278) Tekerleme Nedir? Örnek Tekerlemeler
Yayin Tarihi 24 Ocak, 2015
Kategori TÜRKÇE
TEKERLEME NEDİR?
————————————————————————————–
Tekerleme, çocuğun dinleme, konuşma ve dilin anlam yapılarının, cümlelerin, dilin özelliklerini, sık sık yapılan tekrarlarla ezber alışkanlığını kazandırarak çocuğun psikomotor becerilerinin gelişmesine katkıda bulunur. Dilin telaffuzu, boğumlaması ile bir bütün halinde öğretilmesine katkıda bulunur. Dildeki sembolleri, alegorik anlatımı, sebep-sonuç ilişkisine dayandırarak dilin mantıksal dizinini kavratır. Dilin matematiğini geliştirir. Dilin gülmece ve eleştirel boyutunu tanıtır.
“Ebe ebe nerede, su doldurur derede, dere boyu çalılık, şu ebe ne de alık, ebe suya dalamaz, araba da bulamaz, ene mene dostum, ben sana küstüm, armudu kestim, tavana astım, tap dedi düştü, kargalar üşüştü, bu da bana düştü.”(Şimşek, 2002: 45).
Ebe bulma oyunlarındaki tekerlemenin dilin koşullarıyla oyunun eş zamanlı olarak tanıtılması, dil aracılığı ile oyun kişilerinin ruhsal ve eylemsel konumlarının belirlenmesi, dili oldukça geliştiren bir durumdur.
Tekerlemeler, manilerin giriş bölümleri, sayışmalar ilk başta anlamsız görünürler, çok zengin özlü simgesel içerikleri düşünsel olarak da anlaşılmalarını zorlaştırır, “ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken” tekerleme cümlesinin anlamı şudur: anası beşikte olacak kadar küçükken o insan var olmayacağından beşiği de sallayamaz. Belli bir düzeyde doğrudur. Bu sözcük kümesi zaman kavramı üstünde ilginç bir oyun oynuyor. Kuşaklar arasında katılım dolayısıyla, ilerde ana olacak her bebekten çocuğun var olduğu söylenebilir. Anasının beşiğini sallayan bir insanın olduğunu söyleyerek bu tekerleme parçası, çok ekonomik biçimde tarihsel zaman kavramının dışına çıkıyor. Kısacası, masaldaki olayların tüm kuşaklar için geçerli olacağını anlatmaya çalışıyor (Karabaş, 1999: 274). Dil oyunları ile tekerleme çocuğun dil sınırlarını tıpkı düş gücünü, düşlerinin sınırlarını genişletir gibi genişletir. Dili matematiksel problemlere dönüştürerek, egzersizler yaptırarak güçlendirir.
Tekerleme, mani, sayışma, bilmece çocuğun dilsel bellek gücünü artırır. Pratik bir dil kazandırır. Çocuklar bu halk anlatı türleriyle eğlenir, düşünmeye başlar, dil ve düşünce ilişkisini sezinler, dilin gizemli dünyasını duyumsar. Bilmeceler, sayışmalar, maniler, bir varlığın, olayın, kavramın adını vermeden kapalı biçimde, çağrışımla birlikte, özelliklerini belirterek bulunmasını sağlarken, çocuğun sözcük dağarcığını da zenginleştirir (Nas, 2002 : 325).
Sözlüklerde “ağızda yuvarlanan söz, saçma sapan söz, eşsesli kelimelerle kurulu konuşma” anlamlarına gelen tekerleme masal, öykü, bilmece, halk tiyatrosu gibi bazı edebi türler içinde veya bağımsız olarak söylenen ölçülü ve kafiyeli sözlerdir.
Çokluk çocuk folklorunda hoşça vakit geçirmek, konuşma kabiliyeti kazanmak, oyunlarda eş ve ebe seçmek için bu yola başvurulur. Masal tekerlemesi, oyun tekerlemesi gibi adlar alırlar. En çok çocuk oyunlarında, masalların baş, orta ve sonunda söylenirler. Yöreye göre değişik isimle de söylenirler. Doğu Anadolu da döşeme, Güney Anadolu da sayışma denir. Karagöz ve ortaoyununda muhavere, çocuk oyununda ebe, çıkarmada ise sayışma diyebiliriz. Türk edebiyatında ilk tekerleme örneklerine XI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Divanü Lügati t Türk‘te bazı tekerlemeler yer alır.
Âşık fasıllarında Tekerleme (Tekellüm): Âşık fasıllarında, saz şairlerinin yaptıkları şiir yarışmaları halk dilinde tekerleme, âşıklar arasında tekellüm olarak adlandırılır. Bu tür şiirler ya söylenmesi zor sözcüklerden meydana getirilir ya da darayak şeklindedir. Ayak daraldıkça kafiye bulmak zorlaşır. Âşıklardan biri fasıl aralarında tekerlemeye başlar ve yeni bir ayak açar.
TEKİR
Bir iki tombul tekir |
MISTIK
Mustafa, Mıstık, |
LEYLEK
Leylek leylek havada, |
KUZU
Kuzu kuzu me |
YAĞMUR
Yağ yağ yağmur, |
KARGA
Karga karga “gak” dedi, |
PORTAKAL
Portakalı soydum, |
OYUN
Oooo….. |
HANIM KIZI
Çan çan çikolata, |
KEÇİLER
Ayşe Hanımın keçileri, |
SINIFLAR
Mini mini birler, |
EBE
Ebe ebe gel bize |
TAVUK
Pazara gidelim, |
TOP
Bir iki üç |
DEDE
Altı kere altı otuz altı |
EV
Evli evine |
İĞNE
Ooooo |
NACAK
Nacak sapına |
HEDİYE
Kızın adı Hediye |
EL EL EPENEK
El el epenek |
KARNIM AÇ
Karnım aç |
DEĞİRMEN
Değirmene girdi köpek |
ALİ DAYI
Ali dayının keçileri |
ÇARŞI
Çarşıya gittim |
HAKKI
Hakkı hakkının hakkını yemiş. |
HASAN
Hasan Hasan |
KÜÇÜK DOSTUM
Küçük dostum gelsene |
ELLERİM PARMAKLARIM
Sağ elimde beş parmak, |
ALİ
Ali baksa dum dum |
KUZU
Kuzu kuzu mee |
KOMŞU, KOMŞU
-Komşu, komşu ! |
TAVŞAN
Kapıdan tavşan geçti mi? |
NEREDEN GELİRSİN?
Nerden gelirsin? |
CAM
Bir cam |
EBE
Ebe ebe nerede |
ELLERİM
Ellerim tombik tombik, |
MASAL TEKERLEMELERİ
Masalların başında sözcüklerin ses benzerliğinden yararlanılarak söylenen yarı anlamlı, yarı anlamsız söz dizileri vardır. Bunlara “tekerleme” denir.
Masal tekerlemeleri birbirleriyle pek ilgisi olmayan, ancak dinleyicinin ilgisini masala çekmek için bir araya getirilmiş sözlerden oluşur. Tekerlemenin asıl güzelliği de, birbirleriyle ilgisiz gibi görünen bu tür sözlerin bir düzen içinde sıralanmasındadır. Bu da bir söz ustalığını gerektirir. Bu ustalık masal anlatanın, yani masalcının ustalığına bağlıdır.
Aslında tekerlemenin masalla hiçbir ilgisi yoktur. Sadece dinleyicinin ilgisini çekmek ve onu masal dünyasına girişe hazırlamak için söylenir. İşte masalcının söz ustalığı da burada başlar. Söylediği tekerlemeyle dinleyenleri neşelendirir. Anlatacağı masala ilgi çeker. Masalının dikkatle ve heyecanla dinlenmesini sağlar.
Kimi masal tekerlemeleri de bilinenlerden birkaçının birleştirilmesinden oluşur. Araya yeni deyim, benzetme ve sözcükler eklenerek yeni biçimlere sokulur.
Gelin şimdi de söz ustalığının en güzel örneklerinden biri olan masal tekerlemelerinden sizin için seçtiklerimizi okuyalım. Onları ezberlemeye çalışalım. Anlatacağımız masallara bu tür tekerlemelerle yeni renkler katalım.
* * *
Evvel zaman iken, deve tellal iken, saksağan berber iken… Ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. İp koptu, beşik devrildi. Anam kaptı maşayı, babam kaptı meşeyi, döndürdüler dört köşeyi. Dar attım kendimi dışarı… Kaç kaçmaz mısın… Vardım bir pazara. Bir at aldım dorudur diye. Bineyim dedim, at bir tekme salladı bana geri dur diye… Padişahın topları ateşe başladı. Topladım gülleleri cebime koydum darıdır diye. Tozu dumana kattım, Edirne’ye yettim. Selimiye minarelerini belime soktum borudur diye. Yakaladılar beni tımarhaneye attılar delidir diye. Babamdan haber geldi, onun eski huyudur diye. Bereket inandılar, tutup beni saldılar. Neyse uzatmayalım, masala başlayalım…
* * *
Bir varmış, bir yokmuş. Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde. Deve tellal iken, horoz imam iken, manda berber iken, annem kaşıkta, babam beşikte iken… Ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, alnını yardı eşikten… Annem kaptı maşayı, babam kaptı küreği, gösterdiler bana kapı arkasındaki köşeyi… O öfke ile Tophane minaresini cebime sokmayayım mı borudur diye… O öfke ile Tophane güllesini cebime doldurmayayım mı darıdır diye… Orada buldum iki çifte bir kayık. Çek kayıkçı Eyüb’e…
Eyüb’ün kızları haşarı… Bir tokat vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı… Orada gördüm bir kız… Adı Emine, gittim yanına… Bir tarafı tozluk dumanlık, bir tarafı çayırlık çimenlik, bir tarafı sazlık samanlık… Bir tarafta boyacılar boya boyuyor renk ile… Bir tarafta demirciler demir dövüyor denk ile… Bir tarafta Mehmet Ali Paşa cenk ediyor şevk ile… Anan yahşi, baban yahşi, kurtuldum ellerinden… vardım masal iline.(Naki TEZEL’den)
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler top oynarken eski hamam içinde… Ben deyim şu ağaçtan, siz deyin şu yamaçtan, uçtu uçtu bir kuş uçtu; kuş uçmadı, Gümüş uçtu. Gümüş uçmadı, Memiş uçtu. Uçar mı, uçmaz mı demeye kalmadı; anam düştü eşikten, babam düştü beşikten… Biri kaptı maşayı, biri aldı meşeyi; dolandım durdum dört köşeyi…
Vay ne köşe bu köşe! Dil dolanmadan ağız varmaz bu işe; bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, şu köşe güz köşesi, diye iki tekerleyip üç yuvarlarken aşağıdan sökün etmez mi Maraş paşası!.. Hemen bir sarıya bir fare deliği bulup, attım kendimi dışarı; gelgelelim şu mahallenin yumurcakları haşarı mı haşarı; bir fiske vurdular enseme, gözlerim fırladı dışarı!..
Az gittim uz gittim… Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek, lale sümbül biçerek; soğuk sular içerek, altı ayla bir güz gittim. Bir de dönüp ardıma baktım ki, ne göreyim, gide gide bir arpa boyu yol gitmişim!..
Vay başıma, hay başıma; bu yol bitecek gibi tükenecek gibi değil, ya bir devlet kuşu konsa başıma, ya da alsa beni kanadına kaşına, demeye kalmadı bir de gördüm ki, ne göreyim? Adıyla sanıyla, yeşiliyle alıyla, Zümrüdüanka dedikleri değil mi? Kafdağı’nın üstünden süzüm süzüm süzülüp geliyor. Bakın hele! Yüzü insan, gözü ahu. Ne maval, ne martaval. İşitilmedik bir masal!..
* * *
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde… Bu sözün önü var, arkası yok; gömleğimin yeni var yakası yok… Sabır da bir huydur, suyu var tası yok. De gel sabreyle sabreyle… İyi ama susuzla sabırsız ne yapar? Ya bir kuyu kazar, ya dolaşır çarşı pazar; ben de aç karın, yüksek nalın çıktım pazara, Mevlam uğratmasın iftiraya nazara…
Bir kaz aldım karıdan, boynu uzun borudan! Kendisi akça pakça, eti kemiğinden pekçe, ne kazan kaldı ne kepçe! Kırk gündür kaynatırım kaynamaz.
Hay dedim, huy dedim; bu ne pişmez şey dedim. Bir iken iki olduk, üç iken dört olduk; anan soylu, baban boylu derken kırk olduk; kırkımız kırk ateş yaktık!… Kırk gündür kaynatırım kaynamaz. Baktım ki olacak gibi, sofraya konacak gibi değil, eğil dağlar eğil dedik; onumuz hu çekti, onumuz su çekti; onumuz un, odun çekti; haydan geleni huya sattık, unu bulguru suya kattık. Suyu kazana, kazanı yeniden ocağa attık; vay ne kaynattık ne kaynattık… De şimdi kaynar mı, kaynamaz mı? Derken efendim bu kez başını kaldırıp bize bakmaz mı!..
Gayrı pabucunu bırakıp kaçan kaçana! Kanadını kaldırıp uçan uçana! Eh, bir ben miyim kırk kişinin gevşeği? Çıkardım ahırdan boz eşeği vurdum sırtına palanı, çektim yedi yerden kolanı; bindirdim üstüne doksanlık anamı. Boynuna mavi bir boncuk takmadım ama, koynuna koydum bir sabırtaşı. Sabırtaşı, sabırcıktaşı deyip geçmeyin öyle! Ne anamın aşı, ne gözümün yaşı. İtler işin başı, tandırın başı, masalın başı, bu sabırtaşı! Verilecek kuluna vermiş, bize de versin Yaradan; haydi dedikoduyu kaldırıp aradan, dinleyin şimdi; sabırlı kim, sabırsız kimdi…
* * *
Evvel zamanda, yoksullar handa
Beyler, konağında yaşarmış.
Buna öfkelendim
Bir hayli söylendim
Aldım başımı çıktım dışarı
Görmeyin gidişimi
Bakmadan sağa sola
Düştüm bir yola.
Az gittim, uz gittim
Dere tepe düz gittim
Çayır çimen geçerek
Arpa buğday biçerek
Soğuk sular içerek
Altı ay bir güz gittim
Yürüdüm yürüdüm vardım bir bağa
Daldım bir konağa
Vay sen misin dalan
Kimi kolumdan tuttu kimi bacağımdan
Attılar beni bir dağa
Zoruma gitti başladım ağlamaya
Karşıma çıktı bir derviş
Derviş amca dedim bu ne iş?
Kuru idim ıslandım sel beni neyler
Bulut oldum uslandım
Yel beni neyler?
Vay gidi dünya
Kimi güler, kimi söyler
Kulak verin bu masala
Keloğlan ne iş tutar, n’eyler* * *
Handadır handa, bir kara manda
Üç yüz yaşındaydım evvel zamanda
Mavi çadır gerilmiş, duydum pazar kurulmuş
Vurdum karıncaya palanı
Kırk yerinden bağladım kolanı
Sardım sırtına seksen sekiz çuval soğanı
Vardım pazara
Vay ne pazar ne pazar, güzeller durmaz gezer
Kırlangıçlar terzi, köpekler kalaycı, tilkiler tüccar
Buldum bir köşe, başladım işe
Soğan sarmısak satarken
Terazimin kolu kırıldı bir güzele bakarken
Kurbağa kanatlandı gitti gelin getirmeye
Gelin çıktı çardağa, çat yerleşti bardağa
Masaldır bunun adı, dinlemekle çıkar tadı
* * *
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde… Odunun biri bir odun vurdu kafama… Kafam koptu kalktı gitti sarmısak pazarında sarmısak satmaya… Durur muyum ya, ben de arkasından koştum. O gitti ben gittim, o gitti ben gittim; derken arkasından yetiştim ama, bak şu kafaya:
– Ben senin kafan değilim, demesin mi?
– Kafamsın!
– Değilim!
– Kafamsın!
– Değilim!
Diye atıştık, vuruştuk. Son sonu kadının kapısında buluştuk. Buluştuk ya, bak şu püsküllü belaya, kadı evde yokmuş, mercimek ağacına çıkmış da mercimek topluyormuş…
Ağacın tepesinden bize bağırdı:
– Sizin davanız büyük dava!.. Kuş kanadı kalem olsa, derya deniz mürekkep; gene ne yazılır, ne biter… Hele kırk tomar kâğıt, kırk kucak kalem getirin de ötesini düşünürüz, dedi.
Bir dediğini iki eder miyiz? Aldık getirdik, bulduk getirdik. Merdiveni de aradık taradık, götürüp mercimek ağacına dayadık, dayadık ya, kadı inerken kırılıvermesin mi mübarek!..
Kadı öldü, kafam da bana döndü: Ah kafa, nah kafa; ne çekersem senin elinden çekiyorum…
* * *
Var varanın, sür sürenin… Baykuşu çoktur viranenin… Destursuz bağa girenin, geçmez para ile dükkâna girenin, hokka çömleğini başında patlatır Bekri Mustafa… Hak dost, veli dost… Babamdan kaldı bir eski post… Ben dikerim, o sökülür… Arasına bit, pire sokulur… Ufacığı bakla gibi, büyüceği toklu gibi… Tuttum pireyi, İstanbul’a yolladım. Bekledim, bekledim gelmedi. Ardından uşak yolladım.
Kırk kişiyiz… Onumuz odun yarar, onumuz kav çakar, onumuz su taşır, onumuz ateş yakar… Bir de baktık kaz kafasını kaldırmış, kazandan bize bakar… Fare takla tukla… Ne nohut bıraktı bu yıl, ne de bakla… Kahveci kutuyu sakla, tiryaki olmuş o güdük fare…
Fare ovada yedi başağı, sıyrıldı çıktı direkten… Somunu kaptı kürekten… Gözleri büyük çörekten… Dişleri iri oraktan…
Tavandan teker meker… Gözlerime toz döker… İhtiyara bakmaz geçer. Bir oh çekmez mi bizim güdük fare? Tavanda koptu patırtı… Çömlek başına atıldı… Çektim tüfeği avludan… Yah ettim dokuz kilo soğan.
Derken efendim, baldıranlığa daldı kurudur diye… Boz eşek attı çifteyi geri dur diye. Ben tuttum kuyruğundan ileri diye…
Kalktı sıçradı kürek sapına… Gözünü dikmiş çocuk hakkına… Seksen kiloluk pekmez küpüne…
Reçel olup gitti bizim güdük fare… Efendimin ağası… Sivridir külahisi… Uzatmayalım biz bu sözü, başımıza gelir daha belası…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir memleket padişahının kırk oğlu varmış…
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal, pire berber iken, ben dayımın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, aşağıdan:
– Tutun da, vurun da! diye bir gürültü kopmaz mı?
– Eyvah, dedim. Şimdi bunlar susmazlar, dayımı uyutmazlar.
İki kalktım, bir hopladım. Yüz ayak merdiveni bir çırpıda atladım.
Baktım; bir kuru kalabalık.
– Nereye gidiyorsunuz böyle? dedim.
– Hak aramaya gidiyoruz, dediler.
Neyse, katıldım ben de içlerine, vardık koca şehrin birine. Aradık taradık, hakkımızı bulduk. Meğer o da pire değil miymiş?
Bindim pireye, vardım Tire’ye. Pire gider çatır çutur, hak sahibine balta getir. Bak şu pirenin işine, yular bağladım dişine. Gören şaştı, duyan şaştı, Üsküdar vapuru Beşiktaş’ı aştı.
Tuttum pirenin birisini, kırdım ufağını irisini, davula geçirdim derisini, kaytan yaptım kuyruğunu.
Sonra sırtına vurdum palanı, altından çektim kolanı, dinleyin bakalım bendeki koca yalanı…(Eflâtun Cem GÜNEY’den)
* * *
Çıktım tavan arasına bir kırık sandık buldum.
Açtım baktım: İçinde bir kırık altın
Almayacaktım ama, aldım
Sarıdır diye,
Ordan gittim İstanbul’a bir kâse yoğurt aldım
Durudur diye,
Dokuz yüz doksan testi su kattım
Borudur diye,
Tophane güllelerini cebime doldurdum
Darıdır diye,
Nacağı aldım Kapalıçarşı’ya daldım
Korudur diye,
Akdeniz’e girdim
Kıyıdır diye,
Ortasına bastım
Kuyudur diye,
Selimiye Camii’nin duvarına dayandım
Yalıdır diye,
Ahırdağı’na bir tekme vurdum
“Geri dur!” diye,
Üçlük beşlik verdiler beğenmedim
İridir diye,
Sade Osmanlı lirası verdiler almadım
Sarıdır diye,
Beni aldılar tımarhaneye götürdüler
Delidir diye,
İki adam geldi şahitlik etti
Veli oğlu velidir diye,
Tımarhaneyi dürdüm katladım sırtladım
Halıdır diye,
Beş on copa vurdular
Yeridir diye,
Beni padişaha bildirdiler
Delidir diye,
Padişahtan ferman çıktı
“Bırakın onu eski huyudur!” diye,
Ferman aldım cadde boyu gidiyordum
Bir boz eşek gördüm
Takıldım peşine
Eşek bana bir tekme vurdu
Geri dur diye.(Pertev Naili BORATAV‘dan)
* * *
Zaman zaman içinde, kalbur saman içinde, devler top oyunarken eski hamam içinde… Bir havladık, hoyladık; cümle âlemi topladık. Allah’ın kışı tandırın başı olur da kim gelmez? Haylanan da geldi, huylanan da geldi, ahlanan da geldi, ohlanan da geldi. Hele büyük baş, büyük kara kadı, kuru kadı geldi… Kadıyı, dayıyı duyunca; yabanın ördeği, kazı geldi… Ördeği, kazı görünce, bir de çulsuz tazı geldi. Tazının peşinden de görmemişin oğlu, kör Memiş’in kızı geldi… Ne etti, ne etti, arkası sökün etti: Kambur Ese, Sarı Köse geldi; biri saltanata, biri süse geldi… Bunları duyar da durur mu ya! Hımhımınan burunsuz, birbirinden uğursuz geldi… Bu iki uğursuzun ardından da ekmediğin yerde biten bir arsız, yüzsüz geldi… Daha daha, sarı çizmeli Mehmet ağa geldi, geldi dertlere deva, gönüllere sefa geldi… Derken efendim, seyrek basandan sık dokuyana, bir taşla iki kuş vurandan her yumurtaya bir kulp takana kadar kim var, kim yok; kimi aç, kimi tok; geldi, toplandı. Toplandı ya, hepsi de başını kaldırıp kaşını yaktı, derken her kafadan bir ses çıktı; başladı her biri bir maval okumaya… Kimi ince eğirip sık dokudu; kimi yukarıdan atıp, aşağıdan tuttu… Kimi tavşana kaç, tazıya tut dedi; kimi ağzını yum, dilini yut dedi… Kimi kâh nalına, kâh çivisine vurdu; kimi süt dökmüş kedi gibi oturdu… Kimi kâhya karı gibi her işe karıştı; kimi gemi azıya alıp birbiriyle yarıştı… Kimi akıntıya kürek çekti; kiminin kırdığı ceviz kırkı geçti… Kimi kırkından sonra kaval çaldı; kimi de benim gibi ellisinden sonra masala daldı… Bir var ki, hangisine ne denir? Allah her kuluna bir çene, her çeneye bir gene vermiş, oynatıp duruyor. Lafla peynir gemisi yürümez ama, sadece dinlemekle de olmaz; laf ebeleri adamı aptal yerine korlar; bari ben de birini çekip, çekiştireyim dedim ya, ne haddime! Yetmiş iki millet burada, sade bir Keloğlan yok ortada… Yüz yüzden utanır, ötekileri dilime dolayacak değilim ya, ben de tuttum Keloğlan’ın yakasından; bakın ne deyip durdum arkasından:
Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış. Develer tellal iken, keçiler berber iken, bir memleketin birinde bir kocakarı, kocakarının da bir kel oğlu varmış
* * *
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde… Dırıltıydı, mırıltıydı, raftan fincan düştü kırıldıydı, hem de ne fincan ya! Dedemin dedesinin dedesinden kalma kulpu kırık, kenarı yok, şu ahım şahım fincan… O akşam ne cezveyi köpürdetebildim, ne kahveyi höpürdetebildim. Bakın hele, şu ettiği yetmiyormuş, kırdığı kırkı geçmiyormuş gibi, bir de karşıma geçip oh çekmez mi ya bizim güdük fare!.. Kızmayın benim canım efendim, bu farenin derdinden bittim, tükendim. Benim gibi bir yalınkat adam değil, kambur felek, kadife yelek bile dayanamaz buna. Bir gece değil, beş gece değil, her gece bu, kuyruğunu yay ediyor, unu bulguru pay ediyor, yağı kıymayı zay ediyor… Öyle ya, hani han, hani harman? Evimizin ardı tarladır, ekini kor, bize zorlatır, karanlıkta göz parlatır ama gelgelelim, kaçak dövüşüne metin, ne var ne yok teslim ettik bütün, bacamızdan çıkmaz oldu tütün, gayri ya bu fare durur, ya biz. Bu gece düşündüm taşındım, tatlı tatlı kaşındım, baktım ki olur gibi, olacak gibi değil, ne yapıp yaptım yine, telli pullu bir arzuhal yazdım kediye; dilediğim yerini bulursa kilerde nöbet bekleteyim diye…
* * *
…Koştum, eve vardım: “Baban doğdu” dediler, kucağıma bir yumurta verdiler. Yumurta elimden düştü, içinden kocaman horoz çıktı, sokağa kaçtı.
Kovalamaya başladım. Taş attım değmedi. Ceviz attım… Cevizden bir kocaman ağaç bitti. Üstündeki cevizleri düşüreyim diye taş attım, değmedi. Toprak attım; ağacın başı tarla oldu. Kimi dedi: “Buğday ek”, kimi dedi: “Karpuz ek.”
Karpuz ektim. Öyle karpuz verdi ki tarla, develer taşıyamadı. Karşıma bir adam çıktı: “Karpuzundan versene” dedi. Bir karpuz verdim, bir ordu yedi, yarısı arttı… Ben de bir karpuz keseyim, dedim. Keserken çakım içine kaçıverdi. Elimi soktum, alamadım. Gözümü soktum, göremedim. Kendim girdim, yedi sene aradım, bulamadım. Yedi sene gezdim, dolaştım, sonunda karpuzun kapısına ulaştım.
Vay anam karpuz, evin köyün yıkılası karpuz…
Bir yanı sazlık samanlık
Bir yanı tozluk dumanlık
Bir yanında demirciler demir döver denk ile,
Bir yanında boyacılar boya boyar binbir çeşit renk ile, Bir yanında Osmanoğlu cenk eder top ile tüfenk ile…
* * *
Masal masal maniki
Yolda saydım on iki
On ikinin yarısı
Tilki çakal karısı.
Masal masal martladı
İki fare atladı
Kurbağa kanatlandı
Tos vurdu bardağa
Çocuk çıktı çardağa.
Masal masal maniki
Kuyruğu var on iki
Kuyruğunda beni var
Kulağında çanı var.
Masal masal matatar
Dil okur, damak tadar.
KONUŞMA TEKERLEMELERİNE ÖRNEKLER
n Adem madene gitmiş. Adem madende badem yemiş.
Madem ki Adem madende badem yemiş, niye bize getirmemiş.
n Al bu takatukaları takatukacıya takatukalatmaya götür. Takatukacı takatukaları takatukalamam derse takatukacıdan takatukaları takatukalatmadan al da gel.
n Bir berber bir berbere, bre berber gel beraber bir berber dükkânı açalım demiş.
n Bir dalda bir kartal; dal tartar, kartal kalkar.
n Bu çorbayı nanelemeli mi de yemeli, nanelememeli mi de yemeli?
n Bu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi.
n Çıtır pıtır hanımın, çıtı pıtı kızının çıtkırıldım çocuğu olmuş.
n Bu duvarı badanalamalı mı , badanalamamalı mı?
n El alem ala dana aldı aladanalandı da biz bir ala dana alıp aladanalanamadık.
n Şiş, şişeyi şişlemiş; şişe keşişe kiş demiş
n Değirmene girdi köpek. Değirmenci vurdu kötek, hem köpek yedi kötek, hem kötek yedi köpek.
n Kırk kantar, kırkar kırkar kantar tartar.
n Herkes yoğurdu sarımsaklamış yemiş, biz sarımsaklasak da mı yesek, sarımsaklamasak da mı yesek?
n Ummaca, üç kere ağzını açıp yummaca, üç kere de arkasından kahkaha ile gülmece.
n İbiş ile Memiş mahkemeye gitmişler, mahkemede mahkemeleşmişler mi, mahkemeleşmemişler mi?
n Nereden gelip nereye gidiyorsun, beş eşekli, bez yüklü beş adam?
n Götür küpü, dök küpü. Getir küpü dök küpü.
Gül dibi, bülbül dili gibi.
n Çarşıda koza ucuz, çarşıda darı ucuz, çarşıda boza da ucuz mu?
n Falcı, falcının falına, fasa fiso dedi.
n O pikap, şu pikap, bu pikap.
n Sudan çıktı iki su şadısı, biri erkek şu şadısı, diğeri dişi şu şadısı.
n Keşkekçinin keşkeklenmiş keşkek kepçesi.
n Bu bankaya eski veznedar gelecek, bu bankaya eski vezne dar gelecek.
n Bu evi yıkıp yapsak da mı otursak, yoksa yıkmasak onarsak da mı otursak?
n Pireli peyniri perhizli pireler tepelerse pireli peynirler de pır pır pervaz ederler.
n Ocak kıvılcımlandırıcılardan mısın, kapı gıcırdatıcılardan mısın? Ne ocak kıvılcımlandırıcılardanım, ne kapı gıcırdatıcılardanım.
n Çatalcada topal çoban çatal yapıp çatal satar, nesi için çatalcada topal çoban çatal yapıp çatal satar?
n Dört deryanın deresini dört dergâhın derbendine devrederlerse, dört deryadan dört dert, dört dergâhtan dört dev çıkar.
n Bir tarlaya kemeken ekmişler. İki kürkü yırtık kel kör kirpi dadanmış. Biri erkek kürkü yırtık kel kör kirpi, öteki dişi kürkü yırtık kel kör kirpi. Kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürküne, kürkü yırtık dişi kel kör kirpinin yırtık kürkünü, kürkü yırtık erkek kel kör kirpinin yırtık kürküne eklemişler.
n Kırk kırık küp kırkının da kulpu kırık kara küp.
n A be kuru dayı ne kuru sarı darı bu darı a be kuru dayı.
n Şu karşıdaki kara kuru kavak , karardın mı, ey kara kuru kavak sarardın mı ey kara kuru kavak!
n Paşa tası ile beş has tas kayısı hoşafı.
n Sen seni bil, sen seni, bil sen seni, bil sen seni, sen seni bilmezsen patlatırlar enseni.
n El alem aladana aldı aladanalandı da biz bir aladana alıp aladanalanamadık.
n Çarık çorap dolak, ben sana çarık çorap dolak mı dedim?
n Sizin damda var beş boz başlı beş boz ördek
Bizim damda var beş boz başlı beş boz ördek
Sizin damdaki beş boz başlı beş boz ördek
Bizim damdaki beş boz başlı beş boz ördek
Siz de bizcileyin beş boz başlı beş boz ördek misiniz demiş.
n Lâla lâtif lâleli lâmbasını lâcivert lâke lâvabodan nâzik, nâdide şefkâte verdi.
n Gece penceredeki benekli tekir kedi tenceresindeki eti yedi.
n Davulcu dede dışarıklı dikişçiyi dolandırırken dönemecin duvarından düştü.
n Galip Geyve’de gır gır giden gocuklu göçmen gururluya güldü.
n Habeş hemşire hırkalı hizmetçi hoppa hödüğe hurmaları hürmetle sundu.
n Kara kahküllü ketenli kız kibar komşusuna köprülü kuyuda küstü.
n Şamlı, şemsiyeli, şıracı,şişko, şoför, şölende, şurupçuları şüphelendirdi.
n Sandıklıda sepetleri sıralı simitçi sofrada sökülen sucukları süpürdü.
n Tatar tepsici tıknaz titiz Tosun tömbekici tulumbacıyla tütün tüttürdü.
n Hakkı hakkının hakkını yemiş.Hakkı Hakkı’dan hakkını istemiş. Hakkıya hakkını vermeyince haklı da Hakkı’nın hakkından gelmiş.
n Biz onlara ders verelim derken onlarda bize ders vermişler,şimdi gidip onlara bir ders daha verelim de biz onlara ders verirken gelip bize ders vermek neymiş görsünler.
n Yaprağın üstünde bir tırtıl, yaprağı yiyor kıtır kıtır, yaprağı yeme pis hain tırtıl.
http://kartallarsinifi.tr.gg/TEKERLEMELER.htm
DÜZENLEYEN: YILMAZ KARAHAN
Yorumlar
“278) Tekerleme Nedir? Örnek Tekerlemeler” yazisina 2 Yorum yapilmis
Yorum yap
Güzel bilgi
https://www.youtube.com/watch?x-yt-ts=1421914688&v=XObmRf3VhcE&x-yt-cl=84503534#t=36