363) Dede Korkut’un Tarihi Şahsiyeti ve Yaşadığı Kültür Ortamı
Yayin Tarihi 2 Ağustos, 2018
Kategori KÜLTÜREL
Dede Korkut’un Tarihî Şahsiyeti ve Yaşadığı Kültür Ortamı
Dede Korkut araştırmacılarının büyük bir kısmı günümüze kadar Dede Korkut’un mitolojik bir karakter olduğu kanısında birleşmişlerdir. Dede Korkut’un tarihi şahsiyet olduğunu söyleyen araştırmacılar ise bunu ispat edecek hiçbir tarihi kanıt gösterememişlerdir. Ama Korkut üzerine araştırmalar yapanların, Korkut kimliğinin Oğuzların daha Orta Asya’da yaşadıkları ve Şamanizm’e inandıkları dönemde (VI. yüzyıla kadar) formalaşmış olduğu konusunda fikir birliğine vardıkları söylenebilir. H. Koroğlu haklı olarak “Korkut hakkında rivayet ve efsanelerin ilk varyantlarının Orta Asya’da oluştuğunu olması bugün hiç kimsede şüphe doğurmadığını”1 söylüyor. Oğuzlar, Ön Asya’ya gelirken sözlü şekilde söyledikleri Korkut boylarını da kendileri ile getirmiş ve onları yavaş yavaş X. yüzyıldan başlayarak kabul etmeye başladıkları İslam dininin özelliklerine ve Kafkasya ortamına uygunlaştırmışlardır. Orta Asya’da Korkut Ata hakkında oluşmuş ve günümüze kadar gelmiş olan efsane ve rivayetlerin büyük çoğunluğunda O, şaman olarak tasvir edilmiştir. Orta Çağ İslam yazılı kaynaklarında ise Dede Korkut, esasen Müslüman evliya veya hakan olarak tanıtılmaya çalışılmıştır. H. Koroğlu, “Savaşçı Korkut ismine, Zehireddin Nişapuri (ö. 1186), Ebülgazi vb. gibi birçok Orta Çağ İslam tarihçilerinin eserlerinde rastladığımızı”2 yazmaktadır. Oğuz kahramanlık destanlarından olan “Kitab-ı Dede Korkut”un günümüzde bilinen varyantlarının hiç birisinde ise Dede Korkut, serkerde, dövüşçü değil, tam tersine Oğuz kahramanlarının yiğitlikleri hakkında nağmeler söyleyen bir ozandır. Aynı zamanda bazı yazılı kaynaklarda olduğu gibi, “Kitab-ı Dede Korkut”ta da Korkut’un Bayat elinden olduğu belirtilmiştir.
L. Gumilyev’un yazdığına göre Bayatlar Kayı Boyu ile birlikte bir zamanlar Göktürkler tarafından Altay’dan Orta Asya’ya -Oğuzların eski vatanına- kovulmuş ve buradaki diğer Oğuz boylarıyla birlikte yaşamaya başlamışlar.3 Bilim adamları, Korkut hakkında daha eski kaynaklardan bilgi edinmek için şimdiye kadar onu “Korkut” adı ile aramışlar. Oysa ileride de göreceğimiz gibi, “Korkut” lakabı O’na Bayat boyunun Orta Asya’ya gelmesinden sonra verilmiştir. X. yüzyıla kadar Orta Asya çöllerinde sakin ve göçebe hayat sürmüş, bu nedenle de eski tarihçilerin dikkatlerini çekmemiş olan Oğuzlar hakkında, o döneme kadar hiçbir bilgi verilmemiştir. Yalnız X. yüzyılda güçlü bir devlet yarattıktan sonra tarihçilerin dikkatini kendi üzerlerine çekebilmişler. Bu zamandan itibaren verilmiş olan bilgilerde ise doğal olarak Dede Korkut, sonuncu adıyla gösterilmeliydi. Diğer taraftan, Oğuzların İslam dinini kabul etmelerinden sonra Korkut hakkında yazan tarihçiler ilk kaynak olarak Oğuzların sözlü halk yaratıcılığına başvurdukları için, onların yazıya aldıkları bilgiler rivayet karakteri taşımış ve buna göre çağdaş araştırmacılar da onları esas alarak Dede Korkut’la ilgili bilgileri efsane ve rivayet niteliğinde değerlendirmişlerdir. Bu tür rivayetlerin eski Çin ve Orhun kaynaklarında verilmiş bilgilerle karşılaştırılmamış olmaları ise onların içinde saklanmış tarihi gerçeklerin açığa çıkarılmasına olanak tanımamıştır. Bütün tahriflere rağmen, İslam kaynaklarında Korkut Ata hakkında verilmiş bilgilerde tarihi gerçekler de vardır. XIV. yüzyılın birinci yarısında yaşamış meşhur tarihçi Reşüdeddin, Dede Korkut hakkında şöyle yazar: “Kara Koca’nın oğlu Korkut, Bayat Hindendir… İnal Yabgu Kağan onun zamanında yaşmıştır”.4
XVII. yüzyılda yaşamış olan Ebülgazi ise “Şecereyi-Terakime” eserinde bu bilginin doğruluğunu onaylamakla birlikte, Korkut’un şahsiyetini ve ne zaman yaşadığını belirlemek bakımından müstesna önem arz eden ek bilgiler de vermiştir: “Kayı ilinden Kara Koca oğlu Korkut Ata’nın, Salur ilinden Enkeş Hoca’nın ve Avaşban Hoca’nın önderliğinde bütün Oğuz ili toplandı ve Kayı’dan İnal Yabgu’yu hükümdar seçtiler. Onun veziri Korkut Ata oldu. Korkut Ata ne deseydi, İnal Yavı onun sözünden çıkmazdı. Korkut Ata çok garip işler görmüştü. O, 295 yıl ömür sürmüş ve üç hükümdarın veziri olmuştur. İnal Yavı, 7 yıl hakimiyette olmuştur”.5
Burada tasvir edilen epik rivayete ve onunla bağlı gösterilen insan adlarına biz, Büyük Göktürk Hakanlığı’nın son elli yıllığında Altaylar’da ortaya çıkan bir tarihi olayda da tesadüf etmekteyiz; İnel Göktürklerin meşhur kağanlarından Kapağan Kağan’ın küçük oğludur ve adı Orhun Kitabelerinde de geçen bu şahıs 716 yılında kısa bir süre için de olsa “Küçük Kağan” lakabıyla tahta çıkarılmıştır.6
L. Gumilyov, Göktürklerin Türgeşler aleyhine savaş hazırlıklarından söz ederken bu şahsın da adını zikretmiştir: “O, (Kapağan Kağan-K. H.), eşini defnetmek bahanesi ile ikametgahta kalıp, Alşun’a 20 bin süvari çıkarmayı emretti. O, küçük oğlu olan İnel Hakan’ı ve Tarduş Şahı Mogilyan’ı orduya reis, Tonyukuk’u ise bilge rehber olarak tayin etti.” 7
Kapağan Kağan’ın ölümünden sonra baş veren ve bizim konumuzla ilgili olay hakkında ise L. Gumilyov şunları yazmaktadır: “Kapağan Kağan, yasalara zıt olarak, ‘Küçük Kağan’ unvanı (titul) taşıyan sevimli küçük oğlunu mirasçı olarak belirlemişti. Kül-Tigin (Köl-tigin) ordu komutan Alp Eletmiş’i kendi tarafına çekip, Küçük Kağan’ı ve onun müşavirlerini idam etti ve kanuni mirasçı olarak kardeşini ‘Bilge Hakan’ unvanı (titulu) ile tahta çıkardı.”8
Ebülgazi’nin yukarıdaki sözlerinin incelenmesine geçmeden önce VIII. yüzyılın 20’li yıllarına kadar Güney Doğu Moğolistan’da meskunlaşmış Bayat ve Kayı boyları9 hakkında “Taypinhuanyuyszi” adlı Çin tarih kitabındaki bilgiye da göz atmak gerekir. Adı geçen kaynakta şöyle bir yazı görürüz: “Baysi eli ayrıca bir Hun tayfasıdır. Bayegulardan doğuda yaşarlar. On bin yiğitten oluşan ordusu vardır. Adet-ananeleri Türkyutlarla aynıdır. Onların hizmetleri çok çeşitli. Sürekli kendi rehberlerini ödüllendirirler. Çin imparatorunun yanında, onların rehberlerinin özel yeri vardır.”10 Kayı boyu hakkında ise yine aynı kaynakta: “Gyay eli Bayırku’dan kuzeydoğuda yer alır. Aileleri maral ve Çin’de olduğu kimi, inek ve at beslemektedir.”11
716 yılında Bayrıkların (Bayırku) isyanlarının yatırıldığı zaman Kapağan Kağan’ın öldürülmesinden sonra hakanlıkta yaranmış durum ise aşağıdaki gibiydi: Göktürklerin orduları geleneksel olarak sağ (doğu) ve sol (batı) kollara ayrılırlardı. Doğu kolu “Töles”, Batı kolu ise “Tarduş” adlanırdı. “Tarduş şadı” (rehberi) unvanı “Kağan” unvanından sonra en yüksek unvan olarak kabul edilirdi ve bu göreve her zaman Kağanın varisi atanırdı. Bunun dışında, Göktürklerde taht-taç varisliği hakkında yasalar vardı. Bu yasalara göre kardeş kardeşin, kardeş oğlu ise amcanın varisi olarak kabul edilirdi. Bu yasaya esasen Kutluk’tan (İlteriş Kağan’dan) sonra onun kardeşi Kapağan Kağan, (Moçur) kağan olmuştu. Kapağan Kağan’ın varisi ise Kutluk’un büyük oğlu Mogilyan olmalıydı. Ama, Kapağan Kağan tahtı oğlu İnel Hakan’a devretmek istiyordu. Bu amaçla o, şaddan yüksek sayılan ‘Küçük Kağan’ rütbesi yarattı ve onu oğluna verdi. L. Gumilyov, bu Kağan’ın çok akıllı ve aktif olduğunu ama kardeşinin yetim oğullarına oldukça kötü davrandığını, tahtı kendi oğluna verebilmek için kardeşinin oğullarını (Mogilyan ve Kül-Tigin’i-K. H.) öldürmek amacıyla en tehlikeli savaşlara gönderdiğini yazıyor.12 Fakat yiğit ve yetenekli kardeşler bütün savaşlardan zaferle çıkarlar ve hakanlığın gerçek kahramanları olurlar.
Buna bakmayarak Kapağan Kağan’ın ölümünden sonra Töleslerin yukarıda adları geçen rehberleri Alp Eletmiş’in, Alp Alşu’nun ve bazı boy başçılarının himayesi sayesinde İnel Hagan, kendini ‘Kağan’ ilan eder. Böylece, Göktürk şehzadeleri arasında hakimiyet uğruna mücadele başlar. Bu dönemde Bayat ve Kayı boylarının silahlı güçleri Töleslerin hakimiyeti altında olduklarına göre onlar da İnel Hakan’ın taraftarları sırasında olmuşlar. Ebülgazi’nin yazısında da bu olaylardan söz edilir ve onun yanlış olarak Dede Korkut’u Kayı boyuna mensup etmesi, bu iki boyu birleştiren ortak meseleler ve onların sonraki kaderleriyle bağlıdır. Yararlandığı kaynaktaki “Töles” (doğu cinah) sözünü ise Ebülgazi, boy adı olarak anlamış, onu yapıca benzer “Salur” adı ile aynılaştırmıştır. Oğuzların iki onemli boyu eski dönemlerde “uç-ok” (sağ kol) ve “boz-ok” (sol kol) kavramlarıyla adlandırılmıştır. Oğuzlar Azerbaycan’a yerleştikten sonra ise sağ (doğu) kolun Hazar denizi aracılığıyla doğal olarak korunmuş olmalarından dolayı ona ‘İç Oğuz’, sol (batı) kola ise ‘Dış Oğuz’ (kenar oğuz) denilmiştir.
Töleslerin Şadı Eletmiş’in adını Ebülgazi ‘Enkiş’, onun yardımcısı Alşun’un adını ise ‘Avaşban’ şeklinde yazmış, onların “alp” rütbelerini ise İslami kavram olan “hace” sözü ile değiştirmiştir. Burada, Ebülgazi’nin yaşadığı XVII. yüzyılda eski Türk adlarının artık çoktan unutulmuş olduğunu ve onların yerine genellikle Arap adlarının kullanıldığını da unutmamak gerekir. Yazar en önemli şahsın -İnel Hakan’ın adını ise doğru yazsa da- rütbesini ‘yabgu’ olarak vermiştir. İnel Hakan’ın “bir günlük halef” deyimini hatırlatan kısa hakimiyetinin süresini, bu olaylardan yola çıkarak belirlemenin mümkün olamayacağı gibi, onu yeterince epikleştirmek, efsaneleştirmek de mümkün olmamıştır.
Türk Devletleri Tarihi’nde ‘Küçük Kağan’dan başka ‘İnel’ adlı ikinci bir Türk kağanına rastlanmadığını da belirtmek gerekir. Bütün bu olaylar hakkında İnel Kağan’ın devrinden tahminen bin yıl sonra bilgi veren Ebülgazi, bu olaylarla bağlı iki kişinin -Köl Erkin’in ve Tuylı Kayı’nın da- adını söylemektedir.13 Hem Ebülgazi hem de Reşideddin Köl Erkin’i, İnel Hakan’ın ikametgahında saray beyi olarak göstermişler. Bilge Kağan kitabesinde de bu şahıs “dahili (saray) buyuruğu Kül İrkin” olarak gösterilmiştir (BHc. 13). “Tuylı Kaya” adı da açıkça Tonyukuk adını hatırlatmaktadır. Bütün bunlar, VIII. yüzyılın 20’li yıllarında Büyük Göktürk Hakanlığı’nda ortaya çıkan olaylardan ve bu olayların esas kahramanlarından söz edildiğini açıkça göstermektedir. Tahriflere gelince ise eski Türk adlarının ister Çin ister Avrupa ve isterse de Müslüman kaynaklarda sürekli olarak yanlış ve eksik halde yazılması (Yunanların “Platon” ve “Aristotel” adlarına Arapların “Eflatun” ve “Erestun”, Farsların “Daryuş” ve “Koruş” adlarına Yunanların “Dara” ve “Kir”, Göktürklere Çinlilerin “tu-kyu” demeleri gibi) İlk ve Orta Çağ yazarları için alışılagelmiş bir hal olmuştur. Aynı zamanda daha eski devirlerden söz ederken gerçekleri değiştirmek ve gerçek tarihi bilgileri epik efsanelerle zenginleştirmek de Orta Çağ Müslüman yazarların hemen hemen hepsi için karakteristik bir özelliktir.
Nihayet, Ebülgazi’nin ve Reşideddin’in bilgilere dayanarak İnel Hakan’ın, Kağan olduğu sürede onun müşavirlerinden (vezirlerinden) birinin Dede Korkut olduğunu söyleyebiliriz. O dönemde kağanın itaatinde olan boy (kabile) başçılarının kendi kabilesinin askeri ve siyasi rehberi gibi kağanın danışmanları arasında olması da gelenek haline gelmişti. Bayat boyu ve onun Baysi’deki (Bamsı’daki) sonuncu hakanı hakkında Çin kaynaklarından alınan bilgiler de Ebülgazi’nin bu konu ile ilgili yazdıklarına ve olayların baş verdiği devre tamamen uygun gelir. Bütün bu bilgiler, bir sıra Orta Çağ yazarlarının Dede Korkut’u savaşçı ve İnel Hakan’ın müşavirlerinden (vezirlerinden) biri olarak göstermelerinin, efsane değil, önemli derecede rivayetlerle süslenmiş gerçekler olduğunu göstermektedir. Bu olaylardan söz eden eski Türk ve Çin kaynaklarında ise “Korkut” adıyla karşılaşmamamızın nedeni, Altaylar’da olduğu zaman O’nun, “Korkut” değil, aşağıda göreceğimiz gibi, başka adla adlandırılmış olmasıdır. Çin kaynaklarında ise, Baysi’nin sonuncu hakanı hakkında şöyle bir yazı görmekteyiz: “Syan-sinin hakimiyetinin 5. yılında (660 yılında) Li Kağan-Şu, Baysi’de (eyalet hakimi) seçildi. Li Kağan-Şu öldükten sonra onun küçük kardeşi Syue-Du Baysi’nin valisi oldu. Bundan sonra Baysi ilinden hiçbir haber alınamadı.”14
Burada Syue-Du’nun hakimiyetinden sonra “Baysi ilinden hiçbir haberin alınamaması” gerçeğinin söylenmesi çok önemlidir. L. Gumilyov’un, “Kül-Tigin, hakimiyeti ele geçirdikten sonra kağanın bütün yandaşlarını ve vezirlerini kılıçtan geçirmiştir.”15 ifadesiyle önemli yakınlık göstermektedir. O dönemde kağanın yanındaki vezirlerden farklı olarak, kabile beyleri sadece belli toplantılar ve ziyafetler zamanı hakanın sarayına davet edilirlerdi. Belki de bu gelenekten dolayı Dede Korkut sağ kalmış ve sonradan kendi boyuyla birlikte Baysi’yi terk etmek zorunda kalmıştır. Korkut’un Baysi ilinin sonuncu hakimi olduğu dönemde taşıdığı ada gelince, Çin transkripsiyonunda yabancı adlar tahrif olunmuş halde verilse de, sözlerin ilk harfleri genellikle korunmuştur. Buna göre de “Syue-du” ses birleşmesini “Korkut” adıyla aynılaştırmak mümkün değildir. L. Gumilyov’un yazdığı gibi eski Türklerde “adların hiçbiri kanonlaştırılmamıştır; onlar tasviri karakter taşımış, şahsın yaşının, görevinin değişmesi ile bağlı olarak bu adlar da değişebildiği gerçeğini de unutmamak gerekir. Bu değişebilir isimleri lakap olarak adlandırmak daha uygun olur”.16 “Kitab-ı Dede Korkut”ta Dede Korkut’un Dirse Kağan’a “bir boğa öldürmüş senin oğlun, adı Buğaç olsun”17 demesi de bu bakımdan tesadüfi değildir.
Çin kaynaklarında verilmiş Türk adlarının düzgün formları esasen onların Orhun-Yenisey vb. Türk kaynaklarındaki benzerlerini ile karşılaştırılarak belirlenebilir. “Syue-Du” adı Orhun Kitabelerinde karşılaştığımız “Semik Tonra” adına çok uygun gelir. Orhun Kitabelerinde bu şahıs Kül-Tigin döneminde bazı Türk boyları ile Göktürkler aleyhine ittifak kurmaya çalışmakla suçlanır ve yardım almak için kıtayların yanına gittiği belirtilir. 18 Reşideddin ise Dede Korkut’u malum adının dışında, “Bayat Dede Kerençik” olarak da adlandırır.19
Dede Korkut’un önceki (Syue-du) adının Türk formasını kesin olarak belirleyebilmek yeni araştırmalar gerektirir. Ama Korkut ve onun mensup olduğu Bayat ili hakkında yukarıda çeşitli kaynaklardan alarak verdiğimiz bilgiler arasında hiçbir çelişkinin olmaması, tam tersi değişik kaynaklardaki tarihi delillerin İnel kağan’ın devrinde ortaya çıkan olaylarla bağlantılı olması, hem bu olayların baş kahramanları, hem de olayların zamanı ve konusu bakımından birbirine uygun gelmesi, birbirini tamamlaması ve izah etmesi burada gerçekten de bir zamanlar Bayat boyuna liderlik etmiş olan Dede Korkut’tan söz edildiğine kuşku payı bırakmıyor. Bir başka değişle, İnel Hakan’ı tahta çıkaran boy beylerinden birinin Dede Korkut olması konusunda Ebülgazi’nin verdiği bilgi, çeşitli güvenilir kaynaklar tarafından dolaylı yollarla da olsa, onaylanmaktadır. Göktürk ve Çin kaynaklarında bu konuda önemli bilgilere rastlayamamamızın nedenini ise, Büyük Göktürk Hakanlığı tarihindeki rolü bakımından Göktürklerin hakimiyeti altında olan çeşitli Türk boylarının kısmen küçüklerinden birinin beyi olan Dede Korkut’un adı o kadar da büyük önem taşımadığı için ona geniş yer verilmemiştir. Ama İnel Kağan’la bağlı olan ve onun ölümünden sonra ortaya çıkan olaylar Bayat boyunun tarihinde değişikliklere neden olduğuna ve o dönemde Bayat iline Korkut’un rehberlik ettiğine göre “İnel” ve “Korkut” adları Bayatların tarihi hafızalarında silinmez izler bırakmıştır.
“Dede Korkut” ifadesindeki “dede” sözü ise Çinlilerin “dudu” sözünün Oğuz Türkçe’sine uygunlaştırılmış varyantıdır. “Kadim Türk Sözlüğü”nde de bu sözün, Çince olduğu ve “eyalet hakimi” anlamına geldiği ve bu kavramın eski Türkler arasında “ağa” anlamında bir rütbe olarak kullanıldığı belirtilmiştir.20 Eski Türk halklarında boy beylerinin aynı zamanda dini rehber görevini de üstlendiklerine göre bu söz, Şamanizm’de “Büyük Şaman” anlamına da gelmiştir.21 Kavram normalleştikten sonra ise ailede “ağa” rolünün baba veya dedeye ait olmasına bağlı olarak bazı ailelerde babaya, bazı ailelerde ise büyük babaya “dede” denmiştir. Bu nedenden dolayı da “dede” sözcüğü, Azerbaycan’da genellikle baba, Türkiye’de ise ağırlıklı olarak büyük baba anlamında kullanılmaktadır.
Yukarıda verilen bilgiler, “Korkut” sözcüğünün de etimolojisini belirlemede yardımcı olacak niteliktedir. Çin kaynaklarından getirilen örnekte, Bayatların “gelenek ve göreneklerinin Göktürklerle aynı” olduğu belirtilmektedir. Göktürklerin ise totemist oldukları ve kurda taptıkları bilinmektedir. A. Şükürov “Türk Mifologiyası” kitabında, eski Türklerin kurda ‘Tanrı oğlu’ olarak baktıklarını ve ‘Tanrı oğlunun da başlıca görevinin kurtarıcılık olduğunu belirtmiştir.22 Göktürklerin da bu nedenden dolayı kendi kurtarıcılarını “liyakatli kurt” olarak adlandırmaları ile ilgili, L. Gumilyov’un verdiği bilgiler bizim konumuz açısından büyük önem taşımaktadır. Onun yazdığına göre, IV. yüzyılda Tobalılar, Kuzey Çin’i fethettikleri zaman yenilen boylar arasında beş yüz ‘Aşina’ ailesi vardı ve bu beş yüz aile “Hunlarla Siyenpilerin çeşitli kabilelerinin karışımından ortaya çıkmışlardı”.23 439 yılında bu boyun lideri özünün beş yüz ailesi ile birlikte Altay dağlarının güneyine kaçarak, burada yaşayan çeşitli Türk dilli halkların arasına yerleşti. İlk dillerinin niceliğine bağlı olmayarak, V. yüzyılda bu kabile karışımının üyeleri tamamen “Türkleşmiş, Moğol kökenliliğin belirtilerini ise yalnız kendileri ile getirdikleri unvanlarda korumuşlardı”.24 Bu tayfa birleşmesinin kendi önderlerine verdikleri “Aşina” adını ise L. Gumilyov şöyle açıklamıştır: “Aşina” sözcüğü “kurt” anlamına gelmektedir. Türkçe kurda “böri” veya “kaskır”, Moğolca ise “şono” denmiştir. “A” Çince saygı anlamında kullanılan bir ön ektir. Başka bir değişle ‘Aşina’, ‘saygın kurt’ anlamına gelmektedir.”25
“Kitab-ı Dede Korkut”ta Bamsı Beyrek’in babası Kam Böre’nin adında da ‘böri’ sözünü görmemek mümkün değildir [Bamsı Beyrek’in adı ise Altaylar’da, muhtemelen ‘Baysi Bayrık’ (Baysi kartalı) şeklinde olmuştur]. Türkler içerisinde sadece Oğuzlar, bu hayvana “kurt” demişlerdir. Z. V. Togan’ın yazdığına göre bazı Türk boyları kurda cet (örneğin; Ciğil, Yağma, Karluk boyları), bazıları ata kurtarıcı (Göktürkler), Oğuzlar ve Kıpçaklar ise sadece kurtarıcı olarak görmüşlerdir.26 “Kitab-ı Dede Korkut”ta da Gazan Kağan kendini tanıtırken “Korku bilmez kurt balası erkeğinde bir köküm var” der.27 Bütün bu söylenenlere dayanarak Bayat boyu da Orta Asya’ya -Oğuzların yanına- geldikten sonra bu boyu tehlikeden kurtarmış olan boy beyine “Korkurt” adının burada verilmiş olabileceğini söyleyebiliriz. “Kor” sözünün “Eski Türk Sözlüğü”nde “saygı”, “liyakat”, “ad-san” bildiren bir sözcük gibi izah edilmesi28 bu fikri daha da güçlendirir. Orhun Kitabelerinde de “kor” sözü “ad-san”, “liyakat” anlamında kullanılmıştır: “Bu yerde bana kor boltı” (Bu yerde ben ün, ad-san kazandım).29 Bilindiği gibi, Dede Korkut Destanı’nın Vatikan nüshasında da Korkut’un adı “Korkurt” şeklinde yazılmıştır. “Şanlı kurt” lakabının Bayatların Altay lehçesinde (Kor-böri) değil, Oğuz lehçesinde (Korkurt) yayılmış olması ise Orta Asya’da Korkut’un Oğuz boyları arasında bir Kam (şaman) gibi büyük saygıya sahip olduğundan kaynaklanmaktadır.
“Korkurt” (şanlı kurt) ifadesinin isimleşerek, karmaşık bir sözcüğe, ada dönüşmesinin ardından sözün söylenişini kolaylaştırmak için “Korkurt” adından r sesinin düşmesi ise dil kuralları açısından doğal, hatta gerekli bir haldir. “Kor” sözcüğünün yukarıda gösterilen anlamı, muhakkak “Köroğlu” (Koröğlu, Goroğlu) adının da eski anlamının ve etimolojisinin açıklanmasına yardım edecektir.
Burada “Korkut” adının etimolojisi hakkında bizden önce söylenmiş bazı düşüncelerle kendi fikirlerimizi bildirmeyi de gerekli sayıyoruz. O. Süleymenov’un fikrince, “Korkut” sözcüğünün kökü eski Sümer’de oluşmuş, daha sonra ise Mısır’a vb. ülkelere yayılmıştır. O, aynı zamanda bu adın eskiden “Görgüt” şeklinde söylenmiş olduğunu iddia etmektedir. O. Süleymenov ayrıca “gör” sözcüğünün Kazakça “mezar”, “güt” sözcüğünün ise “bekle” anlamına geldiğini ve bundan yola çıkarak “Korkut” adını “mezar, bekle!” anlamında algılamak gerektiğini söylemektedir.30 “Gör” sözü ise onun fikrince, Sümerlerin “hör” (güneş) sözcüğünden türemiştir: Güya Güneş’in gökteki hareketi ile bağlı çeşitli şekiller almasını (oysa aydan farklı olarak, güneş gökte bulunduğu noktaya bağlı olmaksızın hep aynı biçimde gözükür) Sümerler hiyeroglifleri ile göstermiş, sonradan ise Türk kahinleri bu hiyeroglifleri değişik şekillerde, “güneş”, “köz”, “kül kabı” ve “mezar” gibi değişik anlamlara yormuşlar. Yine O. Süleymenov’un fikrince, Sümerlerin “hör” (güneş) sözü sonunda “gör” (mezar) sözcüğüne dönüşmüş ve sonuncu söz ise “Görgüt” (mezar, bekle!) ve “Göroğlu” (mezar oğlu) adlarına yansımıştır.31 Bu etimolojik değerlendirmenin yanlışlığını görmek için “Eski Türk Sözlüğü” kitabına bakmak yeterlidir. Orada “gör” (gor, mezar) sözcüğünün Türk lehçelerine XI. yüzyılda Farsçadan geçmiş olduğu belirtilmektedir.32 “Türk kahinleri” kavramından söz ederken ise O. Süleymenov, kendisinin “Az-Ya” eserinde Türklerin Sümerlerin varisi olduklarını ispat ettiğini söylemektedir. Adı geçen eserde ise Sümer konusuyla ilgili şöyle bir ifade geçmektedir: “Eğer yanılmıyorsam, Sümer sözcüğünün etimolojik kökenini belirlemek için çeşitli çalışmalar yapılıyor ve maalesef bu çabalar büyük Marr’ın adı ile bağlıdır. O, dış yapı benzerliğine aldanarak, sözcüğünü Rusça’daki (alatoran) sözü ile karşılaştırmıştır…
Kül-Tigin Anıtı’nda şöyle bir ifade yer almaktadır: . çevirisi: edebi çevirisi olarak çevrilebilir. ibaresini her gördüğümde anlayamadığım bir heyecan beni sarardı. Bu ibaredeki sözlerin yerini değişerek . En eski ülkenin (yani Sümer’in-K.H.) adının leksik molekülü kim bilir, belki de bu atomlardan oluşmuştur?”33
Görüldüğü gibi, Y. Marr’ı dış yapı benzerliğine aldanarak değerlendirme yapmakla suçlayan O. Süleymenov, uygun “zahiri forma benzerliğinin” onun kendisi tarafından yaratılmasını gösterme hırsı ile eski kitabedeki ifadeyi bile tahrif etmekten çekinmez. En önemlisi ise O, “Yer-sub”un ülke veya yer adı olmadığını, onun eski Türk kültlerinden biri olduğundan habersizdir. L. Gumilyov’un yazısı buna en güzel örnektir: “Yer-su amansız, zalim tanrıdır. Ona boz, veya kır at kurban ederler”.34
M. Seyidov ise “Korkut” sözcüğünün kökeni hakkında şöyle yazmaktadır: “Defalarca belirttiğimiz gibi Korkut, can veren ateş, ruh veren ateş, hayat gücü anlamlarına gelmektedir.”35 Eski Türkçede ‘gut’ sözcüğü ‘ruh’, ‘can’ anlamında kullanılmıştır, oysa “gor” sözcüğünün “od” anlamına ne eski Türk metinlerinde ne de eski Türk sözlüklerinde rastlanır. Azerbaycan ve Türkiye Türkçelerine ise bu sözcük “od” anlamında Oğuzların Ön Asya’ya gelişinden sonra Farsçadan geçmiştir. Farsça “gor” (od) sözünden türemiş birkaç düzeltme ve birleşik sözcükler de mevcuttur.36 Değişik dillerde ses yapısı bakımından aynı ve ya benzer, anlamca ise değişik sözcüklerin olmasının dilcilikte doğal bir olay ve objektif gereksinim olduğunu da belirtmek gerekir. Çünkü bütün dünya dilleri esasen 40-45 değişik sesin değişik biçimlerde birleşmesinden oluşmuşlardır. Örneğin; Azerbaycan Türkçesinde bağımsız kelime olarak kullanılan “bal”, “guş”, “boz” kelimeleri, Farsçada sırasıyla “kanat”, “kulak” ve “keçi” anlamlarına gelen sözcüklerdir. M. Seyidov tarafından ileri sürülen etimolojiyle ilgili iddia ise, söylenenlerin dışında, ayrıca Türk lehçelerinin gramer normlarına bile zıttır: “Korkut” sözünü “ruh veren od”, “can veren od” anlamında anlamak için onu “Korkut” değil, “Gudgor” şeklinde okumak gerekir. Ayrıca Türkler hiçbir zaman ateşperestlik dinine inanmamışlardır.
“Korkut” sözünün kökünü sadece eski Türkçede, hem de Mısır’da ve Sümer’de değil, Türklerin eski vatanı olan Merkezi Asya’da aramak gerekir. O. Süleymenov’un yukarıda gösterilen kitabı basıldıktan sonra, Azerbaycan’da da XIX-XX. yüzyıllarda alanlarında hiçbir başarı kazanamayan bazı bilim adamları eski Sümer kültürünün Türklere ait olduğunu “iptal etmek” ve şöhret olma kararına geldiler. Bu konuda bilim ve tarihi gerçeklerle hiçbir bağı olmayan çok sayıda kitap ve makaleler yazmaya başladılar. Bu tür “araştırmalar” halka ve bilime zarardan, yazarlarına ise sonuç itibariyle utançtan başka hiçbir şey kazandıramaz. Türk halklarının kökünün, eski Hunlara dayanması bilim aleminde gerçek olarak kabullenilmektedir. Eski dünya tarihinde önemli yer tutan Avrupa’yı, Çin işgalinden korumuş büyük Hun halkı, M.Ö. XII-X. yüzyıllarda şimdiki Moğolistan arazisinde üç farklı boyun birleşmesi sonucu formalaşmışlardır.37 “Türk” sözü ise çok uzun zaman sonra, M.Ö. II-III. yüzyıllarda çeşitli Hun ve Turan boylarının karışması sonucu ortaya çıkmıştır. Eski Turan rivayetlerine esasen kendilerini Tur neslinden sayan bu tür kabile birleşmeleri (Oğuzlar, Türgeşler, Kengerler, V. yüzyılda Aşina boyu ile birleşmiş “tulu” kabile ittifakı vs.) “Turan” (turlar, tur neslinden olanlar) etnonimini Huncada “Tur-kün” (Tur halkı) şeklinde kullanılmışlardır. Sonralar bu ifade bazı boyların dilinde “Türk”, diğerlerinde “Türkmen” biçiminde kullanılmaya başlamıştır.38 Yer adı olarak ise “Turan” toponimi “Türkistan” toponimine dönüşmüştür. Ayrı ayrı sözler arasındaki yapı benzerliğine esasen Sümerleri Türklerin ataları olarak tanıtma çabaları sadece Türk halklarına, Türk tarihine ve kültürüne, hem de güzel Altaylar’ı kendilerine yurt yeri seçmiş olan bizim ulu babalarımızın ruhuna hakarettir.
Yüksek yerleşik kültüre sahip bir halkın yeniden göçebe yaşam tarzına geri dönmeleri dünya tarihinde görülmemiş bir durumdur. Günümüzde bir sıra Türk kavimlerinin Orta Asya’nın dışında yerleşmelerinin nedenine gelince ise, ister tarihilik, isterse de uluslararası hukuk normları bakımından burada olağanüstü bir durum yoktur. L. Gumilyov’un yazdığı gibi, “Paleolitik Devir’den sonra (yani son 10-12 bin yıl içinde-K.H.) nüfus yapısını en az bir kaç defa değiştirmemiş bir devlet olamaz”.39
Araştırmamızın esas konusuna dönerek, kaynaklarda “Korkut”un doğum ve ölüm tarihi konusunda hiçbir kesin bilgiye rastlanmadığını da belirtmemiz gerekir. Ama Ebülgazi’nin söz konusu eserinde O’nun, “Peygamberimiz’in anasının küçük kardeşi Abbas’ın torunları Bağdat şehrinin hakimi olduğu dönemde yaşadığı” belirtilir.40 “Abbas’ın torunları” (Abbasiler) 749 yılında Bağdat’ta hakimiyete gelmişlerdi. Bu bilgiye dayanarak 750 yıllarında Korkut’un sağ olduğunu söyleyebiliriz. Onun yaşı hakkında ise kaynaklarda efsanevi bir rakam-295 yıl gösterilir. Bu da neden 300 yıl değil de 295 yıl yaşadığı sorusunu ortaya çıkarır. Önceleri bu rakamın gerçeğe yakın 95 yıl olduğunu düşünebiliriz. Fakat bu ad efsaneleştikten sonra epik bir kahraman için 95 yıl sıradan gözükmüş ve bu rakama 200 yıl daha eklenmiştir. Eğer Korkut’un 95 yıl yaşadığına dair bilgiyi doğru kabul edersek ve 750’li yılları bu ömrün sonu olarak kabul edersek (onun hayatı ile ilgili yukarıda verilen bilgilere dayanarak), o zaman Korkut’un 655-665 yılları arasında doğmuş olduğunu söyleyebiliriz. Bu ise “Kitab-ı Dede Korkut”un başlangıç cümlesi olan “Resul aleyhüsselam zamanına yakın Bayat boyundan, Korkut Ata dirler, bir er koptı” cümlesi ifadeye tamamen uygundur.
Korkut adının eski Oğuznamelerdeki yerini belirlemek açısından Oğuzların (Guzların) kökeni hakkında da birkaç söz söylemek gerekir. Çünkü edebiyat araştırmalarında bu konuda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Önceki araştırmalarımızdan birinde Guzların, Orta Asya’dan 158 yılında Volga-Ural nehirleri arasına gelmiş, Çin kaynaklarında ve edebi eserlerde “ram edilmez Hunlar” olarak adlandırılan Hun kabile birleşmesinin esas varislerinden biri olduklarını ve bu kabile birleşmesinin adının da “Guz-gun” (Guz Hunlar) olduğunu belirtmiştik.41 Hazar denizinin tarihi adlarından birinin Guzgun Denizi olması gerçeği de bu fikri onaylamaktadır. Eski Türkçede “h” sesinin olmaması ve bir sıra benzeri bilgiler, “Hun” ses birleşmesinin, “Gun” sözünün Çin varyantı olduğunu gösterir. (eski “Pars” sözcüğüne Arapların “Fars” demeleri gibi). Hunların kendilerine “Gun” dedikleri tarihi kaynaklardan da bilinmektedir. “Ram edilmez” Hunların (Guz-Gunların) komşu Ugor boyları ile ittifak yapıp, onlarla birlikte IV. yüzyılın sonlarında Merkezi Avrupa’ya akın eden kısmının o dönemde kendilerine “Gun” demeleri Avrupa kaynaklarında da görülmektedir. Bu nedenle de Gunların hunlar olduklarını kesinleştirmek için, bir dönem Avrupa alimleri, büyük zorluklarla karşılaşmışlarsa da bu problem sonunda olumlu şekilde sonuçlandırılmıştır. Ama “Hun sözcüğünün Gun biçimine dönüşmesinin” nedenleri bu güne kadar kesin olarak belirlenememiştir.
“Ram edilmez” Hunların daha II. yüzyılda Volga (İtil) nehrini geçerek, Kuzey Kafkasya’ya yerleşen öncü ve en cesur kısmına ise, bize göre, “Guz-er” (Keng-er adı gibi), yani “Guz yiğitleri” denilmiştir. “Guz-er” (Kuz-er) etnik adını ise sonradan Araplar “Hazar” şeklinde telaffuz etmişlerdir. Eski Türk sözlerinin başında kullanılan “g” (k) sesinin Arapçada “h” (kh) sesine dönüşmesi olayına başka eski Türk sözlerinde de (mes. kağan-hakan, kan-kağan, katun-hatun) rastlanmaktadır. “Ram edilmez” Hunların Alan ve Sarmat boyları ile birleşerek, Ural nehri kıyılarında kalan bölümü ise “Guz” adını korumuşlar.
“Guz” sözü Hun dilinde “kuzgun kuşu” anlamına gelmiştir. Eski Türkçede bu sözcüğün “gız” (su kuzgunu) biçimi de görülmektedir.42 Her bir Hun ve Guz “boyunun bir kuşu kendilerine sembol veya ongun seçmelerine”43 dair Türk mitolojisinde geniş bilgiler yer almaktadır.44 A. Şükürov, bu konuda şöyle yazmaktadır: “Eğer boy bu veya diğer hayvanla ilgili toteme malik idiyse, bu totem ilk ecdat sayılırdı. İlk ecdatlar genellikle boy ve kabilenin esasını koyan nesil olarak kabul edilirdi. Çoğu zaman boy ve kabilenin adı da buradan alınır”.45 “Kitab-ı Dede Korkut”ta da hem Bayındır Kağan’a hem de Gazan Kağan’a “tülü kuşun yavrısı” adıyla hitap edilirdi.46
Bütün bu bilgiler böyle düşünmeye esas verir ki, “ram edilmez” Hunlar o zaman “Guz” adlandırdıkları kuzgun kuşunu kendilerine totem almış ve bu kuşu ataları hesap etmişlerdir. Oğuz mitolojisinde bu halkın ecdadı sayılan Oğuz Kağan hakkındaki rivayetlere ve fikirlere gelince ise, edebi araştırmalarda bu adı sürekli olarak ya Mete ya da Atilla ile aynılaştırmaya çalışmışlardır. Fakat her iki durumda da yeterli delil gösterilememiştir. Bizim fikrimizce, “Oğuz” etnonimi gibi, “Oğuz” eponiminin kökünde de “guz” sözü kendini belli etmektedir. Başka bir değişle “Guz” “ram edilmez” Hunların liderine verilmiş addır. II. yüzyılda Çin diplomatları Orta Asya’daki bir sıra göçebe halkları Hunlara karşı ayaklandırmış ve Hunların aralarına nifak salmışlardır. Bunların sonucu olarak birkaç ağır yenilgiye uğratılan Hunlar, daha sonra dört yere bölünmüşlerdir.47 Sonuncu sarsıcı darbeyi Hunlara Siyenpi Hakanı Tanşihay 155 yılında vurdu. Hunların en cesur kısmı olan “ram edilmez” Hunlar, Syanbi ve Çinlilere itaat etmek istemedikleri için kendi vatanlarını terk etmek zorunda kaldılar. Tanşihay’ın aralıksız olarak süren takipleri altında onlar, üç yıl at belinde kaçarak yaşamışlardır. Yalnız 158 yılında düşmandan uzaklaşarak, Ural nehrine ulaşmışlardır. Yukarıda da söz ettiğimiz gibi, eski Türkler kendi boylarını yok olma tehlikesinden kurtaran varlığı, boyun sembolü (totem) olarak kabul etmiş ve bu adın başına da şöhret, saygı rütbesi eklemişlerdir. Böyle bir rütbe olarak “Guz” Hunlar yukarıda belirtmiş olduğumuz “A” ön ekinden yararlanarak kendi rehberlerine “A-Guz” (şanlı Guz, liyakatli Guz) adını vermişler. “A” Çin ön ekinin anlamı unutulduktan sonra ise Türk lehçelerinde mahsus ahenk kuralları etkisiyle bu ad “Oğuz” şeklini almıştır. Bu adla eski Türkçedeki “kabile”, “boy” anlamına gelen “Oğuz” sözcüğü arasındaki ses benzerliği ise, kanımızca tesadüfi bir ses uygunluğudur.
Yukarıda Oğuz Kağan hakkında söylenen fikirler bazı kaynaklar tarafından da doğrulanmaktadır. Örneğin; Reşideddin’e göre Oğuz, Olcay Kağan’ın torunudur ve Olcay Kağan’ın dört oğlundan birinin adı Guz’dur.48 Fakat yazar, Oğuz’u yanlışlıkla Kara Kağan’ın oğlu olarak gösterir (Karahanlıların dilinin Uygur-Karluk lehçesinde olduğu bilinen bir gerçektir). Biz, yukarıda Hunların doğrudan da dört kola ayrıldıklarını ve onlardan birinin adının da Guz olduğunu belirtmiştik. Reşideddin’e göre Oğuz’un İran, Turan, Irak, Suriye, Rum, Frenk (Avrupa’ya) vb. ülkelere akınları olmuştur. Guz hunların varislerinin II-VI. yüzyıllarda gerçekten de bu ülkelere çok sayıda akınlar yaptıkları tarihten bilinen bir olaydır. “Kafkasya, Karadeniz sahili, Orta Asya, İran vb. yerlerde Gız Kale’si adlı abidelerin”49 görülmesi, aynı zamanda bu kale tipli kulelerden bazılarında kuş kanadına benzer duvarların olması, bu abidelerin de eski Guzlardan, Hazarlardan ve Gunlardan kalan miras olduğunu göstermektedir.
Böylece, Oğuz Kağan ve başka Oğuz kahramanları ile bağlı rivayet ve efsanelerin kaynağı çok eskilere kadar uzandığını ve onlardan birçoğunun Guzlar arasında Korkut’tan önce de mevcut olduklarını görürüz. Genellikle, eski göçebe halkları destansız hayal etmek mümkün değildir; eski kahramanlık destanları bir nevi göçebe halkların yazılmamış anayasalarıydı. Destan sadece dinleyicileri eğlendirme aracı olmamış, aynı zamanda ulusun yaşayış normlarını, milli değerlerini ve boylar arası birliği yayan bir vasıtaydı. Ozanlar ise bu değerlerin koruyucuları ve yayıcılarıydılar. Bu yüzden de destanlar daima belli ölçülerde değiştirilerek, yeni devrin taleplerine uygunlaştırılmışlardır. XIV-XV. yüzyıllara ait bir sıra tarihi bilgiler, “Kitab-ı Dede Korkut”ta gördüğümüz Korkut adının, Oğuzların söz sanatına VIII. yüzyılın sonlarında girmiş olması muhtemeldir. Destanda anlatılan epik olayların akışında Dede Korkut’un esas kahramanlardan birisi gibi değil, yardımcı bir karakter olarak tasvir edilmesi ve seyrek görünmesi de bunun kanıtı olabilir. Fakat XV. yüzyıla kadarki kaynaklarda “Oğuznameler” olarak adlandırılan Oğuz kahramanlık destanlarını yazıya alan katibin tertip ettiği kitaba “Kitabı-Dedem Korkut” adını vermesi ve kitabın mukaddimesinde Korkut karakterini müdrik bir el aksakalı ve saygın halk ozanı olarak abartması okuyucuların ve araştırmacıların çoğunu yanıltmıştır. Bu fikirden yola çıkan araştırmacılar bu Oğuz kahramanlık destanlarının esas kahramanının Dede Korkut olduğunu düşünmüşlerdir. Tarihi Korkut hayatının son dönemlerinde gerçekten de bir şaman-ideolog, yani ulusun milli ve dini değerlerinin yayıcısı olarak ozanlıkla da uğraşmıştır. Kazaklarda Korkut’un şarkı ve destan yaratıcılığının kurucusu olarak kabul edilmesi50 de bununla açıklanabilir. “Kitab-ı Dede Korkut”un bilinen metni ise destanın XV. yüzyılın sonlarında yaygın olan şeklini yansıtmaktadır.
Bu dönemde en yüksek düzeye ulaşmış olan aşık sanatının halk arasında büyük rağbet gördüğüne göre eski ozan söylemleri (Kırgızların “Manas Destanı” gibi deklamasiya tarzında anlatılırdı) onunla rekabete devam getiremeyerek, tarih sahnesinden çıkmak üzereydiler.51 Sırf bu nedenle de artık halk arasında tutulmayan ozan söylemlerinin unutulması tehlikesinin olduğunu anlayan vatansever Türk aydını Abdulla İbn Ferec Kethuda (o, kendi adını imza şeklinde destanın Drezden nüshasının unvan sayfasında şöyle belirtmiştir: “Sahib es-selam Ebdullah İbn Ferec Kethuda” “Sizi selamlayan Abdulla ibn Ferec Kethudadır”) Oğuz, destanın boylarını sonuncu ozanların dilinden yazıya almıştır.
Prof. Dr. Kâmil Hüseynoğlu Nerimanov
1 Koroğlu, H., Oğuz Gehremanlıg Dastanı, Bakü 1999, s. 29.
2 Yine orada, s. 186.
3 Gumilyov, L., Hezeretrafı Halgların Minillik Tarihi, Bakü 1991, (Rusça), s. 202.
4 Gökyay, O. Ş., Dede Korkut, İstanbul 1938, s. 4.
5 Kononov, A. N., Türkmenlerin Şeceresi, Ebülgazi Hivenin Eseri, Moskva-Leningrad 1958 (rusça), s. 57.
6 Recebov, E., Memmedov, Y., Orhon-Yenisey Abideleri, Bakü 1993, s. 31,45.
7 Gumilyov, L., Gedim Türkler, Bakü 1993, s. 350.
8 Gumilyov, L., Hezeretrafi Halkların Miniilik Tarihi, s. 162.
9 Kyuner, N. V., Cenubi Sibir, Merkezi Asya ve Uzak Şerg Halkları Haggında Çin Melumatları, Moskva 1961, (Rusça), s. 9.
10 A. e., s. 50.
11 A. e., s. 51.
12 Gumilyov, L., Hezeretrafı Halgların Minillik Tarihi, Bakü 1991, s. 158.
13 Kononov, A. N., Türkmenlerin Şeceresi, Ebülgazi Hivenin Eseri, Moskva-Leningrad 1958, (Rusça), s. 58-59.
14 Kyuner, N. V., Cenubi Sibir, Merkezi Asya ve Uzak Şerg Halkları Haggında Çin Melumatları, Moskva 1961, (Rusça), s. 50.
15 Gumilyov, L., Gedim Türkler, s. 374.
16 Kitab-ı Dede Korkut, Tertip edenler: Zeynalov, F., Elizade, S., Bakü 1988, s. 36.
17 Recebov, E., Memmedov, Y., Orhon Yenisey Abideleri, Bakü 1993, s. 122.
18 Reşideddin F., Oğuzname, Bakü 1992, s. 43.
19 Gedim Türk Sözlüğü, Leningrad 1969, (rusça), s. 593.
20 Smolyak, A. V., Saman: Şahsiyeti, Funksiyaları ve Dünya Görüşü, Moskva 1991, (Rusça), s. 46-47.
21 Şükürov, A., Mifologiya 6. kitab, Türk Mifologiyası, Bakü 1997, s. 101.
22 Gumilyov, L., Gedim Türkler, s. 30.
23 A. e. s. 31, 34.
24 A. e. s. 31.
25 Togan, Z. V., Oğuz Destanı, Reşideddin Oğuznamesi, İstanbul 1972, s. 103.
26 Kitab-i Dede Gorgud, Bakü 1988, s. 217.
27 Gedim Türk Sözlüğü, Leningrad 1969, (Rusça), s. 467.
28 Recebov, E., Memmedov, Y., Orhon Yenisey Abideleri, Bakü 1993, s. 102.
29 Süleymanov, O., “Türk Güneşlerinin Doğumları ve Batımları”, Edebi Azerbaycan Dergisi, Bakü 2000, no 5, (Rusça), s. 15.
30 A. e., s. 15-16.
31 Gedim Türk Sözlüğü, s. 195.
32 Süleymanov, O., Az-Ya, Bakü 1993, s. 213.
33 Gumilyov, L., Gedim Türkler, s. 95.
34 Seyidov, M., Gam-Şaman ve Onun Kaynaklarına Genel Bakış, Bakü 1994, s. 134.
35 Mo’in M., Fars Dili Sözlüğü, III. Cilt, Tehran 1998 (Farsça), s. 3212-3213.
36 Gumilyov, L., Hunlar, Orta Asiya Gedim Dövrlerde, Moskva 1960 (Rusça), s. 251.
37 Hüseynoğlu, H., “Turan-Türk’ ve ‘Gun-guz’ Etnonimleri”, Çırag Dergisi, Bakü 1999, no 6.
39 Gumilyov, L., Hezeretrafı Halgların Minillik Tarihi, Bakü 1991, s. 70.
40 Kononov A. N., Türkmenlerin Şeceresi, s. 56.
41 Hüseynoğlu H., “Turan-Türk ve Gun-Guz Etnonimleri”, Çırag Dergisi, Bakü 1999, s. 15.
42 Gedim Türk Sözlüğü, s. 450.
43 Şükürov A., Mifologiya, s. 126.
44 Ögel B., Türk Mitolojisi, I. cilt, Ankara 1989, s. 33; Jirmunski B. M., Türk Gehremanlık Dastanı, Leningrad 1974 (Rusça), s. 524.
45 Şükürov A., Dede Gorgud Mifopoeziyası, Bakü 1999, s. 80.
46 Kitab-i Dede Gorgud, s. 95.
47 Gumilyov, L., Hezeretrafı Halgların Minillik Tarihi, Bakü 1991, s. 81.
48 Reşideddin F., Oğuzname, Bakü 1992, s. 10.
49 Azerbaycan Ensklopediyası, III. cilt, Bakü 1979, s. 152.
50 Ehmedov Z., Gazah Şe’r Seneti, Alma-Ata 1964 (Rusça), s. 190.
51 Hüseynoğlu K., Azerbaycan Şe’r Medeniyyeti (Yaranma ve Tekemül Dövrü), Bakü 1996, s. 30-31.
Azerbaycan Ensiklopediyası, III. Cilt, Bakü 1979. Ehmedov Z., Gazah Şe’r Seneti, Alma-Ata 1964, (Rusça). Gedim Türk Sözlüğü, Leningrad 1969 (Rusça).
Gumilyov L., Hunlar. Orta Asiya Gedim Dövrlerde, Moskova 1960, (Rusça). Gumilyov L., Gedim Türkler, Bakü 1993.
Gumilyov L., Hezeretrafı Halgların Minillik Tarihi, Bakü 1991 (Rusça). Gökay O. Ş., Dede Korkut, İstanbul 1938.
Hüseynoğlu K., Azerbaycan Şe’r Medeniyyeti (Yaranma Ve Tekamül Dövrü), Bakü 1996.
Hüseynoğlu K. “‘Turan-Türk’ ve ‘Gun-Guz’ Etnonimleri”, Çırag Dergisi, Bakü 1999, No. 6; Aynı makale, Tarih. Türk Dünyası Tarih ve Kültür Dergisi, İstanbul Kasım1999.
Jirmunski V. M. Türk Gehremanlıg Dastanı, Leningrad 1974 (Rusça).
Kitab-i Dede Korkut, Tertip Edenler: Zeynalov F., Elizade S., Bakü 1988.
Kononov A. N., Türkmenlerin Şeceresi, Ebülgazi Hivevinin Eseri, Moskva-Leningrad 1958 (Rusça).
Koroğlu H., Oğuz Gehremanlıg Eposu, Bakü 1999.
Kyuner N. V., Cenubi Sibir, Merkezi Asiya ve Uzag Şerg Halgları Haggında Çin Melumatları, Moskva 1961 (Rusça).
Mo’İn M., Fars Dili Sözlüğü, III. Cilt, Tahran 1998 (Farsça).
Ögel B., Türk Mitolojisi, I. Cilt, Ankara 1989.
Recebov E., Memmedov Y., Orhon-Yenisey Abideleri, Bakü 1993.
Reşideddin F., Oğuzname, Bakü 1999.
Seyidov M., Gam-Şaman ve Onun Gaynaglarına Umumi Bahış, Bakü 1994.
Smolyak A. V., Şaman: Şehsiyyeti, Funksiyaları ve Dünyagörüşü (Aşağı Amur Halgları), Moskva 1991 (Rusça).
Süleymenov O., Az-Ya, Bakü 1993.
Süleymenov O., “Türk Güneşlerinin Doğumları Ve Batımları”, Edebi Azerbaycan Dergisi, 2000, No. 5 (Rusça).
Şükürov A., Dede Korkut Mifologiyası, Bakü 1999.
Şükürov A., Mifologiya. VI. Kitab, Türk Mifologiyası, Bakü 1997.
Toğan Z. V., Oğuz Destanı. Reşideddin Oğuznamesi, İstanbul 1972.
Yorumlar
Yorum yap