113) 11 EYLÜL SONRASI İRAN-RUSYA İLİŞKİLERİ-1

Yayin Tarihi 22 Mayıs, 2009 
Kategori SİYASİ

11 EYLÜL SONRASI İRAN-RUSYA İLİŞKİLERİ

image00138.jpg

İran ile Rusya arasındaki diplomatik ilişkilerin geçmişi XVI. yüzyılın başlarına kadar uzanmaktadır.[1] Rusya ile İran arasında 1813 yılında imzalanan Gülistan ve 1828 yılında imzalanan Türkmençay anlaşmaları aynı zamanda bugünkü Azerbaycan’ın bölünerek önemli bir kısmının İran toprakları içerisinde kalmasına da sebep olmuştur. İran, “kuzey komşusu Rusya’dan” tarihi boyunca korkmuştur. Çünkü Rusya’ya (Türkiye gibi) “sıcak denizlere inme” arzusuyla İran topraklarını işgal etme isteğine sahip bir ülke gözüyle bakılmıştır. Bu korku ve komünizm tehlikesi İran’ı XX. yüzyıl boyunca Rusya ile mesafeli bir ilişki kurmaya itmiştir. SSCB’nin dağılmasıyla Rusya küçülmüş, İran ile olan kara sınırı ortadan kalkmıştır. Üstelik SSCB’nin çöküşü ile komünizm ideolojik tehdit olmaktan da çıkmıştır. Söz konusu gelişmeler, İran-Rusya ilişkilerinin karşılıklı çıkar ilişkisi temelinde şekillenmesini sağlamıştır.[2]

İkili ilişkilerin çağdaş dönemdeki temelleri 20 Mayıs 1920 yılında karşılıklı olarak birbirlerini tanıdıklarına dair verdikleri nota ve 25 Aralık 1991 yılında İran’ın Rusya Federasyonu’nu SSCB’nin yasal mirasçısı olarak tanıdığını açıklaması ile atılmıştır. Son dönem İran-Rusya ilişkilerinin en önemli dökümanlarından birisi ise 12 Mart 2001 tarihinde imzalanan Karşılıklı İlişkiler ve İşbirliği’nin Temelleri konulu anlaşmadır.

İslam devriminden önce ABD’nin müttefiki olan ve Moskova’dan uzak duran, devrimden sonra da ABD’yi “büyük şeytan” Sovyetler Birliği’ni ise “küçük şeytan” olarak nitelendiren İran, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası oluşan yeni uluslararası ortamda Rusya ile ilişkilerini günden güne geliştirmiştir. Doksanlı yılların ikinci yarısından itibaren daha çok nükleer enerji konusunda Rusya’nın İran’a destek vermesi ve İran’ın da Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasındaki üstünlüğünü kabullenmesi şeklinde ortaya çıkan Rusya-İran ittifakı ABD başta olmak üzere birçok ülkeyi tedirgin etmiştir.[3]

İki ülke ilişkileri 22 Eylül 1980 yılında başlayan İran-Irak savaşı[4] esnasında bir duraklama devri yaşamıştır. SSCB aslında başlangıçta İran’ı desteklemiş ama bir süre sonra Irak’a silah satışlarını başlatarak İran’ı küstürmüştür. İkili ilişkiler 1987’den sonra düzelme yoluna girmiştir.

5 Kasım 1989 yılında İran’ın Dini Lideri Ayetullah Humeyni’nin özel mesajı ile SSCB’yi ziyaret eden Haşimi Rafsancani Mihail Gorbaçov ile görüşmüş ve bu görüşmede daha çok askeri alanlarda olmak üzere toplam değeri 5.1 milyar dolar olan dört önemli anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmalardan sonra SSCB’nin de yıkılmasının tesiriyle İran ile Rusya arasındaki ilişkiler uzun süre asgari düzeyde kalmıştır.

Dönemin Parlamento Başkanı Haşimi Rafsancani’nin 1989 yılında SSCB’ye yaptığı ziyaret sonrasında İran’dan Rusya Federasyonu’na yapılan en üst düzey ziyaret 12-15 Mart 2001 tarihleri arasında İran Cumhurbaşkanı S.M. Hatemi’nin Moskova’ya yaptığı resmi ziyarettir. Putin tarafından oldukça sıcak bir şekilde karşılanan Hatemi’nin ziyareti esnasında İran-Rusya ilişkilerinin bundan sonraki seyrini bir çerçeveye oturtacak “İran ile Rusya Arasında Karşılıklı İlişkilerin Temelleri ve İşbirliği İlkeleri Anlaşması’dır.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Liderleri Toplantısı’na katılmak için 15-16 Ekim’de İran’a yapmış olduğu seferi bu manada uzun bir süreden sonra bir Rus Devlet Başkanının İran’a yaptığı ziyaret niteliği de taşımaktadır. Ancak uzun süredir İran’ın resmi davetlerini çeşitli bahanelerle kulak ardı eden Kremlin İran’a ayrıca bir ziyaret yapmak yerine Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Toplantısına katılmayı daha uygun görmüştür. Böylece hem Batının daha fazla tepkisi alınmamış ve hem de İran’a istediği verilmiştir. İkili ilişkilerde liderlerin ziyaretine baktığımız zaman karşımıza ilginç bir tablo çıkmaktadır. Zira 15-16 Ekim 2007 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Liderleri Toplantısı’na katılmak için İran’a yapmış olduğu seferi saymazsak bu ülkeden İran’a gelen en son Rus lider SSCB döneminde 1943 yılında Josef Stalin’in bu ülkeye yapmış olduğu ziyareti görmekteyiz.[5] İran tarafından ise SSCB’ye yapılan en önemli ziyaret İran Şahı’nın Temmuz 1956’da Moskova’ya yaptığı ziyarettir. İran Şah’ı devrimden önce Moskova’ya birçok resmi ve özel ziyaret gerçekleştirdiği bilinmektedir. Şah’ın son ziyaret tarihi ise 1974 yılıdır.

Putin’in Tahran Ziyareti

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Hazar’a Kıyısı Olan Ülkeler Liderleri Toplantısı’na katılmak için 15-16 Ekim’de İran’a ziyarete gitmiştir. Bu ziyareti İran uzun süreden beri beklemekteydi. Zira İran Putin’i çeşitli kereler resmen davet etmişti. Ama Putin bu davete icabet etmeyi her seferinde ertelemekteydi. Şimdi ise Putin Tahran’a bölgesel bir toplantı vesilesiyle katılarak hem batının daha fazla tepkisi alınmamış ve hem de İran’ın davetine icabet etmiştir.

Her ne kadar bu ziyarette de Hazar kıyıdaşı ülkeler arasındaki konferans gerekçesi bulunmaktaysa da iki ülkenin siyasi tavırları ön plana çıkmıştır. Nitekim bütün ajanslar, beş ülkenin Hazar’ın paylaşımı konusundaki aldığı kararlardan çok, Putin ile Ahmedinecad’ın açıklamalarına yer vermişlerdir. Bu zirveden de Hazar’ın siyasi statüsü konusunda bir anlaşma çıkmamıştır. Ancak beş Hazar ülkesinden her biri diğer bir Hazar ülkesine saldırmamayı taahhüt ettiği gibi, üçüncü bir ülkenin bir Hazar ülkesine saldırısı için topraklarını kullandırtmamayı da kabul etmiştir. Hazar ülkeleri arasında siyasi, ekonomik işbirliğinin geliştirilmesi, askeri alanlara da yayılması konusunda ilk adım atılmıştır. Bütün bunlar İran’ın içinde bulunduğu şartlar dikkate alındığında, bu ülke açısından son derece önemli kazanımlardır. Tahran zirvesinde nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşmasının (NPT) uygulanması yönünde kararlılık teyit edilirken, İran’ın barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiyi geliştirme hakkı olduğu deklare edilmiştir.[6] Bu zirvede “Hiçbir koşulda birbirimize saldırmayız ve topraklarımızı aramızdan birine askerî operasyon düzenlenmesi için kullandırtmayız” ifadeleri İran açısından son derece önemlidir. Zira çeşitli batı basın yayın organlarında zaman zaman ABD’nin İran’ı vurmak için Azerbaycan ve kısmen Türkmenistan üzeriden vurabileceğine dair haber ve analizlerin yapılması bu ülkeyi tedirgin etmekteydi. İran’ın tedirginliğine sebep olan bir diğer faktör de Azerbaycan nüfusunun yaklaşık 5 katı Azeri nüfusun İran topraklarında yaşamasıdır. Bu durum İran’ın Azerbaycan-ABD ilişkileri konusunda şüphelerini artırmaktadır.

Hazar zirvesinin en önemli sonuçlarından birisi askeri alanda gerçekleşmiştir. Putin, Hazar’a komşu ülkelerin liderlerini Hazar Denizi’nde görev yapacak, aynı zamanda işbirliği ve güvenliği sağlayacak KASFOR (Caspian Force, CasFor) adında bir askeri deniz gücünün kurulmasını önermiştir. ABD’nin de buna benzer bir önerisi olduğu hatırlandığında ve ABD’nin bazı Hazar kıyısı ülkelerine (Türkiye ile birlikte) bazı askeri deniz gücü yardımları yaptığı dikkate alındığında Putin’in bu teklifinin önemi ortaya çıkmaktadır. Görüşmede bu konuda net bir karar alınamamıştır ancak Rusya’nın bu alandaki lobi faaliyetleri devam etmektedir.

İran’ın Dini Lideri Ayetullah Seyid Ali Hamaneî, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’i kabulünde Putin’in, İranla ilişkilerini bütün alanlarda sınırsız geliştirmeye ciddiyetle baktıklarına dair açıklamasına işaret ederek “Biz bu tür ilişkileri memnuniyetle karşılıyoruz ve ilişkilerin geliştirilmesi her iki ülke halklarının çıkarlarına olduğuna inanıyoruz” diye konuşmuştur. Hamaney konuşmasında ayrıca Rusya ve İran’ın ilişkilerin geliştirilmesi için muhtelif alanlarda önemli ve zengin potansiyellerin bulunduğunu hatırlatarak, “Bağımsız bir İran’ın, Rusya’nın güçlenmesine, güçlü bir Rusya’nın da İran’ın yararına olduğunu” söylemiştir.[7]

Rusya ile İran arasındaki devletten devlete iyi bir düzeyde yürütülen ilişkilere halkın nasıl baktığı konusu da önemli bir yer tutmaktadır. Bu alanda zaman zaman ilginç kamuoyu yoklamaları yapılmaktadır. Oldukça geniş katılımlarla yapılan kamuoyu yoklamalarının en ilginci FOM tarafından İran ve Rusya’da yapılan kamuoyu yoklamalarıdır. Buna göre Rusya’da halkın yüzde 31’i İran’ı Rusya’ya dost olan ülkeler sınıfına koyarken yüzde 25 İran için dost olmayan ülke tabiri kullanmıştır. Ankete katılanların yüzde 41’i ise bu soruya cevap vermekte güçlük çektiğini belirtmiştir.[8]

Rusya’nın İran ile olan ilişkileri daha çok jeostratejik ve jeoekonomik karakter taşımaktadır. İran’ın askerî gelişmesinin Orta Doğu’yu dengesizleştirmesi ve petrol akımının kesilerek petrol fiyatlarının yükselmesi Amerika’yı en çok korkutan hususlar arasındadır. Bütün bu korkulara karşın, Clinton döneminde Rusya’ya karşı herhangi bir yaptırım uygulanmamıştır.[9] Amerika’nın İran hususunda diğer bir korkusu, Rusya’nın verdiği teknoloji ile İran’ın İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi müttefiklerini vuracak füzelere sahip olmasıdır. Bir diğer ve son dönemlerin en önemli korkusu ise İran’ın Nükleer silah yapım kapasitesine sahip olmasıdır.

Amerikalı analizciler, Rusya ve Amerika’nın İslâmî radikalizmi bir tehdit olarak görmelerine karşılık, stratejik açıdan farklı görüşleri olduğunu belirtmektedirler. Rusya’nın tehdidin kendi siyasal, ekonomik ve askerî zayıflığından dolayı gene kendi içindeki İslâmî topluluklardan geldiğini algıladığına inanıyorlar. Rusya kendi içindeki İslâmî toplulukların, aynı ayrılıkçı etnik gruplarda olduğu gibi, küçük devletçikler biçiminde bağımsızlıklarına kavuşmak istediklerine inanmaktadır. Rusya’nın bu durumda düşmanları İran, Irak ve Kuzey Kore değil, kendi içindeki İslâmî topluluklar ve Afganistan’da kendi üzerine saldırtılan Taliban gibi gruplardır. Oysa olaylara Amerikan tarafından bakacak olursak, Amerika’nın düşmanlarının, Amerika’nın izlediği politikalar nedeniyle kendisine saldıran dış güçler olduğunu görmek mümkündür. O hâlde Amerika ile Rusya arasında terörist devletlerin veya teröristin kim olduğu konusunda bir algılama farkı bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu açıdan bakıldığında, gene Amerikalı stratejistlere göre, İran, Rusya için Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’da dengeleyici ve düzenleyici bir güç olarak belirmektedir. Kuzey Kore bir tehdit değil, ancak dengesiz bir komşudur.[10]

Rusya, 11 Eylül sürecinde ABD’ye verdiği destek karşılığında Batı’dan büyük bir beklenti içerisine girmiş ancak bu beklentilerinin de yine büyük bir kısmı karşılanmamıştır. Elbette ki, uluslararası ilişkilerde hiçbir ülkenin beklentilerinin tamamının karşılanması düşünülemez. Ancak Rusya açısından bakıldığında bu ülkenin tatmin edilemeyen beklentilerinin genel toplamda verdiklerine oranla çok daha az olması bu ülkeyi farklı arayışlara itmiştir. Rusya – İran ilişkilerinin sıkılaşması da bu döneme denk gelmektedir. Her ne kadar iki ülke arasındaki Nükleer Santral Anlaşması 1997 yılında imzalansa da bu alanda ciddi çalışmaların 11 Eylül sonrasına denk geldiği görülmektedir.

Putin, 11 Eylül’ün hemen ertesinde Batı’dan özellikle ekonomik alanda yeterince ilgi görmediğini düşünerek ABD’nin “şer ekseni” olarak adlandırdığı ülkeler ile bir dizi ekonomik anlaşma imzalamaya başlamıştır. Özellikle İran ile imzaladığı nükleer santral inşası yapım anlaşmaları Batı basınında ve ABD yönetiminde 11 Eylül’den sonra başlayan Rusya-ABD balayının bittiğine yönelik yorumlara sebep olmuştur. Beyaz Saray’ın bu gelişmelerden rahatsız olması, Rusya ve ABD’nin dostluklarının sorgulanmasını gündeme getirmiştir. Ancak Kremlin sürekli olarak bu anlaşmaların ABD ile ilişkilere zarar vermeyeceğini ve anlaşmaların ekonomik gerekçelerle imzalandığını açıklamıştır. Ünlü The Ekonomist Magazine dergisi Rusya’nın İran ile ilişkilerinin sebebini sorguladığında verilen cevap “for money” (para için) olmuştur. İşte bu cevap Rusya’nın uluslararası arenada İran ile ilişkilerine haklılık kazandırmak için ileri sürdüğü temel argümanlardan birisidir.[11]

11 Eylül Sonrası Yeni Küresel Düzende İlişkiler

11 Eylül terörist saldırılarından sonra Afganistan’a ve ardından da Irak’a yapılan askerî müdahaleler “uluslararası terörizmle mücadele” boyutlarını aşarak uluslararası yeniden yapılanma sürecine dönüşmüştür. ABD, ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” olarak formüle edilen yeni proje ile Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.[12] 11 Eylül saldırılarının bölgede en çok etkilediği ülkelerin başında İran ve Rusya gelmektedir. Zira 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’nin Orta Asya, Afganistan ve Irak’a yerleşmesi Rusya ve İran açısından ABD tehlikesini daha da artırmış bu ortak tehdit algılaması bu iki ülkeyi daha fazla birbirine yakınlaştırmıştır.

İran’da Mahmud Ahmedinejad’ın iktidara gelmesiyle Rusya İran ilişkileri özellikle de nükleer santraller alanında önemli gelişmeler kaydetmiştir. Ahmedinejan’la beraber Rusya, İran’ın bölge politikasında başat rol oynamaya başlamıştır. Peki ama Ahmedinejad İran’ı ile Putin’in Rusya’sını yakınlaştıran neydi bu sorunun cevabını aşağıdaki başlıklar halinde sıralamak mümkündür. Ancak ondan önce şunu söyleyebiliriz ki, birçok analizcinin fikrinin aksine, Ahmedinejad’ın dış politikası dini radikalizmden beslenen basit bir popülizm, Saddamvari dünyaya başkaldırış veya bir delinin akıl almaz davranışları değil, tam tersine binlerce yıllık geleneği olan bir devletin bütün kurumları ve Velâyet-i Fakih’i (dinî lider) tarafından desteklenen planlı bir stratejinin ürünüdür.

Bugün İran ile Rusya’nın birçok bölgesel ve uluslararası sorunda benzer yaklaşımda oldukları görülmektedir. Bu konuları aşağıdaki başlıklar halinde sıralamak mümkündür:

–          ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya olmak üzere bölgeye askeri üs kurma girişimlerine her iki ülke de karşıdır ve bu üsleri kendilerine bir tehdit olarak görmektedirler.

–          NATO’nun doğuya doğru genişlemesine her iki ülke karşıdır.

–          ABD’nin tek başına dünya jandarmalığına ve liderliğine soyunmasına karşıdırlar. Her iki ülke de çok kutuplu dünya düzeni tezini savunmaktadır.

–          Irak’ta ve Afganistan’da Amerikan ve diğer ülke askeri varlığı bulundurmalarına karşıdırlar.

–          Filistin ve genel olarak Orta Doğu sorununa bakış açılarında paralellikler bulunmaktadır.

–          Üçüncü ülkelerin Hazar’da bulunmasına ve özellikle de bir şekilde askeri varlık bulundurmalarına karşıdır

–          Hazar bölgesi enerji kaynaklarındaki aslan payının yabancılarda olmasına karşıdırlar.

–          Boru hatları konusunda her ne kadar rakip olarak dursalar da boru hatlarında ABD destekli Türk seçeneğine karşıdırlar.

–          Özellikle Türkiye’nin bölgede Türk Cumhuriyetleri ile kurmaya çalıştığı sıkı diyaloga ve bu ülke liderlerini bir çerçeve örgüt altında toplamaya her iki ülke de karşıdırlar. Zira her iki ülke de kendi içerisinde yaşan çeşitli Türk boylarına mensup azınlıkların bu girişimlerden etkileneceğini düşünmekte, ayrıca Türkiye’nin bölgede etkinliğinin artmasını arzulamamaktadır.[13]

–          ŞİÖ çerçevesinde gözlemci üye statüsü alan İran’ın bu örgüt içerisinde de Rusya ile yakın mesaide bulunması beklenmektedir.

–          Her iki ülke de Fars körfezinde yabancı savaş gemilerinin bulunmasına karşıdır ve bir an önce ilk aşamada bu gemilerin sayısının azaltılmasını talep etmektedirler.

–          Rusya’nın dış politika konseptine bakıldığı vakit İran’ın onun Müslüman dünyası içerisinde en önemli ortaklarından birisi olduğu konusu tesadüfi değildir. Rusya İran’ı bölgede kendisi için en büyük tehlike gördüğü Vahhabizmin yayılmasını önlemek için işbirliği yapabileceği bir ülke olarak görmektedir.

–          Her iki ülke de Azerbaycan’ın güçlenmesi ve İran içerisinde yaşayan yaklaşık 30 milyon Azerbaycan Türkünün bağımsızlık isteklerini kamçılamasını arzu etmemektedir.

–          İran’ın İKÖ içerisinde ve genelde İslam dünyası ile ilişkilerde Rusya’ya verdiği destek Moskova tarafından yüksek önemde kıymetlendirilmektedir.

–          Her iki ülke de büyük petrol ve doğalgaz kaynaklarına maliktir ve ellerindeki bu kaynakları bir dış politika aracı olarak kullanmak, ayrıca da yüksek fiyattan pazarlara arzetmek istemektedirler. Özellikle doğalgazın stratejik önemi iki ülkeyi bu alanda rakip olmalarına karşın yakınlaştırmaktadır. İran’ın önerdiği Gaz OPEC’ine Rusya şimdilik sıcak bakmasa da orta vadede yapılması ihtimal dahilindedir.

Görüldüğü gibi İran ve Rusya’nın listesi daha uzatılabilecek çok sayıda ortak çıkar alanları mevcuttur. Bu ortak çıkar alanları elbette ki, Türkiye’nin bölgedeki çıkarlarıyla örtüşmemektedir.

İran, Rusya’nın bölgede ilişki geliştirebildiği neredeyse tek ülke konumundadır. Geleneksel olarak İran, Kafkasya ve Orta Asya gibi konularda, Rusya ile birlikte hareket etmiştir. Rusya-İran ilişkilerinin temelinde Rusya açısından iki önemli faktör vardır. Her şeyden önce, ABD ve Batı dünyasının silah ambargosuyla karşı karşıya olan İran, Rusya için önemli bir silah pazarıdır. İran’ın Rusya için ikinci önemi ise, stratejiktir. Bu, İran’ın bölgede ABD karşıtı duruşuna bir destek mahiyetinde ortaya çıkmaktadır. ABD karşıtı İran’ı desteklemek Rusya için stratejik bir gerekliliktir. İran, Rusya’nın Orta Doğu’da son tutunma noktasıdır. Sovyet döneminde Suriye’de etkili olan Rusya, bu ülkeyi 1991 sonrasında kaybetti. Saddam döneminde Irak’la iyi ilişkiler kurmaya, petrol imtiyazları almaya çalıştı. ABD’nin Irak’ı işgali ile bu ülke de Rusya’nın jeopolitik kayıpları arasında yerini aldı.[14] Rusya’nın bugün Orta Doğu politikası SSCB’den farklı olarak İran’a endekslenmiş durumdadır. Rusya’nın Orta Doğu ülkeleri içerisinde nüfuzunun en fazla olduğu ülke İran’dır.

İran’a yapılacak bir saldırı sonrası Irak gibi istikrarsız bir ortama sürüklenmesi önce Güney Kafkasya ülkelerini (özellikle Azerbaycan’ı) ve ardından da Rusya toprakları içerisinde yer alan Müslüman Kuzey Kafkasya ülkelerini etkilemesi kaçınılmazdır. Bu sebeple de Rusya İran’a yapılacak saldırıları önlemek için elinden gelen her türlü çabayı göstermektedir. Ayrıca ABD müdahalesi sonrası İran’da değişecek rejimin ABD yanlısı olması kaçınılmazdır. Bu yeni rejimle ABD rahatlıkla Hazar Denizi’ne, Kafkasya ve Orta Asya ülkelerine nüfuz etme imkanı bulabilecektir ki, bu Rusya’nın asla katlanamayacağı oranda büyük bir tehlikedir. Zira ABD’nin bölgeye nüfuz etme çabalarının önündeki en büyük engel olarak İran durmaktadır.

Siyasi Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi Dr. Hüccet Ziyayi’nin de ifade ettiği gibi Tahran ve Moskova’nın ekonomik-siyasi ilişkileri Sovyetler Birliği’nin dağılmasından yeni bir aşamaya gelmiştir. Bir taraftan Tahran-Moskova ilişkilerinin ötesinde ideolojik düşüncelerin gölgesi yok edildi, diğer taraftan da Amerika’nın Orta Asya ve Kafkaslara yayılma endişesinden dolayı İran ve Rusya arasındaki ilişki güçlendi.”[15] Her iki ülke yetkililerinden yapılan değişik açıklamalardan İran ve Rusya’nın birbirlerini önemli ve güçlü ortak olarak tanımladıkları görülmektedir.

Rusya Federasyonu Dışişleri eski Bakanı İgor İvanov, “İran, Rusya’nın Asya’daki önemli bir ortağıdır. Tahran’ın İslam dünyasındaki nüfuzu ve otoritesi herkesçe bilinmektedir. Rusya ve İran’ı birbirine bağlayan sadece geleneksel iyi komşuluk ilişkileri değildir. Birçok küresel ve bölgesel sorunların çözümündeki yaklaşımlardaki yakınlık da Rusya ve İran’ı birbirine bağlamaktadır. İki ülkenin başarılı bir şekilde gelişen karşılıklı ilişkileri bölgesel politika için önemli pozitif bir faktör haline gelmiştir.” Sözleriyle iki ülke arasında “çok özel” diye nitelendirilebilecek ilişkilerin temelindeki ortak çıkar paydasını özetlemiştir. Mevcut Dışişleri BAKANI Sergey Lavrov’a göre ise İran Rusya’nın bölgedeki istikrara dönük çıkarları açısından işbirliği içerisinde bulunduğu çok önemli bölgesel bir ortaktır.[16] Rusya’nın önemli üniversitelerinden birisi olan Dışişleri Bakanlığına bağlı Moskova Uluslararası İlişkiler Üniversitesi Profesörlerinden İran ve Türkiye konusunda uzman isimlerden birisi olan Sergey Barisoviç Drujulovski’ye göre de İran politik ve ekonomik açıdan Rusya’nın stratejik ortaklarından birisidir.[17]

15 Eylül 2005 tarihinde BM Güvenlik Konseyi’nin 60. Genel Kurul Toplantısında Putin ile bir araya gelen Ahmedinejad’ın Rusya için söyledikleri önemlidir: “ Güçlü bir Rusya İran için en iyi dosttur. Güçlü bir İran ise Rusya’nın en iyi ortaklarından birisidir.”[18]

İran-Rusya ilişkisi tarih boyunca inişli çıkışlı bir seyir gösterse de, SSCB’nin dağılmasının ardından iyileşme, derinleşme ve çok boyutluluk kazanarak devam etmiştir. Çünkü İran ve Rusya bölgesel açıdan ortak çıkar alanlarına, küresel sistem konusunda da ortak bakış açısına sahiptir. Ayrıca her iki ülkenin bölgedeki çıkar tanımlamaları birbirine yakındır. Her iki ülke tek kutuplu dünya düzeninden ve ABD’nin hegemonya arayışından ciddi şekilde rahatsızdır. Rusya, İran’ın nükleer ve askeri çalışmalarından önemli ekonomik fayda sağlamaktadır. Rusya, İran ile ilişkilerini korumayı arzu etmekle beraber Batı dünyasıyla olan ilişkisini zedelemek de istememektedir. Moskova, İran-ABD arasındaki gerginliğin sıcak bir savaşa dönüşmesini ve İran’ın işgal edilmesini istememektedir. Bu nedenle Rusya, İran ve Batılılar arasındaki sorunu çözmek için devreye girmiştir.[19]

Rusya ayrıca nükleer güce sahip olan İran’dan tehdit de algılamaktadır. Çünkü nükleer güce sahip olan bir İran, Rusya’nın Orta Asya, Kafkasya ve Hazar havzasındaki çıkarlarını etkileyebilir. Ayrıca İran-ABD ilişkilerinin geleceğinin belirsizliği de bu tehdit algılamalarını daha karmaşık hale getirebilir. Nükleer güce sahip ve ABD ile iyi ilişkisi olan bir İran, Rusya’nın istemediği bir seçenektir. Bu açıdan bakıldığında Rusya, İran’ın elinde nükleer silah olmasını bir yerde istemeyebilir. Rusya ayrıca İran’ın nükleer meselesini, ABD ile kendi arasında pazarlık konusu yapmak fikrini de taşımaktadır. Rusya içeride bazı etnik sorunlarla karşı karşıyadır ve bu sorunu çözmek için uluslararası desteğe ciddi ihtiyaç duymakta ve bu bağlamda uluslararası sistemden destek almadığından yakınmaktadır.[20]

Siyasi açıdan Rusya ve İran’ı birbirine yaklaştıran temel unsur iki ülke dış politikasındaki Amerikan karşıtlığıdır. Devrimden sonra ABD, İran ile olan diplomatik ilişkilerini dondurmuş ve yeni rejimle hiçbir şekilde uzlaşmaya gitmemiştir. Hem bu nedenle hem de devrimin ilkeleri gereği İran İslam Cumhuriyeti, 1979’da kurulduğu günden itibaren Amerikan karşıtı bir dış politika çizgisi izlemektedir. Rusya Federasyonu ise dış politika da her ne kadar genel itibariyle Batı ülkelerine ve Batılı kurumlara dönük bir yaklaşım sergilemekle birlikte ABD’nin tek taraflı girişimlerinden rahatsızlık duymaktadır. Yevgeny Primakov’un 1996 yılında dışişleri bakanlığına gelişiyle Avrasyacılığın öne çıktığı ve Amerikan karşıtlığının yükselişe geçtiği Rusya’da, Ağustos 1998’de yaşanan ekonomik kriz ve 1999’daki NATO’nun Kosova müdahalesinden sonra Amerikan karşıtlığı hat safhaya ulaşmıştır. 11 Eylül 2001’de ABD’de meydana gelen terör eylemlerinden sonra Putin’in, teröre karşı savaşta Bush’a verdiği destekle yumuşayan Rusya-ABD ilişkileri, ABD’nin Irak’a müdahalesi ile yeniden bozulmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla büyük bir güç kaybına uğrayan ve psikolojik travma yaşayan Rus yönetici elitinin çoğunun bilinç altında Amerikan düşmanlığı mevcuttur.[21]

Rusya ile İran arasında kendisine cevap arayan en önemli sorulardan birisi Rusya’nın İran’ı nereye kadar destekleyeceği hususudur. Aslında bu sorunun cevabı da İran’ın en büyük kabusudur. Zira, İran’ın en büyük korkusu uluslararası baskılar yüzünden Rusya’nın kendisine olan desteğini çekebileceği ihtimalidir. Nitekim İran’ın Düşanbe Büyükelçisi Nasır Sarmadi Pars, 4 Ekim 2005 tarihindeki bir basın toplantısında “İran ile Rusya arasındaki ilişkilerin günümüzde çok iyi bir seviyede olmasına rağmen İslam Cumhuriyeti, Rusya’nın her zaman İran’ın çıkarlarını savunacağı konusunda iyimser bir saflık içinde değildir.” açıklamasını yapmıştır.[22]

Rusya’nın nereye kadar İran’ın yanında olacağı konusu net olarak cevabını bulamasa da Rusya’nın tavrından bunu kestirmek mümkündür. Zira daha önceki çeşitli örnekler ve son olarak da Putin’in bir soruya verdiği yanıtı Rusya’nın İran’ı her ne pahasına olursa olsun savunmayacağını göstermektedir. İran Devlet Radyo ve Televizyonu ve Haber Ajansı İRNA”nın muhabiri Abbas Ali Hacı Pervane’nin Putin’in İran ziyareti esnasında yaptığı röportajda şu soruyu sormuştur: “Rusya’nın Devlet Başkanı olarak, görev süreniz sona erene kadar, bu projenin yolunda gideceğine ve fabrikaya nükleer yakıtın dağıtımının -ki bu fabrikanın çevrimiçi hale gelmesinden hemen önceki en önemli aşamadır- gerçekleşeceğine söz verebiliyor musunuz?” Bu soruya Putin’in verdiği cevap ilginçtir. “Verdiğim tek sözler ben küçükken anneme verdiğim sözlerdir.” Bu sözlerden de anlaşılacağı gibi İran’ın nükleer tesislerine Rusya’nın verdiği destek zamana ve şartlara göre değişebilir.

Her ne kadar Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bu röpörtajda net olarak bu konuda bir ifadede bulunmasa da daha sonra Rusya’nın vaat ettiği nükleer yakıtı İran’a sağladığı görülmektedir. ABD’nin İran ile ilgili yayınladığı ve bu ülkenin 2003 yılından sonra uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurduğunu ifade eden istihbarat raporundan sonra Rusya İran’a nükleer yakıt sevkıyatın başlamıştı. Rusya bununla ilgili olarak Buşehr Nükleer Santrali’ne 17 ve 28 Aralık 2007 tarihlerinde ve 17 Ocak 2008 tarihinde daha önceki sevkıyatlardaki gibi 11 ton nükleer yakıt sevkıyatı yapmıştır.[23] Santralin inşasından sorumlu olan Rusya’nın Atomstroiexport şirketi, İran’a son nükleer yakıt teslimatının da yapıldığını duyurdu. Şirketin sözcüsü Irina Yesipova, Interfax ajansında yer alan açıklamasında İran’a verileceği açıklanan 82 tonluk nükleer yakıtın tamamının santrale ulaştığını söylemiştir.

Bugün Rusya ile İran arasındaki çağdaş ilişkilere baktığımız zaman ikili ilişkilerin daha çok bölgesel sorunlar (Hazar’ın statüsü sorunu, Kafkasya, Orta Asya, Afganistan ve Irak sorunu), uluslararası terörle ve narkotik maddelerle mücadele ile nükleer enerji ve silah sanayisi alanlarında şekillendiği görülmektedir.

Paylaş:

Yorumlar

“113) 11 EYLÜL SONRASI İRAN-RUSYA İLİŞKİLERİ-1” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. Ertuğrul Kapusuzoğlu yorum tarihi 23 Mayıs, 2009 10:04

    Devlet idaresi hususunda, genlerimizden gelen bir özelliğin bulunduğuna inananlardanım.
    Devlet idare etmek son derece basit.
    Bakkal hesabı gibi.
    Her hangi bir ülkeyle ilişkimizde,bizim kârımız nedir?
    Kârımız varsa evet, yoksa hayır.
    Bu kadar basit.
    Duyrulur.

Yorum yap