729) İstanbul’un Fethini Gören Bir Venediklinin Notları
Yayin Tarihi 20 Ekim, 2014
Kategori KATEGORİLENMEMİŞ
İstanbul’un Fethini Gören Bir Venediklinin Notları
Aslen Venedik’li olup İstanbul’un feth edildiği günlerde bu şehirde bulunan gemi doktoru Nicolo O Barbaro, kuşatma sırasında gördüğü hadiseleri “günlük” olarak kaydetmiş. Aslı Venedik’deki Biblioteca Marcina’da bulunan bu hatırat Yurdakul Fincancıoğlu tarfafından Türkçeye tercüme edilerek “1453 Komstantinopl Kuşatması Güncesi” adıyla basılmıştır.
12 Nisan:
12 Nisandan 18 Nisana kadar, gece-gündüz süren olağan topçu ateşi ve şehir surlarındakilerle Türkler arasında görülen ufak – tefek müfreze çatışmaları dışında denizde veya karada pek az hareket oldu. Surdakiler (Bizanslılar), Türklerin, özelliklede Sultanın askerleri yeniçerilerin, ta duvarın dibine kadar geldiklerini ve çatışma çıkarmağa çalıştıklarını gördüler. Hiç biri ölümden korkmuyordu, yaban hayvanları gibi geliyordu. Biri, ikisi öldürüldüğü zaman hemen daha çok Türk geliyor, surlara ne kadar yakın olduklarını umursamaksızın, birinin sırtında bir domuzu taşıması gibi yararlıları sırtlarına vurup gidiyorlardı.
Bizimkiler silahlar ve tatar oklarıyla ölü vatandaşını taşıyan Türkleri nişan alarak ateş ediyorlardı. Bazen her ikisi birden cansız yere düşüyorlardı. Ama; hemen başka Türkler geliyor, onları alıp götürüyorlardı; hiçbiri ölümden korkmuyor, tam tersine tek bir Türk ölüyü sur dibine bırakma utancını duymaktansa kendilerinden on kişinin ölmesinden razı oluyorlardı.
18 Nisan:
Surların önüne çok sayıda Türk geldi. Çarpışmalar gece yarısı saat iki dolaylarından sabahın altısına kadar sürdü, bir çok Türk öldü. Geldiklerinde ortalık karanlıktı, o yüzden bizimkiler saldırmalarını beklemiyorlardı; surlara gelirken attıkları naralar ve çalpara sesleri tarifsizdi. Öyle ki, sanki olduğundan daha fazla Türk gelmişti. Savaş naraları ordugahlarının olduğu yerden 12 mil ötede Anadolu yakasında bile duyuluyordu.
18 Mayıs:
Türkler geceleyin harikulade bir kule inşâ ettiler. Gece boyunca çok sayıda Türk çalıştı. Ve bir gecenin içinde hendeğin hemen önünde Cresca denen yerde nöbetçi kulelerin duvarlarından daha yüksek bir kule ortaya çıkardılar. Bu kule öyle bir tarzda yapıldı ki kimse onun öyle yapılacağına inanamazdı. Daha önce imansızlar (Türkleri kasd ediyor) ne bu türden bir çalışma ortaya koymuşlar, ne de bu kadar iyi inşa etmişlerdi.
Gerçekten söylemeliyim ki Konstantinopl’daki Hıristiyanların hepsi bu çapta bir şey inşa etmek isteselerdi, bunu bir ayda dahi yapamazlardı. Halbuki Türkler bunu bir gecede yaptılar, bu dikkate değer kule şehrin ana surlarından on adım mesafedeydi. Oradaki surlarda çok sayıda silahlı insan toplanmıştı. Hepsi kuleye hayran hayran bakıyorlardı. Gerçi ben bir gecede inşa edildi dedim ama, aslında kule sadece dört saatten az bir sürede yapıldı. Öyle çabuk inşa ettiler ki surların tepesinde orayı koruyan nöbetçiler kulenin yapılmakta olduğunu fark edemediler. Sadece sabahleyin bitmiş olduğunu gördüler ve ne yapıldığını görünce büyük bir korkuya kapıldılar.
Bu dikkate değen eseri inceleyince de kulenin inşâ edilmek üzere olduğunu bildirmek üzere Haşmetmeap İmparatora koştular. İmparator asillerle birlikte derhal bu hârikulade şeyi görmeye geldi. Hepsi kuleyi görünce korkudan düşüp ölecek gibi oldu. Bu kulenin nöbetçi kulelerine tepeden baktığını görünce şehrin düşmesine sebep olabileceği korkusuna kapıldılar. Kulenin her şeyden önce sağlam bir kirişlerden yapılma bir iskeleti vardı. Çepeçevre deve derisi ile kaplanmıştı. Öyle korunuyordu. İçi yarı yarıya toprak doluydu. Dış çevresinde de yarı yarıya toprak vardı. Bu yüzden top veya silah yahut tatar oku, kuleye zarar veremezdi. Ayrıca çevresine parmaklık koymuşlar ve hepsinin üstünü de deve derisi ile kaplamışlardı.
Bunun ötesinde kuleden kendi ordugahlarına en azından yarım mil uzunluğunda bir de yol açmışlardı. Yolun her iki yakasında ve hem üstünde çift kat parmaklık vardı, o da deve derisi ile kaplanmıştı. Böylece kuleden ordugaha, silahlara, oklara, mızraklara veya ufak çaplı top atışına karşı herhangi bir tehlike içinde olmaksızın gidilebilirdi.
Türkler toprağı kazıp hendeğe dolduruyorlar, böylece bir toprak yığını meydana getiriyorlardı. O kadar çok toprak yığdılar ki nöbetçi kulelerinin duvarına tepeden bakmaya başladılar. Bu kule, şehri ele geçirmekte onlara büyük yardımcıydı.
19 Mayıs:
Melanet kumkuması bu lanet Türkler Pera yakınlarından Konstantinopl’a kadar Haliçi boydan boya kat eden bir köprü yapıp ortaya çıkardılar. Bu sağlam olsun diye birbirine sıkıca bağlanmış, uzun kalaslarla kaplı büyük varillerden oluşan köprü idi. Köprüyü, genel bir hücuma girişildiğinde saldırı daha etkili olsun diye yapıp, gerektiğinde Haliç’e sermek üzere hazır hale getirmişlerdi.
20 Mayıs:
Topçu atışı surları sürekli olarak yerle bir ediyor ve biz Hıristiyanlar yıkılan surları varillerle söğüt dallarıyla ve toprakla onararak eskisi kadar sağlam hale getiriyorduk. Surların sağlam olması gerektiği için onarım işi acele ve öncelik gösteriyordu. Bu sebeple de erkek olsun kadın olsun, genç, yaşlı herkes ve rahipler bu işte çalışıyordu.
Toplar çok büyüktü. Hele biri vardı ki aşırı ölçüde büyüktü; 1200 pound ağırlığında gülle atıyordu ve bu top ateşlendiği zaman patlama sesi ile şehrin bütün surları ve bu surların içindeki yer sallanıyordu. Hatta limanın içindeki gemiler bile sarsıntıyı hissediyordu. Çıkardığı büyük gürültünün meydana getirdiği şok sebebiyle bir çok kadın baygınlık geçiriyordu. Bütün imansızlar dünyasında bundan daha büyük top gören olmamıştı. Surların büyük bölümünü yıkan da bu toptu.
21 Mayıs:
Tanyeri ağarmadan iki sat önce Balta limanı’nda demirli olan Türk donanmasının hepsi harekete geçti. Kürek çekerek limandaki bumbaya kadar geldi. Orada bizi korkutmak için var güçleriyle çalpara ve tef çalarak gürültü yapıyorlardı. Bugün öğle saatlerinde şehrin Calegaria semtinde Türklerin bir gece şehre dalma ve bize ani bir baskın vermek niyetiyle surların altından kazdıkları bir lağımda ortaya çıkarıldı. Ama bu o kadar tehlikeli değildi.
22 Mayıs:
Akşam ayini saatinde Calegaria semtinde, birgün önce keşfedilen lağımın yakınında bir lağım daha bulduk. Tükler, bunu da surların altından şehrin içine aynı şekilde kazmışlardı. Adamlarımız içine ateş atıp yaktılar. O sırada lağımın içinde bulunan ve çabucak dışarı çıkamayan birçok Türk de orada yandı. Ayrıca bugün aynı yerde gözetleme kulelerinin bulunmadığı Calegaria’yada bir başka lağım daha ortaya çıktı. Bu, bulunması zor bir lağımdı ama Tanrı yardımcımız oldu lağım kendi kendine çöktü içindeki bütün Türkler öldü. Bu lağımlar toprağın altından kazılıyor ve şehrin surlarına gelinceye kadar başların üstündeki toprak iyi bir ağaçtan yapılmış payandalarla destekleniyordu. Sonra kazılma işi surların altından yapılıyor ve şehrin içine giriyordu.
23 Mayıs:
Şafak vakti daha önceki lağımların ortaya çıkarıldığı Calegaria’da bir lağım daha bulundu. Bu arada bilginiz olsun diye söyleyeyim bu semt yani Calegaria İmparatorluk sarayına yakındır. Biz bu lağımı bulduğumuz zaman içine ateş attık; ateş hızla lağıma yayıldı tamamı yandı ve yandıkça da çöktü. İçerde bulunan Türkler boğuldu. Lağımın kazılmasından sorumlu olan iki Türk içerden canlı olarak çıkarıldı. Bu iki Türk’e Grekler (Rumlar) işkence yaptılar ve öteki lağımların yerini söylettiler. İki Türk bu bilgiyi verdikten sonra kafaları kesildi ve gövdeleri surlardan Türk Ordugahının bulunduğu yere fırlatıldı. Türkler bu iki kişinin gövdesinin aşağıya atıldığını görünce fena halde öfkelendiler. Greklere ve biz İtalyanlara karşı büyük nefret besler oldular.
25 Mayıs:
Türkler surları yoğun bir topçu ateşi altında tutmaya devam ettiler. Birçok bölümünü yıktılar. Bizde varillerle ve topraklarla hemen onardık, sayısız ok da attılar.
26 Mayıs:
Güneş battıktan bir saat sonra Türkler ordugahın her yerinde ateş yaktılar. Ortalık pırıl pırıl oldu. Ordugahdaki her çadır iki büyük ateş yaktı. Alevlerin yaydığı ışık o kadar güçlüydü ki ortalık gündüz gibi oldu. ateş gece yarısına kadar canlı tutuldu. Sultan askerlerini teşvik etmek için ateş yaktırmıştı. Çünkü genel bir hücuma girişilmesi ve şehrin yıkılma zamanı geliyordu. İmansızlar bir yandan ateş yakarken bir yandan da Türk usulü savaş naraları (Allah Allah, Tekbir seslerini kasdediyor) atıyorlar, haykırıyorlardı. Öyle ki gök yarıldı sanırdınız. Bütün şehir tam bir panik içindeydi. Herkes ağlıyor imansızların gazabından uzak kalabilmek için Tanrıya ve bakire Meryeme dua ediyordu. Gün boyu topçu ateşinin özellikle de büyük topun San Romano’daki (Topkapı) surlara verdiği zararı anlatamam. Çektiğimiz eziyet büyüktü ve çok korkmaktaydık.
27 Mayıs:
Bu iblis imansızlar, tıpkı bir gece önceki gibi yaktıkları ateşi bütün gece boyu canlı tuttular. Ateşler gecenin yarısına kadar sürdü. Onun yanı sıra on iki mil öteden Anadolu kıyısından işitilecek kadar korkunç naralar atıyorlardı. Biz Hıristitanlar büyük korku içindeydik.
28 Mayıs:
Bütün ordugahta haberciler dolaştı ve ölüm döşeğinde olsalar bile sultanın, bütün paşaların ve onların emrindeki subayların, bütün komutanların yanı sıra, yöneticileri Türkler olanların gün boyunca görev yerinde bulunmaları gerektiğine, çünkü sultanın bir gün sonra şehre umumi bir taarruza girişeceğine dair emrini duyurdu.
Bu emir ordugahın bir başından öteki ucuna kadar her yerinde duyurulur duyulmaz herkes olabilen çabuklukla görev yerine koştu. Ama günün geri kalan kısmında şafaktan ortalık kararıncaya kadar, Türkler başka hiç birşey yapmadılar. Sadece ertesi gün saldırıda kullanılmak üzere surların dibine uzun merdivenler getirdiler. Bu merdivenlerin sayısı 2000 kadardı. Bunları taşıdıktan sonra merdivenleri kaldırıp surlara dayayacak olanları bir kalkan gibi korumak üzere çok sayıda siperlik perde getirdiler.
Akşam olunca, bütün Türkler silahlarını ve tepeleme yığılmış oklarını yanlarına alarak büyük bir intizam içinde görev yerlerine gittiler. Karanlık çöktüğünde hepsi kâlp huzuru içinde biran önce ve kendilerini zafere ulaştırması için Hazreti Muhammed’e dua ederek görev yerlerine varmışlardı. Gün içinde zavallı surları öyle yoğun bir top atışına tuttular ki dünyada eşimenendi görülmüş değil; bunu yaptılar çünkü bugün bombardımanın son günüydü.
Hava karardıktan bir saat sonra Türkler bir sefer daha ordugahlarında insanı ürkütecek kadar çok sayıda ateş yaktılar. Bu ateşler önceki iki gece yakılanlardan çok daha büyüktü; ama daha da kötüsü naralar ve haykırışları idi. Bu biz Hıristiyanların dayanabileceğinden çok daha ötedeydi. Haykırışların yanı sıra çok sayıda top ve silah attılar, sayısız taş fırlattılar. Bu bizim için tam bir cehennemdi. Kutlama ve şenlikler gece yarısına kadar devam etti. Sonra ateşler yavaş yavaş söndü.
29 Mayıs 1453:
29 Mayıs 1453’de gün ışımadan üç saat önce Türk Murat’ın oğlu Mehmet bey kendisine şehri kazandıracak olan genel taarruza başlamak üzere Konstantinpol surlarına bizzat geldi. Sultan askerlerini her biri elli bin kişilik üç guruba böldü.
Şafaktan bir saat önce Sultan büyük topu ateşletti ve gülle bizim onarmış olduğumuz sur bölümüne düşüp yerle bir etti. Top ateşinin çıkardığı dumandan ötürü hiç bişey görünmüyordu. Türkler bu duman perdesinin gerisinde geldiler ve üç yüz kadarı gözetleme kulelerine girdi. Güneş doğarken Türkler topçu ateşinin San Romano Kapısı (Topkapı) çevresinde yerle bir ettiği surlardan şehre girdiler.
Türkler çok büyük bir şevkle girdikleri San Romano kapısından beş mil uzaklıktaki şehrin meydanına yöneldiler ve oraya vardıkları zaman aralarından bazıları Saint Mark’la Haşmetmep İmparoturun bayraklarının dalgalandığı kuleye tırmandı; Saint Mark’ın bayrağıyla Haşmetmeap İmparatorun bayrağını indirdiler ve aynı kuleye Sultanın bayrağını astılar. Saint Mark’la İmparatorun bayrağını indirip Sultanın bayrağını astıkları zaman şehirdeki bütün Hıristiyanlar büyük üzüntüye kapıldık çünkü şehir artık Türkler tarafından zabdedilmişti. Onların bayrağı asılıp bizimkiler indirildiği zaman gördük ki bütün şehir ele geçirilmişti; geri alma umudu da yoktu.
Yorumlar
Yorum yap