4) DOĞU TÜRKİSTAN
Yayin Tarihi 23 Ekim, 2007
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
DOĞU TÜRKİSTAN
(Bu yazı, Türk Yurdu dergisinin Eylül 1992 tarihli 61. sayısında basılmıştır.)Türkistan, Asya’nın tam göbeğindedir. Yani tam anlamıyla Orta Asya’dır.
Burada,Türkistan’ın dört tarafının da denizden aynı uzaklıkta bulunduğunu ve dünyada denizden en uzak tek bölge olduğunu da söyleyebiliriz.
Cengiz’in ve Timur’un,dünyanın ve tarihin en büyük fatihleri olabilmelerinin sırrı, Türkistan’ın Karalar Çağı’ndaki bu coğrafi konumunun sağladığı imkanlarda yatmaktadır.
Uçsuz bucaksız Türkistan bozkırlarındaki ve dağlarındaki atlı insan, Türkistan’dan Avrupa-Asya karalar okyanusunun dört tarafına yayılan Cengiz ve Timur ordusunun güç kaynağı olur.
Kuzey Buz Denizi’nden Hint Okyanusu’na kadar, Büyük Okyanus’tan Atlantik Okyanusu’na kadar uzanan kervan yolları Türkistan üzerinden geçer.
Türkistan’da yoğurulan bu Kuzey. Güney, Doğu ve Batı’nın ticari ve medeni değerleri, Türkistan insanlarının hem maddi hem manevi kaynağı olur.
Fakat, çağ değişir, müspet bilimler gelişir. Moğol’u ve Türk’ü coşturan atın hızı deniz kıyılarında kesilir. Avrupalılar gemi ve pusula ile okyanus ötesindeki bilinmeyen karalara gider. Karalar Çağı (Orta Çağ) kapanır, Deniz Çağı (Yeni Çağ) başlar. Karalar çağı kapanınca, Türkistan da karalar okyanusundaki rolünü kaybetmeye başlar. Artık Türk’ün de karadaki fatihlik çağı yavaş yavaş kapanır. Dünyamız, denizci yeni fatihler tarafından işgal edilir.
Böylece bir zamanlar fatihlerin ana yurdu olan Türkistan,doğuya yayılan Ruslar ile batıya yayılan Çinliler arasında paylaşılır.
Batı Türkistan’da 1870’li yıllarda gerçekleşen Rus istilası ile 1878 yılında Yakup Bey Devleti’ni yıkan ikinci Çin istilası’na kadar, Türkistan’ın bu iki bölgesi arasında siyasi sınır yoktur.
Doğu Türkistan’daki Çin’e karşı bütün isyanlar, Batı Türkistan’daki hanlıklar tarafından desteklenir.
Çin katliamından kaçan Doğu Türkistanlılar, zaman zaman Batı Türkistan’daki hanlıklara sığınırlar.
Yakup Bey’in Batı Türkistan’dan gelerek, Doğu Türkistan’da bir devlet kurması (1865-1878), Türkistan tarihindeki milli dayanışmanın en canlı örneğidir.
Bu yüzden Çinliler 110 yıl (1755-1865) süren ilk istila eylemlerinde başarılı olamamışlardır. Fakat, Ruslar’ın Batı Türkistan’ı hızlı bir şekilde işgale kalkması yani Türkistanlılar’ın hem batıda hem doğuda iki dev düşmana karşı iki cephede savaşmak zorunda kalması, Türkistan’ın kaderini büsbütün değiştirir.
Türkistan’ın paylaşılmasında Ruslar ile Çinliler dayanışma içine girer. Yakup Bey Devleti’ne karşı seferber edilen kalabalık Çin ordusunun yiyeceği Ruslar tarafından karşılanır (Sadri 1984:297).
İşte, Batı Türkistan veya Rus Türkistanı, Doğu Türkistan veya Çin Türkistanı adları, bu iki yönlü istiladan sonra ortaya çıkar.
Ruslar, 1920’li yıllardaki Batı Türkistan’da kurduğu (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan) yeni idari kurumlarının oluşmasına kadar, bu bölgeyi genel olarak Türkistan kabul eder ve bütün Batı Türkistan için ”Türkistan Valiliği” adı altında bir idari kurum kurarlar. Türkistan’ı Uzak Doğu’ya bağlayan demir yoluna TÜRKSİB (Türkistan-Sibirya) Demir Yolu adını vermeyi sakıncalı görmezler.
Fakat, Çinliler İkinci Çin istilası’na kadar Doğu Türkistan’da siyasi ve idari bir kurum kuramamışlardır.
Çinliler’in her şehir yanına birer savunma kalesi kurarak, orada bıraktığı askeri birlikleri, zaman zaman Türkler tarafından yok edilir. Sadece Çinliler’in yerleştiği bu savunma kaleleri, sonradan Kaşgar Yeni Şehri, Aksu Yeni Şehri, Yarkent Yeni Şehri şeklinde adlandırılmıştır.
Çinliler bu yeni kurduğu savunma kalelerine ”Hençin” (Çinli Şehri), eskiden var olan şehirlere ”Huyçin” (Müslüman Şehri), adını verirler (LİU 1988:991).
”Türk Şehri” adını hiç kullanmamışlardır. Çinliler Doğu Türkistan’a hakim olduklarını ancak 1884 yılında, İkinci Çin İstilası’ndan sonra, burası için ”yeni toprak” veya ”kazanılmış toprak” anlamıma gelen ”Şin Can” adını kullanarak ifade ederler (Hayıt 1975: 147-148).
Fakat, bu 1878 yılında başlayan İkinci Çin Istilası da, Çinliler için Doğu Türkistan’da tam bir istikrarlı ortam yaratamamıştır.
Bu dönem içinde Tanrı Dağları’nın güneyinde 1933 yılında, Tanrı Dağları’nın kuzeyinde 1944 yılında cereyan eden isyanlar sonucu 1 0 yıl ara ile iki milli devlet kurulur Birinci Milli Devlet 1933-1934 yılları arasında bir yıl yaşar.
Hoca Niyaz Hacı başkanlığındaki Nisan 1931’de başlayan Kumul İsyanı;
Mahmut Muhiti başkanlığındaki Ocak 1933’te başlayan Turfan İsyanı ;
Mehmet Emin Buğra başkanlığındaki Şubat 1933’te başlayan Hoten İsyanı gibi ciddi silahlı eylemler sonucu, 12 Kasım 1933’te Sabit Damolla başkanlığında Kaşgar’da ”Şarki Türkistan İslam Cumhuriyeti” adıyla bir Türk devleti kurulur (Buğra 1952:29,30,42).
Fakat, Ruslar’ın böyle bir devletin kendi hududu yanında yaşamasına hiç tahammülü yoktu.
Ruslar’ın koyu desteğiyle 12 Nisan 1933’te İrümçi’de hükümet başına gelen Çin ordusunun albayı Şın Şi Sey, hem barış, hem terörden ibaret iki yüzlü politika takip ederek, bu Kaşgar’daki Türk devletini ortadan kaldırmaya muvaffak olur.
Hoca Niyaz Hacı İrümçi’deki Şın hükümetinin başkan yardımcılığına getirilir ve bir müddet sonra hapsedilir. 1942’de boğularak öldürülür (Ötkür 1985:416).
İkinci Milli Devlet 1944-1949 yı1ları arasında beş yıl yaşar.
İli vilayetinin Nılkı nahiyesinde, Kazan Türkleri’nden Fatih Müslim’in başkanlığında ortaya çıkan isyan, kısa bir zaman içinde 12 Kasım 1944 günü Gulca’da ”Şarki Türkistan Cumhuriyeti”nin kuruluşunu sağlar.
1945’te bu cumhuriyete Altay ve Tarbagatay vilayetleri de katılır. Ne yazık ki, bu cumhuriyet de, 1949 yılının ikinci yarısında, Stalin ve Mao işbirliği altında tertip edilen Üçüncü Çin: istilası ile yıkılır.
Cumhurbaşkanı Ahmetcan Kasimi başta olmak üzere, cumhuriyetin ileri gelen şahsiyetleri, Pekin’deki kurultaya davet edilme gerekçesiyle bir Rus uçağına bindirilir ve ”uçak kazası” süsü ile öldürülür.
Dünyamızda 1990’lı yılarda cereyan eden büyük değişim sonucu ortaya çıkan olgular, bu ”uçak kazası süsü ile öldürülmenin” bugünkü Kazakistan’ın hudut şehri Almatı’da gerçekleştiğini kanıtlamaktadır (Kurban 1994:33-34).
Bu siyasi faciadan sonra, Doğu Türkistan tarihinin iki komünist devlet arasındaki çaresiz ve en karanlık günleri başlar.
Böylece Doğu Türkistan üzerindeki Çin istilasını üç büyük devreye bölebiliriz :
1755-1865 yıllarını kapsayan Birinci Çin istilası Devri.
Bu devreye değişik bir ifadeyle isyanlar Yüzyılı da denilmektedir. Çünkü bu devrede 9-1 0 defa büyük isyan meydana gelmiştir.
1878-1944 yıllarını kapsayan İkinci Çin İstilası Devri
ve..
1949’dan başlayan Üçüncü Çin Istilası Devri.
Bu Üçüncü Çin İstilası Devri’ne, değişik bir ifadeyle Komünist Çin İstilası Devri de denilebilir.
Yakın çağımızın dünyasında, hiçbir yöre Doğu Türkistan kadar çok isyanlara ve tekrar tekrar istilalara sahne olmamıştır.
Hiçbir topluluk Doğu Türkistanlılar kadar zulüm ve katliamlara maruz kalmamıştır. 250 (1755–2002). )yıllık esirliğin birikimini halen taşımakta olan Doğu Türkistanlılar kadar bahtsız ve zavallı başka bir topluluk yoktur.
Türkistan’ı paylaşarak istila eden bu iki milletin (Ruslar’ın ve Çinliler’in) kültürü ve geleneği birbirinden çok farklı olduğu için, onların sömürge politikaları da, istila edilen topluluğa karşı tutumları da çok farklıdır.
İngilizler’in ve Ruslar’ın sömürge politikası, sömürgelerin hayranlığına dayanır. Fakat, Çinliler’in sömürge politikası daha değişiktir.
Uzun tarihi boyunca, başkalarının istilası karşısında sayıca üstünlüğü ile ayakta kalabilen bu millet, sayıca üstünlüğü ile elde ettiği sömürgelerini de, sadece sayıca üstünlüğüne dayanan ırkçı bir politikayla ellerinde tuttular.
Yapımı yüzyıllarca süren Çin Seddi, işte bu insan çokluğunun, insan horluğunun ürünüdür.
Çinliler’in başkalarına verebileceği ancak Çinciliktir.
Bu yüzden Çinliler, Doğu Türkistan’ı istila ettikten sonra, Türkler’in milli benliğini ifade eden ”Türk” (Çince telaffuzu Tu Cü) sözcüğünün yerine Huy Huy (Müslüman) sözcüğünü, ”Türkistan” sözcüğünün yerine Şi Yü (Batı Bölgesi) sözcüğünü kullanırlar.
”Türk” (Tu Cü) sözcüğünü hiç ku1lanmamışlardır. Elbette bunun sebebi çok açıktır. İstila edilmiş topluluk için, onların milli kimliğinin yerine dini kimliğini kullanmak, istilacıların işine gelmektedir.
Çünkü ”Türk” sözcüğü,bütün Türk boylarını birleştiren ve tarih boyunca her zaman iktidar anlamıyla ortaya çıkan bir kavram olduğu için,Çin’in milli devlet geleneği olan
”Başkalarını birbirine karşı kışkırt ve parçala, yut” (Barthold 1990:405),
politikasına ters düşecektir.
Çinliler’e göre, Çinliler’in işgalindeki herkes, kesinlikle Çinli olmalıdır. Zaman ve değişen rejimler Çinliler’in bu milli öze1liğini değiştirmemiş belki de geliştirmiştir.
Çin komünistleri azınlık haklarının koruyucusu görünümü altında, Doğu Türkistan için
”Şin Can Uygur Özerk Bölgesi” adını ku1landıkları halde, buradaki Uygur ve Çinli oku1larını ”yapay ayrılık” diye, Uygur ve Çinli çocuklarını aynı okula toplamaları
ve
Çin’den çok sayıda göçmen getirerek, Uygurları kendi yurdunda azınlık durumuna düşürmeleri, Çin Komünist Partisi ve Devleti’nin kurucusu Mao tarafından geliştirilmiş tipik bir Çin ırkçılığının uygulanışıdır.
Sözde ırkçılığa karşı olan komünizm, Çin ırkçılığını daha çok körüklemiştir.
Komünizm, Çin ırkçılığı yararına, istila edilenlere karşı kullanmada en güçlü felsefi bir silah oluvermişti.
Gerçi bugün Çin komünistleri, komünizmin iktisadi ilkelerinin iflas ettiğini, kendi çıkarları açısından, uygulamada kabul etseler bile, komünizmin diktatörlük ve ırkçılık için hayati önemi olan tek partili ve tek uluslu idari ilkelerinden vazgeçmediler.
Fakat, günümüzdeki hızlı değişim sonucu gittikçe yaşamın vazgeçilmez ilkesi haline gelen özgürlük ve demokrasi karşısında, bugün Kızıl Çin çaresizdir. Onun ilişkilerindeki, uygulamalarındaki yalan gülümsemeleri geçersizdir. Özgürlük ve demokrasi kavramı, Kızıl Çin’in ölüm fermanıdır.
Komünist Çin yakın geçmişte,”Özerk Bölge” diye adlandırdıkları Doğu Türkistan’da bütün kadroları Çinlileştirmek için şu sloganı kullanırdı:
”Amacımız millileştirmek değil, komünistleştirmektir”.
Böylece Çinliler, bir taraftan, ”özerksiniz” diye aldatıyor, öbür taraftan komünizm kalkanına sığınarak, özerkliğe karşı cephe alıyorlardı.
Onlar, ülkenin asıl sahibi olan Uygurlar’ın milli benliğini, gururunu ezik tutmak için, ”Yaşasın Ulu Çin Milleti” sloganını, devletin yüksek siyasi hayatından başlayarak, fertlerin aile ve özel hayatına kadar güncelleştirdi.
Bir Çinliye ”Çapak Hitay” (Çapak Çinli) diyebilen bir Uygur, ömür boyu hapse mahkum edildi veya öldürüldü.
Komünizme bilhassa Çin’e karşı siyasi suç söz konusu ise, Çin polisi bir suçluyu yakalamak için bin adamı hapsetmekten çekinmez. Çin mahkemesi bir suçluyu öldürebilmek için bin adama ölüm hükmü giydirmekten çekinmez. Ölümden kıl payı kurtulabilen siyasi suçluların toplandığı Taklamakan Çölü’ndeki ”Tarım Toplama Kampı” ünlüdür.
Çarpıcı sloganlara en çok ihtiyaç duyan rejim komünizm olduğu gibi, çarpıcı sloganları en çok seven ve kullanan millet de Çinlilerdir.
Çünkü sloganlar haksızlıkları ve zayıtlıkları kapatmanın en kolay ve etkisi geçici de olsa en etkili çaresidir.
Sloganlar en iyi afyon yutturmaca yoludur. Burada, Çin milletinin kendine özgü en tipik özelliği, mantık yerine iradeden yani somut eylemden yana psikolojik yapıya sahip olduklarını ayrıca belirteyim. Komünizm, Çin’in toplum ve karakter yapısına uygun gelen bir hayal ürünü olduğu için, bu ilkenin sahipleri olan komünistlerin vaatlerinin ve sözlerinin gerçek hayatta yerine getirilmemesi sorumluluk arz etmez.
Onlar için önemli olan, bu hayal ürününün sözde olsa bile yaşatılması ve bu sözlerin arkasına sığınan Çinliler’in, bu yalanların kurbanı olan milyonların hesabına rahatça geçinebilmesidir.
İnsanlık ve adalet adına taht sahibi olan Çinli dahilerinin (!), aldatılan bu milyonların üzerinde bir istibdat olarak saltanat sürebilmesidir. Bu yüzden, Uygurlar’ın cesur milliyetçisi Abdurehim İsa kendisinin öldürülmesine sebep olan şu hükmü söyler:
”Çinliler’in özerk bölgesi olmaktansa, İngilizler’in sömürgesi olmak daha iyidir”.
Evet, Çin komünizmi, klasik sömürgeciliği özleten, gelişmiş yirminci yüzyıl sömürgeciliğidir.
”Kapitalizm ile klasik sömürgeciliğin haksızlıklarına karşı, dünyaya, hiç kimsenin hiç kimseyi sömüremeyeceği yeni düzen ve adalet getirdiklerini”
söyleyen, iddialarında çok inatçı ve son derece cahil olan Çin komünistlerine karşı böyle bir yalın mantık ile ortaya çıkmak, elbette yalnız cesaret işi değil, aynı zamanda Çin komünistleri hakkındaki doğru ve derin bilginin de sonucudur.
Abdurehim İsa, Çin komünistleri hakkındaki bu bilgiyi, Çin komünistleriyle beraber çalıştığı 8 (1949-1957) yıllık çalışma hayatı sırasında elde etmiştir. Fakat, Çinliler ile beraber çalışmak, Çinliler ile beraber yaşamak hiç de kolay değildir. Bu yaşam her şeyden önce yalan ve haksızlıklara katlanmak demektir. Çinlilerle beraber yaşarken cesurluğu ve dürüstlüğü seçmek ölümü seçmek demektir.
Orhun Abideleri’nde, Çin hakkında 1300 yıl önceki ölümsüz Türk ikazı bugün de geçerlidir :
”Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa, kabilesi, milleti, akrabasına kadar barındırmazmış” (Ergin 1 980: 18).
Çin tehlikesi ve kötülükleri hakkındaki yalın tarihi gerçek şu ki, Türkler güçlü veya zayıf dönemlerinde olsun, tarih boyunca, Çinliler’in karşısında bir kaya gibi onların etrafa genişlemesine engel olmuştur.
Türkler’in sayesinde kuzeydeki ve batıdaki bir çok milletler bu arsız ve zalim milletin olası istila ve zulmünden kurtulmuştur.
Yani, Türkler bir kalkan gibi Batı uygarlığını bu ”Sarı tehlike”den korumuştur. Türkler tarihteki bu rolleri itibarıyla insanlık ve uygarlık adına övünmekte haklıdırlar.
Fakat, Türkler bu hizmetine karşılık Batı milletlerinden yardım görmek şöyle dursun, onların da saldırısına uğramıştır.
Türkistan’a yönelik Arap, Fars, Rus, Kalmuk saldırıları, Türkler’i çoğu zaman iki cephede savaşmak zorunda bırakmıştır.
Yine de bu millet, düşmanlarının bu kadar çok olmasına rağmen, tarihteki görevinin bu kadar ağır olmasına rağmen, ırkının, dilinin asilliği ve yaşam biçiminin hareketliliği sayesinde günümüze kadar gelebilmiştir.
Ne acıdır ki, bu ağır görev bugün sadece Uygurlar’a yüklenmiş gözükmektedir. Batı Türkistan’daki Türk cumhuriyetleri Çin ile çeşitli anlaşmalara imza atarak,Çin’in dostluğunu kazanmaya çalışırken, Türkiye Cumhuriyeti, Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’i Devlet Nişanı ile ödüllendirdi (20. 04. 2000).
Yıl 1877 Mayıs, Yakup Bey hayata gözlerini kaparken, Çinliler’in öç alma hırsı şiddetle devam eder. Çin birliklerinin Kaşgar’ı işgal ettikten sonra yaptıkları ilk iş, Yakup Bey’in mezarını bulup, cesedini ateşe vermek olur. (Sayrami 1986 : 611 )
1221 yılında Horasan’ın Merv şehrini işgal eden Tuluy komutasındaki Moğol ordusu, Selçuklu Sultanı Sencar’ın mezarını bulup, cesedini ateşe vermişlerdi (Howorth 1876 : 87).
Avrupalılar bu Moğollar’ı ”barbar” olarak nitelendirmişti.
Fakat, aradan 700 yıl kadar zaman geçtikten sonra, Orta çağ Moğolları’nın yaptıklarını yapan Yeni çağ Çinlileri’ni nitelendirmek için nasıl bir sözcük kullanılabilir? Sömürgecilik ve komünistlik utanç veren bir eylem ve kavram olmaya başladığı günümüz dünyasında, Çinliler’in bu eylem ve kavrama sıkı sıkı sarıldığının sebebi nasıl izah edilebilir?
İngiliz ve Rus istilası ve sömürgeciliği, bilgi arayışıyla güçlü olma isteğinden ileri gelmişse, Çin istilası ve sömürgeciliği başkalarına zulmetmek zevki ile geçim derdinden ileri gelmektedir. Zulümden zevklenmek tipik bir Şark geleneği olup, bu geleneğin asıl kaynağı Çin’dir. Sömürgecilik ve komünizm Çin’in geleneğine ve asıl karakter yapısına, isteklerine uygun geldiği için, sömürgecilikten ve komünizmden Çin, hiçbir zaman kendiliğinden vazgeçmez.
Çinliler’in, Türk komünistlerini yani vatan hainlerini kullanarak, ister siyasi bakımdan olsun, ister maddi ve manevi bakımdan olsun, Doğu Türkistan’da yürüttüğü bütün eylemleri, bazen sinsi, bazen açık olarak, Doğu Türkistan Türklüğü’nü top yekun yok etmeye yöneliktir.
Bu yüzden Doğu Türkistan Türkleri’nin Çinliler’e karşı duyduğu kin ve nefret sonsuzdur. Bu kin ve nefretlerin 250 yıllık birikimini, patlamaya hazır bir bomba gibi Kalbinde taşıyan Doğu Türkistan Türkleri, istiklal ve özgürlüğünü elde edene kadar geçmişte olduğu gibi yine birçok isyanları ve olası acımasız kanlı katliamları göze alacaktır.
İnsanlık ve adaletten nasibini almamış gaddar ve zalim bir istilacı karşısında, Doğu Türkistan Türkleri’nin, geçmişte olduğu gibi bugün de isyandan başka seçeneği yoktur. İsyan, yaşamın ağır bir yük olduğu, sadece başkalarının yaşaması için yaşayan topluluklarda kaçınılmaz bir olaydır. İsyan, mazlumların son çaresidir.
İsyan, kan ve can pahasına olsa bile, mazlumların acısını dindiren, yaşamını tazeleyen, insanlık aleminin, insanlık tarihinin fırtınasıdır. İnsanlık aleminde zalim ve mazlum var olduğu müddetçe, zalimlere korku, mazlumlara ümit veren bu isyan da var olacaktır. Sömürmekten ve zulmetmekten kendiliğinden vazgeçmek gibi akıllı bir eğilim, İngilizler’de ve Ruslar’da var, Çinliler’de yoktur. Bu yüzden Doğu Türkistan Türkleri’nin kurtuluşu için tek yol isyandır.
İklil KURBAN
Yorumlar
Yorum yap