336) 12 Hayvanlı Türk Takvimi ve Kehanet

Yayin Tarihi 3 Temmuz, 2016 
Kategori KÜLTÜREL

12 HAYVANLI TÜRK TAKVİMİ VE KEHANET

image001

——————————————————————————–

İnsan, ilahî ve bazı beşerî kanunların yasaklamasına rağmen geleceği öğrenme adına her çağ ve şartta birçok farklı fal veya kehanet çeşidini ortaya çıkarmış ve gerektiğinde de bunları kullanmıştır. Kullanılan kehanet çeşitlerinden birisi de 12 hayvanlı Türk takvimi esası üzerine oturtulmuştur. Evrendeki birtakım döngüsel olaylardan hareketle oluşturulduğunu düşündüğümüz 12 hayvanlı Türk takvimini kullananların düşüncesine göre sıcaklık, soğukluk, yağış bakımlarından ve bunlara bağlı olarak da ürün rekoltesi, ucuzluk, pahalılık, hastalık, sağlık, emniyet vs. açılarından bazı yıllar diğerlerine göre farklılık göstermektedir ve bu farklılıklar 12 yıllık periyotlarla sürekli tekrar etmektedir. Buna göre yıllar, her on iki yılda bir insanın karşısına hep aynı şeyleri çıkarmaktadır. İşte bu düşüncelerden hareketle çeşitli Türk toplulukları arasında birtakım kehanetler ortaya çıkmıştır. İlk örneklerine Divanü Lügati’t-Türk’te rastladığımız bu kehanetler, daha sonra Farsça ya da Türkçe olarak yazıya geçirilmiş ve özellikle Osmanlı döneminde yaygınlık kazanmıştır. Manzum veya mensur olarak farklı kişiler tarafından yazılmış olan Türkçe metinlerde önce yılın nasıl geçeceği yönünde kehanetler sıralanmakta, ardından o yıl içerisinde doğacak çocukların fiziksel ve karakteristik özellikleriyle gelecekleri hakkında bilgiler verilmektedir.

1. Merakın Sınır Tanımayan Çocukları: Fal ve Kehanet

İnsanın biyo-psikolojik varlığını sürdürme konusunda doğuştan getirmiş olduğu güçlü arzusu, ihtiyaçlarının çokluğu, tükenmezliği ve buna mukabil içgüdüsel hareketlerin bunları gidermede yetersiz kalması, göreceli de olsa konformist bir yapıya sahip olması, yani en az çaba ve emekle mümkün olan en rahat biçimde yaşama isteği gibi etkenler onun, kaçınılmaz bir şekilde bilgiye ihtiyacı olduu gerçeğini ortaya koymuştur. Bu ihtiyaç, yine doğuştan getirilen merak faktörüyle de birleşince kendisini daha kuvvetli bir şekilde hissettirir olmuştur. Böylesine önemli ve etkili faktörlerin tetiklediği bilgi ihtiyacı insanın, bütün hayatı boyunca onu elde etmek için çeşitli ve yoğun faaliyetler içerisine girmesini sağlamıştır. Söz konusu faaliyetler, kendisini tetikleyen etkenlerin tazyikiyle insanın dikkatlerini, farklı yoğunluklarda da olsa, insanı çevreleyen evrenin, algılayabildiği tüm unsurları üzerine yöneltmiştir. Tabiî insan, doğrusal bir seyir izleyen zaman mefhumuyla da mukayyet/kuşatılmış olduğuna göre bu, aynı dikkatlerin zaman doğrusu üzerinde câri olduğu anlamına da gelmektedir.

Hal-i hazır ve geçmişteki olay, olgu ve objeler hakkında bilgi edinme adına sarf edilen çabalar, genellikle rasyonel yöntemlerle er ya da geç, şu veya bu şekil ve miktarda tatmin edici karşılıklar bulurken gelecekteki ve bazen de geçmişteki unsurlar konusunda aynı rasyonel yöntemlerle aradığı cevapları bulamamaktadır. Bu durum özellikle geleceği öğrenmeye yönelik merakı daha da kamçılamakta ve insanın başka yöntemler aramasına neden olmaktadır. İşte bu aramalar neticesinde, tamamen inanca dayalı olan ve “fal” veya “kehanet” üst başlığıyla anılan metotlar bütünü icat edilip kullanılır olmutur. Gelecek bilgisini elde etme hususunda insan öylesine bir iştiyak duymaktadır ki hemen her çağ ve şartta, akla hayale gelmeyecek bir yığın unsur ve usulü bu uğurda kullanmaya çalışmıştır. Sudan ateşe, buluttan kuşa, kumdan yıldıza, bakladan çay, kahve, çiçek, ok, zar, domino, kürek kemiği, sayı, ağaç, gölge, iskambil, el, yüz, ayna, horoz, tütsü, ip, tarot, kitap  ve tabiat olaylarına kadar çok geniş bir yelpazede karşımıza çıkan bu unsur ve usullere her geçen gün, çağa uygun yeni araç ve metotlar eklenmektedir. Bunlara örnek olarak bilgisayar, internet ve cep telefonu verilebilir. Cep telefonları, servis sağlayıcılar sayesinde isteyene günlük yıldız falını sunabilmektedir. Dünyadaki milyonlarca bilgisayarı çalıştıran Windows iletim sisteminin bünyesinde bulunan Solitaire oyunu, fal tutma amacıyla da kullanılabilmektedir. Tarayıcı ve küçük bir program aracılığıyla bilgisayarın ama yanılma ihtimali çok düşük sistemine, hem de süratli bir şekilde el ve göz falı baktırılabilmektedir. En az bilgisayar kadar önemli ve yine onun bir uzantısı olan internet, uzaktan tarot falına bakma imkanı sunabilmektedir. Bütün bunlar insanın önlenemez gelecek merakının ürünü değilse neyin sonucunda ortaya çıkmıştır.

İnsanın geleceği öğrenme adına duyduğu heves, sadece fal ve kehanet çeşitlerine ve onların araçlarına yenilerini eklemekle kalmamış; yasaklara, toplumsal baskılara rağmen fal ve kehanet uygulamalarına devam etmesini de sağlamıştır. Örneğin semavi dinler fal ve kehaneti açıkça yasaklamasına rağmen söz konusu dinlerin müntesipleri fal veya kehanete müracaat etmeye devam etmiş ve hatta kimi zaman yasağı koyan kutsal metinlerini de -kendilerince haklı gerekçeler bularak- fala alet etmişlerdir.

Saraylarda kahin veya müneccim istihdam edilmesini gerektirecek kadar ileri giden geleceği öğrenme arzusu hatta hırsı, bir ara Osmanlı devletinde öylesine bir noktaya ulaşmıştır ki neredeyse insanları, müneccim ya da falcılara danışmadan adım attırmaz hale getirmiştir. Yeni bir işe başlama, bina temeli atma, nikah kıyma, yazlığa taşınma, seyahate çıkma gibi yapılacak her iş için bir eşref saat veya gün gözetilir olmuştur. Bunun için varlıklılar müneccim veya falcılara, diğerleri ise onların yazdıkları metinlere başvurur hale gelmşitir. Osmanlı dönemine ait kimi el yazması eserlerdeki tıraş olunan, elbiselik biçilen, kan aldırılan, kulağın çınladığı vakitlerin insanın geleceği adına nelere delalet ettiğini belirten metinlerin varlığı ve bunların azımsanamayacak bir miktarda olması bunu açıkça göstermektedir.  

Osmanlı’da böylesine yoğun biçimde kullanılan fal ve falcılık, Cumhuriyet dönemine gelindiğinde geri kalmışlığımıza neden olduğu düşünülen pek çok şeyle birlikte, rasyonel olmadığı için yasaklanmıştır. Fal, falcılık ve buna benzer baka birçok husus, 30 Kasım 1925 tarih ve 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun” çerçevesinde “falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadiyle nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur.” hükmü uyarınca yasaklanmasına rağmen pek çok kişi gizliden gizliye fala bakmaya ve baktırmaya devam etmiştir.

Rasyonel olanın kutsanıp yüceltildiği irrasyonelin ötekileştirilip âdetâ aforoz edildiği modern çağ ve toplumlarda her ne kadar bir ara fal ve benzeri unsurlara olan meyil azalmış, meyledenler küçümsenmişse de ne fal çeşitleri tamamen ortadan kalkmıştır ne de ona inanan ve başvuranlar. Bu bağlamda rasyonalizmin savunuculuğunu yapan bazı gazete ve dergiler bile sayfaları arasında yıldız ve tarot fallarına yer vermekten kendilerini alamamıştır. İrrasyonele sırt çevirenler ise gelecek merakını tatmin için rasyonel yöntemlerle onu öğrenmeye çalımış ve bunun için “futuroloji”yi ihdas etmiştir. Fakat insan yine de geleceğini öğrenmek için eski bildik yöntemlere başvurmaktan geri durmamıştır. “Fala inanma, falsız da kalma.” düşüncesinin sâikiyle özellikle kahve falları, hanım toplantılarının bir numaralı konusu olmuştur. Bir ara gelecekten haber verdiğini iddia eden medyumlar oldukça popüler olmuş ve hatta kimi haber alma teşkilatlarının bile medyumlara müracaat ettikleri söylentileri yayılmıştır.

Geleceği öğrenme isteği ve bu isteğin karşı konulamazlığını fark ederek bunu ticarî bir kazanca dönüştürmeyi arzu edenler, doksanlı yılların sonları ile iki binli yılların başlarında özellikle Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerde yasalara rğamen fal kafelerin açılmasını sağlamış ve gördüğü rağbet nedeniyle de çok kısa bir zaman içerisinde bunların sayısında patlama yaptırmıştır. Camlarındaki ya da tabelalarındaki “Kahve sizden, falınıza bakmak bizden.”, “Türk kahvesi + fal 5 milyon”, “Tarot falına bakılır.”, “Tarot 10 milyon” “Fala inanma, falsız kalma.” gibi ibarelerle müşteri çekmeye çalışan ve çok kısa bir zaman zarfında hatırı sayılır bir sektör haline dönüşen bu tür yerlerde fal bakmak, yukarıda sözünü ettiğimiz kanun hükmü uyarınca 2005’in sonlarında yasaklanmıştır. Ancak bunların bir kısmı faaliyetlerine gerek kendi mekanlarında ve gerekse internet üzerinde yine devam etmektedir:

Görüldüğü üzere geleceği öğrenme hususunda insanların ortaya koymuş olduğu ve fal veya kehanet üst başlığıyla anılan yöntemler ve bunların araçları, ilahî ve beşerî yasaklara rağmen yeni şartlara ayak uydurarak varlığını sürdürmektedir ve insanlar gelecek kaygısı çektiği müddetçe de sürdürecektir. İşte böylesine güçlü ve süreklilik arz eden geleceği öğrenme arzusunun insanlara kullandırttığı araçlardan birisi de takvim bilgisidir. Fakat bu konuya geçmeden önce bir başka husus üzerinde durmanın yararlı olacağını düşünüyoruz ki o da fal veya kehanetin ortaya çıkmasını sağlayan etkenlerdir.

2. Fal ve Kehaneti İşleten Faktörler

Çalışmamızın başından beri fal veya kehanetin geleceği öğrenme arzusundan kaynaklandığını ifade etmeye gayret ediyoruz. Evet bu doğrudur, ancak fal veya kehanetin tam olarak nasıl ortaya çıkmış olabileceği konusunu bu, tek başına aydınlatmaya yeterli değildir. Zira söz konusu arzu, gücü nispetinde insanı sadece birtakım çabalar içerisine sürükler, fal ya da kehanete değil. Çünkü fal ya da kehanete sürükleyebilmesi için önce fal ya da kehanet yoluyla gerçekleşeceği söylenen şeylerin oluşum mantığının kavranmış, diğer bir deyişle hayatın tabiatının az ya da çok anlaşılmış olması gerekir. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse fal ya da kehanet, olağanüstü güç veya özellikleri olduğu vehmedilen birtakım ipuçlarından hareketle geleceğe ilişkin yorumlar yapmaktır. Bu yorumları yapabilmek için elbette geçmişi, hal-i hazırı ve hayatın nasıl bir seyir izlediğini bilmek icap etmektedir. Çünkü gelecek hem geçmiş ve hal-i hazır üzerinde yükselmektedir ve dolayısıyla nispeten onlardan izler taşıyacaktır hem de çok olağanüstü bir durum olmazsa gelecekte de büyük oranda geçmişteki döngüler tekrar edecektir. İşte bu sebeple olsa gerek ki fal ve kehanet yorumları, büyük oranda geçmiş ve şimdiki zamanın bilgilerine yaslanarak ya da onlar baz alınarak yapılmaktadır.

Buna göre fal ve kehanetin yapılmasını, daha doğrusu ortaya çıkmasını sağlayan başlıca faktör, insanın tabiattaki döngüyü fark etmiş olmasıdır. Gece-gündüz, mevsimler ve buna bağlı olarak tabiatta hep aynı periyotlarla gerçekleşen yani deveran eden oluşumlar, döngüsel hareketler, her insanın aşağı yukarı aynı yapı ve ihtiyaçlara sahip olması, hayatının birbirine benzer süreçlerden geçmesi gibi durumlar insanoğlu tarafından fark edilmiş ve bunun neticesinde gelecekte de benzer olay ya da durumların yaşanacağı veya yaşanabileceği sonucuna varılmıştır. Gözlem ve deneyimler neticesinde elde edilen bu sonuç, gelecek merakıyla birleşince fal denilen yorumlar ortaya çıkmış olmalıdır. Gelecekte de şimdikine benzer eyler yaşanacağı düşünüldüğü için olsa gerek ki fallarda söylenenler hep mevcut durum ya da özelliklere benzemektedir veya onları mihver edinmektedir. Bu bağlamda hemen hemen hiçbir falda, mevcut durumla tamamen alakasız bilgilere rastlanılmamaktadır. Örnğein televizyonların esamisinin bile okunmadığı dönemlerde fala bakan bir kimse birine; “Sen ileride çok ünlü bir televizyon yıldızı olacaksın.” anlamına gelen bir cümle sarf edebilmiş midir? Sanmıyoruz çünkü hem televizyonun ve onun yıldızının nasıl bir şey olduğu bilinmemektedir hem de televizyon yıldızı olmanın bireysel ve toplumsal açıdan değeri. Buradan hareketle fallarda söylenenlerin, söyleyen açısından geçmiş ve şimdiki zamana yaslanması gerektiği gibi söylenilen açısından da aynı noktaları referans almak zorunda olduğunu ifade edebiliriz. Çünkü falına bakılan kişi de kendisi için anlamlı şeyler duymak ister. Bunun için de söylenenlerin, söylenilen kişinin yaşantısından tamamen kopuk olmaması, onun değer yargılarına, yaşam tarzına ve beklentilerine uygun olması gerekir. Bu da demektir ki hangi araç veya yöntem kullanılarak yapılırsa yapılsın fal, bakan için de baktıran için de gelecek haberleri verirken hal-i hazıra ve geçmişe şu veya bu ölçüde yaslanmak zorundadır. Bunun için de elbette ki hayatın, aslında bir döngüden ibaret olduğunun fark edilmesi gerekir. İşte bu fark edildikten sonra gelecekte de -detaylardaki bazı küçük farklılıklara rağmen- benzer şeylerin yaşanacağı çıkarsaması yapılmış ve böylece fal doğmuş olmalıdır.

Falın ortaya çıkmasını sağlayan yegâne etken bu değildir sanırız. Çünkü meselenin bir de inanç boyutu bulunmaktadır. Bir zamanlar animist olan bazı insanlar, çevresinde gördüğü her varlığın bir ruhu ve gücü olduğuna, dolayısıyla bunların da insanın hayatını şu veya bu şekilde etkileyebil/di/ece/ğine inanıyordu. Bu inanış dolayısıyla söz konusu varlıkların durum veya hareketlerine bakılarak, etkileri nispetinde gelecekle ilgili haberler verilmeye başlanmıştır. Malum olduğu üzere animizmden sonraki aşamada bazı varlıkların tanrı olduğuna hükmediliyordu. Bu hüküm çerçevesinde her biri farklı güç ve özelliklere sahip, dolayısıyla farklı alan veya zamanlarda etkili olan bu tanrıların da insanlar üzerinde periyodik olarak değişen etkileri olduğu düşünülüyordu. İşte bu etkilere bakılarak da gelecekle ilgili yorumlar yapılmaya başlandı. Bilindğii üzere yıldız falı bu cinstendir. Fakat dikkat edilecek olursa sözünü ettiğimiz bu inanışlara dayanarak yapılan fallarda da geleceğe ilişkin hükümler verilirken yine hayatın döngüsel olduğu çıkarsamasından istifade edilmektedir.

Kader olgusu ortaya çıktığında insanlar, yaşanacak olanlar önceden belirlenmiş ve bunlar da bir yerlerde kayıtlı olduğuna göre bir şekilde öğrenilebilir düşüncesiyle fallarına yeni bir dayanak bulmuşlardır. Bu nedenle bazıları fallarında gelecek bilgileri verirken bunu, kader bilgisine erişme imkânı olanlardan aldıklarını ya da bunların doğrudan, bizzat kendilerine bildirildiğini ima etmektedirler. Bu imalarını haklı çıkaracak gerekçeleri de vardır. Çünkü gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceğini belirten Kuran (72/26-27), Allah’ın bunu, dilediği kullarına bildirebileceği yolunda bir beyana da sahiptir. İlahî kaynaklı olduğu iddia edilse bile bu tür fallarda da falı bakılanların beklentilerinden ötürü yine geçmişte veya hâlde yaşanılanların benzerleri söylenmektedir. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere geleceğin haberleri verilirken çoğunlukla hayatın döngüselliğinden istifade edilmektedir.

3. Bir Kehanet Aracı Olarak Takvim ve 12 Hayvanlı Türk Takvimi

Bilindiği üzere gece-gündüz, yaz-kış, ayın hareketleri gibi zaman içerisindeki bazı olay ya da durumların belirli periyotlarla sürekli tekrar etmesi, zamanın belli dilimlere bölünmesini, yani takvimin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bazı olay ya da durumların belirli zaman dilimlerinde sürekli tekrar etmesi ise zamanın, söz konusu olay ya da durumların gerçekleşmesinde etkili olduğu düşüncesini doğurmuş ve bu da takvime bağlı birtakım fal veya kehanet yöntemlerini ortaya çıkarmıştır. Örneğin yeni yıla ne yaparak girersen bütün yıl boyunca hep aynı şeyle meşgul olursun kehaneti gibi.

Takvim bilgisinden hareketle yapılan fal veya kehanette araç olarak sanırız en fazla yıl periyodu kullanılmaktadır. En fazla yıl periyodunun kullanılması ise öyle sanıyoruz ki tabiatta gözlemlenebilen en büyük döngüsel değişikliklerin yıla bağlı olarak gerçekleşmesinden kaynaklanmaktadır. Genellikle yılbaşı günü yapılan birtakım pratiklerle o yılın nasıl geçeceği, kişiye neler getireceği gibi konular hakkında geleceğe ilişkin bilgiler alınmaya çalışılmaktadır. Ayrıca Rumî, hicrî, miladî gibi çeşitli takvimlerdeki yılbaşının denk geldiği güne bakılarak da söz konusu yılın, o takvimi kullananlar için nasıl geçeceine dair çeitli kehanetlerde bulunulmaktadır. Astrolojinin ilkeleri kullanılarak gerçekleştirilen bu tarz kehanetin nevruzu yılbaşı addeden Türkler için de yapıldığı, Osmanlı döneminden kalma bazı metinlerden anlaşılmaktadır. Türk takvim bilgisinden hareketle oluşturulmuş bundan başka bir kehanet yöntemi daha vardır ki o da on iki hayvanlı Türk takvimi esası üzerine oturtulmuştur. Söz konusu esas üzerine bina edilmiş kehanetler bize öyle geliyor ki nevruzun ilk gününe bakılarak yapılanlara nazaran daha eski ve daha Türk’e hastır. Çünkü astrolojinin ilkeleri kullanılarak ve nevruzun ilk günü dikkate alınarak yapılan kehanet metinleri hem 16. yüzyıldan öncesinde görülmemektedir hem de bunların benzerlerine halk arasında rastlanmaktadır. Oysa on iki hayvanlı Türk takviminden hareketle yapılan kehanetlerde durum bunun tam tersidir. Sözü edilen kehanetlerin hem yazılı metinlerine hem de halk arasındaki biçimlerine Kaşgarlı Mahmut’la birlikte on birinci yüzyıldan itibaren, geniş bir coğrafyada tesadüf etmek mümkündür.

Hafızalarımızı tazelemek gerekirse bilindiği üzere on iki hayvanlı takvim Japonya’dan Doğu Avrupa’ya kadar oldukça geniş bir sahada, birçok Asyalı kavim tarafından kullanılmıştır. İlk olarak hangi kültür tarafından ihdas edildiği hâlâ tartışmalı olan bu takvimi, her millet birtakım değişikliklere uğratarak kendi kültürüne özgü hale getirmiştir. On iki hayvanlı takvimin meneşi konusunda öne çıkan iki kültürden biri olan Türk kültürü, bu takvimi Çinlilerden almış olsa bile -ki takvimin Türk boyları arasındaki yaygınlığı ve eskiliği düşünülünce bu ihtimal bize oldukça uzak görünüyor onda meydana getirdiği değişikliklerle onu Türk’e has kılmış ve buna “On iki hayvanlı Türk takvimi” denilmesini sağlamıştır.

Kısaca özetleyecek olursak on iki hayvanlı Türk takvimine göre bir gün 12 çağ, her çağ da 8 kehten oluşmaktadır. Göktürkler dönemine kadar ay yılı esas alındığından bu takvime göre bir ay bazen 30, bazen de 29 gün çekmektedir. 12 ayın yani 354 günün bir yılı oluşturduğu bu takvimde her bir yıl, bir hayvan adıyla anılmaktadır ve bu hayvanların sayısı da 12’dir. Divanü Lügati’t-Türk’e göre söz konusu hayvanların adları sırasıyla şu şekildedir: 1. Sıçan, 2. öküz, 3. pars, 4. tavşan, 5. timsah, 6. yılan, 7. at, 8. koyun, 9. maymun, 10. tavuk, 11. köpek ve 12. domuz. 11 Sıçanla başlayıp domuzla biten bu 12 yıllık devreye, farklı Türk boylarında lehçe farklılığından kaynaklanan sebeplerden ötürü olsa gerek ki “müçe, müçel, müçöl, müe, müel” gibi adlar verilmektedir. Sümercede yıl anlamına gelen “mu” sözcüğünden türetildiği iddia edilen “müçe”nin beşle çarpımından oluşan 60 yıllık devreye ise pükül denilmektedir ki bu adlandırma gördüğümüz kadarıyla sadece Hakaslara özgüdür.

Yeri gelmişken burada bir hususa değinmenin faydalı olacağını düşünüyoruz ki o da “Neden 12?” konusudur. Yukarıda da görüldüğü üzere bir gün çağlara ayrılırken, bir yıl aylara bölünürken ve bir müçe oluşturulurken hep 12 sayısı kullanılmıştır. Evet, neden 12? Bu soruya değil de bir benzeri olan “Neden 12 hayvan?” sualine cevap vermeye çalışan ender kişilerden olan Osman Turan, ihtimal payını da bırakarak “bu on iki hayvan Türklerin on iki boy teşkilatına mensup oldukları bir devrin totemik bir hatırasıdır.” iddiasını dile getirmektedir. Turan’ın izah etmeye çalıştığı gibi bu iddiayı destekleyecek veriler olduğu gibi akim bırakacak hususlar da mevcuttur. Örneğin totemikse bu hayvanların arasında bazı önemli boyların simgesi olan kurt, kartal ve dağ keçisi, özellikle de kurt neden yoktur? Ayrıca Türk boyları tarafından değil totem, kutsal bile addedilmeyen ve hatta kimi boylarda adı bile söylenmek istenmeyen sıçan, yılan, maymun ve domuz gibi hayvan adlarına takvim içerisinde niçin yer verilmiştir? Bu sorular, 12 hayvanlı takvimin totemik kökenlere dayanabileceği ihtimal ve iddiasını zayıflatmaktadır. Dolayısıyla söz konusu hayvanların totemik menşeden gelip gelmediğini, eldeki verilere göre şimdilik tam olarak söyleyemiyoruz. Ancak burada ilginç bir tespiti de belirtmeden geçemeyeceğiz: Nedense adı geçen hayvanların içerisinde kuş cinsinden hiçbir hayvanın ismi bulunmamaktadır ve 24 Ouz boyunun her biri de kendilerine ongun olarak kuş türlerinden birini seçmiştir. Bu bir tesadüf müdür yoksa üzerinde ayrıca durulması gereken bir husus mudur? tam olarak karar veremedik fakat zihnimizin bir köşesine bunu bir soru iareti olarak yerleştirdik.

“Neden 12?” konusuna tekrar dönecek olursak biz bu sayının, boy teşkilatından ve totemik inanışlardan ziyade bir yılı oluşturan 12 aydan kaynaklanmış olabileceğini düşünüyoruz. Malum olduğu üzere mevsimsel ve buna bağlı olarak da tabiattaki bitkisel değişimlerin periyoduna göre oluşturulan bir yıllık zaman dilimi, Ay’ın devrî hareketleri dikkate alınarak 12’ye bölünmüştür. Çünkü Ay, periyodik hareketini 354 günlük bir yılda 12 defa gerçekleştirmektedir. Zaman dilimi olan ayın süresi, Dünyanın uydusu olan Ay’ın bir periyodik hareketi dikkate alınarak belirlenmiş olduğundan olsa gerek ki tıpkı Türkçede olduğu gibi bazı dillerde, bazen 30, bazen 29 gün çeken zaman dilimi ile Dünyanın uydusunun adı aynı kelimeyle karşılanmaktadır.

İşte bir yılın 12 ayla tamamlanıp başa döndüğünü fark eden mantık, aynı düzenin günler ve yıllar için de geçerli olabileceğini düşünmüş olmalıdır ki günleri 12 çağa bölmüş ve 12 yıldan oluşan bir devir/müçe tasavvur etmiştir. Tesadüfî midir yoksa bilinçli bir seçim midir bilemiyoruz ama bu on ikili taksimat, 12 burçla da örtüşmektedir ki Kaşgarlı; bu konuyla ilgili naklettiği efsanesinde, yılların adını koyan hakanın sözlerini aktarırken bunun hem bilinçli bir seçim olduğunu hem de 12 yıllık devrenin 12 aya benzetilerek oluşturulduğunu belirtmektedir: “Göğün on iki burcu ve on iki ay sayısınca her yıla birer ad koyalım.

Buna göre nasıl ki on iki aydan her birinin kendine has özellikleri ve getirileri vardır ve döngüseldir, 12 çağın ve yılın da aynı düzene sahip olduğunu düşünmüş olmalıdırlar. Elbette bu şekilde düşünmüş olmakta da büsbütün haksız ve dayanaktan yoksun değillerdir. Zira tam olarak periyodik olmasa bile bazı yıllar diğerlerine oranla daha sıcak veya soğuk, kurak veya bol yağışlı ya da mutedil geçmekte, buna bağlı olarak da tarım ve hayvancılıkta kimi ürünlerde bazen yüksek verim, bazı mahsullerde de kimi zaman düşük rekolte elde edilmektedir. Tabiî bu durum zincirleme olarak hastalık, sağlık, huzur, güven, emniyet, ucuzluk, pahalılık ve hatta savaş gibi baka birçok konu üzerinde kelebek etkisi oluşturmaktadır. İşte yıllar arasındaki bu ve buna benzer farklılıklar ve bunların belirli periyotlarla tekrar ettiğinin fark edilmesi de müçelerin oluşturulmasında etkili olmuştur sanırız. Hayatının seyri doğrudan doğruya tabiat koşullarına bağlı olduğu için tabiatın nabzını çok iyi tutmak zorunda olan insanın yıllar arasındaki bu ve benzeri farklılıkları fark etmesi hiç de zor olmasa gerektir. Öyle tahmin ediyoruz ki gözlem ve tecrübeyle yılların tebarüz etmiş özellikleri tespit edildikten sonra bunları birbirinden ayırt etme ihtiyacı hâsıl olmuş ve bu ihtiyacı gidermek için de her bir yıla, o yılın en çok öne çıkmış özelliğine uygun niteliğe sahip hayvanın adı verilmiştir. Böyle yapıldığı için olsa gerek ki yıllarla ilgili kehanet örnekleri verirken Kaşgarlı Mahmut, kehaneti yazdıktan sonra niçin böyle bir kehanette bulunulduğunun sebebini açıklamaya çalışmış ve bu meyanda yıla adını veren hayvanın bariz özelliklerini sıralamıştır: “Tavuk yılında yiyecek çok olur, ancak insanlar arasında karışıklık çıkarmış; çünkü tavuğun yemi danedir; daneyi bulabilmek için çöpleri, kırıntıları birbirine karıştırır. Timsah yılı girdiğinde yağmur çok yağar, bolluk olurmuş; çünkü timsah suda yaşar. vs.

İşte bu şekilde gözlem ve deneyim yoluyla oluşturulmuş olduğunu düşündüğümüz on iki hayvanlı yıllar için Türkler arasında muhtelif kehanetler yapılmıştır ki biz bu kehanetlerin de yılların tecrübe edilmiş özelliklerinden hareketle ortaya konulmuş olabileceğini düçünüyoruz. Zira on iki hayvanlı Türk takvimini oluşturan mantığa göre yukarıda bahsettiğimiz nedenlerden ötürü tecrübe edilmesi gereken, birbirinden farklı özelliklere sahip on iki yıl vardır. Bu on iki yılın özellikleri ve insanlara neler getirdiği bir kere öğrenilecek olursa on iki yıldan sonrası birer döngüden ibaret olduğu için önceki yıllarda gerçekleşenlerin aynıları ya da benzerleri aynı adı taşıyan yıllarda da insanların karşısına çıkacaktır. Çünkü aynı art ve özellikler her zaman aynı sonuçları doğurmaktadır. Kısaca bu, dünyada on iki yıl arayla aşağı yukarı hep aynı şeyler olmaktadır veya olacaktır, demektir. On iki yıllık döngüden kaynaklanan kehanetler ve bunların her müçede bir tekrar etmesi, hayatın devingen ve değişken seyri ile ne derece örtüşmektedir bilinmez ama bilinen bir şey varsa o da bu kehanetlerin bir zamanlar çok yaygın olduğudur. Öyle ki on iki hayvanlı yıllardan neşet eden kehanetler, Azeri, Kazak, Hakas, Nogay, Karaçay-Malkarlılar gibi çeşitli Türk boyları ve hatta Çerkezler arasında, bugün bile hâlâ sözlü gelenekte yaşatılmaktadır.

(…)

 

Doç. Dr. ŞEREF BOYRAZ

Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Halkbilimi Bölümü, Sivas.

Makalenin aslı ve tamamı dosya(pdf) halinde sunulmuştur: boyraz_seref

image002

 HAZIRLAYAN: Yılmaz Karahan

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap