1008) Çanakkale Savaşını Anlamak

Yayin Tarihi 23 Mart, 2019 
Kategori ÇANAKKALE, TÜRK DÜNYASI

ÇANAKKALE SAVAŞI’NI ANLAMAK  

Bu sunumun amacı: Türk Gençliğinin milli bilincinin gelişmesi ve tarihten ders alması için bu olayları bilmesi haktır. Bilmeli ki; Türk Devletinin varlığı, Türk Milletinin güvenliği emin ellerde olsun!

Çanakkale Savaşı, 1. Dünya Savaşı’nın sadece bir cephesidir. 40 ülke ve kolonilerin katıldığı Avrupa merkezli savaş, 28 Temmuz 1914’te başladı ve 11 Kasım 1918’de sona erdi. Dünya tarihindeki bu ilk küresel savaşta 38 milyon sivil ve askeri zaiyat verildi.

Fransa, İngiltere ve Rusya’nın merkezde olduğu İtilaf Devletleri ile Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Osmanlı Devleti’nin oluşturduğu İttifak Devletleri’nin karşı karşıya geldiği savaş neticesinde yaklaşık 17 milyon kişi ölürken, 21 milyon kadar kişi de yaralandı. Ölümlerin 7 milyonunu sivil kayıplar oluştururken, savaşta yaklaşık 10 milyon asker öldü. Günde ortalama 6 bin kişinin öldüğü Birinci Dünya Savaşı’nda yaklaşık 65 milyon asker seferber edildi.

Savaştan zaferle çıkan İtilaf Devletleri yaklaşık 6 milyon askeri personelini kaybederken, Osmanlı Devleti’nin de aralarında bulunduğu İttifak Devletleri’nin 4 milyon kadar askeri personeli öldü.

Rusya 1 milyon 800 bin, Almanya 1 milyon 700 bin, Fransa 1 milyon 350 bin, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 1 milyon 200 bin, İngiltere 800 bin, Osmanlı Devleti 500 bin askeri zaiyat verdiği savaşta, Savaşın bitmesine bir yıl kala İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa giren ABD, bir yılda 116 bin askerini kaybetmiştir..

Çanakkale Savaşı; (3 Kasım 1914-18 Mart 1915) tarihleri arasında denizde, (25 Nisan 1915-9 Ocak 1916) tarihleri arasında ise Gelibolu’da kara savaşları olarak Türklerin kesin zaferi ile sonuçlanmıştır.

Osmanlı Devleti, 5 farklı cephede Rus, İngiliz ve Fransız güçleriyle çarpıştı. Kafkasya Cephesinde Ruslara karşı. (Sarıkamış faciası) Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal etti.

Irak Cephesinde İngilizlere karşı. Kut’ül Ammere zaferi(29 Nisan 1916) kazanılmasına rağmen Osmanlı Ordusu Bağdat’ı ve Musul’u terk etmek zorunda bıraktırıldı.

Suriye ve Filistin Cephesi ile Süveyş ve Hicaz Cephesinde, İngilizler ve Araplara karşı.

Romanya, Makedonya ve Galiçya’da Avrupalı müttefiklerine yardım etmek için İngiliz, Fransız ve Ruslara karşı.

1. Dünya Savaşını oluşturan sebepler:

Bu savaşın asıl sebebi sömürü zihniyetidir. Sanayi devrimini 19. Yüzyılın başında tamamlayan İngiltere ürünlerini pazarlamak ve hammmade elde etmek için sanayi de geri kalmış ülkeleri sömürge haline getirmeye çalışmasıdır.

İran’ı anlaşma ile, Hindistan’ı işgal ile, Çin’in Hong Kong eyaletini uyuşturucu ile sömürü haline getiren İngilizlerin bu güçlenme politikası diğer Avrupa ülkelerinin de hedefi haline gelmiştir. 19. yüzyıl sonunda Avrupalı büyük devletler arasında geçerli olan bir statüko ve güçler dengesi vardı. Bu devletler zaman zaman sıcak çatışmanın eşiğine gelseler de sonuçta birbirlerinin hâkimiyet alanlarına müdahale etmeyen bir denge politikası izliyorlardı. Aralarındaki en büyük çekişme ve rekabeti de Osmanlı topraklarından alınacak pay oluşturuyordu. İstanbul ise başlı başına bir rekabet konusu olup stratejik öneme sahip bu şehrin kendilerinin olmazsa zayıf Osmanlı Devleti’nin elinde bulunmasını şimdilik yeğliyorlardı. 19. yüzyıl başlarında Napolyon bu durumu: “Büyük soru şu: İstanbul’a kim hâkim olacaktır?”  sözleriyle ortaya koymuştu.

Ancak bu güçler dengesi 19. yüzyılın son çeyreğinde Almanya’nın ciddi bir güç olarak Avrupa siyaset arenasında boy göstermesiyle bozulmaya başladı. İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Afrika ve Asya’da hâkimiyet kurarak oluşturdukları sömürgelere karşı kendi hâkimiyet alanlarını tesis etmeye çalışan ve özellikle Osmanlı Devleti ile ilişkilerini geliştirerek bölgede nüfuz kurmaya çalışan bir Almanya ortaya çıktı. Almanya’nın, bilhassa inşasını üstlendiği Berlin-Bağdat demiryolu projesiyle başta Mısır, Basra Körfezi ve Hindistan yoluna karşı tehdit edici bir vaziyet alması bu üç devleti fazlasıyla endişelendirdi. Bu devletler aralarında güç birliği oluşturmak amacıyla Üçlü İtilaf’ı kurdular. Almanya da buna karşılık Avusturya-Macaristan ve İtalya ile bir araya gelerek Üçlü İttifak’ı tesis etti.

20. yüzyılın başına gelindiğinde Avrupa iki bloğa ayrılmış durumdaydı ve devletler arasında gittikçe gerginleşen bir hava vardı. Nihayet 28 Haziran 1914’te Saraybosna’da Avusturya veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesi ile sonucunda milyonlarca insanın öleceği, üç imparatorluğun yıkılacağı, yerlerine yeni devletlerin kurulmasıyla Dünya siyasî haritasının değişeceği I. Dünya Savaşı başladı.

Osmanlı Devleti Savaşa Giriyor

Osmanlı Devleti 19. yüzyılda Avrupa’daki büyük devletlerin çıkar çatışmalarından faydalanarak yeri geldiğinde -toprak dâhil- tavizler vererek bir denge politikası takip ediyor ve böylelikle varlığını sürdürmeye çalışıyordu. Buna rağmen yüzyıl sonuna gelindiğinde Anadolu ve Rumeli’de mühim toprak kayıplarına uğramış, Kıbrıs, Mısır, Tunus ve Cezayir’i elden çıkmıştı. 20. Yüzyıl başlarında Bosna Hersek, Bulgaristan ve Girit de artık toprakların dışında kalmıştı. Trablusgarp Savaşı sonrasında artık Kuzey Afrika’da Osmanlı yoktu.

Devletin bu sıkışık ve buhranlı dönemini fırsat bilen Balkan Devletlerinin başlattığı savaş sonunda ise artık Osmanlı Devleti Trakya hariç Avrupa kıtasından atılmış durumdaydı.

Balkan Savaşı sonucunda hezimet yaşanması ve Rumeli topraklarının kaybedilmesi, ordu ve millet üzerinde tam bir travma etkisi göstermiştir. Kimse ne olduğunu anlayamadan devletin en gözde vilayetleri düşman eline geçmişti. Balkan Savaşı sonrasında iktidara tamamıyla sahip olan İttihat ve Terakki Hükümeti Balkan Savaşı’nın şokunu atlatmak ve yaralarını sarmak için tedbirler almaya çalıştı. Bunun için ilk önce savaşta büyük bir hezimet yaşayan ordunun yeniden düzenlenmesi yoluna gidildi. Ordunun komuta kadrosunda bazı revizyonlar yapıldı ve Almanya’dan orduyu ıslah için bir askerî heyet getirildi.

Osmanlı Devleti bir taraftan ordu ve donanmasını yeniden yapılandırırken diğer taraftan da bloklaşan Avrupa’da yalnız kalmamak için bir takım diplomatik girişimlerde bulunmaya başladı. Zaten önünde iki seçenek vardı: İtilaf Devletleri safına katılmak veya İttifak Devletleri yanında yer almak.

Önce Fransa ve İngiltere ile ittifak yapılmak istendiyse de bu iki devlet, çıkacak bir savaşta yıkılmasına kesin gözüyle baktıkları hele hele toprakları üzerinde emeller besledikleri Osmanlı Devleti ile bir angajmana girmeye yanaşmadılar.

Durum böyle olunca geride kalan son ve tek seçeneğe yönelindi ve 2 Ağustos 1914’te Almanya ve Avusturya-Macaristan ile ittifak antlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre taraflardan biri savaşa girdiğinde diğer devletin de savaşa girmesi şartı vardı. Anlaşmanın imzalandığı günden bir gün önce Almanya Rusya ile savaşa tutuştuğundan anlaşma hükümlerine göre Osmanlı Devleti’nin de Rusya’ya savaş açması gerekirdi. Ancak hükümet silahlı tarafsızlığını ilan etti.

Osmanlı Devleti’nin bu tavrı onun bu aşamada savaşa girmesini istemeyen İtilaf Devletlerince memnunlukla karşılandı. Hatta savaşa girmemesi halinde toprak bütünlüğünü koruyacakları taahhüdünde bile bulundular. Ancak bu vaatler siyasî ve askerî durum gereği oyalama için verilmiş sözlerdi ve savaşın sonunda sıranın Osmanlı Devleti’ne geleceğini hükümet çok iyi bildiğinden bu vaatler çok ciddiye alınmadı.

Osmanlı Devleti’nin silahlı tarafsızlık kararı Almanya’yı hiç de memnun etmemişti. Almanya Osmanlı Devleti’nin bir an önce savaşa girmesini ve Rusya ile İngiltere’ye karşı açacağı cephelerle kendi yükünü hafifletmesini istiyordu. Osmanlı Hükümeti ise savaş hazırlıklarının bitmediğini, seferberliğin tamamlanması için süreye ihtiyacı olduğunu bildirerek zaman kazanmaya çalışıyordu.

Almanya bu süreci çabuklaştırmak için her yolu deniyordu. İşte bu sıralarda Akdeniz’de bulunan iki Alman savaş gemisi peşlerinde İngiliz filosu olduğu halde Çanakkale Boğazı’na geldi ve içeri girmek için izin istedi. Onlara bu izni Enver Paşa’nın kimseye danışmadan re’sen verdiği söylenir ki Başkumandan Vekili olarak buna yetkisi de vardı. Böylece iki gemi Çanakkale’den içeriye girer.

Gemiler içeriye girer, İngiliz filosu dışarıda bırakılır. Tarafsızlık kurallarına aykırı olan bu hareketi İngilizler şiddetle protesto eder. Bu sıkışık durumdan kurtulmak için bir çare aranır ve sonuçta Osmanlı Devletinin bu gemileri Almanya’dan satın aldığı bildirilir.

Bu iki savaş gemisi olayı şudur:

Türkler ateşe atıldıklarını bile bile neden iki Alman gemisine geçiş izni veriyordu? 1914’ün Dünya tarihinde çok önemli rolü olan bu olayı için bir anda kesin karar verilmişti. Ama, Almanlara bir çırpıda “Evet” hazırlayan ortam yıllara dayanıyordu. Osmanlı Devleti zayıf düşmüşlüğü içinde yıllar boyu gelişmiş ülkeler arasından bir dost aramıştı kendisine…

Başta İngilizler Osmanlı Devletine “Hangi konuda olursa olsun antlaşma yapmaya değmez bir Ülke” gözüyle bakıyorlardı. Diğerleri de öyle… Balkan savaşlarında toprak ve itibar kaybeden Osmanlı, tekrar güçlenmek istiyordu. Yunanlıların deniz gücüne karşı Ege’de dengeyi sağlamak için, Brezilya’dan eski bir savaş gemisi alındı. Bunun üzerine bugünkü stratejik ortağımız (!) ABD, Yunanistan’a “İdaho ve Mississipi” adında 2 savaş gemisini hibe etti. ABD’nin  amacı “Türklerin güçlenmesini engellemek. Eğer Türkler güçleniyorsa, Türklerin sınır düşmanlarını daha da güçlendirmektir”

Osmanlı Devleti bu hibeye itiraz etti… Güç dengesi artık Yunanlılardan yanaydı. Ancak Osmanlı Devleti için başka bir umut daha vardı… İngiltere’ye yapımı için siparişi verilen iki modern savaş gemisinin “Sultan Osman ve Reşadiye” idi… Bu iki savaş gemisinin de yapımı 1914 yılı itibarı ile bitmek üzereydi… Bu iki savaş gemisinin de yaptırılabilmesi için fakir Türk Halkından para toplanmıştı. Tam 7.5 milyon İngiliz lirası bir araya getirilmiş ve peşin olarak İngiltere’ye ödenmişti…

1914 Mayıs’ında 500 Türk denizcisi, yapımı biten “Sultan Osman” gemisini teslim almaya gider. İngilizler gemilerin Türklere verilmesini istemiyordu. Osmanlı’yı sürekli oyalıyordu… Temmuz ayına kadar oyaladılar. Artık diğer gemi “Reşadiye”’nin yapımı da tamamlanmıştı. İngiltere Denizcilik Bakanı Winston Churchill gemilere el konulmasını emretti. Gemileri teslim almak için bekleyen Türk Komutanı üzerinde bu emir şok etkisi yaptı. Türk kaptan gemilere Türk Bayrağı çekip getirmek için, gemilerin bulunduğu tersane limanlarına giderler… Bu durum Churchill’e bildirilir. Churchill, 500 Türk Askerinin bu girişimine hayret eder…

Vatanından binlerce kilometre uzakta 500 Türk Askeri, parası ödenmiş gemilerine el konulmasını hazmedememiş ve neredeyse Britanya İmparatorluğu’na savaş ilan ediyordu.   Limanda Türk Denizcileri ile İngiliz askerleri arasında uzun süren bir çatışma çıkar… Şehitlerimiz olur ancak İngiltere’nin de çok kaybı olur… Tüm İngiltere şaşkın bir haldedir… Türk Halkı üzgündür… Gemilerin yapımı için ödenen 7.5 milyon İngiliz lirası da geri ödenmemiştir!

Gemilerimize el koyan İngiltere, Osmanlı Devletince “Milli Düşman” olarak görülüyordu…

Çanakkale’den içeriye alınan Goeben ve Breslau savaş gemileri İstanbul’a gelir. Yavuz ve Midilli isimleri verilen gemilere hemen Türk Bayrağı çekilir. Hatta Alman personelin başına fes bile takılır. Bu iki geminin komutanı olan Alman Amiral Wilhelm Souchon da donanma komutanlığına getirilir. İngiltere bu oldu bittiyi kabullenmek zorunda kalırsa da İngiliz filosu Çanakkale Boğazı önünde nöbet tutmaya başlar ve Boğaz’dan çıkacak gemilere ateş açacağını bildirir. Bu durum üzerine Çanakkale Boğazı bütün gemilere kapatılır. Muhtemel bir saldırıya karşı da Boğaz’daki tabyalar teyakkuza geçirilir ve mayın hatları tesis edilmeye başlanır.

Donanma komutanlığına getirilmiş olan Amiral Wilhelm Souchon tatbikat bahanesiyle Yavuz ve Midilli’nin de dâhil olduğu Osmanlı donanmasını Karadeniz’e çıkarır. 29 Ekim 1914’te Rus limanlarını ve burada bulunan gemileri topa tutar. Bu saldırı üzerine 1 Kasım’da Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan eder. Osmanlı Devleti’ni savaşa sokan bu hareketin kimin emriyle yapıldığı tartışılır. Bu saldırının Almanya’nın önerisi ve Enver Paşa’nın muvafakati ile yapıldığı artık bilinmektedir. Bu saldırıdan Sadrazam Sait Halim Paşa ve hükümetin diğer bakanlarının haberi yoktur. Padişaha zaten danışan yoktur. Sadrazam Sait Halim Paşa, haberi olmaksızın böyle bir saldırıyla devletin savaşa sokulması üzerine istifasını vermiş ancak bizzat padişahın ısrarı ile istifasını geri almıştır.

Rusya’nın ardından 3 Kasım 1914’te İngiliz ve Fransız gemileri Seddülbahir ve Kumkale istihkâmlarını bombardıman ederek Osmanlı Devleti’ne savaş açtı.

Bu saldırı tabyalara zarar vermemiştir. Ancak Seddülbahir Kalesi içindeki tabyanın cephaneliği, isabet eden bir mermi sebebiyle infilak eder ve buraya bitişik korunakta bulunan 5 subay 81 er şehit olur. Seddülbahir’de şehit olan 81 askerimiz, Çanakkale Muharebelerinin ilk şehitleri olarak kabul edilir.

İtilaf Devletlerinin bu saldırıları mukabilinde Osmanlı Hükümeti de 11 Kasım’da İtilaf Devletlerine savaş açtığını bildirir ve 14 Kasım’da Cihad-ı Mukaddes ilan edilir.

  1. Dünya Savaşı Öncesi Osmanlı Devleti’nin Toprakları (1912-1913)

  1. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti’nin Toprakları (1918-1922)

 

Çanakkale Savaşında Boğazların Stratejik Önemi

İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya’yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul′u zaptetmek suretiyle Almanya′nın müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı’nı seçmişlerdir.

Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir. Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır. Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir. Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir. Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır”  demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır. Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır. Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir. Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.

Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur. Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur. Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.

Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar. Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

Düşman Çanakkale Savaşı’nı kazansaydı, Osmanlı Devleti neler yapacaktı? Tedbirleri nelerdi?

İstanbul’un işgal edilmesi, Payitahtın esir olması ve Osmanlı Devleti’nin düşman tarafından yıkılması demekti…

Bu olumsuz şartları ortadan kaldırabilmek için Osmanlı Hükümeti, birçok tedbir almıştır:

1) Düşman kuvvetlerinin İstanbul’u işgal teşebbüsüne karşı; İstanbul’un içinde ve çevresinde savunma hattı kurulmuştur.

2) Osmanlı Devleti’nin telgraf ile dersaadet telefon şirketi şebekesinde çalışan İngiliz ve Fransız uyruklu veya bu Devletlere yakın olan kişiler işten çıkarılacaktır.

3) Devlet’in başkentliğini İstanbul’dan, Eskişehir veya Konya’ya nakletmek.

4) Eskişehir ve Konya’da, Hanedan Ailesi, Meclis ve Resmi Daireler için binalar kiralanmıştır.

5) Padişah ve hükümeti taşımak üzere Haydarpaşa garında iki tren hazırlanmıştı. Birinci tren Padişah ile hanedanına, ikinci tren kabine ve hükümet erkanına mahsustu. Padişah Sultan Reşat ile, Beylerbeyi Sarayında gözaltında yaşayan Sultan 2. Abdülhamit Konya’ya gideceklerdi.

6) Hazine-i Hümayuna ait kıymetli eşyalar ve savaş masrafları için tahsis edilmiş olan “Bir milyon altın”, Konya’ya gönderilmiştir.

7) Topkapı Sarayındaki “Mukaddes Emanetler” Konya’ya gönderilmiştir.

8) Resmi evrak, arşiv ve değerli belgeler taşınmıştır.

9) İstanbul işgal edilecek olursa, Polis tarafından Şehir benzinlerle yakılacaktı.

10) Resmi dairelere ait binalar ile Ayasofya dahil tüm müzeler dinamitle havaya uçurulacaktı.

 11) Goeben zırhlısı, Karadeniz’e geçecekti.

 12) İstanbul’da yaşayan zengin aileler, Anadolu’ya taşınmıştı…

 

Osmanlı Topraklarının paylaşılması için yapılan gizli antlaşmalar

Bu antlaşmalardan Londra Antlaşması dikkat çekicidir. İtilaf devletleri Çanakkale Deniz Savaşında mağlup olmuştur. 25 Nisan 1915 tarihinde Gelibolu Yarımadasına kara harekatı yapmak için çıkartma yaptığının ertesi günü antlaşma yapılmıştır. Demek ki; kara yoluyla İstanbul’u işgal edeceklerine inanıyorlardı..

Londra Antlaşması; İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya arasında 26 Nisan 1915 tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma ile On İki Ada, Antalya ve çevresi İtalya’ya bırakıldı. Ayrıca İtalya Trablusgarp ve Bingazi üzerinde bazı haklar da elde edecekti. İtalya bu antlaşma ile İtilaf Devletleri’nin yanında I. Dünya Savaşı’na katılmayı kabul etmiştir.

Sykes-Picot Antlaşması ise İtilaf devletleri Çanakkale Savaşı’nı denizde ve karada kaybetmiş, aynı zamanda İngilizler 29 Nisan 1916 tarihinde Kut’ül Amare Savaşında Türklere teslim olmuştur. Buna rağmen İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’nin topraklarını paylaşmak için gizli anlaşma yapmışlardır.
Sykes – Picot ( Seyko Piko) Antlaşması; 1- 6 Mayıs 1916 tarihinde imzalanan bu antlaşma ile İngiltere ve Fransa kendi aralarında Osmanlı topraklarını bölüştüler. Buna göre; Kayseri, Harput (Elazığ), Kilikya (Çukurova), Suriye ve Musul Fransa’ya bırakılacaktır. Seyko Piko Antlaşması imzalanırken İngiliz Valisi H. Mac Mahon (Mak Mahon), Hicaz Emiri Hüseyin ile Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettikleri takdirde Arap bağımsızlığının sağlanacağına dair bir antlaşma imzaladı. İngiltere’ye ise Hayfa ve Akka limanları, Irak ve Yemen ile Fransız bölgesinin güneyinde kalan yerler bırakılmıştır.

Türk Askerlerine karşı yapılan vahşetler

Çanakkale Savaşı’nda ”çivi bombası” kullanan İngilizler, Osmanlı bünyesinde tek bacaklı bir ordu oluşmasına neden oldu.

İngilizler, özel ürettikleri zehirli çivilerle savaş suçu işlemiş! Tarihin en korkunç yöntemlerinden biri olan bu çiviler, uçaklar vasıtasıyla cephelere dağıtılmış.

Bu çiviler dört taraflı olup,her bir kancasında zehir bulunmaktadır. Ayrıca her ne şekilde atılırsa atılsın, bir kenarı mutlaka ayağa saplanacak şekilde üretilmiştir.

Bu zehirli çiviler yüzünden 12 bin askerin bacağı testereyle kesilmiş ve ateşle dağlanmış olmasına rağmen Mehmetçik savaşmaya devam etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlere, 150 bin askerimiz esir düştü. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır’ın İskenderiye şehri yakınlarında bulunan Seydibeşir Usare Kampı’na hapsedildi. Kampın tam adı, ‘Seydibesir Kuveysna Osmanli Useray-i Harbiye Kampı’ idi. Bu kampta, 1918’de Filistin cephesinde esir düşen 16. Tumen’in 48. Alayı’na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12Haziran 1920’ye kadar iki yıl boyunca her türlü işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılamaya maruz kaldılar. Bu insanlık dışı muamelenin nedeni ise Ermeniler idi…

Kamptaki, Türkçe bilen Ermeni tercümanların yalan yanlış çevirileri ve kışkırtmaları nedeniyle, kampların İngiliz komutanları, azılı Türk düşmanı kesilmişlerdi. Savaş bitmişti. Ancak, kamptaki ağır koşullar nedeniyle ölenler dışındaki askerleri teslim etmek, İngilizler’in işine gelmiyordu. Çünkü, olası yeni bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından, İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm toplu katliamdı… Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı. Mehmetçik, daha ayağını soktuğunda, aşırı krizol maddesi nedeniyle haşlanıyordu. Ancak İngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin havuzdan çıkmalarına izin vermiyorlardı. Mehmetçikler, bele kadar gelen suya başlarını sokmak istemedi. Ancak bu kez İngilizler havaya ateş etmeye başladı. Askerlerimiz, ölmemek için çömelerek başlarını suya soktular. Ancak başını sudan kaldıran artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı… Dışarı çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda etmedi ve 15 bin askerimiz kör oldu. Bu vahşet, 25 Mayis 1921 tarihinde TBMM’de görüşüldü. Milletvekilleri Faik ve Şeref beyler bir önerge vererek, Mısır’da esirlerin krizol banyosuna sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini, bunun faili olan İngiliz tabip, garnizon komutanı ve askerlerinin cezalandırılması icin TBMM’nin teşebbüse geçmesini istediler. 

Seydibeşir Esir Kampı

 

“28 Haziran 1915”

Ne olmuştu bugünde?

Gelibolu Yarımadası Alçıtepe Köyü yakınlarındaki Sığındere mevkiinde yaralılara ilk yardımın yapıldığı açık sahra hastanesine İngilizlerin gece yaptığı top atışı ile 18.000 yaralı Mehmetçik şehit edilmiştir. Türk’ün merhameti gereği, bu hastanede yaralı İngiliz, Fransız ve Anzak askerlerinin de tedavileri yapılıyormuş. Denilir ki; top atışları ile burada tedavi gören İngiliz, Fransız ve Anzak askerleri de ölmüştür…

Düşünebiliyor musunuz? İngilizler kendi evlatlarının bile tedavi olduğu bir hastaneyi ve yaralıları sömürgeci çirkin emelleri için yok edebiliyor!

Sargıyeri Hastanesinde 18.000 şehit! Düşmana tek bir kurşun sıkamadan, Sargıyeri Hastanesinde birbirlerine sarılarak, vatan topraklarına serildiler!

İngiltere Denizcilik Bakanı Çörçil(Winston Churchill), Lordlar kamarasında Çanakkale Savaşında kimyasal gaz kullanılmasını teklif etmişti. Kendisine bunun bir insanlık suçu olduğu belirtilince, Çörçil şu alçakça sözleri söylemiştir:

“Türkler insan değildir. Bu yüzden gaz kullanmamızda bir sakınca yoktur”

Çanakkale’ye getirilen kimyasal gaz bombaları, rüzgar yönünde Türk siperlerine doğru çevrilmiştir. Ancak, rüzgarın yön değiştirmesi tüm İngiliz planlarını altüst etmiştir. Bundan da vazgeçmek zorunda kalmışlardır…

Burma Şehitliği

I.Dünya Savaşı‘nda İngilizlere esir düşerek, o dönemde İngiliz sömürgesi olan Burma’ya getirilen 12 bin kadar Türk askeri arasında, yıllar süren esaret dönemi boyunca salgın hastalıklar, ağır çalışma ve esaret şartları altında şehit düşen 1500 kadar Türk askerinin gömülü bulunduğu bir şehitliktir. “Birinci Dünya Savaşı’nda Irak, Suriye, Filistin ve Arabistan cephelerinde Osmanlı ve İngiliz Orduları arasındaki çarpışmalar sırasında İngilizlere tutsak düşerek Burma’ya getirilen ve burada vefat eden aziz Türk askerlerinin anısına” ifadesi yer almaktadır.

Türkiye’ye 7500 km. mesafedeki bu uzak ülkede, Burma’ya getirilen 12 bin askerimiz yol, demiryolu, köprü ve suni göl yapımında işçi olarak çalıştırılmışlar.

Çalışmayı reddeden birçok asker de öldürülmüştür. Geriye kalanlar ise ancak Mondros Mütarekesi’nden sonra ülkelerine geri dönme fırsatı bulurlar.

Türk Şehitliği Kitabesi

Nargin Adası

Sarıkamış Savaşı’nda Ruslara esir düşen 200 subay ve 7000 er ile birlikte bölge halkından da tutukladıkları sivillerle birlikte 10 bin Türk’ü, Hazar Denizi’nde bulunan Nargin Cehennem Adasına götürmüşlerdir. Ruslar esir Türklerin yönetimini Ermenilere devretmiştir. Burada Türklere yapılan işkenceler, sefalet, hastalık ve yılan sokmalarından binlerce şehit verilmiştir.

Azerbaycan Türk Gençliği bu zulme sessiz kalmayıp, gizlice Ada’dan bir çok esir Türk’ü kaçırmıştır. Ada’dan kaçanlardan biri de Kahraman pilot Vecihi Hürkuş’tur. Vecihi Hürkuş, uçak düşüren ilk Türk tayyarecidir. 

15 Eylül 1918 tarihinde Nuri Killiğil Paşa komutasında kurulan Türk-Kafkas İslam Ordusu Bakü’yü Rus-İngiliz-Ermeni işgalinden kurtararak Azerbaycan’ı hürriyetine kavuşturmuş, Nargin cehennemi de son bulmuştur.

Nargin Adasında Türk esirler

Yönetimin yanlış kararları savaşta şehit sayısını arttırdı ve toprak kaybına sebep oldu

Çanakkale Savaşı 3 Kasım 1914 tarihinde başladı, 9 Ocak 1916 tarihinde Türklerin kesin zaferi ile sonuçlandı.

Çanakkale Cephesinde bulunan birlikler başka cephelere nakledilecektir.

Enver Paşa Türk Ordusunun İngilizlerle vatan toprakları için çarpıştığı Filistin ve Irak cephelerine asker göndereceğine, hiç alakamız olmayan Galiçya’ya Alman ve Avusturya ordusuna yardım olsun diye 15. Kolorduyu göndermiştir.

Haziran 1916’dan Eylül 1917’ye kadar  tarihe Galiçya Cephesi Savaşları olarak geçen ve bugünkü Ukrayna’dan Polonya’nın güneyindeki Krakov’a ve Viyana’ya kadar uzanan hatta Ruslara karşı Alman ve Avusturya ordularıyla birlikte savaştılar. Türk askerleri savaşın kaderini değiştirmiş ve ‘Galiçya Zaferi’ elde edilmiştir. Almanlar, Türk askerlerini cephenin ön safına sürmüşlerdir. Ancak bu zafer için ağır bedel ödenmiştir. Sadece Türk ordusu bu cephede 12 bin şehit vermiştir. 6 bin de yaralı olduğu düşünüldüğünde 33 bin kişilik 15. Osmanlı kolordusunun bu cephede yarısının şehit ve gazi olduğunu vurgulamak gerekir.

Alman ve Avusturya’lı komutanlar, Galiçya Cephesinde Türk Askerlerini denetliyor

Osmanlı Devleti, Çanakkale’de, Galiçya’da, Kafkasya’da, Irak’da, Filistin’de, Mısır’da, Arabistan’da müttefik ordularına karşı, ihanetlere ve sabotajlara maruz kalarak savaşmış, 2 milyon civarında vatan evladını şehit, yaralı ve esir olarak kaybetmiştir.

Bu kayıpların oluşumunda savaşan askerin gerekli desteği alamaması en önemli nedenlerden biri olarak görülebilir. Cephedeki askere mühimmat ve personel desteğin yeteri kadar verilememesinin de sebepleri vardır. Bunlar yoksunluktan kaynaklandığı gibi ihanet ve sabotajlarla da oluşmuştur.

Yıl 1917.

İngilizlerin 130 bin kişilik ordusu ve Arap isyancılara karşı Türk Ordusu Filistin ve Kudüs’ü savunuyor. Denizden ve karadan İngilizler saldırırken, isyancı Araplar da demiryollarını sabote ediyor, Arap halkını Türklere karşı isyana teşvik ediyorlardı…

Kutsal şehir Kudüs’ü teslim etmemek için var gücü ile savaşan Türk Ordusu, 3 ay kuşatmaya direniyor. Ancak hiçbir desteğin gelmemesi, Türkleri 30 bin şehit vererek 9 Aralık 1917 günü Kudüs’ü teslim etmek için geri çekilme zorunda bıraktırmıştır.

İngilizler Mareşal Allenby komutasında 11 Aralık 1917 günü Kudüs’e girmişlerdir. Allenby Kudüs’e girdiğinde ilk sözü şu olmuştur:

“Artık burada Türkler olmayacak.”

İngilizler’in Kudüs’e girişi

 

Kudüs’ün düşmana teslim edilmesinin en önemli sebeplerinden biri ise tarihimizin en acıklı olayından kaynaklanmaktadır.

6 Eylül 1917 tarihinde Filistin Cephesine asker sevkiyatı yapılması için, Haydarpaşa Garında askerler trene bindirilir. Müttefikimiz Alman ordusu içine sızmış olan bir Fransız ajan Ermenilerin yardımı ile Gar’da bombalı sabotaj eyleminde bulunur. Gar’da bulunan silah ve diğer mühimmatların da patlaması ile Gar’ın sevkiyat bölümü havaya uçar. Patlamanın şiddetinden tüm İstanbul sarsılır. Cepheye gitmek için trenlere bindirilmiş Türk Askerlerinin tamamı vagonlarda yanarak şehit olurlar!

Bu olay, Enver Paşa Hükümeti tarafından sansürlenir. Konuşulması bile yasaklanır..

Önemli Not:

Doğuda Rus taarruzunun başlamasıyla savaşa giren Osmanlı Padişahı 16 Kasım 1914 günü “Cihad-ı mukaddes” ilan etmiş ise de Osmanlı’nın siyasi sınırları içerisinde ve dışarısındaki Müslüman ülke ve halklarından destek görülemediği gibi savaşın daha ileri aşamalarında da düşmanlarımızın saflarında yer alarak; başında İslam’ın halifesi olan (Halife-i Rey-u Zemin ve Zillullah-ı Fil âlem) yani yeryüzünde Peygamberin halifesi ve Allah’ın gölgesi denilen Osmanlı Devleti’ne karşı isyan edip savaşmışlardır.

Çanakkale Cephesi’nde, Osmanlı Ordusunda Müslüman askerlerin yanında imparatorluğu oluşturan gayrimüslim askerler (Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Keldani) de savaştı. Bu da doğal bir şeydir. Çünkü Osmanlı bir imparatorluktu. Bunu unutmamak gerekir. Bu çerçevede ele alındığında Çanakkale Savaşları’nda, savaş meydanlarında hayatını kaybeden askerlerimizden 558’i, imparatorluğun gayrimüslim unsurlarındandı. Yani Ermeni, Rum, Yahudi kökenliydi. Bu, şehit olan her 100 askerden birinin gayrimüslim olduğu anlamına gelmektedir.

Çanakkale’de Helalleşme

Kocadere köyünde büyük bir “ Sargı Yeri ” kuruluyor. Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi Adıyamanlı , Kimi Gürünlü, Kimi Halepli herkesin gardaş olduğu günler…

Bunlardan biri Çanakkale Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır.

Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından:

“Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…”
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur.

“Ben… Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin”

” Sen merak etme evladım ” der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar.

Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de “söyleyin hakkını helal etsin” olur.

Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine nede göz yaşlarına engel olamaz.

“Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim”

Tüm Şehitlerimizi rahmet ve saygı ile anarak, Vatan için terini ve kanını dökenlerden Allah razı olsun!

YILMAZ KARAHAN

Paylaş:

Yorumlar

“1008) Çanakkale Savaşını Anlamak” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Ayşe Gül Yalkın yorum tarihi 23 Mart, 2019 15:54

    SONUNA KADAR OKUDUM…
    Ben Mülkiye ‘de diyadi tarihi Prof,dr Ahmet Şükrü Esmer ve Prof.Fahir Armaoğlu,Prof. MÜMTAZ SOYSAL’dan okudum ve en yüksek notu 9.5 almıştım,üçünden de..10 vermezlermiş,çünki…..
    SİZİN YAZDIKLARINIZ ,beni daha fazla etkiledi.Tek farkı ,siz olay tarihleri ,Padişah ısimleri gibi detaylarla okuyucuları yormamayı tercih eder olmanız. Ayrıca üzerinden yıllar geçince insan olayların hassasiyetini unutuyor,unutmamak lâzım.

Yorum yap