222) AFRİKA’DA BÖLÜNME SENARYOLARI
Yayin Tarihi 4 Nisan, 2010
Kategori SİYASİ
Afrika’da bölünme senaryoları
Afrika’da batılı ülkelerin çizdiği ülke sınırları ve körüklenen çatışmalar, bölünme senaryolarını akla getiriyor.
Üç önemli medeniyetin temsilciliğini yapan Afrika kıtası bugün 1 milyarı aşan nüfusuyla Asya kıtasından sonra dünyanın en yoğun nüfuslu ikinci toprak parçası. Kıtlık, AIDS gibi olumsuzluklara rağmen %2,6 nüfus artışıyla 2050 yılında kıta nüfusunun 2 milyara yaklaşması bekleniyor. Dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmasına rağmen halen en dinamik nufüsa sahip. Kıta nüfusunun neredeyse yarıya yakın kısmını %43 ile 15 yaş altı genç nüfus oluşturuyor. Giderek yaşlanan dünya genel nüfusu ile kıyaslandığında bu rakamlar her bakımdan ciddi bir potansiyel taşıyor. Bir bakıma bizlere gelecek yıllarda kıtanın öneminin giderek artacağını gösteriyor.
Ali Mazrui’nin ifade ettiği gibi Afrika kıtası İslam medeniyeti, Hıristiyan medeniyeti ve geleneksel Afrika inançlarına ev sahipliği yapmakta. Tarihten bu yana yeryüzünde bu üç medeniyetin önemli bir temsilcisi. Hıristiyan misyonerlerin hummalı çalışmalarına rağmen kıta genel nüfusunun %44’ü hala Müslüman. Aslında Afrika kıtası İslam coğrafyasının önemli bir parçası aynı zamanda. 1.6 milyarlık İslam dünyasının %28’ine Afrika ev sahipliği yapıyor. Kıtanın %36’sı Hıristiyan ve geriye kalan %20’lik kesim ise geleneksel inançlar barındırıyor. Buna rağmen önemli bir paradoksu işaret etmek gerekiyor. Bugün Afrika’nın geleceğini Batılı yahut Uzak Doğulu büyük küresel güçlerin sahneye koyduğu politikalar belirliyor. Tarihte Afrika’nın önemli bir bölümünde söz sahibi olmuş, Akdeniz, Kızıl Deniz ve Hint Okyanusu sahillerini donanma üstü olarak kullanmış önemli aktör Osman Devletinin ardından Afrika tamamen küresel güçlere teslim edilmiş durumda. Büyüme hızını katlamak için gerekli hammadde ihtiyacı için Afrika’ya saldıran Çin bile kıta üzerinde Müslümanlardan daha çok söz sahibi.
Hemen hemen her Afrika ülkesinde farklı inançtan insanları yanyana görmek mümkün. Örneğin Etiyopya nüfusunun %64’ü Hıristiyan iken %37’si Müslüman; Eritre nüfusunun %50’si Müslüman iken %50’si Hıristiyan; Çat nüfusunun %53’ü Mülüman iken %35’i Hıristiyan. Afrika’daki ülkelerin tamamı 20.yy’da her ne kadar bağımsızlıklarını ilan ettilerse de bu ülkelerin sınırları üzerine ihtilaflar devam ediyor. Batılı sömürge ülkeleri tarafından çizilmiş sınırlar doğallıktan çok uzak. Bu da beraberinde ciddi sorunları getiriyor.
Son günlerde önemli petrol rezervlerine sahip Nijerya ve Sudan hakkında bölünme senaryoları sık sık gündeme getiriliyor. Sebep olarak da Hıristiyan ve Müslüman çatışması gösteriliyor. Nijerya nüfusunun %47’si Müslüman ve bir o kadar da Hıristiyan nüfusu var. Diğer taraftan Sudan nüfusunun %70’i Müslüman iken %10’u Hıristiyan. Petrol zengini Güney Sudan’da yaşayan Hıristiyan nüfus 2011 yılında referandum ile Sudan’dan ayrılıp ayrılmayacağına karar verecek. Güneyli Hıristiyanlar üzerinde etki alanı oluşturmuş çevreler şimdiden ülkeyi bölünme psikolojisine hazırlıyor. Her fırsatta kuzey ile güney arasındaki gerilimi tırmandırıyor. Küresel rekabetin kızıştığı son yıllarda ülkeler bölgesel entegrasyonlar ile rekabet güçlerini arttırmaya çalışırken Afrika kıtasında tam tersine bir trend işliyor. Afrika Birliği yerine yeni bölünmeler bekleniyor. Daha düne kadar Afrika Birliğini her fırsatta dillendiren Libya lideri Kaddafi bile kendisiyle çelişerek etnik çatışmaların durması için Nijeryanın bölünmesi gerektiğini savunuyor.
Nijerya’nın ve Sudan’ın bölünmesiyle sorunların çözüleceğini beklemek saflık olur. Bu mantıkla gidilirse Afrika ülkelerin hemen hemen hepsinin iki ya da üç kez bölünerek küçük şehir devletlerine dönüşmesi gerekir. Bugün her Afrika ülkesinde Müslümanlar ve Hıristiyanlar yan yana yaşıyor. Kuzey Afrika’daki birkaç ülkeyi saymazsak halkının tamamının bir dine inandığı hiç bir ülke bulamayız. Bölmek her zaman birleştirmekten kolay. Kıta ülkelerini bölmek için harcanan çabalar eğitim ve sağlık gibi alanlara harcansaydı bugün Afrika kıtasının yüzleştiği hayati sorunların çoğu olmayabilirdi. Etnik ve dinsel çatışmalarda kullanılan silahlara ayrılan fonlarla kıtanın altyapısı baştan sona inşa edilebilirdi. Belki sorulması gereken asıl soru kıtanın kaderini neyin belirlediği: doğal kaynaklar mı dinsel çatışmalar mı?
Afrika ülkelerinin günümüz ucube sınırları sümergeci Avrupa’nın acımasız çıkarları üstüne inşaa edilmiştir. Bugün üzerinde hala tartışılan günümüz Afrika sınırları doğallıktan ve Afrika iç dinamiklerini yansıtmaktan oldukça uzaktır. Afrika ülkelerinin sınırları çok değil bundan yüz sene evvel Avrupalı güçler tarafından masa başında çizilmiştir. 1984-85 Berlin Konferansında biraraya gelen İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Portekiz ve İspanya aralarında uzlaşmaya vararak sömürecekleri toprakları belirlemiştir. Bu konferans sonrası Afrika kıtası bugünkü tuhaf sınırlarına kavuşmuştur. Sonuça bir çok kabile iki sınır arasına sıkışarak bölünmüştür. Sömürge dönemi öncesi ‘Afrikalılar’ olrak tanımlanan kıta insanı Avrupalılar kıtadan çekildiğinde ‘Ugandalı’, ‘Kenyalı’ yahut ‘Nijeryalı’ olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Milliyetçilik hareketleri Afrika’da sömürgecilikle birlikte yeşermeye başlamıştır.
Sömürgeci güçler Afrika’ya önemli bir mıras bıraktılar kıtadan fiilen çekilirken. Afrika’nın vizyonsuz liderleri ise bu yapay sınırları o kadar ciddi benimsediler ki bu sınırlar için çatışmaya başladılar. Bugün bakıldığında kıta içerisinde 100’ün üzerinde sınır çatışması mevcut. Bu çatışmalarının tamamının odağında ise etnik ya da dinsel vurgular var. Cibuti ile Etopya arasında, Etopya ile Eritre arasında, Sudan ile Mısır arasında, Sudan ile Güney Sudan arasında, Nijerya ile Kamerun arasında sınır ihtilafları sürüp gitmekte. Bütün bu çatışmaların faturasını ödeyen ise sadece masum Afrika halkıdır.
Sınırlar arasında bölünmüş topluluklara en güzel örnek Masalit kabilesi verilebilir. Bugün tam olarak bilinmese de 250.000’in üzerinde nüfusa sahip Masalit kabilesi Sudan-Çat sınırına sıkışmış durumda. Kabilenin bir bölümü(140.000) Sudan’ın batıdaki Darfur eyaletinde yaşarken geriye kalan kısmı Çat’ın doğusunda yaşamakadır. Kendine has bir dil kullanan Masalitler Sudan-Çat sınırı ile ikiye bölünmüş ve iletişimleri kesilmiştir. Afrika kıtasının üzerine giydirilen yapay sınırlar Masalitler gibi birçok kabileyi bölüp parçalamıştır. Bu parçalanma bugün halen devam etmektedir.
Son zamanlarda parçalanması gündeme gelen önemli Afrika devletlerinden biri Nijerya ve diğeri Sudan’dır. Her iki ülkenin de Müslüman-Hıristiyan ya da bir diğer ifade ile Kuzey-Güney çatışması neticesinde bölünmesi gerektiği dillendiriliyor. Her iki ülke de son zamanlarda önemli petrol rezervleriyle gündeme gelmekte ve ikisi de Çin’e yakınlaşmalarıyla bilinmekte. ‘İslamın kanlı sınırları’ başlığı altında Sudan ve Nijerya’ya değinen Medeniyetler Çatışması tezinin sahibi S.P. Huntington’a göre de bu iki ülke fay hattı savaşlarının yaşandığı merkezler.
2011 yılında referandum ile yarı özerk Güney Sudan’ın Sudan’dan ayrılıp yeni bir devlet kurması bekleniyor. Bu ayrılmayı dört gözle bekleyen bazı güç merkezleri ise şimdiden referandum sonucu kesinleşmiş gibi hareket etmekte. Bu çevrelerin öngörüsüne göre 2011 Referandumu ile Güneyin Afrikalı Siyah Hıristiyan halkı Kuzeyin Arap Müslüman yöneticilerine sonunda dersini verecek. Bir taraftan tüm bu tartışmalar yapılırken ilginç bir ayrıntı ise daima es geçiliyor: Güney Sudan denen bölgenin neresi olduğu? Ya da Güney Sudan’ın sınırlarının nerede başladığı? Bu belirsizlik de aslında bölünme gerçekleşse bile Kuzey ile Güney arasında sınır anlaşmazlığının devam edeceğinin en büyük göstergesi. Helede bahsedilen sınırların tam da petrol çıkan yerleşim birimlerine yakın olması işi daha da derinleştiriyor.
Konuyu biraz daha irdelemek adına belki Sudan’ın güney bölgelerine daha yakından bakmak gerekir. Günümüzde Etopya, Kenya, Uganda ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile çevrelenmiş Güney Sudan’ın Sudan’a dahil olması Sudan’daki Osmanlı-Mısır yönetimi dönemine rastlamakta. 1821 yılında Osman-Mısır yöneticileri Mısır’dan Sudan topraklarına indiklerinde o zaman Güney Sudan olarak adlandırılan bölge günümüz Sudan’ının Nuba-Kurdufan bölgesine tekabül etmektedir. O dönemde Sudan’da hüküm süren Funj Sultanlığının başkenti Sennar, Osmanlı-Mısır yöneticileri tarafından ele geçirilmiş ve daha sonra güney bölgelere doğru fetih devam etmiştir. Başkenti Sennar’dan bugünkü Hartum’a taşıyan Osmanlı-Mısır yönetimi, Funj Sultanlığını ele geçirip Nuba-Kurdufan bölgesini aşarak daha da güneye inip bugün Güney Sudan denilen bölgelerin büyük kısmını kontrol altına almıştır. Böylece 1874 yılı geldiğinde Ekvatorya ve Bahrel Gazel bölgeleri Sudan’a dahil olmuş; düşük yoğunlukta nüfusun barındığı Ekvatorya eyaleti İngiliz kökenli Gordon Paşaya devredilmiştir. Gordon Paşa daha sonraki yıllarda ise İsmail Paşa tarafından tüm Sudan’a yönetici olarak atanmıştır. Güney Sudan’ın Hıristiyanlaşması ise daha sonraki yıllarda İngiliz-Mısır hakimiyeti altında gerçekleşmiştir. O dönemde Sudan’da yürütülen eğitim faaliyetlerinde misyoner kiliseler aktif rol almış ve özellikle Güney Sudan’da çok sayıda okullar açmışlardır. 1926 yılına kadar eğitim faaliyetleri Güney Sudan’da sadece misyoner okulları aracılığıyla yürütülmüş ve bölgenin büyük bölümü bu sayede Hıristiyanlaştırılmıştır.
Bugün Afrika’da ayrımcılık için vurgululanan Güneyli Hiristiyan-Kuzeyli Müslüman ya da Arap-Afrikalı argümanları Afrika için çok yenidir. Yirminci yüzyıla kadar ‘Afrikalı’ olarak yaşayan halklar arasında etnik ve dinsel ayrımcılık unsurları tetiklenmiş ve bu yolla Afrika topluluklarının bölünmesi arzulanmıştır. Bu bölünmelerden hangi güçlerin ne gibi rantlar sağladığı ise sorulması gereken başka bir sorudur.
Serhat Orakçı-Dünya Bülteni /Hartum
Yorumlar
Yorum yap