243) TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-1

Yayin Tarihi 27 Mayıs, 2008 
Kategori TÜRK DÜNYASI

 

 

TÜRK’ÜN GÖÇEBELİĞİ-1

image0011.gif

Elbette bugün yazları Torosların yüksek yaylalarına, kışları ılık Akdeniz kıyılarına göçen, geçimlerini hayvancılıkla sağlayan ve geleneksel çadırlarında barınan Türkmenlerin genel nüfusumuz içindeki yeri, ihmal edilebilecek kadar azdır. Oysa birkaç nesil önce böyle değildi; göçebe Türkler, Osmanlı toprakları içinde önemli bir oranda bulunuyorlardı. Anadolu’ya ilk geldikleri zamanlarda ise, Türklerin büyük çoğunluğu göçebeydi. Göçebelikten yerleşikliğe geçiş, pek de öyle kolay ve bir anda olmadı, yıllarca, asırlarca sürdü. Bugün yerleşikliği başarmış olsalar da, Türklerin yüzlerce yıllık tarihi bulunan göçebelik yaşantılarından getirdikleri alışkanlıkları, her zaman etkisini sürdürdü; onların zihniyet işleyişlerini ve psikolojilerini belirleyerek Türk grup davranışının önemli bir bileşeni oldu.

Biz Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve çöküş dönemlerinde elinde tutabildiği topraklara sığınmış bakiyeleriyiz. Biz, aynı zamanda Tıpkı Oğuz Kağan Destanı’ndaki gibi, “Gün tuğ olsun, gök korikan” (”Güneş bayrak olsun, gök çadır”) diyerek yola çıkan ve Anadolu’ya  göçebe olarak gelen, çoğu Oğuz boylarından olan ama aralarında Kıpçaklar gibi başkaları da bulunan, Selçukluların ve ardından Moğol saldırganların önünden kaçarak buradaki kardeşleriyle birlikte konaklamayı seçen, yine çoğu göçebe bir yaşam tarzı sürdüren Türk boylarının torunlarıyız.

Selçuklu atalarımızdan başlayarak göçebeleri yerleşik kılma, iskan etme siyasetleri, bu topraklarda kurulan tüm Türk (hatta Bizans) siyasal organizasyonlarının temel sorunu oldu. Kaderin cilvesine bakın ki, zor durumda kaldıklarında, bitme noktasına geldiklerinde, Türklerin varlıklarını sürdürme, geleneklerini yaratıcı bir biçimde yenileyebilme alanındaki çabaları, iskan edilen, yerleştirilen ve yeni uygarlık girişimlerine katılan meskun yerlerin halkından değil de, Orta-Asya köklerimizi neredeyse aynen yaşatan uç bölgelerdeki göçebe insanımızın ruhundan başladı. Her zaman göçebe Türkmenlere düşmanlık siyaseti gütmüş olan Selçuklu tükenirken (ki İmparatorluğun son 50 yılı Moğolların vassalı olarak geçmiştir ve bu dönemi “Türk-Moğol devri” olarak anmak daha uygundur) yeni bir İmparatorluk, batı ucunda Osman beyin önderliğindeki aşiret yapısı içinden çiçeklendi. Özellikle İstanbul’un fethinden sonra, tabiiyetindeki akrabaları Türk boylarına sırt çevirmiş olan Osmanlı çözülürken İmparatorluk ahalisi, bakımsız ve harabe Anadolu’daki Türklere sığınmak zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşı, hala büyük ölçüde Orta-Asya’daki psikolojik özelliklerini koruyan Türk Anadolu’nun ateşinde harlandı; Cumhuriyetin harcı bu topraklarda karıldı.

Bir yanda tüm Türk devletleri yöneticilerinin belirgin bir yerleşik ve uygar olma çabası diğer yanda var kalma mücadelemizde Türk halkının göçebe ruh halinin belirleyici olması… Türk göçebe ruh hali, yeni arayışlara yol açan bir dinamizm içermekte; yeniliklere ve değişime açık olmak gibi büyük bir avantaj sunmaktadır. Türklerin en zor dönemlerde yaptıkları hiç beklenmedik atılımlarda, yenileşme girişimlerinde bu göçebelik kalıntısı ruh halinin büyük payı vardır. Bu durum, Türklerin göçebelik özellikleri üzerinde yoğun bir şekilde düşünmemizi zorunlu kılmaktadır.

Türklerin Anadolu’daki acılarla ve zaferlerle dolu öyküsü, bir yanıyla da yerleşiklik ve göçebelik arasındaki kendine özgü bir gerilimin öyküsüdür. Yurtlaştırdığımız bu topraklara, büyük çoğunlukla (ki aramızda Orta-Asya’da Türklerin kendine göre kentlileşmiş bölgelerinden gelenler, ziraati bilen, bir zanaatı icra  edebilenler de vardı) göçebe-hayvancı-savaşçı bir topluluk olarak geldiğimiz ve sürecin giderek yerleşme, kentlileşme, eklektik de olsa bir uygarlık arayışı içinde olma ve nihayetinde kendine özgü bir biçimde İslamlaşma-modernleşme yolunda işlediği tartışmasızdır. Ama Türkiye’deki Cumhuriyet sonrası nüfus ve yerleşim hareketlerine bir bakmamız bile, göçebeliğin yerleşikliğe ve kentliliğe dönüşmesi açısından sürecin henüz tamamlanmadığını, kentli-modern bir toplum olabilmemiz için toplumumuzun önünde daha uzun yıllar bulunduğunu görmemize yetecektir.

Sürecin yönü, kentlileşme, uygarlaşma, kendine özgü bir  biçimde İslamlaşmaya ve modernleşmeye doğrudur ama tüm araştırmalar, Kızılırmak’ın doğusunda Türkmen, batısında Yörük denilen Türk boylarının; İslamlaşma sürecinde hala Eski Türk Dini unsurlarını en çok canlı tutabilmiş Alevi-Bektaşi topluluklarının bu değişim sürecine çok direnç gösterdiklerini ve Orta-Asya köklerimize en benzeyen yanlarımızı içerdiklerini ortaya koymaktadır. Yani Yörük, Türkmen, Alevi-Bektaşi oluşumlar, bizim tarihsel sürekliliğimizin, değişime dirençli yanlarımızın timsalleri olarak görünmektedir. Anadolu’ya ilk geldiğimizde ne halde olduğumuza, hatta Orta-Asya’da nasıl etnik özellikler gösterdiğimize bakmak için, gözümüzü geçmişin mirasın en yoğun biçimde taşıyan bu topluluklara çevirmek zorundayız. Ki zaten Türkleri araştırmak için tüm etnolojik, sosyal antropolojik, sosyal psikolojik, folklorik ve din sosyolojisi ile ilgili çalışmalar, bu topluluklara dikkat kesilmiş durumdadırlar.

 Yörük, Türkmen, Alevi-Bektaşi toplulukların hemen tüm iktidarların olanca değiştirme gayretlerine rağmen, hala önemli ölçüde ayakta olmaları, ilksel (primordial) Türk inanç ve geleneklerinin gücünü, direncini göstermektedir. Ama kabul etmeliyiz ki, bin yıldır süren yerleştirme, kentlileştirme, uygarlaştırma, İslamlaştırma gayretleri de meyvelerini vermiştir; Türk topluluklarının kahir ekseriyeti, göçebe-hayvancı-savaşçı nitelikleri, hiç değilse görünüşte terk etmiş ya da kolektif bilinçdışına itmeyi başarmıştır. Direnç ve değişimle ilgili bu gerçekleri göz önünde bulundurarak genel bir değerlendirme yaptığımızda ise, son tahlilde ulaştığımız sonuç şudur: Kentlileşme ve modernleşme süreçlerindeki tüm gelişmelere rağmen, göçebelik ruh hali, hala Türk grup davranışının (yalnızca Yörük, Türkmen ve Alevi-Bektaşi toplulukları gibi değişime en dirençli kesimlerin değil, tüm Türklerin davranışının) ana belirleyenlerinden birisidir.

Doç. Dr. Erol Göka

 

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap