330) EDEBİYATIMIZDA BALKAN TÜRKLERİ’NİN TÜRKİYE’YE GÖÇLERİ-2

Yayin Tarihi 8 Aralık, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

Cumhuriyet Dönemi Göçleri

Osmanlı döneminde yaşanan göç olayları Türkiye’de Cumhuriyetin ilânından sonra da devam etmiştir. İlk büyük göç Lozan Barış Antlaşması (1923) sonucunda gerçekleşmiştir. 1923-24 yıllarında Yunanistan’dan mübadil olarak göç edenlerin sayısının yaklaşık 500 000 olduğu belirtilmektedir. Bu göçü, Bulgaristan’dan belirli yıllarda gerçekleşen kitle halinde göçler izlemiştir: 1950-51 yıllarında 154 000, 1968-78 göçünde 130 000, 1989 Büyük Göçünde de sadece Haziran, Temmuz ve Ağustosun 22’sine kadar, yani üç aydan daha az bir zaman içinde 311 862 Bulgaristan Türkü Türkiye’ye giriş yapmış ve daha sonraki aylarda ve yıllarda da göç devam etmiştir.

Eski Yugoslavya’dan ve Romanya’dan da göçler olmuş, fakat Türkiye’ye en çok göçmen Bulgaristan’dan gelmiştir. Rumeli’den Türk Göçleri tablosuna baktığımızda Doksanüç Harbinden bu yana Türkiye’ye en çok göçmen gönderen ülkenin Bulgaristan olduğunu görüyoruz. Bundan dolayı da Bulgaristan Türklerinin tarihine bir göç tarihi dememiz uygun olacaktır. Bu yüzden olmalıdır ki göçmenlik, Bulgaristan Türklerinin sözlü halk edebiyatında özel bir motif olarak gelişmiştir. Tarihi ve toplumsal gerçeklerin bir ifadesi olan bu büyük insanlık dramına mâniler, türkü ve destanlar, efsane ve menkıbeler hasrederek Bulgaristan Türkü, gönlünü avutmuş, karanlık günlerinde kendine teselli bulmuştur. Mânilerden örnekleri okuyalım:

Kara tiren gidiyor

Acı duman seriyor

Kara tirenin içinde

Macırlar gidiyor

X

Yağmur yağdı sel oldu

Dereler taştı doldu

Ben vatanımdan ayrıldım

Zalım Bulgar sebep oldu

X

Dağlarımın tepesi

Yarimin seteresi

Milleti batırdı ya

Macırlık (veya: Türkiye) meselesi

X

Elmayı satan bilir

Tadını tatan bilir

Macırlık ateşten gömlekmiş

Acısını çeken bilir

(Hayriye Memoğlu-Süleymanoğlu’nun arşivinden.)

Bulgaristan Türkü baba ocağına, konu komşusuna bağlı kalarak yaratmış olduğu türkülerde göç olayına hıçkırıklarla karışık bir duygu katmıştır, gençlerin ayrılışı da ayrı bir acıdır:

Ah bu macırlık bağrıma bastı

Ben ona yanarım

Ben vatanımdan nece ayrıldım

Yârsız kaldım

 

Yol veril ağlar, yol verin beyler

Yol verin geçeyim

Nazlı yardan ayrı düştüm

Zehir mi içeyim

 

Benden size vasiyetler olsun

Macır olmayın

Macır olsaz (olsanız) da

Yarsız kalmayın

(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 116.)

Geleceğin belirsizliğinden kaynaklanan bir çaresizlik de bazı türkülere bambaşka bir eda verir. Başka bir duygu da göçmenliğin zorluklarından gıdalanarak bir nostalji ile örülü olarak dile gelir. Şu ilâhide zorluklar ve göçmenliğin ölümden beter olduğu vurgulanır:

Edirne ovasında

Serpildim kaldım

Arçlıyım tükendi

Evlâdı sattım

O viran babamı

Yolda bıraktım

 

Edirne ovasında

Naneler biter

Nanenin kokusu

Cihana yeter

Ah, şu macırlık

ölümden beter 

(Türkiye Dışındaki Türk  Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, 1997, 126.)

İlâhide 1938 yılı göçünden söz edilmekte. Son dörtlükte Atatürk’ün ölümüne ağlıyor muhacirler:

Atımı bayledim

Bir delik taşa

Oniki bin ağlar

Kemal Paşa’ya

Göçmenliğin üzüntüleri, ayrılık ve özlemi, eş dosttan uzaklara düşmenin ıstırapları başka bir türküde dile getirilmektedir: 

İstanbul’un üzümü

Çekemedim sözünü

Ben vatanımdan çıkarken

Yumdum iki gözümü

Binmem tirene binmem

 

Kara koyun meleme

Yüreğimi dayleme

Anam, bubam, kardeşim

Yavrum deyip ayleme

Binmem tirene binmem

 

Kara kara karınca

Karıncaya varınca

Ben komşuları özledim

Dillerine varınca

Binmem tirene binmem                                                                                

(Riza Mollov, Bulgaristan  Türklerinin Halk Şiiri, Sofya, 1958, 143-144.)

Göç yollarında çekilen sıkıntıları da şu destandan öğrenelim:

Dinleyin amucalar muhacir destanını

Kapdağda kılamadık bayram namazını

Ver Allahım sen selâmet cümlemize.

Akmehmet köyünün ardı balkan

Omaç köyünün muhacirleri oldu dillere destan

Ver Allahım sen selâmet cümlemize.

1930’ların ikinci yarısında baskılar artar ve Türkler göçe zorlanır. Hattâ birçok Türk ailesi pasapotrsuz Türkiye’ye gönderilir (Krıstö Mançev, 2003). Bu durum aynı destanda da şöyle dile getirilmektedir:

Bir cumartesi bizi Edirne’ye indirdiler

Pasaportu olan çekip de gider

Pasaportsuz olanlar Ankara’dan imdat bekler

Ver Allahım sen selâmet cümlemize

Edirne hudutları taşlık

Kalmadı cebimizde on para harçlık

Ver Allahım cümlemize hoşluk

Yok mudur Edirne hudutlarında bize bir boşluk

Ver Allahım sen selâmet cümlemize                                                                    

(Riza Mollov, Bulgaristan Türklerinin Halk Şiiri, Sofya, 1958, 143.)

1938 göçünü yansıtan bir ilâhiden de şunları aktaralım:

Bir sabah namazı çıktım odamdan

Vatanı terkedip gittim oradan

Gam için mi yaratmış bizi yaratan

 

Gider millet vah ayrılık deyu

Yanar millet ah vatan deyu

(Güven-Doverie Gazetesi, 5 Ekim, 1994, Sofya.)

Başka bir destanda da 1938’de hicret edenlerle kalanların ayrılmasını halk ozanı şöyle dile getirmektedir:                                              

Hicret edip gider Allah aşkına

Gidenlere kalan kullar ayledi

N’apsın kalan, macır dönmüş şaşkına

Arkasından akan sular ayledi

…………………………………..

Ana yavrısını bırakıp gider

Kızı arkasından kuş olup öter

Bu ayrılık ölümden beter

Dayler taşlar vatan deyip ayledi

(Dobriç İli Bayrampazarı. Söyleyen: Salih Raşitoğlu. Kaleme alan: İ. Cebeci.)

İkinci Dünya Savaşından sonra da Balkanlar’dan Türkiye’ye göçler devam etmiştir. 1989 yılında Bulgaristan’ın gerçekleştirdiği geniş kapsamlı zorunlu göç, BÜYÜK GÖÇ olarak tarihe geçmiştir. Komünist yöneticiler, ülkedeki Türklere soykırım uygulamaya kalkışmışlardır. Türklerin okulları kapatılmış; silâh zoruyla, asker gücüyle ve ölüm tehdidiyle adları Bulgar adlarıyla değiştirilmiş, giyim-kuşamları yasaklanmış, camiler tahrip edilmiş, mezar taşlarından kaldırımlar yapılmış, cenazeler Bulgar mezarlıklarına gönderilmiştir. Türk dilinde eğitim şöyle dursun, ailelerde dahi Türkçe konuşmak yasaklanmıştır. Tepki gösteren Türkler, ölüm kamplarına ve hapisanelere gönderilmiştir. Tırmanışını giderek artıran baskılar BÜYÜK GÖÇ ile son haddine ulaşmıştır. tüm bu olaylar, sözlü edebiyatta da izler bırakmıştır. Türkçe konuşmanın yasaklanmasına tepki gösterenler hapisanelerde çürümüş, birçokları da kurşuna dizilmiştir:

İçinizden biridim

Karlar gibi eridim

Anadilimiz için

Hapislerde çürüdüm

 

Gide gide yoruldum

Sular gibi duruldum

Üzülme anneciğim

Türkçem için vuruldum 

Kırcaali’nin Koşukavak (Krumovgrat) bölgesinden şair Süleyman Yusuf Adalı tarafından derlenen türküler.

Bulgarlaştırma süreci Aralık 1984 tarihinde Kırcaali bölgesinde kanlı olaylarla başlamış ve birçok Türk, tanklar altında kalmış, kurşuna dizilmiştir. Süleyman Yusuf Adalı’nın derlediği türkülerden şunu okuyalım: 

Örencik deresi köy oldu bize

Böğürtlen çal(ı)ları ev oldu bize

Atma zalım atma

Kadım yok benim

Düşmana verecek

Adım yok benim

Örencik başına düşman yürüdü

Kâfir ellerini kana bürüdü

Atma zalım atma

Kadım yok benim

Düşmana verecek

Adım yok benim

Örencik deresi dar geldi bana

Bu ecelsiz ölüm zor geldi bana

Atma zalım atma

Kadım yok benim

Düşmana verecek

Adım yok benim

Bulgarlaştırma olayları şu ilâhiye de konu olmuştur:

Dobruca ovası düzlük

Gitti adlarımız çok üzüldük

Buradan (Türkiye’ye) giden kurtudu dedik

İmdat Allahım imdat!

 

Babam adımı koydu ezan ile

Kâfir değiştirdi silâh ile

Annem ağladı gözyaşı ile

İmdat Allahım imdat!

 

Belene Adasına varalım

Beşbin tutukluyu geri alalım

Hepsi genç kız ve oğlan

Onlara nasıl ağlayalım

(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 126.)

Tuna nehrinin ortasında bulunan Belene Adasına halkımız Ölüm Adası adını vermiştir. Çünkü buraya gönderilenlerden birçoğu bir daha geri dönmemişlerdir. Belene Adasına hasredilen türkülerin, ağıtların da sayısı az değildir: 

Arda’dan Tun’ya teller germeli

Nasıl nice Belene’ye varmalı

Aslam Memed’imiz yatağa düşmüş

Hâl-i hatırını varıp sormalı

Arda’dan Tuna’ya teller gerilmez

Bir gecede belene’ye varılmaz

Boşuna tepmeyin yolları anam

Kuş olsan da Belene’ye girilmez

(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 122.)

Belene’de kalanların üzüntüsü nice anaların babaların zamansız ölümüne sebep oldu:

Belene dedikleri

Cehennemdir cehennem

Babam, ben görmeden gitti

Şimdi de ölmüş annem

(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 375.)

Tüm bu olayları Büyük Göç izledi. Utanç trenleri, 15-20 kilometre uzayan araba ve kamyon kervanları 1989’un yaz aylarında Bulgaristan Türkünü Türkiye’ye getirdi. Yine bölünmüş aileler, parçalanmış yürekler, yine ıssız kalmış Türk köyleri, okullar, camiler:

Gökte uçar kırlangıç

Kanadı ayrıç ayrıç

Bulgar bizi ayırdı

Kan kussun avuç avuç

(Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi, 8, Bulgaristan Türk Edebiyatı, Ankara, 1997, 122.)

Göç, Balkan Türklerinin tarihi bir kaderidir, diyoruz. Balkan Türkünün bu kaderi gerçekten de kaçınılmaz bir alınyazısı mıdır?!…

 Prof. Dr. Hayriye Memoğlu Süleymanoğlu

image00210.jpg

Bulgaristan göçleri

Paylaş:

Yorumlar

“330) EDEBİYATIMIZDA BALKAN TÜRKLERİ’NİN TÜRKİYE’YE GÖÇLERİ-2” yazisina 1 Yorum yapilmis

  1. feyza yorum tarihi 3 Kasım, 2009 18:27

    çok sağolun sizin sayenizde ödevimi buldum:)…….

Yorum yap