10/15) MANAS’IN ÇİN HAKİMİYETİ

Yayin Tarihi 11 Mart, 2009 
Kategori TÜRK VE DÜNYA DESTANLARI

 

MANAS’IN ÇİN HAKİMİYETİ

“Elçi turna kuşu gibidir. Ülkeler arasında serbestçe öter. Ona yol açıktır. Atılan ok taştan dönmez, elçi, hanın sözüne karışmaz” dedi Esen Han hikmetli sözler söyleyerek “Bu silahsız elçileri kadınlar bile öldürebilirler, bu şekilde öldürürsen, öcünü almış olmazsın. Düşmanı akıl ve tedbirle yenmek yiğit işidir.”

Esen Han böyle söylerken Er Kongurbay kahrolarak bağırdı.

“Yiğit sanıyordum seni Esen Han, Kırgızların gölgesini görüp titriyorsun. Kırgızlara itaat edemem. Tahtımı hediye veremem, eski Pekin’e gideyim, Karahan’a ulaşayım.” Küsen Er Kongurbay Çet-Beecin’i bırakıp, göğün altındaki kırk hanın büyüğü Karahan” doğru kaçtı.

Esen Han danışmanları, komutanları, hanları, rahipleriyle toplantı yaptı. Esen Han saray kızı Burulça, Aycangcung’un kızı Birmıskal başta olmak üzere Han sarayından ay yüzlü, ince belli, küçücük ağızlı, cadı gözlü, horoz boyunlu, düğme saçlı, saçbağı takan nazlı bin güzeli seçip, kırmızı ipek elbise giydirip, yelmeyen attan bindirip, develere altın yükletip Çet-Beecin’i kuşatan Kırgızların hanı bahadır Manas’a hediye gönderdi.

Esen Han Çet-Beecin’in civarındaki, ıssız yerin tepesindeki altın destekli dört akıtmalı gök çadırdaki han Manas’a gelerek atından inip yere kadar eğilip şöyle konuştu:

“Dünyaca meşhur, itibarlı han Manas! Dünyayı titreten ulu efendim, senin atlı kahraman yiğitlerine askerlerim itaat etmiştir. Bahadırlığın karşısında diz çöküyorum. Bayrağım yıkıldı. Bin güzel kız sana hediye. Altımdaki altın taht hediye. Pekin’e han yapalım seni. Neskara gibi yiğidini öldürme. Dediğini yapayım, hizmetini edeyim, anlaşalım, bahadır.”

Kırgızların ileri gelenleri yarım gün oturup birbirlerine akıl danıştılar.

Manas Han’ın altın süslü davulu vuruldu.

Iraman’ın Irçı oğlu halk arasında dolaşıp duyuru yaptı.

“Ulu Manas’ın yarlığını dinleyin, millet! Kakançin hanı itaat etmişti. Çet-Beecin’in ‘sil hanı Manas oldu, millet. Bin güzel kıza bir yiğit çıksın halkım! Kakançin’i yendik diye taşkınlık etmeyin millet, sarhoş olup kendinizi kaybetmeyin halkım” dedi Irçı oğul çalarak.

Dalgalanan asker çırpınarak: “Yaşa Manas! Var ol, Manas” diye dua ettiler.

Çet-Beecin’e Kırgız askerleri saf olup dizilerek ortadan yol açıp Bahadır Manas’ı kırk yıl suya bandırsa bile rengi bozulmayan, kırk yıl selde aksa da hiçbir şey olmayan beyaz halıya oturtup han Esen Han başta olmak üzere hepsi kaldırıp halkın içinde yedi defa dolaştırdılar.

Çin ilinin halkı, Han Manas’a eğilip tazim eyledi. Göğün oğlu denen Esen Han padişahlık mühürünü altınla işlenmiş kağıdın üç yerine basıp altın tahttan indi, Han sarayında hiçbir haraketti bulunmayacağım diye yemin etti.

Her ülkeden, halktan gelen şık giyinmiş elçiler yerlere kadar eğilip:

“Gök ile yerin desteği, Ay ile Güneşin ışığı, ulu Tanrının kutu padişahımız Manas’a kulluk ederiz” diye tazim eyleyerek kıymetli hediyelerini sunup saygı gösterdiler.

Bahadır Manas Kakançin padişahının adab ve erkanlarını koruyarak bayrak çekti, gün geçtikçe yerine ısınıp, ziyafet kaidelerine da alışmaya başladı.

Bahadır Manas Çet-Beecin’e han olmasının altmışıncı günü düğün şöleni düzenledi. Er Almambet saray güzeli Burulça’yı, Er Çubak, Aycangcung’un kızı Birmıskal’ı aldı.

Han Manas Çet-Beecin’de ilk olarak altın kağıda mühürünü basıp yarlık çıkardı.

“Kakançin’in itaatk’r halkına kamçı kaldıranın, kadın ve çoluk çocuklarına dokunanın, malını mülkünü yağmalayanın, haksız kazanç elde edenin cezası ölümdür” Yarlık büyük ordunun önünde okundu.

Yarlığa aldırmadan altın ile mal mülk kapanlar vardı. Almambet herkesin önünde onların başlarını kestirdi. Ondan sonra askerler korktu ve bozukluklar azaldı.

Manas’ın bütün halka han olmasını bahadırın kötü düşünceli akrabaları ile kötü niyetli bazı ileri gelenler bağenmediler.

“Böyle ihtişamlı saraylar, altın tahtı görmeyen, böyle tatlı sözleri, dans ve şarkıları işitmeyen safdil Manas Kakançin’i karıştırır.

“Kadına düşkün bu şeştan yatakta ölecek.”

“Namusunu geri almak için geri almak için Çin bunu bitirir. Tuzağına düştü, artık kurtulamaz.”

“Hayır, bahadır” dedi Almambet “ben han tahtına oturmak isteseydim gençliğimde Çet-Beecin’de kalacaktım. Pekin tahtına sen otur. Dostunun hürmetini gör. Ben Talastan çıkarken Kırgız ordusuna g’z’ için han olmuştun. Ordu benim üzerimde. Başka halkları ve bütün bölgedeki orduyu yöneteyim, onlarla uğraşayım. Çoralar elbiselerini çıkarmadan geceli gündüzlü tetikte dursunlar.”

Bahadır, Er Almambet’in sözüne kanaat getirdi.

Manas’ın Han sarayını akıllı Acıbay yönetti. Büyük orduyu Almambet idare etti. Gece gündüz uzaklarda bulundu. Han sarayının aşçısı olarak, elli yıldır Kakançin hanına yemek hazırlayan, Türkçeyi iyi konuşan Şuykuçu rahip kaldı.

Er Koşoy, Er Bakay ve Kırgızların büyükleri danışarak “Manas Pekin’e han oldu, altın tahta oturdu” diye Ala-Dağ ve Talas’taki Kırgızlara haber vermek için büyük kalpak giyen Er Şuutu’yu müjde vermeye gönderdiler.

Manas’ı burada bırakalım,

Şimdi söze deminki

Kongurbay’dan başlıyalım.

Gaddar Kongurbay Göğün oğlu büyük han Karahan’ın yanına telaşla geldi.

“Göğün oğlu, merhametli Han efendim, Çin halkının başı dertte. Tarihinde hiç silinmez kara leke kaldı. Kırgızlar Çet-Beecin’i itaatı altına alıp hanlığı ele geçirdiler. Büyük bir ordu ver efendim, tekrar savaşacağım.”

Çin hanı Karahan acele etmeden zili çalarak rahibine kutsal kitabı getirtip belirli yeri okuttu.

“Kırgızların bahadırı Manas Çet-Beecin’i altı ay yönetecektir. Ondan sonra ruhu öbür dünyayı bulacaktır” diye okudu rahip.

“Bahadır Kongurbay, düşmanın eline geçmiştir. Onu sen öldüreceksin. Demirci ustaları çağırıp sapı altından olan, yüzüne zehir kaplanan balta yaptır. Ejderhanın zehirine altı yedi defa batır. Değdiği zaman gebertir Kırgızı” dedi Karahan.

“Peki, yüce efendim” dedi Kongurbay yere kadar eğilerek.

Balta beş ayda yapıldı.

Er Kongurbay geceleyin ateş gibi yanan keskin tığlı baltasına gece gündüz bakıp, Manas’ı keseceği günü düşünerek huzur buluyordu.

Bahadır Manas’ın daima yazında yayla seçmeye çıkan, göçte kılavuzluk eden, yedi yerin tepesini çukurunu yolun sağı solunu iyi bilen Şuutusu gündüz at koşturup, gece at üzerinde uyuyup, uçan kuşlarla yarışıp, tulparın tuynağını yordurup, gözlerini kapamadan yedi gün yedi gece yol yürüyüp Talas’taki halkın anası Kanıkey’in karargahına ulaştı. Bahadır Manas’ın yokluğunu farkettirmeden erkek gibi kopanları birbirine birleştirip, dağılanı bir araya toplaya durmuştu Kanıkey.

“Han Anamız Kanıkey! Han Manas’ın haberini dinle! Hediyeni bol hazırla! Kırgızın dileği gerçekleşti! Han Manas Kakançin ve Kalmukları yendi. Bayrağını Büyük Pekin’e dikti. Manas Pekin tahtına altın taç giyip han olarak oturdu. Dinleyiniz, millet! Dinleyiniz!” Şuutu at üzerinde bağırarak haber verdi.

Güzelllerin güzeli, kadınların kadını Kanıkey Hatun eskisi gibi şıktı, O Şuutun’nun eline altın sebike verip, ona ak sarı başlı koyun kestirdi. İyi habere sevinin halkı için de Tanrıya dua etti.

Er Şuutu’yu ayrıca çağırıp, askerlerin durumunu, Çin’de gördüğü ve geçirdiğini, bahadır Manas’ın durumunu sordu, sabırsızlandı.

“Er Şuutum, Gök yeleli kurdum Pekin’e han oldu diyeceğine başı derde girdi desene, altın tahta oturdu diyeceğine eceli geldi desene. Kaç kere söyledimse de sözümü dinlemedi, söylediğime yanaşmadı. Pekin beş günlük yol dedi. Pekin’in halkı hor dedi, Şuutum. Kakançin’e han olursa, boğazından yenilir, Pekin’e tutulursa bahadırların tamamı Çinlilere yenik düşer, Şuutum. Duyduğuma göre Pekin’e giden geri dönmezmiş, oraya tutulan sağ kalmazmış. Dikkatle dinle Er Şuutum, yüce soylu efendim evladını ne zaman görecek? Arkasında erkek oğul kaldı, kötü niyetli akrabalar kötülük edecektir, beyim Pekin’de ölürse gözümden yaş kurumaz!” dedi Kanıkey hıçkırarak ağlayıp.

O gece Kanıkey acayip bir rüya gördü. Talas’tan ateş çıkıp her yeri kapladı. Kocaman gölün suyunu kuruttu, çukurdaki ve düzlüklerdeki çınar ağaçlarını yaktı.

Uykudan korkup uyanan Kanıkey’in dünyası kararıp kötü rüya gördüm diye yırtık keçeyi saçıyla birlikte yakarak külünü boyasız kulplu ağaç çanaka koyup “Gece gördüğüm kötü rüya yırtık keçe gibi yandı, evde külün dahi kalmadı, çık” diye tütürüp eşik yanındaki çiğlerin arasına ters çevirip bıraktı. ”

Han hatunu Kanıkey Er Şuutu’yu beyaz çadıra çağırdı. Beşikteki bebeğine bakıp haberciye şöyle dedi:

“Er Şuutum, dinledikten sonra yola koyul. Bir an evvel bahadır manas beyimi oğlunun haberini ulaştır, oğlun seni özlemiş diye söyle. Kanıkey ağlıyor de,” Kanıkey siyah gözlerinden yaş akıtıp, şaşalayarak küçücük bir mektup verdi.

Şuutu Bahadır Manas’ın g’z’ya bineceği yürük atlardan eğitilmiş Tayburul’u yedeğe alarak tekrar Büyük Pekin’e atlandı.

Er Şuutu’nun döndüğünü gören Agınay kızı Aruuke gelerek: .

“Amca, bakar mısınız, Almambet arslana iki kelime amanet sözümü ulaştırın, bir zahmet” dedi…

“Yavrum kulağım sende” dedi Şuutu “Bir kelimesini eksik ulaştırırsam, Tanrı beni lanetlesin.”

“Amca, doğuracak günlerim sayılı. Bahadırıma hediye olarak nakışlı altın mendilimi götür” dedi. Aruke.

Şuutu kul tulpar atını oynatıp altı gün yol yürüyerek Pekin’e ulaştı.

O günlerde Alevke’nin oğlu Kongurbay otların üzerinde süzülerek yılan gibi aralıyordu, ormanları arslan gibi yokluyordu, zehire bandırılmış baltasını eline alarak Kırgızların yiğidi Manas’ı öldüreceğim diye brikatları dolaşıp duruyordu, utancından kendi şehir Çet-Beecin’e girmeden yolları bekliyordu.

Akşam olup karanlık çökerken, Çet-Beecin’e ulaşmak üzereyken, kapıdan içeri girerken Er-Şuutu Kongurbay’a rastladı.

Düşmanın kurdu Er Kongurbay Ala-Dağ’a haber gönderip Er Şuutu’nun gittiğini öğrenmişti. Talas’tan haber gelecek diye yolu kesip bekliyordu. Er Şuutu’yu görür görmez Algara atını sıçratıp, ağzından rüzgar çıkarıp dağdan çıkan arslan gibi saldırdı.
.
Kongurbay’ı gören Şuutu kulun bileğinden derman gitti, yüreği yerinden oynadı. O atını geri çekemeden, arkasına bakmadan Taybuuruldun üzengi kayışına basarak kaçtı.

Ölesiye kaçam Şuutu nehirin bataklığına tutuldu. Kongurbay yaklaşmaya başlarken keyfi kaçan Şuutu atını mahmuzlayarak nehire bırakmıştı, yetişkin tulpar hiç şaşmadan çabucak nehirin öteki kıyısına atladı. At atlarken kesenin ağzı açılıp Kanıkey’in yazdığı mektup nehire düştü. Şuutu kul düşen kağıda bakmadan Çet-Beecin’e doğru kaçtı. Fazla geçemeden, gözü açıp kapayıncaya kadar (Azizkan’ın) altın perçemli, saçaklı kuşak oğlu Almambet Sarala’yı eyerleyip, Talas’tan çıkan habercinin gelmesi yakındır diyerek, yolları gözlüyordu.

Şuutu’yu takibe alın Kongurbay’ı görünce tahammül edemeyerek, “Manas” diye bağırarak hücum etti.

Almambet’i gören Kongurbay bu kahrolası beni rahat bırakmaz diye düşünüp çarpışmaya cesaret edemeyerek başka bir yana saptı.

Alevke’nin herifi Er Almambet’ten ölesiye kaçarak kurtuldu.

Herif kaçıp gittikten sonra bahadır arslan Almambet Talas’tan gelen haberci Şuutu’ya döndü.

“Yakışıklı Er Şuutum, var ol! Cıvıl cıvıl kuşları olan, bülbülü öten ılgın ağaçlı geniş Talas’ın esen mi? Yiğitlerini yetiştiren halkın sağ mı? Arkamda erkek evladım yoktu” ama Agınay kızı Aruuke zevcem sağ salim mi” dedi Almambet, Er Şuutu’ya sarılarak.

“Kanıkey’in idare ettiği halk sağ, bahadır! Altın karargah yerli yerinde bahadır. Sevgilin Aruuke sana çok selam söyledi. Aruuke yakında doğuracakmış bahadır. Almambet arkamda erkek evlat yok diye üzülüyordu, Pekin’den gecikmeden çocuğunu görmeye gelsin diyor.”

Bu haberi duyan, çocuk hasretiyle yanan Er Almambet aşırı sevincinden gözyaşı dökerek ağlamaya başlamaz mı.

Kapı bekçileri de Han, sarayının bekçileri de Er Almambet ile Er Şuutu’ya saygıyla eğilerek yol açtılar.

Bahadır Manas sabırsızlanarak Talas’tan haber bekliyordu. Er Şuutu’yu kendisi karşıladı.

“Er Şuutum iyi haberlerin var mı?” dedi Manas.

“Efendim, Manas! Hanım Manas! Müjde! Oğlun olmuş! Adını Semetey koymuş!”

“Hayırlı olsun, Tanrım oğlumu korusun!” dedi Manas keyiflenerek “Er Şuutum! Sağ salim Talas’a ulaşırsak hediyen için dokuzar hayvan vereceğim! Üzerine elbise, altına at vereceğim! Bana kuvvet verdin, canıma can kattın!”

“Bahadır, Han anamız altı yürük at verdi, küçücük bir mektup verdi. Emanet mektubu suya düşürdüm. Bahadırım Pekin’de yatmadan hemen Talas’a geri dönsün diyor, Biricik oğlunu ne zama görecek diyor.”

Bahadır Manas Kanıkeyi’in bu sözlerini önemsemedi.

“Sağ olursak yerimize gideriz, Er Şuutum” dedi Manas.

Manas Kırgızlardan olan on iki ordunun bilgiç hanlarını, yiğitlerini hepsini topladı.

Bahadır Manas yiğitlerine emir verdi:

Kahraman Bakay, Katağan’dan Han koşoy, Eleman’ın oğlu Er Töştük başta olmak üzere pekçok yiğit Ala-Dağa döndüler. Pekin’e ulaşan ordu şimdi bir göç kafilesine benzemişti. Göbek kanımız damlayan yer neredesin diye yola koyuldular. Altın hanın herkesten evvel dönen bazı adamları bahadır Manas hakkında dedikodu yaymaya başladı.

“Çinlilerin altın tahtına tutuldu, altın tahta halkını sattı.”

“Talas’a canlı dönmez. Manas’tan önce hanlığı alacağız. Muradımıza ereceğiz.”

Böyle diyen altı han sevinerek Ala-Dağ’a doğru hareket etti.

Er Kongurbay, başına ok işlemez miğfer giyip, bileğine ejderhanın zehirine altmış gün bandırılan altın yay ve balta geçirip, gece uyumadan, gündüz dinlenmeden Manas’ın han sarayını bekledi. Yedi gün, yedi gece beklediği halde taştan daha dayanıklı olan kapıdan ieri giremedi.

Kongurbay Han sarayını görüp gizli sırlarını öğrendikten sonra, yanındaki bir çok dil bilen rahibi dilenci kılığında giyindirip eline değnek verip, omuzuna beyaz heybe koyarak Kırgızca vird çektirip kapıdan içeri soktu.

Dilenci Manas, Han’ın aşçısı Şuykuçu’ya gizlice uğrayıp, tabak kadar ekmeğin içine gizlediği mektubu alarak çıktı.

Kongurbay ekmeği yarıp mektubu okudu ki, Şuykuçu Han Manas’ı öldürmenin yolunu yazmıştı. Mektupta şöyle demişti: Pekin’i yöneten Manas’ı savaşarak, güreşerek yenemeyiz. Bunun bir yolu var: “Her Cuma günü bir defa şafak sökerken, yer aydınlanırken, nehir kıyısında yüzünü elini yıkayıp, çıplak ayakla, silahsız, yalın kaftan giyinip, korkusuzca yere ve suya ibadek edip sükûnetle oturur. Omuzunda avuç kadar bir beyaz var. Ecelin girebileceği yer orası. Ondan başka çare yok.”

Kırk çoranın içinde o gün bekçilik sırası Acıbay’a gelmişti. O hiç aldırmadan, dışarıdan düşman gelebileceğini düşünmeden, mızrağını yere saplatıp at üzerinde taşa dayanarak uykuya dalmıştı.

Şafak sökerken, çoban yıldızı belirdiğinde, Gök yeleli kurt bahadır Manas kuleyi doğru çıplak ayakla çıkageldi. Gök nehirin kıyısında önüne beyaz çarşaf serip oturmuş atmakta olan tan ışığında kırmızıya çalan beyaz, yüksek dağa imrenerek bakıyor. Anrıya ibadet edip Güneşten yaşam gücü alarak sükûnetle oturuyordu. Bu adeti çocukluk yıllarında Oşpur’dan öğrenmişti

Kalmuk hanı Kongurbay gevşeyip oturan bahadır Manas’ın omuzuna iki eliyle baltayı indirdi.

Bahadır manas yere serildi.

Yıkılmış dağın çıkarabileceği sese benzer bir sesle korkup uynandı Acıbay. Bahadır Manas’a gelip baktı ki, Manas yerde uzanmış yatıyordu. Etrafına bakında, kara oyuktan bir karaltı kaçmaya çalışıyordu. Acıbay ata binerek kaçan karaltıyı mızraklı vurdu.

Kongurbay kanatlı atını kaleden atlatıp kaçaken kendini kaybedip bir hendeğe düşmüştü.

Bekleyip duran Şuykuçu kimseye sezdirmeden herifi çukurda besledi, üç öğün yemeğini verdi. İlaçla tedavi ederek sönen ateşini tutuşturdu, ölen canını diriltti. Büyücü Şuykuçu, Kongurbay iyileştikten sonra onu müslüman kılığında giyindirip eline değnek verdi. O, halktan sadaka isteyerek, dilenci kılığında oradan çıktı.

Er Kongurbay, Kakançin halkına Manas’ı geberttim diye haber verdi.

Han Manas’ın yarısını gören Almambet şaşırdı.

“Lanetli dünya, dostım Manas varken nice yiğitleri yola getireceğim diyordum. Çin değil, dünyayı ele geçireceğim diyordum. Sıkıştırıp gelen ordu olsa da yanımda Manas vaken gök ile yerin ortasını toz duman edeceğim diyordum.” Almambet iki gözünü kırpmadan yaş döküp, Çin’in bin çeşit ilacını getirtip hen gün ilaçladı. Kan kaybından sararan Gök yeleli kurdun içeceğine kavutu ilave ederek kaynatıp verdi, kısrağın karın yağını yarasına sürerek ağrısını giderdi. Onu eski haline getirip ata bindirdi. Bahadır Manas iyileştikten sonra o biricik oğlunu görsün diye bol erzak hazırlatıp binlerce askerle birlikte kimseye bildirmeden onu büyük Talas’a yolcu etti.

Atlarını esirgemeden yol yürüdüler. Günler geçti. Arslan Manas: “Geçenlerde halka Pekin’i itaat ettirdim diye haber göndermiştim, bugün başına balta yiyip, Çinlilerden korkup altın gümüşünü yağmalayıp kaçıp gelmiş demezler mi millet? Takdirim gelmişse öleyim. Ne olursa orduyla beraber olayım” diye düşündü.

Kahraman yiğit ordusunu durdurup karargahta kalan askerlerden haber bekledi.

Durdurulan kalabalık asker etrafına taştan barikat kurup, herkes bir keçe evi dikip dinlendi.

Pekin’deki Çin ordusu harekete geçip, dört taraftan gelerek Han sarayını kuşattı.

Han sarayında davul vuruldu, kırmızı sancak taşıyan Kırgızlar kalabalık düşman ordusunu kumluk çölde karşıladılar.

Bu sefer de kanlı savaş oldu. Tet tek dövüşler olmadı, ineğin üzerindeki tüyler kadar fazla olan iki ordu birbirine girdi. Dağlar birbirine çarpılmış gibi gümbür gümbür ses çıkarıyordu.

Korkunç gürültüyle yeryüzü sarsılıyordu, kanlar nehir gibi akıyordu. Güneş yüzü görünmüyordu. Kırgız ile Çinli birbirinden farkedilemiyordu. Mızraklar parçalanıp atların belleri kırılmuştu. Yiğitler yerde karınca gibi dizilmiş yatıyorlardı, cesetler dağ gibi olmuştu.

Bugan gördüğün yarın yok, bu dünya işte böyle bir bok imiş.

Kahraman Manas’ın dayanacağı yiğitler olmasa da, su iç dese zehir içen, börk al dese baş alan, kan dök dese midesini boşaltan, uzatanı geri çevirmeyen, hiçbir şeye aldırmayan, oktan, ölümden kaçmayan, düşmanı görse geri çekilmeyen kırk çorası gittikçe çoğalıp sel gibi gelen düşmana direndi. Başa felaket geldiğinde cesur yiğitler hiç dinlenmeden, uyumadan, gündüz soluk almadan, gece durup kalmadan dövüştüler.

İçecek bir yudum suyu bulunmayan çölde dokuz gün savaş oldu. Yaralanmayan yiğit, ayakta durabilen at kalmadı.

Kırk hanlı Çinliler bitecek gibi değildi, öldürdükçe çoğalıyordu, güçleniyordu. Çinlilerin bir inek tüyü kadar çokluğuna önce pek aldırış etmeyen Kırgızların yiğitleri kendi aralarında şöyle konuştular:

“Bitecek derken bitmeyen, inatçı Çinliler yıkıp savuran sel gibi imişler.”

Kırgız askerleri şaşırmış ne olacak böyle diye düşünüyorlardı. Öndekiler ölmüş arkadakiler manas’a doğru kaçmaya başlamışlardı. Tam bu sırada kaplan gibi yiğit olan Almambet hünerini gösterdi. Vadiye yağmur dolu yağdırıp bulutla yeryüzünü örttürdü, yazı kışa çevirdi.

Yalın giyinen Çinliler soğuktan Kırgız ordusuna saldıramadı.

Kırgız ile Çin ordusunun savaştığı yere uçan kuşların kanatının yandığı İt-Ölbös denen çöl idi.

Dizkapağı kadar bir dağı, eyerin oyuğu kadar bir çukuru, içecek bir yudum suyu, yolup yiyecek bir otu olmayan kırk günlük yol idi.

İt-Ölbös çölünde yeniden kan kokmaya başladı. Uçan kuşlar hel’k oldu, bembeyaz taşlar kızardı.

Kırgızların yiğitleri vur kaç savaşı yaparak çekildiler.

Vur kaç savaşı yaparken üç kahraman Çubak, Sırgak ve Almambet tek tek girip arslan gibi kükreyerek atlarına kamçı çalıp, sağ sola bakmadan, öleceklerini düşünmeden, canlarına hiç acımadan, yaralanmalarına aldırmadan, çarpışmakla yorulmadan, dövüşmekten kaçınmadan, Çinlilere boyun eğmeden günlerce vuruştular.

Almambet’in askerleri, bahadır Manas’ın yanına ulaştılar. Bahadır Manas Çin’e mahsus gelip nasıl kaçıp gideceğim diye başını çevirip duruyordu, peşinden yetişen üç bahadırı gördükten sonra çok sevindi.

Yarasına aldırmadan, ölümü hiç düşümeden, belini sıkıca bağladı. Gayrete gelip düşmanın karşısına çıkan Han Manas’ı gören Kırgızlar utanıp karşılaştıkları düşmanı öldürmek için tekrar savaşa girdiler.

“Bahadırlar, başınızı kaldırın! Namusunuzu koruyun!” dedi Manas bağırarak.

Çinlilerin dalgalanıp yürüyüşünden toprak toz duman oldu, gökyüzü gözükmez oldu. Etraf gürültüyle sarsıldı, atların kişnemeleri, kılıçların, kalkanların birbirine vuruluşu, insanların, atların inlemeleri yankılanıyordu.

“Manas! Manas!” diye duyulan parola Kırgızlara cesaret ve güç veriyordu.

Gaddar Kongurbay kalabalık Çinli, Mançu ve Kalmukları hayvan gibi dövüp kavgaya sürükledi. Bu sefer nice nice yiğitler helak oldu, nice atlar eğersiz, sahipsiz kaldılar. Atlar kızıl kanla boyanan çölde yıkılan yiğitlerin arasında dolaşarak acı acı kişnedi.

Her iki tarafın ordusu kuvvetten düşerken Kalmuk hanı Kongurbay bir hile düşündü.

Han Manas’ın önüne beyaz bayraklı Çin elçisi geldi.

“Han Manas’ı, ölümden çekinmeyen savaşçı olduğumuz anlaşıldı. Han Kongurbay yedi günlük süre istiyor. İl yöneten Han Karahanla akıl danışalım. Ölen yiğitlerin cesetlerini toplayalım. Artık sizi Büyük Pekin’e götürüp altın taç giydirip ulu han yapalım” dedi.

Bahadır Manas elçinin yalvarışına inanıp Çin ordusuna yedi gün süre verdi.

Kırgızlar halsizlenip yorulan askerleri Çinliler itaat etti diye rahatça uyumak için silahlarını çözdüler. Atlanı otlatıp keyifle yattılar.

Bahadır Manas’ın Çin ordusuna süre verdiğini iki gecikmeyle öğrenen Almambet şaşırıp kızarak şöyle konuştu:

Manas kandırıldığını sezse de başkalrına belli etmeden kendini savundu.

”Ey Almambet, yiğide yakışmayan sözü söylüyorsun. Yiğit tahtta değil, eğer üzerinde ölür. Erkek doğan halk ölmez. Başımıza geleni görürüz, bahadır.”

Er Almanbet sezgisi kuvvetli adam idi, tahmin ettiği doğru çıktı. Çin ordusuna haber almak için giden Acıbay dönüp şöyle dedi: ” Çinlilerin güneşi doğmuş. Tüpkör’den yeni ordu gelmiş. Nişancı Şipşay’ı getirtmiş.”

Kandırıldığını anlayan bazı Kırgızlar yaralı olan bahadır Manasa acıyıp onu acle ile yola çıkarıp gönderdiler. Kendileri ise tekrar gazaya giriştiler.

Çinliler boz alaca sancak alıp, zurna çalıp, az kalan Kırgız askerlerini çevirdiler. Kızgızlarda ”Manas” paralosı çağırarak toptan savaşa gittiler. Gayretli erenler canını hiç düşünmeden tutuştular.

Hayvanlardan at öldü. Yiğitlerden arslan öldü, nicesinin kanı döküldü. ağızlarını açarak ölen atların leşi dağ gibi oldu. Bıyıklarını kıvırarak ölen yiğitlerin cesedi dağ gibi oldu.

Manas hanın kırk çorası rast geldiği tarafa saldırıp , arasıra çarpışmaya girip zor anlarda yiğitliğini gösterdi.

Çinlilerin yiğidi Kongurbay yaralı olan Aydarhan’ın oğlu Er Kökçe’yi öldürdü .Buudayık Han’ın oğlu Muzburcak Kökötöy’un oğlu Bokmurun öldü.

Yiğitlerden ayrılan Er Sırgak Kökcebiç’ini koşturup, Çinlilere, haykırarrak saldırdı, rast geldiğini devirip, yedi yiğide bir anda kılıç saçıp gidiyordu.

Er Sırgak’ı görüp kaçan Çinlileri geri çevirmeye çalışan Alevkenin oğlu Kongurbay nişancı şıpşay yalvardı.

‘Kurban olayım Şıpşaycığım bu Kırgızların Sırgak denen bahadırı genç olsa da pekçok yiğidimin belini kırdı. Beni öldürmek istiyor. Kurban olayım nişancım başkasını demiyorum, şu Sırgak’a bir bak.”

Karacoy oğlu Şıpyay denen ateş gözlü, usta nişancı, Er Kongurbay Er Almamber ile gençliğinde Suuk-Tör denen ormanlı dağda tek gözlü Ejderin yanında beraber okumuştu canbazdı, yürük atı vardı. Karanlıkta iğnenin deliğini şaşırmadan vuran, önünden insan geçemeyen, oku boşa gitmeyen, benzeri bulunmayan bir bela idi. Kırgızların Sırgak bahadırını hedef aldı.

Kahraman Sırgak soluk almadan düşmanın ortasını yaran Kırık Çoraya yardın ediyordu.

Çin askerleri bağıra bağıra kaçıyorlardı.

Er Sırgak sancağın bulunduğu yere ulaşıp nişancı Şıpşay’ın babası Karacoya saldırıp onu devirdi. O kendini kurtarınacaya kadar bahadır Almamber sarala atına kamçı çalarak gelip korkunç bir haykırışla Pehlivan Karaçoy’ un başını kesti.

Başında taş işareti bulunan bu Çinli zattan ayrılan Kongurbay yaygara koparıp bıyıklarını yolarak Almambet’i öldüreceğim diye atına kamcı çaldı.

Er Kongurbay Algarasını koşturup Almambete yaklaşmış, onu devirmek üzereyken Er sırgak yan taraftan çıkıp kocaman herifi at üzerinden keçe evini devirir gibi devirip geçti.

El Sırgak herifin Algarasını ganimet alıp götürmek üzereyken altındaki Kökçebiç sürçüp başındaki çelik kalkan uçup düştü.

Tam bu sırada hedef bekleye duran nişancı Şıpşay yay attı. Er Sırgak olduğu yere düşüp yığıldı. Kökçebiç onun etrafında dönüp dururken ona da ok isabet etti.

Yiğitleri kaybeden Almambet Çin ordusuna nişancı Şıpşay’ın geldiğini anladı. Anladı, ama ne yapabilirdi ki. Çin askerleri nişancıya sancağın yanına koyup, gözbebeği gibi koruyorlardı. Kimseye göstermiyorlardı, etrafını yılan gibi sarmışlardı. Şıpşay’ı elime geçireceğim diye ellerini kaldırıp etrafına bakmadan canını hiç düşünmeden tek başına saldırdı sevgili yiğit.

Canım dostum Almambet’e yardım edeceğim diye, uzun boylu, geniş omuzlu, arslana yenilmez, hesapsız sayıdaki askere hiç aldırmadan saldıran Han Bakay’ın oğlu Çubak da kavgaya girdi.

Er Çubak gelişkin belini kuşanıp Kögalasına kamçı çalarak Çinlilerin Kancarkol adlı pehlivanını öldürdü. Kancarkol’un öldüğünü gören Er Kongurbay gözlerinden ateş çıkarıp, taşı yaracak şekilde kükreyerek gelip Er Çubak’ı devirdi.

Çubak atından düştüğünde onu altı bin kadar pehlivan kuşattı. Çaresiz kalan kahraman Çubak öleceğim diye düşünmeden, gökten inen altı çeliğin biri olan keskin kılıcını eline alıp karşısına çıkanı öldürdü. Er Çubak dokuz gün kudurmuş düşmana karşı direndi.

Canım Çubak nerede diye arayan Er Almambet etrafı sarılarak başı derde girmiş durum daki dostunu görünce korkunç bir şekilde haykırdı. Önüne çıkan yiğitleri kılıcıyla mızrağıyla sançarak Er Çubak’a ulaştı. Onu saralaya bindirip kaçırdı.

Er çabuk yolda duran Kögalasına bindikten sonra kaçmayı bırakarak geri döndü ve savaşa girdi.

Şafak sökerken, yer aydınlanırken Manas’ın kırk çorası birbirinden ayrı düştüler. Erenlerin her biri en az altı yerinden, bazıları yetmiş yerinden yaralandı. Çöl-Meydan alnında Kırgızlar bölünüp çaresiz vur kaç savaşı yaparak kaçmaya başladı.

Beli kırılan ordusunu gördüğü için kederlenerek ağlayan Almambet, kırk yiğide yalvardı:

”Yapmayın kırk çora, direğimiz Manas yanımızda olmasada dalgalanıp gelen Çinlilere durmadan savaşalım, orduyu kurtaralım. Ordudan ayrılıp Er Manas’a nasıl bakarız. Pis murdar kırk çora kaçıp kayboldu demezler mi?”

Almambet’in arkasından Manas’ın kırk çorası gazaba gelip atılarak bağırıp gazaya girdi. Günlerin gelip geçtiği bilinmiyordu. Argın Han’ın oğlu Acıbay’ı Çinliler canlı yakalamışlardı. Acıbay’ı gören Akbaltanın oğlu Çubak da yetişti. Yiğit Almambet arslan da Çinlilere saldırdı. Sevgili Almoş Acıbay’ı atının arkasına alarak kaçırdı.

İğrenç Çinliler bölüklere bölündüler. Öldürdükçe çoğaldılar, gittikçe güçlendiler.

Ah, geniş dünya dar oldu. Yeryüzü yiğitlerin, atların kanlarıyla sulanıp silkindi. İçecek bir yudum su bulamıyordu. Atlar susuzluktan ölüyorlardı. Yiğitler baygın düşmüşlerdi. Nice dayanıklı pehlivanların vücudundan kan sicim gibi akıyordu. Onlar mızraklarına dayanmış halsiz duruyorlardı.

Otlar arasına gizlenen, renkli elbise giyinmiş, göze görünmeyen nerede olduğu bilinmeyen nişancı Şipşay kuvvetten düşen Kırgızlara yay çekerek yağmur gibi ok yağdırdı.

Derken gazaba geldiği zaman sayısız askere bedel olan, Noygutların kahramanı Han Balta’nın oğlu çubak öldürüldü. Kırk çoranın kuvvetlerinin çoğu öldü.

İt-ölbüs`ün çölünde, kalabalık Çinlinin içinde yalnız kalan Almambed, gözlerinden yağmur gibi yaş döküp yiğitlerin intikamını alacağım diye çok sayıdaki Kalmukla savaştı.

Çinlilerin kızıl püsküllü yiğitleri de kırıldı. Buna üzülen Kongurbay Şıpşaya’a yalvardı:

“Bahadır, nemli otla yanan ateş kötüdür, kendi içerisinde çıkan düşman kötüdür. Sırrı bilen Almambet kötüdür. Halkımı bu domuz kırıp bitirdi, yiğitlerimi öldürdü. Başkasını vurmasan da şu Almambet’i vur. Önüne çıkıp kaçmış gibi yaparak yaklaştırayım. Köpeği gebertiver, öcümü alıver.”

İnsanlar arasında benzeri bulunmayan, belini sıkıca bağlamış, kılıcı belinde çınlayan, baltası belinde tınlayan, sırlı mızrağı sivrice duran, kara bulut gibi gözüken, azrail’e benzeyen, ağzından ateş saçan, önünde altı bin yiğide bedel, arkasında ejderhanın heybeti olan Er Almambet tepeden çıka geldi.

Almambet’in heybetini gören kongurbay sağ sola kamçı çalarak kaçtı.

Almambet, Mançu’yu elime geçireyim diye, etrafına bakmadan, anını hiç düşünmeden onu takipetti.

İki bahadırın atlarının yürük olduğu düz alanda belli oldu. Yamaçta Kalmuk yiğidi Kangurbay’ın çift kanatlı Algarası karaca gibi uçuyordu. Yokuşa gelirken Almambet’in Saralası da peşinden yetişmek üzereydi.

Sarala hayvanların en yürüğü idi. Ancak bu kez başını yere eğerek hızı kesilmiş bir halde gidiyordu. Er Almambet Saralasına şöyle yalvardı:

”Mahrem dostum Sarala, Kambarboz’un soyundansın, beni Kongurbay’a ulaştır, ona mızrağımı bir saplarsam hasretim gider.’

‘ Düz alana gelirken hızlanan Sarala Algara’ya çok yaklaştı, bu sırada soylu arslan Almambet Kongurbay’ın sağ omuzuna mızrak sapladı.

Kongurbay şuurunu kaybetti, gözleri karardı, ayakları üzengiden kaydı, kuskuna tutunarak kaçıyordu. Kürek kemiğine saplanan mızrak dal gibi eğilmiş sürükleniyordu.

Almambet ise Kongurbay’ı eteğinden yakalayım, elime geçerse kurbanlık adeyim diye iki gözü dört olmuş Sarala’ya kamçı vuruyordu.

Bu sırada göz açıp kapayıncaya kadar Argın Han’ın oğlu Acıbay kaşısına çıkarak Almambet’in Saralası’nın dizginini çekti.

”Yapma Almaağa, hiddet düşman, akıl dosttur! Kökü sağlam olan kafirle boy ölçüşme! Kaçıyor gibi görünüp seni tuzağa düşüreceğe benziyor! Sabret, Almoşçığım güzelim ne olur.”

Acıbay ağzını kapayınca kadar düşman kalabalıklaştı ve Almambet’i ortaya aldı.

Kahrolsun bu dünya. Zavallı Almambet’in yüz yerine mızrak saplandı, dolu gibi yağan okla yetmiş yerden yaralandı. Emanet canına güç katıp, zorda kalmasına rağmen hiçbir şeye aldırış etmeden Çinlilerin kuvvetlerini imha etti. Kan içmeden kınına girmeyen hedeften şaşmayan, taşı parçalayan kılıcıyla düşmanlarını perişan ediyordu.

Er Kongurbay dağın yamacında gözüktüğünde Han Almambet ısrarla, hiddetle Saralayı kamçıladı. Kuvvetten düşen Sarala bir kara taşa takılıp sendeleyerek düştü.

Derken fırsat bekleyip duran nişancı Şipşay bahadır Almambet kalkanını başına geçirinceye kadar ona yayını çekiverdi.

Er Almambet vuruldu. Büsbütün açık olan gök bir anda karanlığa büründü. Kırgızlar için büyük kayıp oldu. Almambet ölünce sevgili arslanından ayrılan kalabalık ordu üzülerek ağladı.

Üzerinde eyer takımı bulunan Sarala sağ ayağına ok isabet ettiği için üç ayağıyla koşarak muhabere alnından çıktı. Kulunu kaybetmiş kısrak gibi kişneyip sırdaş dostunu aradı.

Kırgızların bir avuç ordusunun kuvvetlilerinin çoğu savaşta şehit oldular. Kırk çoranın on ikisi öldü. Ordu Almambet gibi komutanından, dayanacak dağından mahrum kaldı. Kuvvetten düşüp halsizlenen kırk çoranın sağ kalanları toplanarak Çinlilerle kanımızın son damlasına kadar savaşalım mı, ya da geriye dönelim mi diye akıl sormak için gerideki yaralı Manas bahadıra haberci gönderdiler.

Irman’ın Irçı oğlu Han Manas’ı görünce sol böbreğini tutup kamçısıy yere dayanarak şiir söyledi, kırk çora yiğitlerinin öldüğünü, askerlerin kırıldığını, ezildiğini şiirle anlattı.

“Arslanım beyim. Han Manas. asil arslanlardan ayrıldık. İt-ölbös’in çölünde dövüşüp çolpan gibi çorarlardan ayrıldık. Bahadır Almambet’in kılıcı eğildi…”

Acı çeken yaralı kaplan Manas çok üzüldü, doğan gözü gibi gözlerinden yaşlar aktı, yüreği sızlayıp hıçkıra hıçkıra ağladı.

“Yüce soylu, sevgili Almambet, ikiz kuzu gibiydik, senden ayrılıp nasıl yaşarım! Asillerden ayrılıp Talas’a gitmektense Pekin’e girip öleyim! Lanetli Çinlilerden Almambet’in öcünü alayım…”

Onun sesi yedi kat yerin altına, yedi kat göğün üzerine ulaştı.

Han Manas’ın bu durumunu gören yiğitleri acıdılar. Dermansız kalan canlarından umutlarını kestiler.

Bahadır Manas gayrete gelip zırhını giydi, davul çalarak gerideki eli silah tutmaya yarayan askerleri topladı.

“Ya erenler gayrete gelelim! Namus için adlanalım”dedi Manas

“Han’ın sözü, tanrının iradesidir. Erkek adam halkın için de değil, düşmanın karşısında olmalı” diyerek gerideki dermansız askerler Çinlilerle savaşan Kırgızlara yardım etmek için hareket ettiler.

Kırgız ordusu bozguna uğrayıp kaçmaya başlamıştı. Bahadır Manas’ı uzaktan görünce parolayı söyleyerek tekrar savaşa girdiler.

Yiğitlerini kaybeden Bahadır Manas kahırla bağırıyor koruyucu muskası koltuğunda sallanıyordu. Kara alaca arslanı yanında atılıyordu. Çinlileri yok etmek için Ak-kulaya binip at mızrağında tutunup etrafa sert sert bakıp duruyordu.

Manası bulamayan Çin nişancısı Şıpşay kocaman bir taşın yanına koşarak geldi. Manasın kendisini vursam ok işlemez diye altındaki, Akkulayı vurdu Şıpşay.

Kaplanın Ak-kulası önce kişnedi çenesini Manasa dayayarak başını kuzeye çevirdiği halde dağ yıkılmış gibi düştü “Kurban olayım Akkula kanadın kırıldı. Mübarek tulparım yer yüzündeki tuynaklılar arasında bir benzerin yoktu. Yaşıtım kulam yürüyüşü hiç bir ata benzemezdi. “Manas’ın iki gözü iki çeşme oldu. Ak-kula’nın kumaş çulunu atıp, saplanan oku çekip çıkardı, boynundan kucaklayarak okşadı.
Yine eski Türklere göre, Evren, yani felek dönerken, dünya da onunla beraber dönerdi. Eski Türk şairi şöyle diyordu:

Bahadır Manas alaca saplı beyaz kılıcını çıkarıp devenin göz yaşları gibi gözyaşı dökerek kıvranan Ak-kula’yı kesiverdi.

Kıymetli cevher Ak-kula, Kırgızlar iyi uzmanları, en basiret sahipleri tarafından denenmiş, babası dağ kayıbı (dağda geviş getiren hayvanların hamisi) annesi çöl yürüğü, çölde doğup taşlar arasında büyüyen. Tay iken yedi kısrağın sütünü emen, dağ yamacındaki küçük derelerde dolaşan, nemli yerlerde ağnatılan kuyulu yerlerde irva edilen hırçın yürük bir hayvandı. Tuynağı çevirilmiş çanak gibi asil atların en kıdemlisi idi altı ay binilirse yorulmayan, keşife çıksa usanmayan, artçıya çıksa hastalanmayan, savaştan kaçmayan, gürültü duyarsa ürkmeyen, tulparın tulparı, atların kanatlısı bir at idi. Şimdi Akkula çanak gibi büyük tuynağıyla yere vurduktan sonra gözleri dağ koçunun gözleri gibi kızarmış, dört ayağını sağa sola kıpırdatarak yatıyordu.

O zaman Han Manas, nice hanları dize getiren bahadır Manas Pekin’e saldıran arslan , çölde yaya kal, geniş dünyanın dar, zahmetli dünyanın yalan olduğunu gördü, yalan dünya hayırsız dünya diyerek sitem edip kumu avuçlayarak yumruklarını ısırdı. Alp Manas beyaz kaftanının yakasını tutarak Tanrının yazdığı buymuş diye çaresiz durdu.

Manas zorda kaldığımda çekeceğim diye emanet olarak sakladığı ucu keskin okunu alıp eyer kadar kara taşın arkasına gizlenip ıssız çölde Kırgız’ın atını geberttik, kendisi nereye kaçacak diye sevinen Çinlilerin beylerine göz dikti

Islığı yankılanarak alev saçan ok şimşek gibi gürleyip, Çinlilerin nişancısı Şıpşay’ın gırtlağını delip geçti. Bunu gören Çinli askerler darmadağın olup kaçtılar.

Dişlerini sıkan, belini doğrultan arslan Manas yeni doğmuş güneş gibi heybetli gözüküyordu.

Böylece, Çinliler ve Mançular, Manası canlı yakalayacağız diye etrafını kuşattılar. Zavallı arslan anından umudun kesip şaşkın bir biçimde dururken yandaki taşın arkasından tanıdık bir ses çıktı.

Bahadır Manas şöyle bir baktı ki evliyaya benzeyen Er Bakay gökten inmiş gibi gök turpanına binmiş, Narbuudan ile Taybuurul’u da ile yedeğe almış bir şekilde bekliyordu.

”Ölen canı dirilten sönen ateşi tutuşturan ağabeyim burda mısın?” Manas yaşıtı olan kaplan Bakay’ı attan çocuk gibi kaldırıp yere indirdi.

Bakay’ı sevgili yenge Kanıkey göndermişti. Kötülüğü altı ay önceden haber veren meleği olan mübarek Kanıkey kötü bir rüya görmüştü: Rüyasında tombul boyunlu gök boğa bayrağın altında bağırıyordu. Kargaları süren beyaz sungur kuşu kanatsız kalmıştı. ”Amca, dostun canlı ise alıp getir” diye zavallı Kanıkey gözlerinden yaş döküp küçücük bir mektupla Er Bakayı göndermişti. Bakay mor vaşaklı kalpak giyip gök tulparına binerek geceli gündüzlü on iki gün yol yürüyüp Han Manas’a ulaşmıştı.

Ak buğday unundan yapılmış ekmeği yiyen, Kelime-i şerifi mırıldanan Er Bakay can dostu bahadır Manası geyik gibi boyun eğmiş çalı boylu çukura rastladığı zaman durmayan, ak kuyruklu Taybuurul’un üzerine Akkula’nın beyaz Moğol eyerini koyup bindirdi.

Kahkülü mor ipekle bağlı, kuyruğu ham ipekle demet yapılmış, ok işlemez çul örtülü yürüğe binip savaş zırhını giydikten sonra Bozkurt Manas, durur muydu artık, yada düşmanından geri çekilirmiydi. Kongurbay’dan öcümü alacağım diyerek ağzından rüzgar, gözünden ateş çıkarıp gazaba gelmişti.

Manas kırk çorasının sağ kalanlarını bir araya çağırıp onları gayrete getirdi, cesaretlendirdi, orduyu toplayıp mızrak tutanları, balta tutanları ve nişancıları ayırıp, güçsüzleri bir kenara çıkarıp, Er Bakay’ın eline bayrak verdi. Bahadır aç aslan gibi hırsla, ejderha gibi heybetle etrafını kuşatan düşmanla hiç şaşmadan savaştı.

Issız çölde Çinliler ile Kırgızlar arasında büyük bir katliam başladı. Birdenbire dağ kaymış gibi buram buran toz duman yükseldi.

Yiğitler atlarından yuvarlanıyor, atlar yerde kıç atıyorlardı. Katliam beş gün beş gece sürdü.

Zavalı Manas bahadır, Çinlileri perişan etti. Çin askerleri kaçarak büyük kapılı surları arasına girip kayboldular.

Pekin’in surları, kırk arşın yükseklikte idi, çevresine kazılan göl de kırk arşın genişlikte idi.

Toz dumanın giremediği, üzerinden kuşun dahi uçup geçemediği, kimsenin açamadığı kapısı taş gibi dayanıklı idi. Kırgızların güçlü alp erenleri surun dibine gelip kapıyı kıracağız diye bir biri ardına kapıyı omuzladılar.

Bu sırada mavi gökten bir ses işitildi.

” Tanrının oğlu, Manas! Çinlilere gücün yetmez, artık Pekin’e girmeden dön!”

Manas tanrının emrine uydu. Savaşı durdurdu.

Bahadır Manas savaştan sonra kan kokan cephede sıraya dizilmiş askerlerini kontrol etti.

Kırk yiğidin yedisi daha telef olmuştu. Vefasız dünya! birbiriyle ant içmiş erenler, birbirlerini koruyarak, düşmana boyun eğmeden canlarına kıymışlar.

”Sevgili bahadırlar! dedi Manas atından inip başını eğerek ”Asilzade alplerim, sizlerden ayrıldım! savaşta düşmana atılan ok idiniz üşüyene ateş idiniz. Gökte kartal idiniz, yerde direk idiniz! Milletimizi ve namusumuzu korumak için verdiğiniz mücadeleden razıyım.

Kırgız yiğitlerinin akan kanları mavi gökte bulut olmuş sonra da yağmur gibi yağarak yeri suluyor.

 

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap