196) ABDULLAH TUKAY
Yayin Tarihi 24 Nisan, 2008
Kategori KAHRAMANLAR VE BİLGİNLER, TÜRK DÜNYASI
TATAR TÜRKLERİNİN BÜYÜK ŞAİRİ
ABDULLAH TUKAY
20. yüzyıl Tatar şiirinin en önemli temsilcisi olan Abdullah Tukay, bir taraftan halk edebiyatı ve geleneksel şiirin tecrübelerinden mümkün olduğu kadar faydalanırken, bir taraftan da Rus ve Dünya edebiyatının estetik anlayışından ilham alarak yeni bir tarz yaratan ve böylelikle Tatar Türklerinin yazılı edebiyatının gelişim sürecinde en büyük katkıyı ortaya koymuş olan büyük bir Tatar şairidir.
Abdullah Tukay’ın Hayatı
Abdullah Tukay, 26 Nisan 1886 tarihinde, Kazan şehrine bağlı Meñger ilçesinin Kuşlavıç köyünde, yedi kuşaktır imam olan köklü bir ailede doğmuştur. Babasının adı Muhammet Arif, annesinin adı Memdude Hanım’dır. Abdullah Tukay, doğduktan beş ay sonra babasını, üç yıl sonra da annesini kaybetmiştir. Yetim ve öksüz kalan Abdullah Tukay’ı akrabalarından kimse istememiş ve bu yüzden elden ele dolaşmak zorunda kalmıştır. Bu sebeple Abdullah Tukay’ın çocukluk yılları sevgiden mahrum olarak, yoksulluk ve sıkıntı içerisinde geçmiştir.
Abdullah Tukay, nihayet dokuz yaşındayken evlatlık olarak verildiği aileden alınarak Azize adlı halasının yanına, Uralsk (Cayık) şehrine götürülür. Abdullah Tukay halasının yanında toplam on iki yıl kalmıştır. Eniştesi Ali Asgar Efendi onu Cayık’taki Mutiullah medresesine gönderir. Abdullah Tukay ayrıca bu medreseye komşu olan Rus sınıfına da devam eder. Abdullah Tukay, daha sonraları, şiirlerinde bu medresede geçen yıllarını “esaret hayatı” şeklinde tasvir etmektedir. Fakat, Mutiullah Medresesi, Abdullah Tukay’ın edebî şahsiyetinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Çünkü bu medrese, eski usulde eğitim veren diğer medreselere göre yeniliklere açıktır. Öğrenciler, İstanbul’dan gelen günlük gazeteleri ve dergileri takip etme ve medresenin yanındaki Rus sınıfına da okuma imkanına da sahiptirler.[1]
Abdullah Tukay, Mutiullah Medresesinde talebe iken, eğitimde yenilik istekleriyle başlayan, ancak sosyal hayatın bütün alanlarında yenilik ve ilerlemeyi amaçlayan “ceditçilik” veya “marifetçilik” gibi fikir akımlarından da haberdar olur. 1902 yılında İstanbul’dan gelerek aynı medresede okumaya başlayan Abdulveli adlı bir gençle tanışır. Dönemin moda fikir akımı gereğince “hürriyet, eşitlik, kardeşlik” taraftarı İstanbullu genç, padişaha ve mevcut rejime karşıdır. Abdullah Tukay onun yardımıyla Türk ve Fransız edebiyatını tanıma fırsatını bulur; onun ihtilalci fikirlerinden etkilenir. Abdullah Tukay daha sonraları Abdülveli için, “Dünyayı tanımak için gözümü açan adam” demiştir. Söz konusu ihtilalci görüşleri, 1905 yılında musahhih (düzeltmen) olarak girdiği, Uralsk’ta Rusça olarak çıkmakta olan “Uralets” gazetesinde çalışırken daha da gelişen Abdullah Tukay, sokakta bildiri dağıtmak, ihtilalle ilgili broşürleri tercüme etmek gibi işlere girişir. “Halk kanıyla altın yapmaya son!” şeklinde sloganlar atarak sokak yürüyüşlerine ve gösterilerine katılır.[2]
Abdullah Tukay, 1904 yılında, talebelikle birlikte, Mutiullah Efendi’nin oğlu Kâmil Muti’nin matbaasında çalışmaya başlar. 17 Ekim 1905 tarihinde Çar II. Nikola’nın birtakım haklar tanıdığını bildiren manifestosu ilan edilir. Kâmil Muti de bunu fırsat bilerek “Fikir” adlı gazetesini yayınlamaya başlar. Abdullah Tukay da bu gazetede ve daha sonra yine Kâmil Muti tarafından çıkarılan “El-Asr’ül-Cedit” adlı edebiyat ve “Uklar” adlı mizah dergisinde aktif olarak çalışmaya başlar ve ilk şiirlerini burada yayımlar. Abdullah Tukay bu ilk şiirlerinde, öğrenci hareketleri ve milli marifetçilik ideali büyük yer tutmaktadır. Ayrıca hürriyeti ve hürriyet ortamını getiren ihtilali övmektedir. Bunun dışında, yoksul halkı eğitmek, içerisinde bulunduğu durumdan kurtarma düşüncesiyle uyarmak, çalışmaya davet etmek için yazdığı şiirleri de ilk kalem tecrübeleri arasındadır.[3]
1907 yılı, Abdullah Tukay için, hayatında olduğu kadar sanatında da değişikliklerin olduğu bir yıldır. Bu yılın başlarında Mutiullah Medresesinden ayrılan Abdullah Tukay eski usulde eğitim veren medreseleri tenkit eden şiirler yazar. Aynı yıl, Kâmil Muti’nin tutuklanması ve “El-Asr’ül-Cedit” ile “Fikir” gazetelerinin kapatılması üzerine Abdullah Tukay da işsiz kalır. Bu yüzden Abdullah Tukay, 1907 yılının sonbaharında, kısa süren ömrünün sonuna kadar yaşayacağı Kazan şehrine yerleşir. 3 Haziran 1907 tarihinde Rus Çarının ikinci Devlet Dumasını (Meclis) dağıtması gibi olumsuz gelişmeler şairi karamsarlığa iter ve bununla ilgili karamsar şiirler yazar. Fakat dönemin bütün baskı ve sıkıntılara rağmen şiir yazarak halkı aydınlatmaktan geri durmayacağını ifade eden şiirler yazmaya devam eder.[4] Şair, “Bir Tatar Şairinin Sözleri” adlı şiirinde bu duygularını dile getirmektedir.
Abdullah Tukay önce “El-Islah” ve daha sonra da G. Kemal ile birlikte Haziran 1908’te çıkarmaya başladığı “Yeşin” adlı mizah dergisinde şiir ve nesirlerini yayımlar. 1909 yılının Haziran ayında onuncu sayısından sonra Yeşin dergisinin kapatılması üzerine, 1910 yılının Mart ayında “Yalt-Yult”u dergiyi çıkarmaya başlayan Abdullah Tukay, devrin baskısının da etkisiyle hiciv ve mizah şiirlerine yönelir. Böylece bu tür şiirlerin başarılı örneklerini de verir.[5]
Toplumdaki sıkıntıların yanı sıra, şairin özel hayatındaki düzensizlik, sıcak aile ortamından yoksun, pansiyon köşelerinde hastalıkla mücadele ederek geçirdiği hayatın da etkisiyle, 1909 yılından sonraki şiirlerinde ümitsizlik hakimdir. İç dünyasının kapılarını araladığı “Üzilgen Ümit” ve “Par At” gibi şiirlerinde saf şiire ulaşmıştır. “Üzilgen Ümit” adlı şiiri, toplum içerisinde yaşayan insanın kalabalıklar arasındaki yalnızlığının, kader karşısındaki aczinin, samimi ve lirik şekildeki ifadesidir.[6]
En büyük arzusu, vatanın kurtuluşu, milletin hürriyet içerisinde ilerleyip gelişmesi ve refaha ulaşması olan Abdullah Tukay, henüz 27 yaşında hayatının baharında iken, 27 Nisan 1913 tarihinde, yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak hayata veda etmiştir.
20. yüzyıl başlarında Tatar Türklerinin siyasi ve sosyal hayatını, manevi kültürünü, geleceğe dair arzu ve ümidini, Abdullah Tukay’ın eserlerinden öğrenebiliriz. Daha açık bir tabirle Abdullah Tukay’ın eserlerine bakarak Tatar Türklerinin “milllî düşünce” anlayışını kavrayabiliriz.[7]
Abdullah Tukay yalnız Tatar Türkleri arasında değil, bütün Doğu Türkleri arasında şöhret bulmuş bir şair idi. Onun şiirleri 1908 yılından itibaren değişik Türk şivelerine tercüme edilerek yayımlanmaya başlamıştı. Türkistanlı Haci Muini, Mirmuhsin ve Muhammed Seralin adlı yazarlar 1913 ve 1914 yıllarında Abdullah Tukay hakkında makaleler yayımlamışlardı.
Türkistanlı şairler, Abdullah Tukay’ın şiirlerini kendi şivelerine tercüme etmekle kalmamışlar, Abdullah Evlani, Tülegen Hacımiyar, Sultan Mahmut Toraygır, A. Alim gibi şairler Abdullah Tukay’ın tesirinde kalarak kendileri de yeni eserler vermişlerdir.
Abdullah Tukay’ın tesiri Dağıstan’da da görülmektedir. Dağıstanlı Sabit Gabiyev, Petersburg’ta 1912-1914 yılları arasında çıkardığı “Dağıstan Tanı” ve “Müslüman Gazetesi”nde Abdullah Tukay’ın şiirlerini yayımlamıştır.
Aynı şekilde Nogay Türklerinin edebiyatının temelini atan Musa Kurmanaliyev de Abdullah Tukay’ın tesirinde kalarak şiirler yazmış ve hatta şiirlerinde Abdullah Tukay’ın şiirlerinin başlıklarını kullanmıştır.[8]
Tatar Türkleri, Abdullah Tukay’ın ölümünden sonra onun şiirlerini kitaplar halinde yayınlamakla ve heykellerini dikmekle kalmamış, onun adından ve eserlerinden esinlenerek yeni sanat eserleri meydana getirmişlerdir. “Tukay” adlı sahne oyunu yazılmış, Abdullah Tukay’ın “Şüreli” adlı şiirinden esinlenilerek bir bale koreografisi hazırlanmış ve meşhur Tatar kompozitörü Ferit Yarullin de bunun müziğini yazmıştır. Birçok şiirine beste yapılmıştır. Abdullah Tukay’a ithafen sayısız şiir kaleme alınmış, biyografiler, derlemeler, araştırmalar yayınlanmıştır. 1974 yılında Ahmet Feyzi adlı bir yazar “Tukay” adında bir roman yazmıştır. İbrahim Nurullin’in Rusça kaleme aldığı “Tukay” adlı araştırması “Meşhur İnsanların Hayatı” serisinde 1977 yılında yayımlanmıştır.[9]
Abdullah Tukay, sekiz yıllık kısa edebi hayatı boyunca milletinin hür, eğitimli, ileri ve müreffeh olması yolundaki mücadelesini şiirleştirmiştir. Çoğu zaman ümit ile ümitsizlik arasında gidip gelen duygu karmaşası içerisinde olmakla beraber, milletinin hür ve aydınlık geleceği konusundaki inancını kaybetmemiştir. Abdullah Tukay, Tatar şair ve aydınlarına, halkı aydınlatıp yüceltme görevini yüklemiştir. Aydının halka karşı olan borcunu bu şekilde ödemesi gerektiğine inanmıştır. Ömrünün baharında dünyadan göçen Abdullah Tukay geride bıraktığı güzel eserlere, halkına lâyıkıyla hizmet etmiş olduğu ve ona olan borcunu fazlasıyla ödediğini göstermiştir.[10]
Abdullah Tukay’ın Eserleri
Abdullah Tukay, iki cilt tutarındaki şiirlerinin yanı sıra, fıkra ve siyasi makaleler de yazmıştır. Fikir, Yuldız, El-Islah, Kuyaş ve Turmış gazeteleri ile, El-Asr’ül-Cedit, Terbiyet’ül-Etfal, Añ, Yeşin, Yalt-Yult ve Mektep gibi dergilerde yayımlanan şiir ve nesirleri, 1907’den 1917 yılına kadar geçen zaman içerisinde risaleler halinde 55 defa basılmıştır. 1906 ile 1913 yılları arasında çıkan söz konusu gazete ve dergilerde 214 şiir ve nesri yer almıştır. Abdullah Tukay, şiir ve nesirlerinin bir kısmında “Şüreli”, “Gümbirt”, “Kızganıçlı”, “İmam Hatip”, “İmzasız da Yararetdinov”, “Kefiştatıyuş”, “Dubirnuş”, “Biçura”, “Tenkıyt Süyüçi”, “Biik Usal”, “T.G.T.” gibi müstear adları kullanmıştır.
Abdullah Tukay’ın şiirleri 1917 yılından önce risaleler şeklinde, ihtilalden sonra ise daha hacimli olmak üzere Rusça’ya çevrilmiş; Kırım, Kazak, Kırgız, Özbek, Başkurt, Uygur ve Çuvaş Türkçelerine aktarılmıştır. Ancak, Abdullah Tukay hayattayken bütün şiir ve nesirlerinin toplandığı yayınları görememiştir. Şiirlerinden seçmelerin oluşturulduğu ilk eser yayıma hazırlanırken hastanede yatmaktaydı. 14 Mart 1913’te kaleme aldığı “Uyangaç Birinçi İşim” başlıklı yazısında vaat ettiği 400 sayfalık şiir kitabı kendisi öldükten sonra, 1914 yılında yayımlanmıştır. Şiir ve nesirlerinin toplu yayını ise Latin harfleriyle 1929-1931 tarihleri arasında üç cilt olarak; Kiril harfleriyle 1948-1949 tarihleri arasında iki cilt olarak; 1955-1956 tarihleri arasında dört cilt olarak; 1976 yılında dört ve son olarak da 1985 yılında beş cilt olarak yayımlanmıştır.[11]
Abdullah Tukay’ın Şiirleri
Pek çok şair, şiire aşk şiirleriyle başlamasına rağmen, Abdullah Tukay ilk şiirlerinde sosyal temaları işlemiştir. Abdullah Tukay’ın eserleri arasında aşk şiirlerinin sayısı azdır. Abdullah Tukay’ın aşk şiirlerindeki temel espri dert ve ıstıraptır. Fuzulî’nin şiirlerinde olduğu gibi, Abdullah Tukay’ın aşk şiirlerinde de ıstırap estetik bir unsur olarak yer almaktadır.
Abdullah Tukay, en güzel aşk şiirlerini, Kazan’da tanıyıp aşık olduğu Zeytune Mevludova adlı bir bayan için yazmıştır. Edebiyata meraklı bir genç kız olan Zeytune Hanım, Abdullah Tukay’ın şiirlerini büyük bir zevkle okumakta, beğendiği eserlerin şairiyle tanışmak ve onunla yakınlaşmayı istemektedir. Ancak, çocukluğundan itibaren aile hayatı yaşamayan ve kızların bulunduğu ortamlardan uzak kalmış olan Abdullah Tukay bütün bayanlara karşı olduğu gibi Zeytune Hanım’a da -aşık olsa bile- çekingen davranmakta ve ondan uzak durmaktadır.
Zeytune Hanım ve ailesinin Kazan şehrinden ayrılmaları üzerine; bu ayrılığın ve sevgiliye içini açamamasının hüznüyle Abdullah Tukay “Kızık Gıyşık” (Tuhaf Aşk) adlı şiirini yazmıştır. Bu şiir 17 Haziran 1908 tarihinde El-Islah gazetesinde “Mecnun” imzasıyla yayımlanmıştır. Bu şiir, Abdullah Tukay’ın psikolojisinin bizzat kendisi tarafından yapılmış güzel bir tasviri ve tahlilidir.[12]
Abdullah Tukay’ın 1909 yılından sonra yazdığı aşk şiirlerindeki anlam ve ruh değişir. Ümitsizlik, bezginlik söz konusu şiirlerin hareket noktası olmuştur. 29 Kasım 1910 tarihli Vakit gazetesinde yayımlanan “Üzilgen Ümit” (Kesilen Ümit) adlı şiiri, insanı ağlatacak kadar samimi söyleyişlerle örülü; kederin yoğunluğu karşısında şaşkınlığa düşürecek kadar ustaca kaleme alınmış başarılı bir manzumedir. Toplum içerisinde yaşayan insanın kalabalıklar arasındaki yalnızlığına, kader karşısındaki aczini, kısacası hayat denilen trajediyi dile getiren şair, artık dünyaya yabancı bir ferttir. Söz konusu şiiri okurken, “Hayat hissedenler için bir trajedi, düşünenler için bir komedidir” diyen şaire hak vermemek mümkün değildir.[13]
Abdullah Tukay’ın şiirleri arasında millet ve milliyetçilikle ilgili olanları önemli bir yer tutmaktadır. Millet fikrini doğrudan doğruya işlemediği diğer şiirlerinin pek çoğunda da sözü zaman zaman millete, milletin yükselmesine, ilerlemesine getirmektedir. Bunun için de hür olmak, din adamlarının telkin ettiği taassuptan kurtulmak şarttır. Şiirlerinde kadınların okumasını, iyi tahsil görmesini, çocukların çok çalışmasını, köylülerin miskinliği terk etmesini hep aynı sebeple işlemiştir.
Şair olarak ebedi olmak, şair diye anılmak onun yegane emelidir. Ancak, şair sayılacaksa bile, milletin şairi unvanıyla hatırlanmak istemektedir. Mensubu olmakla gurur duyduğu milletini, dünyada hiçbir şeye değişmeyeceğini “Millete” adlı şiirinde vurgulamaktadır.
Önceleri, Abdullah Tukay’ın “millet”ten kastı, bütün dünya Müslümanlarıdır. Ancak bu görüşü kısa bir zaman sonra yerini Tatar milliyetçiliğine bırakmıştır. Özellikle 1906 yılının son zamanlarından itibaren yazdığı şiirlerde ısrarla “Tatar” adını zikretmektedir. Yine aynı sebeple ilk şiirlerinde denediği Osmanlıca’ya yakın Türkçeyi sonraları bırakmış, sâde Tatar Türkçesiyle yazmıştır. Müşterek Orta Asya Türkçesi diyebileceğimiz Türkçeyi tercih edenleri, yani İsmail Gaspıralı’nın yolundan gidenleri, Tatarlara ihanet etmekle suçlamıştır.[14]
Abdullah Tukay, mensubu olduğu Tatar Türklerini medeni milletlerin safında görmeyi arzu etmektedir. Bunun için Tatarlara yol gösterir, hedefler işaret eder. İçinde bulundukları taassup ve cehaletten dolayı onları tenkit eder, kusurlarını gözler önüne serer. Maksadı, Tatar Türklerini suçlamak veya küçük görmek değil, bu tür ifadelerle onların gafletten kurtulmalarını sağlamaktır.
Tatar Türklerinin asırlarca maruz kaldığı Rus baskısı ve yasaklar pek tabiî Abdullah Tukay’ı da etkilemiştir. Bu sebeple ilk şiirlerinden itibaren hayatının sonuna kadar yazdığı birçok şiirinde “hürriyet” temasını işlemiştir. Şair, hürriyeti, ferdî planda ve millet hayatında yaşanılan esaretlerden yola çıkarak ele almaktadır. Ona göre, geri kalmışlık, cehalet, uyuşukluk, tembellik, dar kalıpların dışına çıkılmayan medrese hayatı, başlı başına birer esarettir. Cehalet yuvası olarak nitelendirdiği medresede kısacık ömrünün on yılını geçirdikten sonra oradan ayrılıp hür ve geniş bir dünyaya çıktığı sıralarda şiirler daha fazla uğraşma imkanını bulur. Böylece şahsi hayatında, etrafını saran esaretlerin körüklediği hürriyet aşkı şiirlerine akseder.
1905 ihtilalinden sonra bütün Rusya’da esen hürriyet havası içerisinde Abdullah Tukay, Tatar Türklerinin her alandaki hak ve hürriyetlerinin iadesi konusunda gelecekten ümitlidir. Ancak, kültür seviyesinin düşüklüğü ve bilgisizlik sebebiyle, halkın halklarından haberdar olmayışı, şairi endişeye düşürmektedir. Bu yüzden şiirlerinde halkın dikkatini hürriyet konusunda yoğunlaştırmak ister.[15]
Abdullah Tukay’ın üzerinde ısrarla durduğu konulardan biri de cehalettir. Cahil olmak ayıplanacak bir haldir; cahil olana dünya dardır. Mehmet Akif ve Tevfik Fikret gibi Abdullah Tukay da, milletin ilerlemesinin ancak ilim ve fen ile mümkün olacağına inanmaktadır.[16]
20. yüzyıl başlarına gelindiğinde ders programlarında pozitif ilimlerin bulunmadığı Buhara modeline göre tanzim edilmiş medreseler gerek müfredat, gerekse metod itibariyle çağın gereklerine cevap veremeyecek hale gelmiştir. Coğrafi bakımdan Batı dünyasından uzak olan Kazan Türkleri, Batı’nın ilmini Ruslar vasıtasıyla da alamamışlardı. Tatar talebeleri arasında, dini esaslara dayalı eğitim ve öğretim veren medreselere karşı hoşnutsuzluk başlar, tedrisat metodlarında reform yapılması yolundaki istekler artar. 1905 yılında gizli toplantılar tertip etmek, gizlice gazeteler çıkarmak suretiyle başlayan bu hareket, eski öğretim taraftarı muallim ve mollalara, medrese açıp, idare eden zenginlere karşı açıktan açığa mücadele vermeye, hatta toplu olarak medreseyi bırakmaya kadar varan boyutlara ulaşır. Medreseden ayrılan talebeler, Rus okullarına giderek öğrenimlerine devam ederler.
Fikir gazetesinin 17 Eylül 1906 tarihli 34. sayısında yayımlanan “Hissiyat-ı Milliye” başlıklı makalesi ve yine aynı gazetede yayımlanan “Medreseden Çıkkan Şekirtler Ni Diyler?” adlı şiiriyle Abdullah Tukay da yenilik taraftarı talebeleri teşvik etmekte ve desteklemektedir. Söz konusu makale ve şiirde medreselerin o yıllardaki durumunu anlatmakta, medreseyi bırakan talebelerin haklılığını ispat etmeye çalışmaktadır.[17]
Abdullah Tukay’ın hayatının sonuna kadar değişmeyen fikirlerinden biri de, taassuba ve din adamlarına karşı olmasıdır. Din adamlarına değer veren zenginleri de sevmediğini pek çok şiirinde ifade etmiştir. Ona göre zenginlerin yegane işi, eski usulde eğitim veren medreseleri açmak, molla ve hocaları beslemektir. Mutaassıp hocaların hüneri ise, zenginlere dalkavukluk ederek davetlerde yemek yemektir.[18]
Tatar Türklerinin 20. yüzyılın başlarında karşılaştığı her türlü problemi şiirlerine konu alarak çözüm yolları gösteren Abdullah Tukay, geleceğin teminatı olarak gördüğü çocukları unutmamış ve onlarla ilgili pek çok şiir yazmıştır. Abdullah Tukay söz konusu şiirlerinde, çocuklara arzu edilen örnek insan olmaları için tavsiyelerde bulunmaktadır. Bilgisizlikten kurtulmak, sosyal anlamda gelişip toplumda itibarlı bir yere sahip olmanın tek şartının okumak ve çalışmaktan geçtiğini ısrarla belirtmektedir. Özellikle köylü çocuklarının içinde bulundukları sosyal statüyü değiştirmek için tahsil görmelerinin ve çok çalışmalarının gereğine işaret etmektedir. “Ata ile Bala” adlı şiirinde cehaletin, fert, cemiyet ve millet hayatında her türlü kötülüğün kaynağı olduğunu belirten bir baba oğluna, okumuş bir insanın üç cahille değiştirilemeyeceğini anlatır ve ondan okumasını ister. Abdullah Tukay’a göre, okul, hayat kaynağı, cehaletin söndürüldüğü yerdir. Tabiatın sessizlik ve durgunluk vakti olan kış mevsiminde bile köy mektebi ışık saçmakta, neşe ve canlılık getirmektedir.[19]
Abdullah Tukay çocukların eğitimi konusundaki görüş ve tekliflerini, sözlü gelenek edebiyatı türlerinden istifade ederek anlatmak suretiyle de çocukların dikkatini çekmektedir. Abdullah Tukay, Tatar çocuklarının okul öncesi dönemlerden aşina olduğu efsane, atalar sözü, masal ve ninni gibi anonim halk edebiyatı türlerini yeniden işleyip şiire çevirerek, okulun ve okumanın önemi konusundaki mesajlarını öğrenciler tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır. Sözgelimi, “Su Anası” şiirinde, bir köylü çocuğunun ağzından “Su Anası” masalını işlemektedir. İyilik ile kötülüğün mücadelesini konu alan bu masalda muhayyel bir varlık olan su anasının altın tarağını alan köylü çocuğunun yaşadığı korku ve heyecan dolu olaylardan sonra yaptığı işin ahlaka uymadığını, annesinin ikazıyla anlayarak, tarağı iade etmesi anlatılır. Çocuklara hakkı olmayan şeyleri almamaları ve dürüst olmaları öğütlenir.
Çocukların dünyasında hayvanların özel bir yeri olduğu gerçeğini dikkate Alan Abdullah Tukay, çocuklar için yazdığı şiirlerinde hayvan masallarından faydalanmayı da ihmal etmemiştir. Kedi, köpek, keçi, teke, tavşan ve bülbül gibi hayvanları konu alan şiirlerinin hareket noktası hayvan sevgisidir.[20]
ADİLHAN ADİLOĞLU
ABDULLAH TUKAY’IN ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Sin Bulmasañ
İy matur! Min yanmas idim, yandıruçı bulmasañ
Tammas idi cirge yeşler, tamdıruçı bulmasañ!
Bir minutta taşlar idim bu tumanlı muñlarıy
Sin mini miskin kılıp muñlandıruçı bulmasañ!
Mevci-mevci ulmazdıy, bulganmazdıy gıyşkıñ diñgizi
Rih-i sarsar tüsli, sin bulgandıruçı bulmasañ!
Eklenirdim birkader min şemse, ya bedre bakıp
Anlarıy hüsniñle leşey sandıruçı bulmasañ!
Terkiderdim vehşeti, tik kendiñe tartıp beni
Kainete karşı yam-yamlandıruçı bulmasañ!
Haliysan kullık iterdim Teñri’ye, derviş kibi
Küñlimi teşviyşle şaytanlandıruçı bulmasañ!
Canıma kasd eylemezdim hesretimnen gahi, gah
Kendimi kendimge duşmanlandıruçı bulmasañ!
Kayvakıt mecnün kibi külmes ve şatlanmas idim
Sin agaç at üstine atlandıruçı bulmasañ!
Şigre biñzerdi biraz biyhüde eşgarim benim
Her kalem tutkanda, isten taydıruçı bulmasañ!
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Sen Olmasan
Ey güzel! Yanmazdım, sen yakıcı olmasaydın
Damlamazdı yere yaşlar, sen damlatıcı olmasaydın!
Bir anda bırakırdım, bu dumanlı kederleri
Sen beni miskinleştirip kederlendirici olmasaydın!
Dalga dalga olmazdı, bulanmazdı aşkın denizi
Şiddetli fırtına gibi sen bulandırıcı olmasaydın!
Eğlenirdim bir zaman, bakarak güneşe ve aya
Onları güzelliğinle gölgeleyici olmasaydın!
Terk ederdim yalnızlığı, kendine çekmeseydin beni
Beni kainata karşı yamyamlık ettirici olmasaydın!
Samimiyetle kulluk ederdim Tanrı’ya, derviş gibi
Gönlümü alt üst ederek, şeytanlaştırıcı olmasaydın!
Canıma kast etmezdim, hasretinle zaman zaman
Sen beni, bana düşman edici olmasaydın!
Arada bir deli gibi gülmez ve sevinmezdim
Beni tahta ata bindirici olmasaydın!
Şiire benzerdi belki bomboş şiirlerim
Her kalem tutuşumda, aklımı oynatıcı olmasaydın!
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Kızık Gıyşık
Tirlep, issi künde kuynırga tilep
Bir kişi salkın su aldı bir çilek
Üs-başın salgan, velekin şiklene
Su salırga tenge, çünki çirkene
Bir kuya cirge çilekni, bir tuta
Nişlesin, miskin, suvık su kurkıta
Küp azaptan suñra gayretke kilip
Suni cilke arkılı çitke sibip
Kuydı da, sin niçkelep bir bak sana:
“El de tenge tiymedi” dip şatlana!
Min munı yazdım, bu gıyşkım mislidir
Çünki gıyşkım nek minim şul tüslidir
Min süyem, hetta ki gaklımnan şaşam
Süygenimnen şüreli tüsli kaçam
Yulda kürsem, küz yumam, kürmiym, imiş
Ut yutıp yansam da, sir birmiym, imiş
Bir şigır yazsam da, yalgan kul kuyam
Min süygenni bilmesin dip kurkudan
Tugrı kilsem, süz süyliym salkın gına
Bulsa da kükrek tulı yalkın gına
Bir heber bar: Ul hezir kitken, bugay
Şeherine küpten barıp citken, bugay
Kayda ol minnen cibermek hat-selam?!
“Bilmiy kitti, küp şükür” dip şatlanam
Bilmiy diym de, belki, bilgendir eli!
Elle indi bilgenin bildirmedi?
Añlamıym, tüşmiym de añlav kasdına
Şigrimi ceydim ayagı astına
Üyine citkençi basıp kaytsa añar
Şagıyri zur iltifatınnan sanar.
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Tuhaf Aşk
Sıcak bir günde terleyip de serinlemek isteyen
Bir insan, soğuk su alır bir kova
Üzerini çıkarır, ancak tereddüt eder
Suyu vücuduna dökemez, ürperir
Kâh alır kovayı eline, kâh bırakır
Neylesin zavallıcık, soğuk su korkutur
Çok azap çektikten sonra, gayrete gelip
Suyu ensesinden aşırarak kenara döker
Sonra derin derin düşünür:
“Tenime hiç değmedi” diye sevinir!
Yazdım bunları, çünkü aşkım da böyledir
Aşkım tıpkı benim gibidir
Severim, hatta aklımı kaçırırım
Sevgilimden öcüden kaçar gibi kaçarım
Yolda görsem, gözümü kaparım, bakmam
Şiir yazarsam, değiştiririm
Onu sevdiğimi bilecek diye korkarım
Karşılaşsam, konuşurum gayet soğukça
Göğsüm alevlerle dolu olsa da
Bir haber var: Şimdi o gitmiştir belki
Bir şehrine çoktan varıp ulaşmıştır belki
Ona mektup, selam göndermek, mümkün mü?
“Anlamadan gitti çok şükür” diye sevinirim
Bilmiyor dedim ama, belki biliyordu!
Belki, bildiğini belli etmiyordu
Anlamadım, gayret etmedim de anlamağa
Şiirimi serdim ayağının altına
Evine ulaşınca, dönüp gelse
Şaire iltifat etmiş olur.
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Üzilgen Ümit
Küz karaşımda hezir üzgerdi eşyalar tüsi
Sizile: Ütti yeş vakıtlar, citti gumrim yartısı
Küz tigip baksam eger de turmışımnıñ kügine
Yeş hilal urnında anda tulgan aynın yaktısı
Nindi dert birlen kalem sızsam da kegaz üstine
Uçmıy evvelgi yüler, saf, yeş mehebbet çatkısı
İy mukatdes, muñlı sazım! Uynadıñ sin nik bik az?
Sin sınasıñ, min sünemiñ, ayrılabız ahrısı!
Uçtı dünya çitliginnen tarsınıp küñlim kuşı
Şat yaratsa da, cihanga yat yaratkan Rabb’ısı
Küp mi muñlansam kunıp milli agaçlar üstine
Barsı kurgan, bir gine yuk canlısı, yafraklısı
Bulmadıñ altın yarım, salkın yarım sin de minim
Bir tebessim birle de turmış yulım yaktırtkıçı!
Küz yeşiñ de kipmiyçe yıglap vafat bulgan eni!
Gailesine cihannıñ nik kitirdiñ yat kişi?!
Üpkeniñnen birli, enkey, iñ ahırgı kerre sin
Her işitken sürdi uglıñnı mehebbet sakçısı
Bar küñillerden cılı, yumşak siniñ kabriñ taşı
Şunda tamsın küz yeşimniñ iñ açı hem tatlısı!
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Kırılan Ümit
Bakışlarımda değişti artık eşyaların rengi
Anlıyorum ki, gençliğim geçmiş, geçmiş ömrümün yarısı
Gözlerimi çevirsem, hayatımın göklerine
Oradadır, genç hilalin yerine dolunayın ışığı
Hangi dert ile kalem oynatsam kağıt üzerinde
Uçmaz evvelki deli, saf, genç sevgi kıvılcımı
Ey mukaddes, kederli sazım, neden pek az çaldın?
Sen kırılıyorsun, ben sönüyorum, ayrılıyoruz sonunda!
Uçtu dünya kafesinden sıkılıp gönül kuşu
Mesut yaratsa da, yabancı yaratmış cihana Tanrı
Ne kadar hüzünlensem, konup milli ağaçlar üstüne
Hepsi kurumuş, bir tane bile yok canlısı, yapraklısı
Olmadan altın yarım, soğuk yarım sen de benim
Bir tebessümle hayat yolunu aydınlatıcım
Göz yaşın bile kurumadan ağlarken vefat eden anne
Cihan ailesine neden getirdin yabancı insanı
Öptüğünden beri anneciğim, en son defa sen beni
Her kapıdan kovdu oğlunu, muhabbet bekçisi
Bütün gönüllerden ılık, yumuşak, kabrinin taşı
Orada aksın göz yaşımın en acısı ve en tatlısı.
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Millete
Cümle fikrim kiçe-kündiz sizge gait, milletim
Sıyhhetindir sıyhhetim hem gıylletindir gıylletim
Sen mükatdes, muhterem gıyndimde varlık nerseden
Satmazdım bu kainete milletim, milliyetim
Behtiyarım, bendeni geri itseler nisbet seña
Gacizane şagıyrin ulmakka vardır niyetim
Lafz-ı “milliyi” sever kalbim benim, bilmem neden?
Eyle milli, milletim, behiş eyle memnüniyetim
Her hıyaldan tatlıdır millet hıyalı lamehal
Bu hıyalattan kelir, ger kelse mecnüniyetim
Eyle şagıyrlikte sabit ta ebet, Teñri’m, beni
Bu sebate munhasıyr meftün ve meclübiyetim
İy felek! Al canımıy, lik alma, zinhar, şanımi
Bençe, ülmekten eşet mensi ve metrükiyetim
Ülmesin, ülsem de, nam-ı gacizim fevt itmesin
Ketmesin buşa benim cehdim ve meşguliyetim
Bir zaman yad eylese bililtifat millet beni
İşte, budır maksadım, me’mül ve mesgudiyetim
Eyledim garz-ı mehebbet ben seña, iy milletim
Dus kürirsiñ sen beni de, var buña emniyetim.
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Millete
Bütün fikrim, gece gündüz size aittir milletim
Sıhhatindedir sıhhatim, hem, illetindedir illetim
Sen mukaddessin, muhteremsin indimde bütün her şeyden
Değiştiremem bütün kainata milletimi, milliyetimi
Bahtiyarım, bendeni etseler eğer sana nispet
Vardır niyetim, acizane şairin olmağa
Sever benim kalbim “milli” kelimesini, bilmem neden?
Eyle milli milletimi, bahşeyle memnuniyetimi
Her hayalden tatlıdır millet hayali her yerde
Bu hayallerden gelir, eğer gelirse mecnuniyetim
Şairlikle sabit eyle, ebediyen Tanrı’m, beni
Bu sebat içindir, vurgunluğum, sürüklenişim
Ey felek! Al canımı, ancak, alma asla şanımı
Bence ölmekle birdir, unutuluşum, terk edilişim
Ölmesin, ölsem de, aciz adım, yok olmasın
Gitmesin boşa benim gayretim ve meşguliyetim
Bir gün hatırlarsa, iltifatla millet beni
İşte budur maksadım, emelim ve saadetim
Eyledim muhabbetimi arz ben sana, ey milletim
Dost bilirsin sen beni, var buna emniyetim.
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Bir Tatar Şagıyrinin Süzleri
Cırlap turam, turgan cirim tar bulsa da
Kurıkmıym, süygen halkım bu Tatar bulsa da
Kükrek birip karşı turam, miña millet
Hezirgi kün mıltık, uk atar bulsa da
Unga, sulga avmıyım, henüz alga baram
Yulda manig kürsem, tibem de avdaram
Kalem kulda bula turıp, yeş şagıyrge
Meglümdir ki, kurku birlen ürkü haram
Şiklenmeybiz duşmannarnıñ küçünnen biz
Bu küngi kün Gali, Rüstem’nerge tiñ biz
Şagıyr gümri hesret, kaygı kürse kürir
Dulkınlanmıy turmıy iç suñ ülken diñgiz
Yahşılıklar irip kitem, balavız min
Maktap süyliym izgi işni, bal avız min
Bir yamanlık kürsem, sügem, maktıy almıym!
Ul tugrıda bik yavız, ay-hay, yavız min!
Yamanlıklar temam mini kutırtalar
Tayak birle güya kursakka türteler
“Nige bulay?” “Yaramıy” dip süylendirip
“Tfu, çurtlar! Ahmaklar” dip tükirteler.
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Bir Tatar Şairinin Sözleri
Şiir söylerim, durduğum yer dar bile olsa
Korkmam, sevgili milletim Tatar ne de olsa
Göğüs gerip karşı dururum, bana millet
Şimdi ok atıp, ateş edecek de olsa
Sağa sola sapmam, ileri atılırım
Yolda engel görsem, durmam aşarım
Elinde kalem, yazıp duran genç şair
Bilir ki, korkmak, ürkmek haram
Endişelenmeyiz düşmanın gücünden biz
Bugün artık Ali ile Rüstem’le denkiz
Şair ömrü boyunca kaygılanır, acı çeker
Dalgalanmadan durulmaz engin deniz
Güzellik karşısında bal gibi eririm
Överim iyi şeyleri, tatlı dilliyim
Kötülğü kınarım, sabredemem!
O hususta pek katıyım, affedemem!
Kötülükler çileden çıkarır beni
Sanki sopa ile döverler beni
“Neden böyle?”, “Olmaz” diye söylenirim
“Ahmaklar, aptallar” derim, öfkelenirim.
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Tugan Til
İy tugan til, iy matur til
Etken, enkemniñ tili
Dönyada küp nerse bildim
Sin tugan til arkılı
İy tugan til her vakıtta
Yardemiñ birlen siniñ
Kiçkineden añlaşılgan
Şatlıgım, kaygım minim
İy tugan til sinde bulgan
İñ ilik kılgan duğam
Yarkıkagıl dip üzimni
Etkem, etkemni Hodam.
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Ana Dili
Ey ana dili, ey güzel dil
Atam, anamın dili
Dünyada çok şey öğrendim
Sen ana dil vasıtasıyla
Ey ana dil her zaman
Yardımın ile senin
Küçüklükten anlaşılmış
Sevincim, üzüntüm benim
Ey ana dil sende olmuş
En ilk okuduğum duam
Koru diyerek kendimi
Atam, anamı Hüdam.
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Par At
Ciktirip par at, Kazan’ga tup-turı kittim karap
Captıra atlarnı küçir, sukkalap ta tartkalap
Kiç idi, şatlık bilen nurlar çeçip ay yaltırıy
İsken ekrin cil bilen yafrak, agaçlar kaltırıy
Her taraf tın. Uy miña tik elle ni cırlıy, ukıy
Nersedendir küz ilingen hem temam baskan yukı
Bir zaman açsam küzim, bir türli yap-yat kır kürem
Ah, bu nindiy ayrılu? Gumrimde bir tapkır kürem
Sav bul indi, huş behil bul, iy minim tugan cirim
Min bulay, şulay item, dip, türli uy kurgan cirim
Huş, gumir itken şeher! İndi yırakta kaldıgız
Ah! Tanış yurtlar, temam küzden de siz yugaldıgız
İç puşa, yana yürek, hesret içinde, uyda min
İçmasam, ipteş te yuk iç, tik ikev biz: Uy da min
Ah, günahım şumlıgı, bu kuçirı bik tın tagın
Cırlamıydır bir maturnıñ baldagın ya kalfagın!
Elle nersem yuk kibi, bir nerse yuk, bir nerse kim
Bar da bar, tik yuk tugannar, min yetim munda yetim
Munda bar da yat miña: Bu Miñgali, Bikmulla kim?
Bikmühemmet, Biktimir birsin de bilmiym, elle kim?
Sizden ayrılıp, tugannar! Cansız, uñaysız turu
Bu turu, eytirge mümkindir, kuyaş, aysız turu
Şundıy uylar birle taştay kattı-kitti başlarım
Cişme tüsli, ihtiyarsız aktı kitti yeşlerim
Bir tavış kildi kulakka, yañgıradı bir zaman
“Tur, şekirt! Cittik Kazan’ga, aldıbızda bit Kazan.”
Bu tavış bik açtı küñlim, şatlıgımnan can yana
“Eyde çap, kuçir, Kazan’ga! Atlarıñ kuv: Na! Na-na!”
Eyte irtengi namazga bik matur, muñlı azan
İy Kazan! Dertli Kazan! Muñlı Kazan! Nurlu Kazan!
Mundadır bizniñ babaylar türleri, puçmakları
Mundadır dertli künilniñ hurları, ucmahları
Munda hikmet, megriyfet hem munda gıyrfan, munda nur
Munda minim niçke bilim, cennetim hem munda hur.
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Çift At
Koşturup çift at, dosdoğru Kazan’a gidiyorum bakarak
Sürüyor atları arabacı, mahmuzlayıp tartaklayarak
Geceydi, sevinçle nurlar saçarak ay parlıyor
Esen hafif rüzgarda ağaçlar, yapraklar sallanıyor
Her taraf sessiz. Fikrim bana neler mırıldanıyor, okuyor
Nedense gözlerim ağırlaşıyor, tamamen uyku bastırıyor
Sonra gözümü açıyor, yabancı kırlar görüyorum
Ah bu nasıl ayrılık? Ömrümde sanki ilk defa görüyorum
Sağ ol, şen kal, affet, ey benim doğduğum yer
Benim türlü türlü hayaller kurduğum yer
Hoş ömür sürdüğüm şehir! Şimdi uzaklarda kaldı
Ah, tanıdık evler, büsbütün gözden kayboldu
İçim sıkılır, yanar yürek, kederli, düşüncedeyim
Bir tanecik arkadaş bile yok, yalnız ikimiz: Fikrim ve ben
Ah günahımın korkunçluğu, arabacı da pek sessiz
Söylemez “Bir güzelin yüzüğü ve kalpağı” türküsünü!
Sanki kimsem yok gibi, bir şey yok, bir şey ki
Var olan var, yalnız kardeşler yok, yetimim, yetim
Burada her şey yabancı bana, Binali, Bikmolla da kim?
Bikmuhammed, Biktimir, hiçbirini tanımıyorum, bunlar kim?
Sizden ayrılıp kardeşler, yurtsuz, güçlükle yaşamak
Güneşsiz, aysız yaşamak gibidir, bence
Bu düşüncelerle kaskatı kesildi başım
Seller gibi akıp gitti gözyaşlarım
Bir ses geldi kulağıma, yankılandı bir zaman
“Kalk, genç! Ulaştık Kazan’a, karşımızda Kazan.”
İçimi ferahlattı bu ses, sevincimden gönlüm coştu
Haydi, sür arabacı, Kazan’a! Atları sür, deh deh deh!”
Sabah namazı için, pek güzel, içli okunuyor ezan
Ey Kazan! Dertli Kazan! Dertli Kazan! Nurlu Kazan!
Buradadır atalarımın köşeleri, bucakları
Buradadır, dertli gönlün hurileri, cennetleri
Buradadır, hikmet, mârifet, irfan, buradadır nur
Buradadır, ince bellim, cennetim, buradadır hurim.
[TATAR TÜRKÇESİYLE]
Ata ile Bala
Yaz, gaziz uglım, kara taktanı sız akbur bilen!
Hem kara küñliñni yalt ittir sızıp ak nur bilen!
Üç nadanga almaşınmas bir yazu bilgen kişi
Megrifet ister, irinmes hiç kişi bulgan kişi.
[TÜRKİYE TÜRKÇESİYLE]
Baba ile Çocuk
Yaz, aziz oğlum, kara tahtaya çiz tebeşir ile!
Kararmış gönlünü nurlandır, çizip ak nur ile!
Üç cahille değiştirilmes yazmayı bilen bir insan
Ustalık ister, üşenmez hiç, insan olan insan.
DİPNOTLAR
[1] Dr. Fatma Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri (İnceleme-Metin-Aktarma), TKAE Yayınları, Ankara, 1994, s. 19, 24, 26-27; Yrd. Doç. Dr. Fatma Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, Türk Dili Dergisi, Sayı: 531, Ankara, 1996, s. 1051-1052, 1054; Yrd. Doç. Dr. Nadir Devlet, Büyük Tatar Şairi Abdullah Tukay, Kardaş Edebiyatlar Dergisi, Sayı: 16, 1987, s. 5; Naile Binark, Abdullah Tukay’ın Şiirlerinde Çocuk Teması, Kardaş Edebiyatlar Dergisi, Sayı: 16, 1987, s. 19; Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-19, Tatar Edebiyatı-III, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s. 66.
[2] Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, s. 1053.
[3] Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, s. 1053.
[4] Binark, Abdullah Tukay’ın Şiirlerinde Çocuk Teması, s. 19; Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, s. 1054-1055.
[5] Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, s. 1055.
[6] Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, s. 1055-1056.
[7] Dr. Yavuz Akpınar, Abdullah Tukay ve Biz, Kardaş Edebiyatlar Dergisi, Sayı: 16, 1987, s. 3-4.
[8] Devlet, Büyük Tatar Şairi Abdullah Tukay, s. 6.
[9] Devlet, Büyük Tatar Şairi Abdullah Tukay, s. 6.
[10] Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, s. 1056.
[11] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 37.
[12] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 41, 45, 48.
[13] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 50-51.
[14] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 52, 53, 54.
[15] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 59.
[16] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 55.
[17] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 64-65.
[18] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 67.
[19] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 72, 74.
[20] Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri, s. 75-76.
KAYNAKLAR
Dr. Fatma Özkan, Abdullah Tukay’ın Şiirleri (İnceleme-Metin-Aktarma), TKAE Yayınları, Ankara, 1994.
Yrd. Doç. Dr. Fatma Özkan, Yirminci Yüzyılda Tatar Şiiri, Türk Dili Dergisi, Sayı: 531, Ankara, 1996.
Yrd. Doç. Dr. Nadir Devlet, Büyük Tatar Şairi Abdullah Tukay, Kardaş Edebiyatlar Dergisi, Sayı: 16, 1987.
Dr. Yavuz Akpınar, Abdullah Tukay ve Biz, Kardaş Edebiyatlar Dergisi, Sayı: 16, 1987.
Naile Binark, Abdullah Tukay’ın Şiirlerinde Çocuk Teması, Kardaş Edebiyatlar Dergisi, Sayı: 16, 1987.
Nevzat Kösoğlu (Red.), Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi-19, Tatar Edebiyatı-III, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001.
Yorumlar
“196) ABDULLAH TUKAY” yazisina 5 Yorum yapilmis
Yorum yap
[…] 20. yüzyıl Tatar şiirinin en önemli temsilcisi olan Abdullah Tukay, bir taraftan halk edebiyatı ve geleneksel şiirin tecrübelerinden mümkün olduğu kadar faydalanırken, bir taraftan da Rus ve Dünya edebiyatının estetik anlayışından ilham alarak yeni bir tarz yaratan ve böylelikle Tatar Türklerinin yazılı edebiyatının gelişim sürecinde en büyük katkıyı ortaya koymuş olan büyük bir Tatar şairidir. Abdullah Tukay’ın Hayatı İçin Aşağıdaki Linki Tıklayınız…. http://www.yenidenergenekon.com/196-milli-sairlerimizden-abdullah-tukay/ […]
Tatar şairi olanABDULLAH TUKAY’IN ,TATAR TÜRK KOŞUĞU:Dilin,sözün özüdür.Aynızamanda insanın özüdür.Tatar koşuğu,gerçek değerini doğduğu toplumda kazanır.Koşuk dili ,en uc noktalarına kadar yerli dilin olanaklarını taşır.Yukardaki beyitler bu güzellikleri taşımaktadır.Acaroğlu
Çok teşekkür ederim çok güzel bir çalışma olmuş saygılar…
Güzel ve yararlı bir çalışma; tebrikler.Gözlerim Balkan Harbi şiirini aradı.Rica etsem adı geçen şiiri gönderebilir misiniz?Teşekkürler, selamlar
Güzel bir çalışma fakat, Tatar dili ile yazılmış bir yazının (Tatarca Latin) yerine (Türkçe Latin) harfleri ile yazılmış olması, dilin iyi anlaşılmasını önlüyor.
Türkiye’de maalesef bu konuya dikkat edilmiyor. Bu sebepten kardeş halklar arasındaki iletişim bu nedenle tam olarak kurulamıyor.
Kültür Bakanlığının sitesinde bulunan eserlerin tamamı ve bu ve buna benzer sitelerde bulunan Tatarca, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Başkurtça… gibi kardeş halkların dilleri Ortak Alfabe ile yazılmak yerine ısrarla Türkçe Alfabe kullanılmak suretiyle anlaşılmaz bir hale getiriliyor.
Ortak Alfabe Kullanımı konusunda 1994 yılında Antalya’da biraraya gelerek yapılan çalışma sonucu; Türkiye dışında tüm topluluklarda yürürlüğe konmuş durumda!
Sadece Türkiye bu konuda kendi alfabesini kullanmaya devam ediyor.
Güya hem onların Kril alfabesinden kurtulmaları isteniyor, hem kabül edilen ortak alfabe “ısrarla” kullanılmıyor!