900) Kızılderili Şef Seattle’in Amerikan Başkanına Mektubu
Yayin Tarihi 14 Aralık, 2015
Kategori TÜRK DÜNYASI
KIZILDERİLİ ŞEF’İN AMERİKAN BAŞKANINA MEKTUBU
(ABD Başkanı Franklin Pierce ABD’ye gelen beyaz göçmenleri ABD’nin kuzeybatısına yerleştirmek istiyordu. 1850’lerde beyaz girişimcilerin zenginleşmesi ve bölgenin daha fazla göç alması nedeniyle Franklin Pierce olaya çözüm bulmak amacıyla 1854 yılında Şef Seattle’a bir mektup yazdı. Franklin Pierce bu mektupta kızılderililerden toprak istemiş ve isteklerinin kabul edilecek olursa; Kızılderililer için çok rahat geçinebilecekleri bir yer ayrılacağını belirtmiştir. Şef Seattle yaptığı bir konuşmada Başkana cevap verir daha sonra bu konuşma metin haline getirilir ve Amerikan Başkanına iletilir. Bu mektup Washington’da saklanmış ve American Expo 74’de sunulmuştur. İnsanın çevre karşısında bilinçsizce takındığı tavırlar karşısında duyarlılığı en güzel dille anlatan bu mektup UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Koruma Teşkilatı) tarafından şimdiye kadar bilinen en güzel ve en içten anlatım olarak tanımlanmıştır. Seattle, 1854 yılında ünlü bir konuşma yaptı.)
ŞEF SEATTLE’IN MEKTUBU
Yüzyıllardır halkımın üzerine merhamet gözyaşları döken şu sonsuz gökyüzü bir gün değişebilir. Bugün açık gözüken gökyüzü yarın bulutlarla kaplanabilir. Sözlerim, asla yer değiştirmeyen yıldızlar gibidir.
Şef Seattle her ne söylerse Washington’daki büyük Şef ona, güneşin ya da mevsimlerin dönüşüne inandığı ölçüde inanabilir. Washington’daki Büyük Şef bize dostluk ve iyilik dilekleriyle birlikte bizden topraklarımızı satın almak istediğini bildirmiş. Onun, bizim arkadaşlığımıza çok fazla ihtiyacı olmadığının farkındayız.
Merak ediyoruz ki gökyüzünü ve toprağın sıcaklığını nasıl satın alabilir ya da satabilirsiniz? Bunu anlamak bizler için çok güç.
Bir zamanlar insanlarımız bu topraklara tıpkı rüzgârda kıvrımlanan deniz dalgalarının kabuklu kum yüzeyleri kapladığı gibi yayılmışlardı. Çok uzun zaman geçti ve o büyük kabileler artık hüzünlü bir anı oldu.
Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız.
Beyaz adamın ölüleri yıldızlar arasında yürümeye gittiklerinde, doğdukları ülkeyi unuturlar. Bizim ölülerimiz bu güzel dünyayı asla unutmazlar. Çünkü o Kızılderili’nin anasıdır. Biz dünyanın parçasıyız ve o da bizim parçamız. Güzel kokan çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyik, at, büyük kartal, bunlarsa bizim erkek kardeşlerimiz, kayalık tepeler, çayırlardaki ıslaklık, tayın vücut ısısı ve adam, hepsi aynı aileye aittir.
Büyük Beyaz Reis bize rahat yaşayacağımız bir yerin ayrılacağını, bize babalık edeceğini, biz kızılderililerin ise onun çocuktan olacağımızı söylüyor. Toprağımızı alma teklifini düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak. Çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Dereler ve nehirlerden akan, parıldayan sular, sadece su değil atalarımızın kanlarıdır. Eğer size toprak satarsak, onun kutsal olduğunu hatırlamalısınız ve çocuklarınıza da onun kutsal olduğunu öğretmelisiniz. Göllerin berrak suyundaki her hayali yansıma, halkımın yaşamından anılar ve olaylar anlatır. Suyun mırıltısı babamın babasının sesidir. Nehirler erkek kardeşlerimizdir, susuzluğumuzu giderirler, nehirler kanolarımızı taşırlar ve çocuklarımızı beslerler. Eğer size toprağımızı satarsak hatırlamalısınız ve çocuklarınıza öğretmelisiniz ki nehirler bizim kardeşlerimizdir ve sizin de bundan dolayı nehirlere herhangi bir kardeşe göstereceğiniz sevgiyi göstermelisiniz.
Biliyorum, beyaz adam bizim gibi düşünmez. Beyazlar için bir parça toprağın diğerinden farkı yoktur. Beyaz adam topraktan istediğini almaya bakar ve sonra yoluna devam eder. Çünkü toprak beyaz adamın dostu değil, düşmanıdır. Beyaz adam topraktan istediğini alınca başka serüvenlere atılır.
Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O’nun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yok edecektir.
Beyaz adamın kurduğu kentleri de anlayamayız biz Kızılderililer. Bu kentlerde huzur ve barış yoktur. Baharda yaprakların açılışını ya da böceklerin kanat vuruşlarını duyacak yer yoktur. Belki bir vahşi olduğum için anlayamıyorum ama benim ve halkım için önemli olan şeyler oldukça başka. İnsan bir su birikintisinin etrafına toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça yaşamın ne değeri olur?
Bir kızılderiliyim ve anlamıyorum. Biz kızılderililer, bir su birikintisinin yüzünü yalayan rüzgârın sesini ve kokusunu severiz. Hava önemlidir bizim için. Ağaçlar, hayvanlar ve insanlar aynı havayı koklar. Beyaz adam için bunun da önemi yoktur. Ancak size bu toprakları satacak olursak havanın temizliğine önem vermeyi de öğrenmeniz gerekir. Çocuklarınıza havanın kutsal olduğunu öğretmeniz gerekir. Hem nasıl kutsal olmasın ki hava? Atalarımız doğduktan gün ilk nefeslerini onun sayesinde almışlardır. Ölmeden önce son nefeslerini de gene bu havadan almazlar mı?
Toprak satmamız için yaptığınız öneriyi inceleyeceğiz. Eğer önerinizi kabul edecek olursak, bizim de bir koşulumuz var; beyaz adam bu topraklar üzerinde yaşayan bütün canlılara saygı gösterecek. Ben bir vahşiyim ve başka türlü düşünemiyorum. “Yaylalarda cesetleri kokan binlerce buffalo gördüm. Beyaz adam trenle geçerken vurup öldürüyor bu hayvanları sadece eğlenmek için. Dumanlar püskürten bu demir atın bir buffalodan daha değerli olduğuna aklım ermiyor. Biz sadece yaşayabilmek için avlarız buffaloları. Bütün hayvanları öldürecek olursanız nasıl yaşayabilirsiniz? Canlıların yok edildiği bir dünyada insan ruhu yalnızlık duygusundan ölmez mi?
Unutmayın bugün diğer canlıların başına gelen yarın insanın başına gelir. Çünkü bütün hepsinin arasında bir bağ vardır.
Şu gerçeği iyi biliyoruz: Toprak insana değil, insan toprağa aittir. Ve bu dünyadaki her şey, bir ailenin fertlerini birbirine bağlayan kan gibi ortaktır ve birbirine bağlıdır. Bu nedenle de dünyanın başına gelen her felaket insanoğlunun da başına gelmiş sayılır.
Bildiğimiz bir gerçek daha var; sizin Tanrınız bizimkinden başka bir Tanrı değil. Aynı Tanrının yarattıklarıyız. Beyaz adam bir gün bu gerçeği de anlayacak ve kardeş olduğumuzu fark edecektir. Siz Tanrınızın başka olduğunu düşünmekte serbestsiniz. Ama hepimizi yaratan Tanrı için kızılderili ile beyazın farkı yoktur.
Ve kızılderililer gibi Tanrı da toprağa değer verir. Bu toprağa saygısızlık, Tanrının kendisine saygısızlıktır. Beyaz adamı bu topraklara getiren ve kızılderiliyi boyunduruk altına alma gücünü veren Tanrının adaletini anlayamıyoruz. Tıpkı buffaloların öldürülüşü, ormanların yakılışı, toprağın kirletilişini anlamadığımız gibi.
Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.
Gündüz ve gece bir arada olamaz. Kızılderililer her zaman beyazlardan tıpkı sabah sislerinin güneşten kaçtığı gibi kaçmışlardır. Bütün bunlara rağmen, teklifinizi tartışacağız. Ve umuyorum ki, halkım bunu kabul edecek ve Büyük Beyaz Şef’in vaadettiği üzere beraber barış içinde yaşayacağız. Böylece Ay birkaç kez daha doğacak, birkaç kış daha geçecek. Geri kalan günlerimizi nerede geçirdiğimiz önemli değil. Çocuklarımız babalarının yenilgiyle aşağılandığını gördüler. Savaşçılarımız utanç duydu ve yenilgiden sonra günlerini aylaklık etmek ve vücutlarını tatlı yiyecekler ve sert içkilerle kirletmekle harcıyorlar. Birkaç saat, birkaç kış ve bu dünyada bir zamanlar yaşamış büyük kavimlerin veya şimdi ufak topluluklar halinde ormanda dolaşanların çocukları da kalmayacak; bir zamanlar sizinkiler gibi güçlü ve umutlu olanların mezarlarında yas tutmak için. Ama niye insanlarımın kaderi için yas tutayım ki? Tıpkı deniz dalgaları gibi kabileler kabileleri, uluslar ulusları takip ediyor. Bu doğanın düzenidir ve teessüf gerekmez. Yok oluşumuz çok uzak olabilir ama kesinlikle bir gün gerçekleşecek; son kızılderili yok olup kabilemin hatıraları beyazlar için bir tarih olduğunda, bu kıyılar kabilemin görünmez cesetleriyle kaynaşacak.
Çocuklarınızın çocukları kendilerini bir dükkânda, bir yolda, boş bir yerde yalnız olarak düşündüğünde aslında yalnız olmayacaklar. Dünyanın hiçbir yerinde tamamen ıssız bir yer yoktur. Geceleri, şehir ve kasabalarınızın caddeleri boşalmış gibi görünse de, aslında, bir zamanlar oralarda yaşamış ve bu güzel toprakları gerçekten seven ruhlarla dolu olacaktır. Beyaz adam asla yalnız kalamayacaktır.
Beyaz adamın, benim insanlarıma saygı göstermesini sağlamalısınız, çünkü ölüler güçsüz değildir.
Ölü mü dedim?… Ölüm diye bir şey yoktur ki sadece dünya değiştirir insan.
Şef Seattle, 1854
Şef Seattle (d. 1780 – ö. 1866)
ABD’nin kuzeybatı ucundaki Suqwamish ve Duwamish kabilerinin reisidir. Anne ve babasının da kabileleri olan Suqwamish ve Duwamish kabileri daha önce beyazlarla çok az irtibata geçmişti. Bölgesindeki diğer kabilelerle yaptığı savaşlarda şefliğini ispat etti. Seattle Fransız Katolik misyonerlerinin baskı ve etkisi altında kaldı. Bunun bir sonucu olarak 1830 yılında Hristiyanlığı kabul etti. Vaftiz ismi olarak Noah (Nuh) adını aldı.
Dr. Maynard, Kızılderili bir araştırmacı, Şef Seattle ile uzun yıllar çok iyi arkadaş olur ve yeni kurulan kasabaya onun adının verilmesini önerir ve öneri kabul edilir. Ancak Şef Seattle’nin gerçek isminde bulunan hafif gırtlaktan söylenmesi gereken sesler, İngilizce’ye uygun olmadığından kasabaya kısaca “Seattle” adı verilir. (Vikipedi)
ENGLISH
“Yonder sky that has wept tears of compassion on our fathers for centuries untold, and which, to us, looks eternal, may change. Today it is fair, tomorrow it may be overcast with clouds. My words are like stars that never set. What Seattle says, the great chief, Washington, can rely upon, with as much certainty as our paleface brothers can rely upon the return of the seasons.
“The son of the white chief says his father sends us greetings of friendship and good will. This is kind, for we know he has little need of our friendship in return, because his people are many. They are like the grass that covers the vast prairies, while my people are few, and resemble the scattering trees of a storm-swept plain.
“The great, and I presume also good, white chief sends us word that he wants to buy our lands but is willing to allow us to reserve enough to live on comfortably. This indeed appears generous, for the red man no longer has rights that he need respect, and the offer may be wise, also, for we are no longer in need of a great country.
“There was a time when our people covered the whole land, as the waves of a wind-ruffled sea cover its shell-paved floor. But that time has long since passed away with the greatness of tribes now almost forgotten. I will not mourn over our untimely decay, nor reproach my paleface brothers for hastening it, for we, too, may have been somewhat to blame.
“When our young men grow angry at some real or imaginary wrong, and disfigure their faces with black paint, their hearts also are disfigured and turn black, and then their cruelty is relentless and knows no bounds, and our old men are not able to restrain them.
“But let us hope that hostilities between the red man and his paleface brothers may never return. We would have everything to lose and nothing to gain.
“True it is, that revenge, with our young braves, is considered gain, even at the cost of their own lives. But old men who stay at home in times of war, and old women, who have sons to lose, know better.
“Our great father Washington, for I presume he is now our father as well as yours, since George has moved his boundaries to the north; our great and good father, I say, sends us word by his son, who, no doubt, is a great chief among his people, that if we do as he desires, he will protect us. His brave armies will be to us a bristling wall of strength, and his great ships of war will fill our harbors so that our ancient enemies far to the northward, the Simsiams and Hydas, will no longer frighten our women and old men. Then he will be our father and we will be his children.
“But can this ever be? Your God loves your people and hates mine; he folds his strong arms lovingly around the white man and leads him as a father leads his infant son, but he has forsaken his red children; he makes your people wax strong every day, and soon they will fill the land; while my people are ebbing away like a fast-receding tide, that will never flow again. The white man’s God cannot love his red children or he would protect them. They seem to be orphans and can look nowhere for help. How then can we become brothers? How can your father become our father and bring us prosperity and awaken in us dreams of returning greatness?
“Your God seems to us to be partial. He came to the white man. We never saw Hirn; never even heard His voice; He gave the white man laws but He had no word for His red children whose teeming millions filled this vast continent as the stars fill the firmament. No, we are two distinct races and must ever remain so. There is little in common between us. The ashes of our ancestors are sacred and their final resting place is hallowed ground, while you wander away from the tombs of your fathers seemingly without regret.
“Your religion was written on tables of stone by the iron finger of an angry God, lest you might forget it, The red man could never remember nor comprehend it.
“Our religion is the traditions of our ancestors, the dream of our old men, given them by the great Spirit, and the visions of our sachems, and is written in the hearts of our people.
“Your dead cease to love you and the homes of their nativity as soon as they pass the portals of the tomb. They wander far off beyond the stars, are soon forgotten, and never return. Our dead never forget the beautiful world that gave them being. They still love its winding rivers, its great mountains and its sequestered vales, and they ever yearn in tenderest affection over the lonely hearted living and often return to visit and comfort them.
“Day and night cannot dwell together. The red man has ever fled the approach of the white man, as the changing mists on the mountainside flee before the blazing morning sun.
“However, your proposition seems a just one, and I think my folks will accept it and will retire to the reservation you offer them, and we will dwell apart and in peace, for the words of the great white chief seem to be the voice of nature speaking to my people out of the thick darkness that is fast gathering around them like a dense fog floating inward from a midnight sea.
“It matters but little where we pass the remainder of our days. They are not many.
“The Indian’s night promises to be dark. No bright star hovers about the horizon. Sad-voiced winds moan in the distance. Some grim Nemesis of our race is on the red man’s trail, and wherever he goes he will still hear the sure approaching footsteps of the fell destroyer and prepare to meet his doom, as does the wounded doe that hears the approaching footsteps of the hunter. A few more moons, a few more winters, and not one of all the mighty hosts that once filled this broad land or that now roam in fragmentary bands through these vast solitudes will remain to weep over the tombs of a people once as powerful and as hopeful as your own.
“But why should be repine? Why should I murmur at the fate of my people? Tribes are made up of individuals and are no better than they. Men come and go like the waves of the sea. A tear, a tamanawus, a dirge, and they are gone from our longing eyes forever. Even the white man, whose God walked and talked with him, as friend to friend, is not exempt from the common destiny. We may be brothers after all. We shall see.
“We will ponder your proposition, and when we have decided we will tell you. But should we accept it, I here and now make this the first condition: That we will not be denied the privilege, without molestation, of visiting at will the graves of our ancestors and friends. Every part of this country is sacred to my people. Every hillside, every valley, every plain and grove has been hallowed by some fond memory or some sad experience of my tribe,
“Even the rocks that seem to lie dumb as they swelter in the sun along the silent seashore in solemn grandeur thrill with memories of past events connected with the fate of my people, and the very dust under your feet responds more lovingly to our footsteps than to yours, because it is the ashes of our ancestors, and our bare feet are conscious of the sympathetic touch, for the soil is rich with the life of our kindred.
“The sable braves, and fond mothers, and glad-hearted maidens, and the little children who lived and rejoiced here, and whose very names are now forgotten, still love these solitudes, and their deep fastness at eventide grow shadowy with the presence of dusky spirits. And when the last red man shall have perished from the earth and his memory among white men shall have become a myth, these shores shall swarm with the invisible dead of my tribe, and when your children’s children shall think themselves alone in the field, the store, the shop, upon the highway or in the silence of the woods, they will not be alone. In all the earth there is no place dedicated to solitude. At night, when the streets of your cities and villages shall be silent, and you think them deserted, they will throng with the returning hosts that once filled and still love this beautiful land. The white man will never be alone. Let him be just and deal kindly with my people, for the dead are not altogether powerless.”
CHIEF SEATTLE-1854
Yorumlar
“900) Kızılderili Şef Seattle’in Amerikan Başkanına Mektubu” yazisina 1 Yorum yapilmis
Yorum yap
doğru bilgilendirmenize teşekkür ederiz.selamlar.