198) HORASAN’DAN, ANADOLU’YA BİR YOL HİKAYESİ-15 (ALEVİ TÜRKLER)
Yayin Tarihi 20 Aralık, 2009
Kategori SOSYAL
Horasan’dan Anadolu’ya bir ‘YOL’ hikayesi-15
ALEVİ TÜRKLER
‘Devlet terörü’nün köklü mazisi
Anadolu Türkmenlerinin var olma mücadelesinden vazgeçmeyeceğini anlayan Kuyucu Murat Paşa, Boşnak İsmail Paşa gibi devşirme yöneticiler toplu katliamlarla tarihin en ibret verici Türk kıyımlarına imza attılar
Semah, Erdoğan’ın tabiriyle “cümbüş” değil, Aleviler için “maddi dünyadan maneviyata geçme” ritüelidir.
Çetin Yetkin, “İktidara Karşı Türk Direniş ve Devrimleri”nde “devlet terörü” olarak adlandırıyor yapılanları. Bu da demek oluyor ki çok bildik bir hikaye anlatacağız bugün.
Devleti ele geçirenlerin, “ebed müdded” ellerinde kalması için yaptıklarını okurken, kullanılan baskı ve zulüm araçlarını değiştirin mesela onca insanın kılıçtan geçirilmediğini de, hayatlarına kılıç yaraları açan yaftalarla yargısız infaz edildiğini düşünün… Mesela çifti çubuğu terk etmiyor da, korunmak için, telefonlarını buzdolabına koyuyor, konuşmadan, yazışmadan iletişim kurmaya yarayan bir garip dil arıyor olsunlar…
Zulüm araçlarını güncellerseniz “akça pakça, nur yüzlü” Murat, Mehmed paşaların yerine ikame edebileceğin “ak”ça oğlanlar bulmak hiç de zor olmayacaktır. Ak saçlı, ok sözlü kavlinden…
Bugün “bunlar fırsatını bulsalar kafa derimizi yüzerler” dedirten yöneticilerin, “primitif” örneklerini hatırlayacağız.
Murat Paşa’nın kuyumculuğu
Sırp kökenli olan ve veziri azamlığa kadar yükselen Murat Paşa, Peçevi’ye göre “Saltanatın namusunu korumakta kesin kararlı idi. Celali diye adı çıkan kimsenin Cuhud, imana gelmez, merd-i mülhid, tövbekar olmaz dizesinin anlamına uygun olarak, ne imanına, ne de tövbesine güvenmezdi. Ölümden gayrı bir araçla onun doğru yola getirilebileceğine inanmazdı!”
Türkmenleri ölümle imana getireceğine inanan bu adam nasıl “kuyucu” olmuş onu da Ermeni rahip Grigor’dan dinleyelim: “Murat Paşa bütün konakladığı yerlerde önceden kuyular kazdırır ve bütün Celaliler’i, halkın şikayet ettiği muzır adamları bu kuyulara attırır, oraya indirilen birkaç adam da atılanları istif ederdi. Vakadan dört sene sonra kış mevsiminde oradan geçerken ev büyüklüğünde olan kuyuları müşahede etmiştik.”
Cellatlık da yaptı
Türkmenleri bir daha ayaklanmayı akıllarından dahi geçiremeyecek hale getirmeyi, yani ebediyen sindirmeyi hedefleyen bu cinayet şebekesinin başı olan ’Kuyucu’nun dillere destan insafsızlığını Naima şöyle aktarır:
“… bir gün pigşah-otakta iskemle üzerinde oturup harfolunan bi’re gelen adamları katlettirip doldurmağa meşgul idi.
O sırada gördü. Halk verasında bir atlu sipahi, bir sabiyi kenduya redif edip geçüp gider. Paşa emreyledi, varıp sabiyi at arkasından indirip huzuruna getürdüler. Oğlancığa:
– Sen ne yerdensin? Celali arasına neden düştün? Dedikte, sabi doğru söyleyip:
– Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldı. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik. Dedi.
– Baban ne idi?
Deyu sorucak:
– Peştar çalardı ve anınla doyunuyordu.
-Vezir-i azam Murat Paşa başını sallayarak acı acı güldü:
– Hay Celalileri şevke getürürdü.
Deyup çocuğun katline işaret etti. İşaret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar:
-Bu sabi masumu nice öldürelim!?
Deyu çekilip, her biri bir tarafa gidip göz yumdu. Murat Paşa, emrinin neden geciktiğini sordukta, cellatların çocuğa merhamet edip istinkaf ettiklerini bildirdiklerinde paşa:
-Yeniçerilerden birisi öldürsün.
Deyu buyurdu. Yeniçeri dilaverlerine teklif olundukta, anlar dahi, sabiye bakıp:
-Biz cellat mıyız? Cellatlar bile merhamet etti.
Vezir, kendi içoğlanlarına emretti ki, sabiyi öldüreler. Anlar dahi huzurundan dağılıp kabul etmediklerinden oğlancık meydanda kalıp onu öldürecek adam bulamadıkta, ihtiyar vezir, arkasından kürkünü bırakıp ve kalkıp, sabiyi kendi eliyle alıp kuyunun kenarına getürüp, başını burup, boğazını sıkıp helak ve kendi eliyle kuyuya ilkaa etti.”
Türk kanına susamış
Üç yıl içinde Anadolu’da 100 bin civarında Türkmen’in öldürülmesinden sorumlu tutulan Kuyucu Murat Paşa’yla ilgili olarak İsmail Hakkı Danişmend’in şu tanımına bakın: “Anadolu Türkü’nün ebediyyen lanetle anacağı Kuyucu Murat ihtiyarlığından dolayı ”Koca“ lakabıyla da tanınan 90 lık bir zalimdi. Kuyucu yalnız asilerle taraftarlarını değil, onlara her nasılsa ekmek ve su vermiş zavallılardan başka civarlarda bulunan komşularını bile kılıçtan geçirtecek derecede kana ve bilhassa Türk kanına susamış bir canavardır.”
4. Murat döneminde de ağır darbeler yiyen Anadolu Türkmenlerinin başından, “var gücüyle devlet hizmetine koşan, maharetli” yöneticiler hiç eksik olmamıştır.
Halkın silahını toplayıp savunmasız bırakan, kıydığı insan sayısı bakımından Kuyucu’yla yarışır haldeki Boşnak İsmail Paşa’dan başka, Köprülü Mehmet Paşa’yı anmamak olmaz. Evliya Çelebi “nice hanelerden söndürmüş, nice yüz bin masum ve caninin canını, ten kafesinden uçurmuş…” diye tarif ettiği Köprülü’nün “maharetleri”ni seyahatnamesinde şöyle anlatır:
“Neşe içinde yedi gün yedi gece Üsküdar sahrasında kalıp, gece yarısında nice çadırlarda yanık seslerle tevhid ve temcid okunup, ibadet yapıldı…
Sabahleyin, padişah divanı toplanıp otağ önünde hakanı köslere tokmaklar vurularak, eyalet, eyalet, şer’i hücetler ile Celaliliği sabit olmuş kimseleri müfettiş paşalar yakalayarak gönderdiklerinden, kösler önünde divandan sonra, yüzlerce kişi sürüklenir, tertip üzere celladlar bu kadar insanı dizip ateş saçan kılıç ile, dilim dlim ederlerdi… Ve Üsküdar bu şekilde, insan cesetleriyle donatılırdı.”
Kavak iskelesinin dili olsa
Birkaç gün içinde Üsküdar insan kanından laleliğe dönüp, kokuşma neticesi meydana gelen kötü kokudan, divan azaları rahatsız olmağa başladı. Kanlar üzerine ölürcesine konan sinekler çadırlarda kalanların üzerine ölürcesine konan sinekler çadırlarda kalanların üzerlerine konup, herkesin elbise ve sarıklarını kana bularlardı. Hassas olanlar, kötü kokudan ve sineklerin hücumundan yemek yiyemezlerdi, İslam ordusu üzerine o kadar sinek musallat oldu ki; öğle vaktinde güneşin ışığını keserlerdi. Bu perişan hal yedi gün sonra bildirilince, cesetler için kuyular kazılıp, kesilenler beşer, altışar kuyulara dolduruldu. Nihayet kuyu kazmaktan da bıkıp Asesbaşı ve diğerleri cesetleri arabalara yükletip Haydarpaşa bahçesinden denize dökmeye başladılar. Nihayet bununla da baş edemeyip mahkumların, divanda muhakemesi görülenlerin, Kavak iskelesine götürülerek orada katledilmeleri emredildi. Her gün Kavak iskelesinde yüzlerce insanoğlu kanı dökülürdü.”
Kesik başlar çöplüğü
Cemal Şener de bir makalesinde “Topkapı, Yıldız, Çırağan ile Dolmabahçe Sarayları”nın önlerinden “adeta birer kesilmiş başlar çöplüğü” olarak bahseder. Çünkü isyancıların kellelerini bedenlerinden ayırmayı yeterince dehşet verici bulmayan devşirme yöneticiler, Türkmenler’e ibret olsun diye kesik başları teşhir için İstanbul’a göndermişlerdi.
Herhalde en ironik olan kıyımının elebaşlarının Türk tarihine “zorbalarla mücadele eden kahraman ve fedakar devlet büyükleri”, susturulmak istenen Anadolu Türkmenlerinin ise “eşkıya” olarak geçmiş olmasıdır.
Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Dün, canlarını kurtarmak için tenhalara göçmüş ve bir kısmı Kürtleşmiş Türk boylarını sayarken Avşarlar’ı anmıştık. Yine dün örnek verdiğimiz Köroğlu destanı gibi, Anadolu Türkmenlerine dönük zulüm politikalarının saza döküldüğü bir başka örnek de Dadaloğlu’nun o ünlü “kalktı göç eyledi Avşar elleri” çığlığıdır. Bu dizeleri, günlerdir tartışa geldiğimiz tarihi vak’aları gözümüzün önüne getirerek okuduğumuzda kuşkusuz bugüne kadar olduğundan daha anlamlı hale gelecektir:
Kalktı göç eyledi Avşar elleri,
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı,
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.
Belimizde kılıcımız Kirmani,
Taşı deler mızrağımın temreni.
Hakkımızda devlet etmiş fermanı,
Ferman padişahın, dağlar bizimdir.
Dadaloğlu’m birgün kavga kurulur,
Öter tüfek davlumbazlar vurulur.
Nice koçyiğitler yere serilir,
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.
‘Maymunlaşmaması kanındaki değerdendir’
Kurtuluş Savaşı’na katıldıktan sonra, Cumhuriyet’in ilanıyla Muş ve Kahramanmaraş milletvekilleri yapmış, Türk Dil Kurumu’nun kurucuları arasında bulunmuş olan Hasan Reşit Tankut, sosyolojik araştırmalarının sonucu olan “Köylerimiz Dün Nasıldı? Bugün Nasıldır? Yarın Nasıl Olacaktır?” kitabında “Türk” ün asırları dolduran kanlı kovalaşmasının sonuçlarını şöyle özetler:
“ Yarın güneşin nasıl doğacağını bile kestiremiyordu. Bu ruhi halet, ruhi bir kansızlık yapar. Böylece bedbin bir felsefe, ürkek, kurnaz, itimatsız bir moral dokudu. Kaya gibi sağlam, bronz gibi asil Türk yapısında bir çığ damlası berraklığındaki ılık ve cana yakın Türk bakışında, gani, rahat ve keyifli Türk gönlünde dillugış yer tutar oldu. Birbirinin en mahrem hareketlerini sezecek ve en pes seslerini duyacak kadar yakında ve bitişik yatan aileler hususiyetlerinde de koyun koyunadırlar. Fazla olarak bir de hayvanlarla yatmak mecburiyeti var. Bu havayı teneffüs ede ede batınlar değişmiş, asırlar yaşamış bir halkın eğer maymunlaşmamış olduğuna hayret ediyorsanız, bunu Türk kanının hürmete değer özlüğünde arayınız.”
SELCAN TAŞÇI / YENİÇAĞ
Yorumlar
“198) HORASAN’DAN, ANADOLU’YA BİR YOL HİKAYESİ-15 (ALEVİ TÜRKLER)” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
bu devran kimseye kalmaz işte kerbela işte sıvas işte yezit işte ATATÜRK kimisi yaptığı kötülükle hatırlanır nahlet okunur kimisi iyilikle anılır rahmet okunur,
iyilik yapan allah mekanını cenet eylesin kötülük yapan mekanını cehenem eylesin madem ölüm var herkes yerini bilsin,
ama bazıların ölüm akılarına gelmiyor kuyucu murat gibi cem evi çümbüş evi diyorlar…