78) ENVER PAŞA
Yayin Tarihi 17 Şubat, 2014
Kategori KAHRAMANLAR VE BİLGİNLER
ENVER PAŞA
Büyük bir Türk milliyetçisi ve Turancısı olan Enver Paşa, tarihte mensubu bulunduğu bu yüce fikir ve ülkülerinden dolayı, kendisine en ağır şekilde saldırılan ve eleştirilen kişililerden birisidir.
1881’de İstanbul’da doğan Enver Paşa’nın babası da kendisi gibi askerdir. 1903’te kurmay yüzbaşı sıfatıyla Harbiye’den mezun olan Enver Bey, 1908 Meşrutiyeti sırasında, Balkanlardaki Bulgar ve Makedon çetecilerle vuruşmaktaydı. Meşrutiyet’in ilanı hususunda II. Abdülhamid’e baş kaldıran subaylar arasında olması ve İttihad Terakkî’nin içinde de söz sahibi duruma gelmesi, “hürriyet kahramanı” olarak anılmasına yol açmış; bunun ardından da Makedonya’da müfettişliğe atanmış ve 1909’da da Berlin Askerî Ateşeliğine tayin olunmuştur. Belki de Balkanlarda yaşananlardan dolayı Türk’ün Türk’ten başka dostu bulunmadığını anlamış ve Türkçülüğe meyletmiştir.
O vatan-millet aşkıyla yanıp-tutuşan, bu uğurda herşeyi ve her görevi gözünü kırpmadan yapan bir Türk milliyetçisiydi. Her insan gibi onun da belki hataları vardır, ama bu onun büyüklüğüne ve Türkçülüğüne gölge düşürmez. Buna bağlı olarak, 1911’de İtalyanlar Trablusgarb’ı işgal etmeye kalkışınca, Enver Bey de hemen gerilla savaşları yapmak üzere oraya gitti. Burada önemli görevlerde bulunduktan sonra, İstanbul’a dönmüş ve 23 Ocak 1913’teki Bab-ı âli baskınında yer almıştır. İktidar İttihad Terakkî’nin eline geçince, Enver Bey de hızla yükseldi. Osmanlı Devleti’nin iç karışıklıklarla çalkalandığı bu yıllarda, 1914’te Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın bir suikast neticesinde ölmesi üzerine, bu göreve Enver Bey atandı. Bu arada Padişah’a da damat olması, onun ününü daha da artırdı.
Bugün özellikle birtakım tarihçiler tarafından, Osmanlı Devleti’ni düşüncesizce I. Dünya Savaşı’na sokan kişi olarak Enver Paşa gösterilmektedir. Esasında Yakınçağ ve Türkiye Cumhuriyeti tarihçileri çok iyi bilirler ki, I. Dünya Savaşı çıkmadan daha evvel büyük Avrupa devletlerinin Osmanlı ülkesi üzerine gizli planları ve andlaşmaları mevcut idi. Savaşın arefesinde Osmanlı devlet adamlarının Rusya ve diğer Avrupa ricaliyle yaptığı görüşmeler ve bunlardan bir sonuç çıkmadığı ortada iken; bizim kanaatimize göre, haksız bir şekilde, savaşa girmenin bütün suçunun ve vebalinin Enver Paşa’nın omuzlarına yıkılması bir insafsızlık, insafsızlıktan öte birtakım art niyetlerden kaynaklanmaktadır, sanıyoruz.
Savaşa girmeden önce Osmanlı Devleti’nin genel durumunu çizmek gerekirse; ülkemiz 93 Harbi, Trablusgarb ve Balkan Savaşları gibi üst üste patlak veren muharebelerden yorgun, perişan ve önemli bir toprak kaybıyla çıkmıştı. Ordunun elinde doğru dürüst silâh olmadığından başka, Osmanlı ekonomik ve siyasî açıdan bir buhran yaşıyordu. Zaten Avrupa’nın gözünde “hasta adam” vaziyetindeki bu memleketin ayağa kaldırılması ya da ipinin çekilerek öldürülmesi yönünde tereddütler vardı. Birkaç sonuçsuz girişimin haricinde, ileriye ve gelişmeye dönük hiçbir çalışma olmadığından, Türkler sanayi ve teknik bakımdan da çağın oldukça gerisinde kalmıştı. Osmanlı’yı asıl zayıflatan neden buydu
Her hâlukârda I. Dünya Savaşı çıkacaktı ve harbin büyük bir kısmı Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerinde cereyan edecekti. Çünkü Fransa ve İngiltere gibi Avrupa devletleriyle, Rus Çarlığı’nın yeni sömürgelere sahip olma, hammadde kaynaklarına ulaşma, sıcak denizlere inme gibi idealleri sadece Osmanlı Devleti’nin yönetimindeki bölgelerde kazanılabilirdi. Kim galip gelirse gelsin, Türk ülkesi mutlaka parçalanacaktı. Esasında Avrupa’da bu pastanın paylaşımı hususunda Almanya ile diğerlerinin arası açılmıştı. Almanya da aynı amaçlar için harekete geçmiş, bu yüzden onun dünyaya tek başına hâkim olmasını engellemek isteyen ülkeler karşısına dikilmişlerdi. İngiltere, Fransa veyahut da Rusya’nın Alman topraklarını zapt etmek suretiyle sahip olacağı önemli bir menfaat yoktu. Durum Almanya açısından da benzerdi. Yani onlar da İngiltere ve Batı Avrupa’da hâkimiyet kurmakla bir kazanç sağlayamazlardı. Tarihte olduğu gibi, günümüzde de bu topraklar yeraltı ve yerüstü fakiri bölgelerdir. Dolayısıyla doğuya doğru açılmaktan ve buraların hammadde zenginliklerine ulaşmaktan başka çareleri gözükmüyordu.
Vaziyet bu merkezde olunca, Osmanlı Hükûmeti özellikle Rusya ve İngiltere ile ittifak yapma yollarını aramış; kendisine bu ülkelerce soğuk davranılınca, o da ister istemez Almanya safında savaşa girmek zorunda kalmıştır. Osmanlı ülkesinin teklifleri, zamanın en güçlü ülkesi durumundaki İngiltere’nin dikkatini çekmiyor; yeni iktidarın Osmanlı’yı iyi idare edemeyeceklerini düşünüyorlar ve bu yüzden de tâ Londra’ya kadar gelen Osmanlı delegelerini sürekli atlatıyorlardı. Bu hususta Osmanlı Devleti Hariciye Nazırlığının girişimleri ortadadır. Hatta Maliye Nazırı Cevat Bey de Fransa’da ikili görüşmelerde bulunmuş; Talât Paşa Kırım’a giderek, Rus Çarı’na ittifak teklifini götürmüştü. Söz konusu Avrupa devletleri içinde sadece Almanya, açıkça Türklerden toprak talep etmiyordu. “Denize düşen yılana sarılır” misâli, Türkler de Almanlara sarıldılar. Her ne kadar Almanlarla olan uzlaşmanın savaştan önce gerçekleştirildiği söyleniyorsa da, hakikatte andlaşma Avrupa’da harp başladıktan sonra, yani 2 Ağustos 1914’te imzalandı. Sözleşmenin önemli maddelerinden birisi Rusya, Almanya’ya savaş ilan ederse, Türkiye Almanya’nın yanında yer alacak, buna karşılık Almanlar da Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğünün korunmasına yardımda bulunacaklardı. Yine de Türkler tedbiri elden bırakmamışlar, henüz savaşa hazır olmadıklarından dolayı, bu haberi kimsenin duymaması için gayret etmişlerdi. Hemen aynı gün İngiltere, Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanlığını göstermiş, paraları ödendiği hâlde, İngilizlere sipariş verilen Reşadiye ve Sultan Osman gemilerine el konulmuş; bunun üzerine de Enver Paşa, 5 Ağustos’ta Ruslarla yeniden anlaşma yollarını bulmak için görüşmeler yapmıştır. O, Kafkasya’daki Türk askerini çekme, Balkan ülkeleriyle Rusya arasında bir savaş çıkarsa, Ruslara yardım etme ve Alman kuvvetlerini Türk topraklarından uzaklaştırma hususunda söz veriyordu. Buna karşılık da, Trakya’dan biraz arazi ile Adalar Denizi’ndeki bazı adaları istedi. Bu arada Cemal Paşa’nın da İngiltere ile tekrar anlaşma zeminleri araması boşa çıktı. Bir kez daha vurgulamak gerekirse, Türkler harbe sadece Enver Paşa’nın maceraperestliği yüzünden dahil olmadılar. Belki de başka çıkar yol bulunmadığından, böyle bir karar alındı. Şartlar Türkleri savaşa girmeye zorlayınca, 29 Ekim 1914’te Goben ve Breslav adlı iki Alman harp gemisine Türk bayrağı çekilerek, Karadeniz’deki bazı Rus limanları topa tutturuldu. Zaten Almanya da Türklerin bir an önce savaşa girmesini istiyordu. Çünkü onlar birkaç cephede harp ettiklerinden başları sıkışmış, iyice bunalmak üzereydiler. Eğer Türkler Ruslara karşı bir cephe açacak olurlarsa, Rus kuvvetlerinin büyük bir kısmı doğuya kayacak, bu suretle batıda Almanya ile Avusturya rahat nefes alacaklardı. Süveyş Kanalı’nın kontrolü ve Arabistan’daki çarpışmalar sayesinde de İngilizler önemli bir miktarda ordusunu bu cephede tutacak ve buna bağlı olarak da Almanlar İngilizlerle daha fazla uğraşacaklardı. Bir de Müslüman bir ülkenin Hrıstiyanların saldırısına uğraması, Rusya’nın ve İngiltere’nin tahakkümü altında yaşayan Türk ve Müslümanların infialine yol açacaktı ki, bu durum bile onların başını ağrıtmaya yeterliydi. Nitekim I. Dünya Harbi sırasında hem İngiliz sömürgelerindeki nümayişler, hem de Rusya’daki Türk ayaklanmaları ve Rusya Türklerinin çeşitli yollarla Osmanlı Devleti’ne yardım etmeye çalışmaları, bunun delilidir. Dolayısıyla Avrupa’daki savaştan kısa bir süre sonra kavgaya iştirak eden Türkler, Almanya ile yanyana çarpışmaya başladı.
Yine onun Sarıkamış harekâtını gereksiz yere yaptığı iddiasında olanlar vardır. Eğer onbinlerce şehide rağmen Allahuekber Dağları’nda Ruslar durdurulmasaydı, belki Anadolu’nun içlerine kadar girecekler ve doğu sınırımız da böyle olmayacaktı. Enver Bey, Sarıkamış çarpışmalarının ardından Mustafa Kemal’le görüşmüş ve onun Çanakkale’de 19. Tümen’e kumandan tayin edilmesini sağlamıştı. Savaşın bitiminde, Anadolu’da Millî Mücadele’nin başlaması ve vatansever subayların tamamının Mustafa Kemal’in etrafında birleşmeleri üzerine o da Kafkasya’ya geçmiş; Türkistan Türklerinin kurtuluş savaşına kendisini adamıştır.
1920’deki Bakû Kurultayı’na katılan ve burada bir konuşma yapan Enver Paşa’yı artık bütün Rusya Türkleri tanımıştı. O, doğudan başlayarak büyük Turan Devleti’nin teşekkülü hususunda planlar yaptı. Belki şimdiye kadar gözden kaçan bir konuya da değinmemiz gerekir ki, Türk bolşeviklerin Turancılık fikirlerinin temelinde de onun tesiri olmalıdır. Osmanlı Devleti’nin bir paşasının Türkistan’a gelmesi, büyük Türk birliğinden bahsetmesi, bize göre onları şevklendiren önemli etkenlerdendir. O sadece Türklerin değil, umum ezilen Doğu halklarının selâmetinin Türk-Turan Devleti’nin gerçekleşmesine bağlı olduğunu görüyordu ki, bunun için çevre ülkelerle de irtibat hâlindeydi. Enver Paşa’nın buna yönelik gayretlerinin, ekonomik, siyasî ve askerî çalışmalarının hakikaten ciddî bir araştırmaya ihtiyacı vardır. Bugüne kadar çeşitli hatıratdan yola çıkılarak yapılan incelemeler çok cılız kalmış; akademik mahiyette bir girişim henüz ortaya konmamıştır. Dolayısıyla Enver Paşa’nın doğudaki faaliyetleri hakkındaki bilgiler kulaktan dolma şeyler olup, çoğu arşiv vesikalarına dayanmamaktadır. Tarih araştırmacılarının bu konu üzerinde durmaları lâzımdır.
Rusya’da bulunduğu sürece başından pek çok macera geçen Enver Paşa, burada başta Lenin olmak üzere Çiçerin ve Zinovyev gibi ünlülerle de konuşmalar yaptı. Ayrıca onun Almanya ile Sovyetler Birliği arasındaki görüşmelerde aracılık ettiği söylenmektedir. Bakû Kurultayı öncesinde, Rusya’nın Anadolu’daki Millî Mücadele’ye yardımda bulunmaları tavsiyelerini ileten Enver Paşa, Eylül ayının başındaki kongrede umduğu neticeleri alamadı. Bunun üzerine evvelâ Almanya’ya, arkasından da İsviçre’ye giderek, orada çeşitli temaslar içinde oldu. 1921’de Moskova’ya dönerek, burada Çiçerin ve Ankara’dan yollanan Bekir Sami Bey ile görüştü. Daha sonra Mustafa Kemal’e bir mektup gönderdi. Rusya’daki genel durumu ve temaslarını bildirdikten başka, gayet nazik bir dille; Rusya’dan gelecek her türlü yardımın alınmasını, bunun Anadolu’daki harekete güç katacağını bildirmiştir. Ve mektubunda o şöyle devam ediyordu: “…beni kendinize rakip olarak telâkkî ediyorsanız, yanılıyorsunuz. Bu aklımdan geçmemiştir. Bizce memleketin kurtuluşu esastır. Bunu Ferit Paşa gibi ihtiyar bir herif bile yapsaydı, ona da hürmet eder, yardımda bulunurdum. Cenab-ı Hakk’ın şimdiye kadar size yaver kıldığı talihinize biz de hürmet ederiz…Ben bir idealin peşindeyim. O da İslâmı ezen Avrupalılarla savaşmak, Müslüman ve Türkleri harekete geçirmek…Şimdi ben hürmetle gözlerinizden öper, Cenab-ı Hakk’tan senin için yücelikler, İslâma ve vatana büyük muvaffakiyetler dilerim”.
Anadolu topraklarına yönelik Yunan taarruzu başladığında, yanındakilerle beraber Batum’a gelen Enver Paşa Anadolu’ya geçmeyi düşünmüş, burada biraz vakit geçirdikten sonra Sakarya Zaferi’nin kazanılması üzerine, birlikte olduğu bazı Teşkilât-ı Mahsusacılarla, 1921 ekiminde Türkistan’a gitmiştir. Onun burada “yaşasın Turan, yaşasın Enver Paşa, yaşasın din-i Muhammedî” nidalarıyla karşılanması, son derece mânidardır.
Maalesef Enver Paşa orada önce Cedidcilerle gelenekçiler arasında kaldı. Sonradan Düşenbe’ye ulaşarak, buradaki Basmacı Hareketi’nin liderliğini üstlendi. Ruslar onun faaliyetlerinden dolayı oldukça sıkıntı çektiler. 19 Mayıs 1922’de Sovyet-Rusya’ya gönderdiği bir ültimatom ile Kızıl-ordu’nun Türkistan’ı derhâl terk etmesini istedi. Enver Paşa 4 Ağustos 1922 Cuma günü şehit düşmüştür. Vefatı hakkında yanında bulunanlardan öğrendiğimize göre; şimdiki Tacikistan’da Belcivan Köyü’nün yakınlarındaki bir mevkide, ölmeden evvel konaklar. Ama âni bir baskın ile karşılaşınca, ne askerleriyle konuşabilir, ne de vaktinde hazır olabilir. Saldırının bayram gününe denk getirilmesi de Ruslar tarafından planlanmıştır. Fakat onlar ummadıkları bir azimle savaşan bir toplulukla yüzyüze gelince şaşırdılar. Nihayet Paşa yanındaki çok az bir kuvvetle Rus ordusunun içine dalmış ve kalbine isabet eden bir kurşunla şehit olmuştur. Onun, ölmeden evvelki son sözleri şunlardır: “Türkistan için mutlaka savaşmalıyız. Başarırsak gazi, başaramazsak şehit oluruz. Alınyazımızda ne varsa o olacaktır. Bundan korkmuyoruz. Böyle köpek gibi Rus zulmünde yaşamaktansa, atalarımızın yaptığı gibi şerefle öleceğiz. Bizleri takip edenlerin hürriyet ve mutluluğunun emniyeti, bizlerin ölümü göze alabilmemizle mümkün olacaktır”.
Enver Paşa’nın şehadeti herkesi bir üzüntüye itti. Çünkü Türklük için, din için, Turan için bayrak açan bir âbide şahsiyet vurulmuş, Türkistan’ın bütün ümitleri neredeyse suya düşmüştü. Mücahitler kendilerine yeni bir komutan seçtikten sonra, Enver Paşa’nın cesedi alındı, yıkandı ve Çegen Tepesinde, garip Türkistan halkının onu son bir defa daha görmesi için bekletildi. Anlatılanlara göre, cenazesine 25 binden fazla insan katılmıştır. Bu sayı günümüzün çok ünlü kişilerinin bile cenaze törenlerinde görülebilen bir şey değildir. Türkistanlı onu gönülden sevmiş, bir umut ışığı olarak bilmiş ve kendi başına geçirmişti.
Enver Paşa’nın ölümü vesilesiyle birçok halk şairi mersiye tarzında şiirler söylemiştir. Fakat bunlar içerisinde bir tane vardır ki, o da Çolpan’ın yazmış olduğu şiirdir. Bütün Türkistan’da yazıldığı zaman Türkler arasında elden ele dolaşmıştır. Onun dünyadaki son mekânı olan kabri, Türkistanlılarca uzun yıllar ziyaretgâh olarak görülmüştür. Enver Paşa, uğruna şehit düştüğü toprakların koynundan tam 74 yıl sonra alınarak Türkiye’ye gömüldü. Bu hareketin doğru olup-olmadığı tartışma konusudur. Ancak uğrunda öldüğü topraklar da Türk yurdu olmasından dolayı, onun burada yatmasında hiçbir sakınca yok idi. Herşeyden öte yıllar sonra o topraklarda doğan insanlar, kendileri için binlerce km uzaklıktaki bir diyardan bir kişinin gelerek şehit düşmesi karşısında vatanlarına daha da sıkı sarılacaklardı.
O ülkesine ve milletine âşık bir Türk milliyetçisiydi. Hataları ve sevaplarıyla bu milletin bir mensubuydu. En azından birtakım sahte kahramanlar gibi vatanına ihanet etmedi. Onun gereksiz yere Osmanlı Devleti’ni I. Cihan Harbi’ne soktuğu masalına da bugün artık herkes gülmektedir. Tarih elbette ki, herkesi lâyık olduğu yere oturtacaktır.
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ
“Türk Tarihinin Kahramanları: 46- Enver Paşa”,
Orkun, Sayı 109, İstanbul 2007
Yorumlar
Yorum yap