115) 11 EYLÜL SONRASI İRAN-RUSYA İLİŞKİLERİ-3

Yayin Tarihi 22 Mayıs, 2009 
Kategori SİYASİ

11 EYLÜL SONRASI İRAN-RUSYA İLİŞKİLERİ

image00138.jpg

İran-Rusya İlişkilerinde Çeçenistan Sorunu ve Pragmatist Dış Politika Uygulamaları

Dünyanın birçok bölgesinde (Bosna’dan Afrika’ya; Ortadoğu’dan Güney Amerika’ya kadar) bulundukları ülkelerin rejimleriyle çatışan ve ayrılıkçı hareketler içerisinde bulunan ülke ve gruplara çeşitli vasıtalarla yardım elini uzatan İran’ın Rusya’dan ayrılma çabası içerisinde olan ve bu amaçla da merkezi hükümetle yaklaşık 10 yıl savaşan Müslüman Çeçenlere yardım etmemesi ilginç bir durum ve bir tezat oluşturmaktadır. “Hıristiyan Rusya’ya karşı savaşan Müslüman Çeçenistan’ın” İran tarafından hiçbir şekilde desteklenmemesi ve tam aksine bu hadisede Tahran’ın Moskova’nın yanında yer alması İran’ın tarihsel realist politikaları ile izah edilebilir. Aslında İran’ın pragmatist dış politikası ve gerektiğinde kendi rejimine ters ülkelerle dahi işbirliğine gitmesi sadece Çeçenistan sorunu ile sınırlı değildir. İran’ın daha önce bu tür pragmatist dış politik adımlar attığı ve dış politikasında mezhepsel ve dinsel önceliklerin birçok durumda göz ardı edilebildiği bilinmektedir. Dağlık Karabağ sorunu sebebiyle savaşan Azerbaycan ve Ermenistan’ın bu mücadelesinde Tahran’ın nüfusunun çoğunluğu Şii olan Azerbaycan’a karşı Hıristiyan Ermenistan’ı savunmuştur. Kendi içerisinde 30 milyondan fazla Azerbaycan Türkünün yaşadığı dikkate alındığında Kuzeyinde güçlenecek bağımsız bir Azerbaycan devletinin kendi Güneyi için bir cazibe merkezi olacağını ve Güney Azerbaycan’ın ayrılma yönünde dürtülerini kamçılayacağından korkan İran yönetimi, Erivan’ı desteklemekten çekinmemiştir. Aynı şekilde Tacikistan iç savaşında İslami direnişe karşı Laik yönetimi destekleyen İran, Andican olaylarında yine Müslüman direnişçilere karşı Kerimov yönetiminin yanında yer almıştır. Keşmir sorununda da Müslümanların yanında yer almaktan çekinmiş ve tarafsız kalmayı yeğlemiştir. Aynı şekilde Tayvan konusunda Çin’in yanında yer alan Tahran 30 milyondan fazla Müslüman Türkün yaşadığı Doğu Türkistan bölgesi konusunda kesinlikle Çin’in politikalarını desteklemektedir. Irak ile yıllarca savaşan İran’ın Müslüman Arap ülkeleri ile ilişkilerinde de yine Fars milliyetinin ve Şii mezhebinin ortak Müslüman kimliğinin önüne geçtiği görülmektedir. İsrail-Filistin sorununda da Tahran’ın Filistinlileri desteklemesi tamamıyla Tahran dış politikasının pragmatist yaklaşımı ile örtüşmektedir.[52]

İran’ın bu pragmatist dış politikası Rusya açısından son derece önemlidir. Zira, Rusya’nın hemen yanıbaşında Çeçenistan’daki Rusya karşıtı Çeçenleri ve Radikal İslami güçleri destekleyen bir İran’ın, Başta Tacikistan olmak üzere Orta Asya’daki ve Afganistan’daki güçleri destekleyen ve bölgeyi terörize etme kapasitesi bulunan bir İran’ın Rusya’nın karşıtı olması yerine yanında olması tamamıyla Rusya’nın çıkarınadır. Ayrıca dost ve müttefik bir İran bölgede ABD’ye karşı Rusya’nın isteyip de söyleyemediği şeyleri rahatlıkla ifade edebilir. NATO’nun doğuya doğru genişlemesine karşı Rusya’yla birlikte omuz omuza mücadele edebilir.

Hazar’ın Statüsü Konusunda İran-Rusya İlişkileri

1991 yılına kadar Sovyetler Birliği ve İran arasında bölünen Hazar, SSCB’nin yıkılmasından sonra Rusya Federasyonu, Azerbaycan, İran, Türkmenistan ve Kazakistan tarafından çevrelenen yeni bir coğrafi statü almıştır. Hazar, coğrafya kitaplarında ve çeşitli ansiklopedilerde “dünyanın en büyük (tuzlu su) gölü” olarak tanımlansa da, tarih boyunca hep bir “deniz” olarak algılanmış ve bu şekilde isimlendirilmiştir.

Rusya Federasyonu, Türkmençay Anlaşmasına göre 1828’den itibaren Hazar üzerinde tam hakimiyetini sürdürmekteydi. Bununla birlikte 1921 yılında Rusya içerisinde bulunduğu siyasi şartlar sebebiyle Hazar’da İran’a kullanım hakkı vermişti. İran’ın bu hakkını 1953 yılına kadar pek kullanılmamıştı ve bu tarihe kadar Hazar’da esas insiyatif SSCB’de olmuştur.[53]

1920’lere kadar Çarlık Rusyası egemenliğinde olan Hazar Denizi konusunda İran ile Rusya arasında 26 Şubat 1921’de “Dostluk ve İşbirliği” Anlaşması imzalanarak daha önceki imzalanan tüm anlaşmalar iptal edildi ve her iki ülkeye seyrüsefer (navigation) serbestisi getirilmiştir. Bu yeni anlaşmayla İran Hazar’da kendi bayrağı altında seyrüsefer hususunda Rusya ile eşit haklara sahip olmuştur. Bu anlaşmadan sonra kurulan SSCB 1 Ekim 1927’de İran’la yeni bir anlaşma daha imzalamış ve Hazar Denizi resmen “Sovyet-İran denizi” olarak kaydedilmiştir.[54] SSCB ve İran arasında bölünen Hazar Denizi’nin bu bölünmüşlüğü böylece hukuki bir kimlik kazanmıştır.

27 Ağustos 1935’de Sovyetler Birliği ve İran arasında imzalanmış “Ticaret, Gemicilik ve Meskunlaşma Hakkında Anlaşmanın” ardından 25 Mart 1940’ta imzalanan “Ticaret ve Seyrüsefer Anlaşması” ile Hazar Denizi’nin uluslararası hukuki statüsüne biraz daha açıklık getirilmiştir. 1940 Anlaşması, genel olarak 1935 anlaşmasını tekrar etmenin yanısıra kıyıdaş ülkelere (İran ve SSCB), off-shore sularda, 10 deniz millik[55] bir alanda (karasularında) serbest balıkçılık yapma hakkı tanımıştır.[56] Ayrıca 1935 ve 40 Anlaşmalarında Hazar’ın, SSCB ve İran’a ait kapalı bir “Sovyet-İran denizi” (enclosed sea) olduğu vurgulanmış ve Hazar’ın iki ülkenin ortak egemenliğinde (joint sovereignty) olduğu ve bu durumun hayati önem taşıdığı belirtilmiştir.[57] SSCB ve İran’ın, Hazar’ı “sadece iki ülkeye ait bir su parçası” olarak tanımlamalarındaki esas amaç Hazar’ı dış müdahalelere kapamak olmuştur.

Hazar Denizi’ne ilişkin SSCB ve İran arasında birçok anlaşmanın bulunmasına rağmen bu anlaşmaların hiçbirinde denizin statüsü tam olarak belirlenmediği gibi iki ülke sınırlarına da bir netlik getirilmemiştir. Bu durum iki ülke ilişkilerinde karışıklıklara sebep olmaktaydı. Bu sebeple 1935’de Stalin, gizli bir emir vererek İçişleri Komiseri Henri Yagod’dan SSCB-İran sınırını belirlemesini istedi. Yagod, yapmış olduğu çalışmalar neticesinde, SSCB’nin güneyde İran sınırındaki en uç noktaları olan Astara (Azerbaycan) ve Hasan Kuli (Türkmenistan) arasında bir hat çekerek İran ile sınırları oluşturuldu.[58] Bu bölünme ile Azerbaycan-İran sınırındaki Astara’dan Türkmenistan-İran sınırındaki Hasan Kuli bölgesinin kuzeyinde kalan Hazar’ın yüzde 88’lik kısmı, SSCB’nin ulusal sektörü olarak kabul edildi.[59] İran ise güneyde kalan yüzde 12 ile yetinmek durumunda kaldı.[60] Tamamıyla bir “Sovyet denizi” görüntüsünde olan Hazar’da Astara-Hasan Kuli hattı Sovyet askerleri tarafından SSCB’nin sınırları olarak korunmuştur.

Şüphesiz ki, bu karar Sovyetler Birliği’nin tek taraflı bir kararıydı ve İran’a danışılmadan alınmıştı. İran ise ne Stalin döneminde ne de daha sonra, SSCB karşısında hiçbir zaman bu sınırlara itiraz etme cesaretini kendinde bulamamıştır. Ancak SSCB’nin dağılması ile kuzeyde ortaya çıkan yeni ve nisbeten zayıf bağımsız devletler karşısında İran, Hazar’daki sınır sorununu yeniden gündeme getirdi.

Sovyetler Birliği, Hazar’da çizdiği bu sınırın ardından, 1949 yılından itibaren 10 millik sınırının ötesindeki kendi ulusal sektörü içerisinde İran’a danışma ihtiyacı bile hissetmeden petrol arama faaliyetlerine başladı. Bu çalışmalar 1949’da neticesini verdi ve SSCB, Hazar’ın Azerbaycan sektöründe “Neft taşları” olarak bilinen büyük petrol yataklarını işletime açtı. İran ise buna cevap olarak 1950’de kendi sahillerinde (Enzeli) petrol arama faaliyetlerine başladı.[61] Ancak İran hiçbir zaman Hazar’ın kendisine ayrılan sektöründe, ekonomik anlamda önemli bir çalışmada bulunmadı.

1970 yılına gelindiğinde SSCB Petrol ve Gaz Bakanlığı (Minneftgaz SSCB) Hazar’da giderek arttırdığı petrol arama ve işletme faaliyetlerini teknik olarak bir düzene sokmak ve işleri sistemin mantığına uygun olarak daha planlı yapabilmek için Hazar’ın “Sovyet” sektörünü dört Sovyet cumhuriyeti (Rusya SSC, Azerbaycan SSC, Kazakistan SSC ve Türkmenistan SSC) arasında bölgesel sektörlere böldü.[62]

Ancak zaman içerisinde, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla, Hazar’da Rusya dahil dört yeni kıyıdaş cumhuriyet ortaya çıktı. Bu ülkeler, başta Rusya Federasyonu olmak üzere, tabiatıyla kendilerini Sovyetler Birliği’nin doğal mirasçısı olarak gördüler. 21 Aralık 1991’de (eski) Sovyet cumhuriyetleri Kazakistan’da bir araya gelerek “Almata Deklerasyonu”nu imzaladılar ve kendilerini SSCB’nin ortak mirasçısı kabul ettiler.[63] Bu anlaşmayla aynı zamanda kıyıdaş ülkeler İran ile SSCB arasında imzalanan 25 Mart 1940 tarihli Ticaret ve Gemicilik Anlaşması’nı ve SSCB-İran sınırını oluşturan Astara-Hasan Kuli hattını da hukuki olarak kabul etmiş oldular. Ortak mirasın bir diğer sonucu da kıyıdaş ülkelerin 1970’te yapılan iç bölümlemeyi yavaş yavaş kendi “ulusal sektörleri” olarak tanımaya başlamaları idi.

Aslında Gorbaçov’un 1985’de iktidara gelmesi ve dışa açılma politikaları uygulamasıyla Hazar bölgesinin zengin hidrokarbon kaynakları daha Sovyetler Birliği dağılmadan Batılı sermayenin ilgisini çekmeye başladı. İlk olarak 1989’da Kazakistan SSC Devlet Başkanının, SSCB Neftgazprom’un başkanı Viktor Çernomirdin’i ikna etmesi neticesinde “Chevron” şirketiyle “Tengiz” yataklarının kullanımı konusunda görüşmeler başlatıldı.[64] Bu görüşmeler o tarihe kadar bir Sovyet-İran denizi sayılan Hazar’a ilk yabancı sermaye çekme girişimleriydi. Diğer yandan 18 Ocak 1991 tarihinde Azerbaycan SSC Bakanlar Kurulu (Başbakanlık) ve SSCB Petrol ve Gaz Sanayi Bakanlığı ortak bir karar alarak Azerbaycan’ı kendi sektöründe çıkarılan petrolün sahibi olarak tanıdı. Günümüzde “Çernomirdin hattı” olarak bilinen bu anlaşmayla Azerbaycan aynı zamanda Türkmenistan SSC ile sınırlarını belirlemiş oldu.[65] 

Hazar’ın statüsü sorunu bağımsızlık sonrası çeşitli görüşmelerin konusu olsa da bir türlü çözülememiştir. Statü konusunda kıyıdaş ülkeler farklı görüşler ileri sürmüşleridir. Bu ülkelerden İran’ın görüşüne göre Hazar Denizi, bir sınır gölü olarak tarif edilebilir ve buradan hareketle, Hazar kıyı devletleri arasında eşit alanlara ayrılmak durumundadır (deniz yatağı ve su yüzeyi de dahil olmak üzere). İran, Hazar’ın yüzde 20 prensibi ile beş eşit parçaya bölünmesi veya tamamıyla ortak kullanıma açılması gerektiği yönünde ısrar etmektedir.[66]

İran tarafından teklif edilen “ortak sahiplik” (condominium) veya Hazar’ın beş eşit parçaya (yüzde 20) bölünmesi teklifinin kabul görme şansı oldukça azdır. Zira Hazar Denizi’nin yaklaşık yarısına sahip olan Kazakistan ve Rusya bu teklife sıcak bakmamaktadırlar.[67] Zaten Azerbaycan da Hazar’ın ulusal sektörlere bölünmesindeki ısrarlarını sürdürmektedir. Hazar’da sadece Kazakistan’ın payı yüzde 20’nin üzerindedir; İran dışındaki diğer kıyıdaş ülkelerin (Rusya, Azerbaycan ve Türkmenistan) payları yüzde 20’nin altındadır.[68] İran ile sınırı olan kıyıdaş ülkeler (Azerbaycan ve Türkmenistan), kendi paylarından güneyde İran’a verdikleri takdirde, bunu yerine, kuzeyde Kazakistan’dan pay alamayacaklarının farkındadırlar. Bu sebeple de İran’ın bu teklifine hiçbir ülke sıcak bakmamaktadır.

İran’ın Hazar bölgesindeki tutum ve davranışlarının sebebini sadece bir ülke ile (Azerbaycan) sınırlandırmak yetersiz kalacaktır. Zira Hazar’ın güneyinde ehemmiyetsiz bir bölüme sahip olan İran kendi payına düşen kısımdan (yüzde 12) memnun değildir ve kendi sınırlarını Hazar’ın ortalarına doğru genişleterek Hazar’ın içlerine doğru “stratejik derinlik” elde etmek istemektedir.

Hazar Denizi’nin ulusal sektörlere bölünmesi durumunda; Kazakistan yüzde 29.6 (111.296 km2), Azerbaycan yüzde 19.5 (73.320 km2), Rusya yüzde 18.7 (70.312 km2), Türkmenistan yüzde 18.4 (69.14 km2), İran yüzde 13.8’lik (51.888 km2) bir paya sahip olacaktır.[69] Görüldüğü gibi beş kıyıdaş ülkeden dördü yüzde 20’nin altında paya sahipler. İran’ın şimdiki “ortay hat” prensibini kabul etmesi durumunda SSCB döneminden kalma yüzde 12’lik payı yüzde 2 daha artarak (belki de biraz daha fazla) yüzde 14’e ulaşabilecektir.[70]

Rusya’nın Hazar’ın statüsü tartışmalarında ön plana çıkardığı hususlar genel olarak şu noktaları ihtiva etmekteydi: “Hazar’ın kaynaklarına yönelik tek taraflı hareketler uluslararası hukuka aykırıdır ve bu su havzasının eko-sistemine zarar vermesi tehlikesini ortaya çıkarmaktadır. Hazar Denizi ve onun kaynakları bütün kıyıdaş ülkelerin ortak kullanımında olmalıdır”[71] Hazar Denizi’ni kıyı devletlerle ortak olarak (median line) kullanmak isteyen Rusya’nın yaklaşımında önceleri politik kaygılar daha ön plana çıkmaktaydı.

Rusya başlangıçta Hazar’ın beş kıyıdaş ülke arasında bölüştürülmesine şiddetle karşı çıkıyordu. İlk zamanlar Rusya’nın Hazar konusundaki tutumu oldukça sertti. Ancak zaman içerisindeki gelişmeler Rusya tarafında yeni fikirleri ortaya çıkarmıştır. Zira Kazakistan ve Azerbaycan’ın kendi sektörlerini belirleyerek uluslararası büyük petrol şirketlerini buralara yatırıma celbettiğini ve Batı’nın desteğini sağladıklarını gören Rusya yeni bir strateji belirleyerek bu “de facto” oluşumun dışında kalmamak için girişimlerde bulundu. Su yüzeyinin ortak kullanımı konusunda taviz alarak Temmuz 1998’de Kazakistan ile Hazar’ın kuzey kısmıyla ilgili olarak deniz yatağı için ortay hat prensibini, su yüzeyi içinse ortak sahipliği içeren bir anlaşma imzaladı. Bunu Azerbaycan ile 9 Ocak 2001’de yapılan benzer içerikli anlaşma izledi.[72]

Rusya Federasyonu ilk başlarda Hazar’ın “kondominimum” prensibi ile 12-24 millik bir sahil şeridinin kıyıdaş ülkelere bırakılması ile kalan alanın ortak olarak kullanılması gerektiğini savunmaktaydı. Rusya Federasyonu’nun kendi savunduğu fikirlerinden taviz vererek Hazar’ın dibinin sektörlere bölünmesine destek vermesinde bu ülkenin ulusal sektöründe (“Xvalınskaya” yatağı) çok zengin petrol yataklarının bulunması da etkili olmuştur. [73] Dönemin Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Boris Pastuxov bu politika değişikliğini şu cümlelerle ifade etmiştir: “realiteyi tanımak gerekiyor”[74] 

Mart 2001’de İran Cumhurbaşkanı Muhammet Hatemi’nin Moskova ziyareti sırasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptıkları görüşmede “Rusya ve İran’ın “Hazar Denizi’nin statüsü resmi olarak belirlenmeden Hazar’da diğer kıyıdaş ülkeler tarafından çizilmiş hiçbir sınırın tanınmayacağı”,[75] statü sorunu çözülünceye kadar 1940 yılı anlaşmasının geçerli olduğu ve çalışmaların ancak beş ülkenin anlaşmasından sonra başlanabileceği yönünde ortak bir açıklama yapmışlardır.[76] Söz konusu açıklamada, bugüne kadar yapılmış tüm “off-shore” sözleşmelerinin de illegal olduğu ifade edilmiştir. Rusya’nın bu açıklamanın ve İran’ın görüşlerinin aksine bir tutum içerisinde olduğu görülmektedir. Zira Hatemi’nin bu ziyareti sırasında önemli silah anlaşmaları yapılmıştı ve Rusya’nın silah satımı hatırına böyle bir açıklamaya gittiği yorumları yapılmıştır.

Hazar sorununda Batılı ülkelerin ve uluslararası petrol şirketlerinin konuyu siyasallaştırdığını ileri süren İran[77], ısrarla Hazar’ı uluslararası aktörlerin dışında tutmaya çalışmaktadır. Diğer yandan İran, bir yandan bölgede Batı’lı ülkelerle mücadele ederken diğer yandan da Rusya ile de nüfuz mücadelesi içerisindedir.

İran’ın yüzde 20’lik payda ısrar etmesi ve Hazar’da silahlanmaya başlaması durumunda bölgede önemli bir müttefik pozisyonda bulunan İran ve Rusya’nın karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Hazar’ın statüsü belirlenirken su yüzeyinin ortak kullanımı prensibinin kabul edilmesi durumunda Rusya deniz gücünün rahatlıkla İran kıyılarına kadar gelerek bu ülkeyi tehdit eder konuma gelmesinden Tahranın duyduğu rahatsızlık bilinmektedir.[78] Daha SSCB döneminde yapılan anlaşmalarla Hazar’da sadece Rusya bir deniz donanması bulundurabiliyordu.

Bugün gelinen noktada Hazar Denizi Bölgesinden İran-Rusya ittifakı, üçüncü ülkelerin bölgeden uzak tutulması konusunda belirgindir. Öte yandan Rusya’nın 1998’den itibaren Hazar’ın statüsü konusundaki görüşünde değişikliğe gitmesiyle iki tarafın görüşleri Hazar’ın statüsü konusunda eskisi kadar örtüşmemektedir.[79]

ŞİÖ Çerçevesinde İşbirliği

Şanghay İşbirliği Örgütü’nü bölgede “Amerika’yı İstemeyenler Kulübü” olarak gören İran’ın en önemli hedeflerinden birisi bu örgüte tam üye olmaktı. Bunun için İran’ın Orta Asya cumhuriyetleri başta olmak üzere Çin ve Rusya nezdinde diplomatik girişimlerini yoğunlaştıran Tahran yönetimi sonunda bu örgüte gözlemci üye statüsüyle dahil olmuştur. Aslında İran bu girişimleri çok daha önce başlatmış olmasına rağmen İran’ın açıktan Amerikan ve İsrail karşıtlığı daha yapılanma aşamasında olan örgüte zarar vereceği düşünüldüğünden İran bu örgüte hemen alınmamıştı. Hatta o dönem bu Rusya ve Çin arasında bazı sıkıntıların da ortaya çıkmasına sebep olmuştu.

Rusya, 2005 yılının başında İran’ın talebi üzerene İran’ın Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’ne katılmasını önermişti. Ancak Çin bunu kabul etmemişti. Bunun üzerine ise Moskova örgütün genişlemesini durduracağı tehditte bulunmuştu. Yapılan görüşmeler neticesinde ise İran, Pakistan ve Hindistan’ın örgüte gözlemci üye olması kabul edilmişti. 14 Haziran 2005’te gerçekleşmiş olan ŞİÖ Dışişleri Bakanları toplantısında söz konusu üç ülkenin örgüte gözlemci üyesi oldukları resmi olarak beyan edilmişti. Çin Dışişleri Bakanlığı Nisan 2006’da, 15 Haziran 2006’da düzenlenecek ŞİÖ liderler zirvesine Moğolistan, Pakistan, İran ve Hindistan başbakanlarının gözlemci üye olarak, Afganistan liderinin diyalog ülkesi olarak davet edildiğini açıklamıştı. İran ile Batı arasındaki nükleer sorunun gerginleştiği bir dönemde İran’ın davet edilmesi söz konusu sorunun Batı ülkeleri iştirak edemediği bir ortamda müzakere zemininin sağlandığı yorumlarına yol açmıştı. Ardından İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad bu daveti kabul etmiş ve toplantıya katılmıştır.[80]

İran’ın ŞİÖ’ye girişini aktif olarak destekleyen Rusya bu konuda Çin’le ters düşmeyi bile göze almıştır. Rusya’ya göre ŞİÖ’nün genişlemesi konusunda daha temkinli olan Çin ise Rusya’nın yoğun baskılarına dayanamayarak İran’ın gözlemci üyeliğini kabul etmiştir. İran’ın ŞİÖ’ye üyeliğine batılı ülkeler tepki göstermiştir. Donald Rumsfeld Singapur Konferansı’nda yaptığı bir konuşmada bu duruma tepkisini şöyle ifade etmiştir: “Terörle mücadele etmek istediğini söyleyen bir örgütün dünyadaki terörist ülkelerin başında yer alan bir ülkeyi içerisine almak istemesi şaşırtıcıdır.” Bu açıklama ise ŞİÖ’den anında cevabını buşmuştur. Çin İran’ın üyeliğini istemeden de olsa kabul etmiş olmasına rağmen İran’la ilgili bu suçlama karşısında İran’ı savunmuştur. ŞİÖ’nün Çinli Genel Sekreteri Zhang Deguang bu konuda yaptığı açıklamada şunları söylemiştir: “Gözlemci statüsündeki üyelerimize teröre destek ülkeler tanımlaması yapılmasına katlanamayız. Eğer teröre destek verdiklerine inansaydık onları örgütümüze davet etmezdik.” Görüldüğü gibi İran’ın bu örgüte üyeliği örgütle batı arasında sorunların yaşanmasına sebep olmuştur. Bu sebeple İran’ın çok istediği tam üyelik sorununun çok kısa sürede çözülmesi beklenmemektedir.

Sovyet İmparatorluğunun çökmesinin bir numaralı faili olarak Amerika’yı gören Rus halkının SSCB dağıldıktan sonra ABD tarafından kurulmaya çalışılan tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkışları ve ABD karşıtı çevreleri örgütleme çabaları İran’ı Rusya’nın doğal müttefiki olarak ortaya çıkarmaktadır. Bölgede Beyaz Rusya, Özbekistan, Çin ve Hindistan ile kurulmaya çalışılan ve ABD karşıtlığında birleşen ülkeler (her ne kadar Hindistan bu cenahın şimdilik pasif bir üyesi olsa da) İran’ı da aralarına alarak Amerikan karşıtı cepheti genişletmektedirler. ŞİÖ bu amaçlar için ideal bir şemsiye örgüt olarak ortaya çıkmıştır. Beyaz Rusya şimdilik bu örgütün üyesi olmamakla birlikte sonraki dönemlerde örgüte üyeliğe alınarak örgütün AB ile doğrudan sınırdaş olması ihtimali de mevcuttur.

Moskova-Erivan-Tahran Hattı

Bölgedeki jeopolitik hesaplamalarda en çok konuşulan eksen Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan hattına karşılık İran-Ermenistan-Rusya üçgenidir. İran’ın Rusya ve Ermenistan ile geliştirdiği ilişkiler ve eksenli değerlendirmeleri haklı çıkaracak niteliktedir. 26 Ocak 2007’de Rusya’nın Komersant gazetesinin yazdığına göre, 24 Ocak 2007’de Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan’ın Rusya ziyareti sırasında İran-Rusya enerji işbirliği alanını yakından ilgilendiren önemli bir proje gündeme gelmiştir. Rusya’nın Gazprom şirketi Ermenistan-İran sınırında bulunan Megri ilinde petrol rafinerisi kuracaktır. İlk hesaplamalara göre 2.8 milyar dolar maliyeti olan rafinerinin yıllık kapasitesi 7 milyon ton olacaktır. Yıllık ihtiyacını karşılamak için bu petrolün 250 bin tonu Ermenistan’a verilecektir. Rafineriye petrol İran’dan gelecek ve işlenmiş petrolün bir kısmı tekrar İran’a dönecektir. Petrol Rusya şirketi tarafından Tebriz-Megri arasında yapılacak petrol boru hattı aracılığıyla rafineriye ulaştırılacaktır. 12 Mayıs 2007’de Ermenistan’da yapılacak seçimler öncesi Batıcılarla-Russeverler arasında rekabet açısından önemli olduğu düşünülen proje, hem Rusya’nın hem de İran’ın Ermenistan’ı Batı’ya kaptırmama çabalarından kaynaklanmaktadır. Burada bir farklılık var ki o da Rusya’nın Ermnistan’ı tamamen İran’a kaptırmama çabalarıdır. Aynı zamanda son dönemlerde önemli başarılara imza atan Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye jeopolitik üçlüsüne karşı Rusya-İran ikilisinin daha az zarar görmesi için Ermenistan’ı koruma girişimidir.

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap