı kurmuşlar ve yeni bir güce kavuşmuşlardır. XII. yy. sonunda Kuman-Kıpçak İmparatorluğu’nun hükmü altında bulunan hayat sahası Karpatlar’ın doruğundaki Demirkapıda, oradan Bizans İmparatorluğu, daha doğrusu Bulgaristan’ın Tuna sınırında ve Karadeniz’de son buluyordu. Kırım Yarımadası da Kumanların etki alanına dahildi ve Yarımada’nın kuzeydeki bozkır kısmına onlar yerleşmişlerdi. Liman şehirleri olan Sudak, Yalta, vb. /ticaret merkezleri  Kuman-Kıpçak İmparatorluğu’na vergi ödüyorlardı.

Kuman Türkleri ile Ruslar arasındaki savaşlar ne kadar şiddetli ve devamlı olursa olsun Kumanları mafh edememişti. Galip ve mağlup rolleri değişiyor. Örneğin Ruslar ilk galibiyetten sonra mağlup oluyorlar ve prens İgor da esir düşüyor, Volodimİr orada bağlanıp kalıyor. Ancak zaman ve mekan içinde yapılan Kuman-Rus evlilikleri ve karşılıklı kültür etkilerin derinleştirilmesi Kuman Türklerinin bir kısmının erimesine yol açmıştır. Bu yönde Kumanlar arasında Hıristiyan ilkelerinin şurada burada yayması da önemli rol oynamaktaymış. Fakat Kuman-Rus savaşları henüz sona ermemişti. Kumanlar 1203’de Kiev’i almışlardı.

Kumanların yenilgisini Moğollar sağlıyorlar. 1238-39’da Moğollar birkaç ay içinde Rus prensIiklerinin arazisini orman kuşağına kadar tamamen işgal etmişlerdi. Dnyeper ve Don arasındaki Kumanlara da sıra gelmişti. Bunların hükümdarı Köten ve kadın ile çocuklarının dışında 40.000 askeri ile birlikte Macaristan’da sığındı. Fakat Cengiz Han’ın Moğolları orayı da işgal ettiler. Köten kılıçtan geçirildi. Kumanlar Macaristan’dan çıktılar ve Sava’dan geçip Balkanlara gittiler. Tabidir ki bir kısmı kalıp Macarlaştı. Ötekileri ise Balkanlarda erime zorunda kaldılar. Bunlardan kalan Venedik San Marea Kütüphanesinde bulunan “Codex Cumanicus” günümüze kadar ilginç bir tarih ve kültür eseridir.

Sonuç olarak, 6’ncı yüzyıldaki Avarların feth ettikleri çağından başlayarak, Tuna Bulgarlarından, Bulaklar, Peçenekler, Oğuzlar, Kumanlar ve diğer Türk boylarına geçerek Moğollar dahil olmak üzere, XIII.yy.’a kadar yedi yy. boyunca eski Türk kavimlerinin Rus nüfusunun efendileri olduklarını görmekteyiz. Burada Altın Ordu’nun Güney Rusya’daki hakimiyetinden de bahsetmemiz gerekmektedir. Demek oluyor ki, eskiden beri Türk kavimleri Ruslardan üstünmüş. “Türklerin Ruslar üzerinde özellikle askeri, kültür ve metal işletmeciliği bakımından etkisi kuvvetli olmuştur. Peçenek, Kuman ve diğer Türk kavimlerin Rus folkloru ve dil bakımından etki yaptıkları şüphesizdir.”10

3. Türk Kökenli İlk Bulgar Devletleri

Karadenizin kuzeyinden geçip ve Tuna’yı aşarak Bulgaristan ile tüm Balkan yarımadasına gelen eski Türk kavimleri hemen hemen bütün Bizans tarihi kaynaklarında zikrolunmaktadır. Batılı bilim adamları bu konu ile ilgili ele aldıkları her kaynak belge için geniş bilgi vermişlerdir. Bu bilim adamlarının isimlerini ve ele aldıkları belgelerin neler olduklarını saymak yüzlerce sayfa yazı yazmayı gerektirir. Fakat biz bunlardan bir kaç bizantolog’un adını zikretmeden geçemeyeceğiz: büyük Macar bilgini Gy.Moravcsık, Belgrad Üniversitesi Ordinaryüs Profesörlerinden G. Ostrogorsky, Bulgar tarihçi V. Zlatarski, Fransız bizantologu L. Brehier, Yunanlı M. Chrysolaras, ı. Argyropulos ve Bessarion vb.

KonumuzIa ilgili en mühim ve hakiki bilimsel kaynak 1942 yılında Budapeşte’de yayımlanmış olan ‘Byzantinoturciea l, II’ adlı şaheserdir. On altı yıl sonra çok daha genişletilmiş ikinci baskısı Alman Bilimler Akademisi tarafından Berlin’de yayımlanan bu eserin en önemli özelliği Türk kavimleri tarihi ile ilgili mevcut bütün Bizans kaynaklarını eksiksiz olarak bir araya toplamasıdır. G. Moravesik’in bu derece önemli eseri için G. Ostrogorsky 1963 yılında şunları yazmaktaydı.: “Moravesik ele aldığı her kaynağı ayrı ayn ve çok vakifane bir şekilde münakaşaya vaz’ ettiği ve her kaynak için, gerek el yazması nüshaları, gerekse baskıları ve üzerinde yapılan neşriyat hakkında geniş bilgi verdiği cihetle, eseri, önemi bakımından kıymetine baha biçilmez bir müracaat kitabıdır. Gerçekten de Moravcsik’ın eseri Bizans tarih yazarlığının en önde gelen el kitabıdır.”11

İşte bu derece değerli ve dünya çapında isim yapmış olan Gy. Moravesık’ın ‘Byzantİnoturciea’ adlı eserinde, ilk Bulgarların Türk asıllı oldukları ve sonradan slavlaştırıldıkları apaçık ortaya konmaktadır. Bu tarihi gerçeği G.Ostrogorsky’nin ‘Bizans Devleti Tarihi’ isimli ve doğu ve batı kültür dillerine çevrilmiş olan eserinde de okumaktayız:

“Türk asıllı Bulgarların” Balkan yarımadasına girişleri Bizans devletini yeni ve büyük güçlükler karşısında bıraktı. Herakleios’un dostça münasebetler sürdürdüğü Bulgarlar veya Onogur-Bulgar Büyük devleti 7.yüzyıl ortalarında batıya doğru ilerlemekte olan Hazarların baskısı altında dağılmıştı. Bulgarların bir kısmı Hazarlara itaat ederken, birçok Bulgar kabilesi de o vakte kadar oturdukları yerleri terk etti. Büyükçe bir yurt, Asparuh (eski Bulgar hükümdar listesinin İsperih’i) kumandasında batıya doğru harekete geçip 670-80 yılları arasında Tuna munsabında göründü. Kostantinos ıv. bu savaşçı kavmin kuzey sınırlarında görünmesinin Bizans devleti bakımından arz ettiği tehlikeyi pek iyi kavradı…”12

Yukarıdaki alıntıda üç önemli husus dikkati çekmektedir: 1) Son devrin en derli toplu Bizans tarihi olarak kabul edilen G. Ostrogorsky’nin eseri ilk Bulgarların Türk asıllı olduklarını ispatlamaktadır; 2) Bu gerçeği bir Türk değil, bir Slav bilim adamı ortaya koymaktadır (G. Ostrogorsky 1902’de Petrograd’da doğmuş ve 1976’da Belgrad’da ölmüştür); ve 3) Asparuh’un ismi eski Bulgar hükümdarları listesinde İsperih’miş, yani tamamıyla bir Türk adı.

Sonuçta Bulgarların, bir Türk boyu olan Onogurlardan geldikleri, 680 yıllarına doğru Karadenizin kuzeyinden aşarak Tuna civarında göründükleri ve Bulgar tarihinin bundan sonra başladığı gerçekleri yukarıda sözünü ettiğimiz eserlerde dile getirilmektedir. Yalnızca G. Ostgorsky veya Gy.Moravcsık değil, yazılan bütün eski tarih eserlerinde ne Bulgar krallarından ne de çarlarından, tam aksine ‘Han’lardan söz edilmesi onların eski bir Türk kavmi-olduklarının belgesini oluşturmaktadır.

Eski Bulgar devletlerinin idari ve sosyal rütbe, ünvan ve lakapları için. kullanılan kağan, tarkan, boyla, tanrı, tudun vb. isimler bu gerçeği bir başka yönden belgelemektedirler. Bu tür rütbe ve ünvanlardan başka Çakar, Kuvyar, Yupan, Ohsun, Bulgar gibi kabile ve boy isimleri de bu gerçeği desteklemektedirler. Bu gerçeği daha da pekiştirmek için hanlarına ait özel adları da zikredeceğiz: Yabguhan, İsbul, Karmİşos, Kubrat, İsperih, Kurum, Omurtag, Sevar, Savineh, Bayan, Umor vb. Bütün bunlar, göstermektedir ki, ilk Bulgar devletleri Türk kökenli kavimlerce kurulmuş ve yüzyıllarca süren münasebetler ve kaynaşmalar sonucunda Slavlaşmışlardır. Bununla birlikte günümüzde, hangi kavimlerin torunlarının hangi bölgelerde oturdukları bilinmektedir. Bunlar Bulgaristan devleti haritası üzerinde, Kuman Türklerinin torunlarının bölgesi, Oğuz Türklerinin meskun oldukları bölge, Türk-Tatar, Türk-Gagauz, Peçenek-Kuman karışımı, Türk-şop bölgesi; Ogur-Pro- Bulgar ile Kuman karışımı ve Ogur Türklerinin bölgesi diye etnik unsurlar başlığı taşıyan bir çizelge ile gösterilmiş bulunmaktadır.

Bugünkü Bulgaristan’ın Türk asıllı eski kavimlerinden bazılarını yaşadıkları bölgelerde şahsen ziyaret etmiş bulunuyorum. Örneğin Varna civarında yaşayan Gagauz Türklerinin torunları ile bizzat görüşmüşlüğüm vardır. Bunlar, bu bölgeye yerleşmelerinin üzerinden yüzyıllar geçmiş olması ve kendilerinin öz dini olan Şamanizm’i terk ederek Ortodoks Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kalmış olmalarına rağmen hala Türkçe konuşmaktadırlar.

Gagauzlann bugün hala Türkçe konuşuyor olmaları en azından şu üç önemli faktöre dayanmaktadır: 1) Türk asıllı kavimlerin Bulgaristan ve Balkanlara yalnızca bir defada (670-80 yılları arasında) değil kitleler halinde ve aralıksız olarak oldukça uzun bir dönemde gelip yerleşmeleri ve buraları kendilerine yurt edinmeleri; 2) Bugün, Varna etrafındaki dağ köylerinde nispeten tecrit edilmiş bir ortamda yaşıyor olmalarından dolayı kendi öz dillerini koruma imkanı bulmuş olmaları, ve 3) Osmanlı hakimiyeti döneminde devletin hoşgörüsü sayesinde Ortodoks Hıristiyan olarak kalmış olmaları. Gyula Nemeth ve Laszlo Rasonyi’e göre Bulgar kelimesinin anlamı Türkçe’nin Taşkent civarında konuşulan Türkmen ağzının “bulğa” sözcüğünden gelmektedir. Bu iki büyük Macar bilim adamı, karışık, karıştıran, karışıklık çıkaran! anlamlarına gelen “bulğa” sözcüğünden türetilmiş pek çok özel ad tanıdıklarını da belirtmektedirler.

Görülüyor ki, Bulgar milletinin ismi bile Türkçe sözcükten türemedir.

Gerçekten de Bulgar milleti şu Türk kavimlerinden oluşmuştur: Onogurlar (Tuna Bulgaristan’nın ilk kuruluşunu gerçekleştirmişlerdir), Peçenekler, Oğuzlar ve ikinci hanlığı kuran Kumanlar. Büyük Macar bilgini Laszlo Rasonyi “Tuna Köprüleri” adlı eserinin 133 ve 112’nci sayfalarında şöyle demektedir: “Peçenekler ve Kumanlar 890’dan 1239’a kadar üç büyük yüzyıl boyunca Rumen nüfusuyla, onların efendileri olarak birlikte yaşadıkları sırada arkalarında çok sayıda knez ve yer adı bırakırlarken, müteakip yüzyıllarda Osmanlı Türklerinin, teşekkül etmiş bulunan Rumen prensIiklerinin timar efendisi olarak ayın zamanda iki-üç yüz Kumanca kelimeyi Osmanlı Türklerine mal etmektedir,” “İkinci Bulgar-Türk Çarlığı 1l87’de Asen/ Esenl’le başlamış ve başkenti Tırnova olmuştur. Bizans’a karşı yapılan savaşlarda Bulaklar Slavlarla birleşmiş ve Kumanlar, artık tamamen Slav olan Bulgar-Türklerinin yanında kesin bir rol oynamışlardır.”

Sonuç olarak belgeler göstermektedir ki, Türkler Osmanlı döneminden önce Bulgaristan’da yaşamakta ve bu toprakların sahibi bulunmaktaydılar. Türk asıllı eski Bulgarların bir kısmı Osmanlılar Balkanlara girmeden önce Slavlaşmış, bir kısmı Balkanlardaki Osmanlı hakimiyeti döneminde Müslüman olmuşlar, bir kısmı da Ortodoks Hristiyan olarak kalmışlardır. Yaklaşık beş yüzyıl süren Osmanlı hakimiyeti döneminde devletin sağladığı hoşgörü ve saygı ortamı sayesinde her kişi ve millet kendi inancına devam ettirme veya başka bir dini kabul etmede serbestçe hareket edebiImiştir. Fakat pek tabiidir ki, toplum düzeninin sağlanması ve korunması için karışıklık ve huzursuzluk çıkaranlara karşı Osmanlılar da idari tedbirler almışlar, bazı savunma mekanizmalarını kullanmışlardır. Bu kadar uzun süren bir hakimiyet döneminde, eğer Osmanlı devleti farklı millet ve inançtan olan gruplara karşı asimilasyon ve baskı uygulamış olsaydı, durum herhalde bundan çok farklı olurdu.

Prof. Dr. Muzaffer TUFAY

(Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü. Türk asıllı Yugoslav vatandaşı olan Prof.Dr, Muzaffer Tufay 1936 yılında Üsküp merkezine bağlı Gostivar kentinde doğdu. Tahsilini Üsküp ve Paris Üniversitelerinde yaptı. 1985 yılında Serbonne’da Devlet Doktorası /Doctoratd’ Etaf/ Savundu. Üsküp Üniversitesi Sosyoloji Enstitüsü’nde Bilim Araştırma Başkanıydı. Ocak1987’den itibaren Ankara Hacettepe Üniversitesinde Misafir Profesör olarak bulunmaktadır.)

  1. Bkz. Larousse’nİn Bulgaristan bölümü, 1984 yayını, s. 1565;
  2. Akad, D. Kosev, Prof. Hr. Hristof, Prof. Al. Burmov, İstoriya na Bugariya, Drz.izdatelstvo “Narodna Prosveta” Sofiya, 1972, sayfa 14: “Po vreıne na tiy narecenoto “Vtliko preselenie na narodite” ot LV v. nasam prez zemite na Riıns. kata imperiya preminali vestgoti, huni, vandili, ostgoti, redica gerınanski p1emena ot sever, prabılgari, slavyani i dr.” Bu konu ile ilgili Bkz: Prof. Dr. Lazslo Rasonyi, Tu.na köprüler!, TKAE yayınIan, Ankara, 1984. Bkz. Sh..ın’””nlsın in Siberia, Etited by V, Dioszegi and M. Hoppal, Akademiai Kiade _ Budapest 1978. Bkz. Prof. Dr. İbrahim Kalesoğlu, Türk MiLJJ. Kilitürü, İstanbul, 1985.
  3. Georg Ostrogorsky, Bizans Tarihi, TTKB, Ankara, 1986.
  4. Marquart, Osteurapaİsche urıd Ostasiatische StIeifzüge, Leipzig, 1903.
  5. La:;zlo Rasonyi, Turıa Köprüleri, TKAE Yayını, Ankara, 1984, s. 9.
  6. Sirıgidunum şimdiki Belgrad’ın eski adıdır.
  7. G. Qstrogorsky, aynı eser, $. 74-75. Avar Türkleri, Adriyatik’te, Karadağın Bar kentini Kurdular. Bu şehrin diğer bir adı AntiBar’i veya Tivar’dır.
  8. Bkz. Anonymus: SRH. İ. 40; ve Laszlo Rasorıyi, Tuna Köprüleri. s. 45.

8a. Bkz. Larousse’rıin 1984 yayını, Bulgaristan bölümü, s. 1565.

  1. D.A. Rassovsky, Petchenegues, Torks et Berendes en Russle et eD HOD_grie, Sem. Kond. 1933. ış65; Rassovsky, “Polovci”, Sem. Kond. 1935-40.
  2. Laszlo Rasonyi, Tuna Köprüleri, …s. 93.
  3. Bkz. G. Oslrogorsky,Bizans Devleti Tarlhi, Türk Tarih Kurumu Basımı, Ankara,(Birinci Baskı 1981, İkinci Baskı 1986). s. 20.
  4. AyIlI eser, 5. 117.
  5. Gyula Nemeth, A honfoglale magyarsag kialakulasa, Budapest, 1930, s. 97; Laszlo Rasonyi, Tuna Köprüleri, TKAE yayını, Ankara, 1984, s. 5-6. Bulgar adının menşei hakkında iki görüş vardır. Bunlardan birinci görüşe göre Bulgar adı Türkçe “bulamak – bulgamak = karışmak’tan “bulga+r”, Bulgak, Bulganç = karışıklık”, ayrıca “diğer bazı Batı ve İslam kaynakIarında “Burgar, Bulgar, Biler,Buler” v.b. şekillerindede geçer. Örneğin Bkz.: Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul. 1986, 183; İkinci görüşe göre kelime yine Türkçe “Bittigur (Beş Ogur)” isminden gelmektedir (Kafesoğlu, aynı eser, s. 189). Bulgar adının Türk asıldan geldiği kesinlik kazanmıştır. Sofya’daya yınlanan Bulgar Dilinin Etimolojik Sözlüğü’nde bile Bulgar adının Slavca’dan geldiği hiç dile getirilmiyor, çünkü Türkçe bir söz olduğunu herkes bilmektedir.

Makalenin tamamı:

https://www.academia.edu/11420675/T%C3%BCrkler_Ruslar_Ve_Bulgarlar_Muzaffer_Tufay_

NOT: Bu makale; Cilt5 / Sayı2 / Aralık1988 / ss.193-218

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisinde yayınlanmıştır. 

DÜZENLEYEN: YILMAZ KARAHAN 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap