82) NASIL BİR YAŞAM!
Yayin Tarihi 24 Aralık, 2008
Kategori SOSYAL
NASIL BİR YAŞAM!
Sonsuz bir yaşamın peşinde avuç avuç ilaç yutan insanların atmadıkları takla kalmadığını gördükçe hüzünleniyorum. Sonsuza dek yaşayacaklarını sanarak yanıldıklarını elbet anlayacaklar ama nafile!
Aslında bir şey sormuyorsunuz, anlatıyorsunuz; ama ben yine de işin tıbbi yönüne değinmeden geçemeyeceğim.
Aslına bakacak olursanız insan ömrü özel bir çaba göstermese de giderek uzuyor. Son yüzyıl içerisinde keşfedilen antibiyotikler yakın zamanlara kadar en önemli ölüm nedeni olan mikrobik hastalıkları geri plana itmiş durumda. Her ne kadar dünya tam bir huzura kavuşamasa da geçmişe göre savaşların azalması yaşam süresini arttıran sebepler arasında. Buna karşın dünya refahının artması, yiyeceğe ulaşmanın kolaylaşması ve bedensel aktivitenin azalmasına bağlı kalp hastalıkları hızlı bir artış içerisinde. Endüstriyel atıklar ve çevre kirliliği ise kanseri tırmandırmakta.
Fakat başta da dediğim gibi iyileri ve kötüleri terazinin iki kefesine koyarsak iyiler ağır basıyor ve insanın ortalama yaşam süresi giderek uzuyor.
Önemli bir soru bu noktada ortaya çıkıyor; eskiye göre daha uzun olan bu yaşam nasıl yaşanacak? İşte sizin yorumunuzda eleştirdiğiniz çaba bu soruyu çözme çabası. Aslında çok da haksız sayılmazsınız; bazı insanlar ne kadar uzun yaşarlarsa yaşasınlar “sonsuzluğun zamanı” içerisinde hiçten öteye olmadıklarını unutuyorlar ve izanlarını bilmiyorlar.
Fakat sağlıklı olma çabası içerisinde olan herkesi aynı sınıfa koymamak gerekiyor; diğerlerinin yegane arzusu ömürlerini sağlıklı geçirmek ve elden ayaktan düşünceye kadar bu dünya için bir şeyler yapabilmek.
Sürülecek yaşamın süresi kadar kalitesi de önemli. Bitinceye kadar etrafını aydınlatarak yanan bir mum ya da isli camının ötesine ışığı sızmayan bir gaz lambası olmak. İşte yapılması gereken seçim bu, yoksa herkes bir gün söneceğini biliyor.
Dr. Eren Eroğlu
Aile Hekimliği Uzmanı, Clinica Gayrettepe Tıbbi Direktörü
[email protected]
Yorumlar
“82) NASIL BİR YAŞAM!” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
Etkilendim…
Yozgat’ta ömrünü geçiren Mehrum Babamdan derlediğim bir nükteyle katkıda bulunmak isterim.
…
Şahinle Akbaba arkadaş olmuşlar.
Bir gün Akbaba Şanin’i yemeğe davet etmiş. Yemekte eşek leşinden bir but varmış.
Akbaba keyifle yemeğe başlamış, fakat Şahin nezaket gereği bir iki hamleden sonra, özür dileyerek iştahsızlığını ileri sürmüş.
Haftaya kalmamış, Şahin Akbaba’yı yemeğe davet etmiş.
Fakat ortada bir şey yok.
Yemek saati gelince Şahin bir havalanmış, pençelerinde iki bıldırcınla dönmüş.
Akbabanın önüne atmış tekrar uçmuş.
Arka arkaya, iki keklik, dört bağırtlak, üç ördek…
Akbaba tamam deyinceye kadar getirmiş.
Akbabanın ağzı kulaklarında, hiç böyle lezzetli ve taze yemekler yememişmiş.
Yemekten sonra sohbet.
Akbaba sormuş; “Sen kaç yıl yaşarsın Şahin kardeş.”
Şahin; “Sekiz on yıl, ya sen?”
Akbaba; “Kırk elli yıl; amma benim gibi kırk elli yıl leşlerle beslenerek yaşamaktansa, senin gibi sekiz on yıl yaşamak daha iyidir.”
…
Elbette bu bir kıssa…
Hiç bir kitap okumadan,
Hiç bir ağaç dikmeden,
Hiç bir müze gezmeden,
Hiç bir….
…
Hiç uzatmıyorum…
Yaşamaya yaşamak denirse, bu Akbaba gibi yaşamaktan başka bir şey değildir.
Sağlıklı, okumalı günler dileğiyle…