65) HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ

Yayin Tarihi 18 Nisan, 2013 
Kategori KAHRAMANLAR VE BİLGİNLER

HÜNKAR HACI BEKTAŞ VELİ HAZRETLERİ

image00118.jpg

———————————————————————————-

Hacı Bektaş Veli, 13. Yüzyıl’da yaşamış bir mutasavvıf ve düşünürdür. O, Anadolu’yu Türkleştiren Türkmen gücünün hayatına şekil veren bir halk lideridir. Hacı Bektaş Veli’ye bağlı Türkmenler’e, Bektaşi denilmiştir. Bugün Hacı Bektaş Veli, Anadolu gibi Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Bosna, Arnavutluk, Macaristan, Romanya gibi ülkelerde bile Türkler arasında bilinen, saygıyla anılan bir önderdir.

16. yüzyıl’a ilişkin Osmanlı belgelerini incelediğimizde kırsal kesimdeki nüfusun çoğunluğunun Alevi-Bektaşi nitelikli olduğu ortaya çıkıyor. Hacı Bektaş Veli, genelde kırsal kesime hitap eden bir düşünür/önder olarak sivrildi. Zamanla onun düşüncesi kentlere de girdi. Kentlerde Bektaşilik adı altında şekillenen bu düşünce, esnaf arasında oldukça yayıldı.

Öte yandan, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda da Hacı Bektaş Veli’nin düşünceleri etkili oldu. Osmanlı Devleti, Türkmen göçebelerine dayanan bir özellik taşıyordu. Bu beyliğin kurucusu Osman Bey, eşitlikçi bir dünya görüşünü temsil ediyordu.

Osmanlı Devleti Balkanlar’a geçince Bektaşi düşüncesinin eşitlikçi, insancıl özünden de yararlandı. Bugün bile Balkan ülkelerindeki Bektaşi dergahlarına Hıristiyan halkın saygı duyması, işte bu düşünce genişliğinden kaynaklanmaktadır.

Hacı Bektaş Veli’nin mekanı ve makamı olarak bilinen Hacıbektaş İlçesi, bugün Nevşehir’e bağlı bulunuyor. Kırşehir ile Nevşehir arasındaki bu ilçe, ünlü Kapadokya havzasında yer alır. Bölge, Orta Anadolu’nun ilginç alanlarından birisidir. Buralar Roma ve Bizans uygarlığının çok kuvvetli eserlerini de barındırmaktadır. Ünlü peribacalarının, kaya kiliselerinin, yeraltı şehirlerinin bulunduğu bir bölgede yer alır Hacıbektaş.

Hacı Bektaş Veli Karacahöyük’te hayata gözlerini yummuş ve burada toprağa verilmiştir. Onun mezarı çevresinde derhal bir türbe oluşturulmuş ve burası kısa sürede dergaha çevrilerek (halk üniversitesi haline getirilerek) merkez nokta yapılmıştır. Karacahöyük’te, Hacı Bektaş Veli’nin makamına onun soyundan gelen ve Çelebiler denilen çocukları oturmuşlardır. Karacahöyük adı, daha sonra Hacı Bektaş Veli’ye saygı ile Hacıbektaş’a çevrilmiştir. Bugün Hacıbektaş İlçesi, Nevşehir’e bağlıdır ve turizmin hızla geliştiği noktalardan birisidir.

Yeniçerilerin Piri
Osmanlı Devleti, devşirme denilen Hıristiyan çocuklarından oluşturduğu orduyu Hacı Bektaş Veli’nin düşüncelerinden yararlanarak eğitti ve şekillendirdi. Yeniçeri Ordusu denilen bu ordunun başında bulunan ağa da Bektaşi idi. Bu ordu, 1826 yılına kadar Osmanlı Devleti’nin birinci gücü olmuştur.

Yeniçeri ordusu, törenlerde gülbank çeker (dua okur) ve bu gülbankta da Hacı Bektaş Veli’nin adı anılırdı. Duanın sonu şöyleydi: Pirimiz hünkarımız Hacı Bektaş-ı Veli’nin demine devranına hu diyelim hu!

Kısacası, Hacı Bektaş Veli sadece bir düşünür ve din adamı değil, devlete şekil veren siyasal bir kimlik olarak da son derece önemlidir.

Yaşamı hakkında açık bilgiler yoktur. Buna karşı Hacı Bektaş Veli etkileri ve yaptıklarından dolayı tarihi ve ebedi eserlere konu olmuştur

Hacı Bektaş Veli, 13. Yüzyıl’da yaşamıştır. Bu tarih, eski bir Vilayetname’ye eklenen notta 1209-1271 olarak saptanmıştır. Bu tarihlerin doğruluğunu şu kanıtlar onaylar.

·  Hacı Bektaş Veli, 1273 tarihinde öldüğü kesin olan Mevlana Celalettin-i Rumi ile çağdaştır. Bu çağdaşlığı, Mevlevi kaynakları ortaya koymaktadır.

Bu iki ulu kişinin arasında güçlü bir bağlantı olduğunu, tarih göstermektedir.

·  Hacı Bektaş Veli, 1263-1264 tarihlerinde Anadolu’dan Kırım’a geçen Alevi Türkmenler’in başında bulunan Sarı Saltuk’un da mürşididir (Öğretmenidir). Hacı Bektaş’ın, 1282′den sonra ölen Saru Saltuk’dan daha büyük veya onunla yaşdaş olması normal sayılmalıdır.

·  Hacı Bektaş; Taptuk Emre’nin; Taptuk Emre de Yunus Emre’nin mürşididir. Bugün, Yunus Emre’nin 1320 civarında Hakka yürüdüğünü (öldüğünü) biliyoruz. Yunus Emre’nin manevi gıdasını veren de Hacı Bektaş’tır. Öyleyse, Büyük Pir’in, Yunus Emre’den önce Hakka yürüdüğünü söylemek yanlış olmaz.

·  Vilayetname’de, Hacı Bektaş’a karşı çıkan ve onun duvarı yürüttüğünü görünce teslim olan Seyyit Mahmud-ı Hayrani de 1267-1268 tarihlerinde ölmüştür. Cacaoğlu Nureddin de yine bu yüzyılda yaşamış olup Hacı Bektaş Veli’nin manevi büyüklüğünü anlatan Vilayetnamede adı geçen önemli kişilerden birisidir.

·  1275 ile 1343 yılları arasında yaşayan Ebülfarac Vasıti’nin Tiryakül Muhabbin adlı eserinde de adı geçen Hacı Bektaş’ın, 1343′ten önce ölmüş ve oldukça şöhret kazanmış olduğu anlaşılıyor.

·  En önemli kanıtlardan birisi de; Kırşehir’de bir Mevlevi tekkesi kurmuş olan Şeyh Süleyman bin Hüseyin’in vakfiyyesinde geçen ‘fi nahiyetil-Hacı Bektaş kuddise sırruhu…’ ibaresidir. 1297 tarihli bu ibareden, Hacı Bektaş’ın bu tarihte artık ölmüş olduğu anlaşılmaktadır. Kuddıse sırruhu ibaresinin, o tarihlerde sağ insanlar için de kullanıldığı görüşü, belli bir kanıta dayanmamaktadır… (Bu bilgi için bak: John Kingsley Birge, Bektaşilik Tarihi, s. 45. Birge’nin naklettiği bir başka bilgi de 1295 tarihli bir vakfiyede yer alıyor. Orada da Hacı Bektaş Veli’den merhum diye söz edilmektedir.).

Karacahöyük’e yerleşti
Gerek Aşıkpaşazade’nin tarihinde, gerekse 14. Yüzyılın ortalarında yazılan ‘Menakıbül Kudsiyye’de; Hacı Bektaş’ın Baba İlyas-ı Horasani’nin yolunda, onun ardası olduğu vurgulanır. 1240 yılında öldürülen Baba İlyas’ın ardası olacak birisinin o dönemlerde 25-30 yaşlarında olması gerekir.
Hacı Bektaş Veli hakkında, onun yaşadığı dönemi çok iyi bilen Elvan Çelebi tarafından yazılmış bulunan Menakıbül Kudsiye’de geçen beyitlerden anlaşılıyor ki Hacı Bektaş Veli ve yanındaki yoldaşları 1240 yılında çıkan Baba İlyas isyanına katılmamışlardır.
Bu kayıtlardan şunu da anlıyoruz ki Osmanlı Devleti’ni kuran Osman Gazi’nin kayınpederi Şeyh Edebali de Baba İlyas’ın öğrencilerindendir ve Hacı Bektaş Veli ile akran bilgelerden birisidir. Bu bilgiler gösteriyor ki Hacı Bektaş veli isyan edenlere katılmamıştır. Fakat o, isyana katılmış güçlerden bir bölümünü alıp devletin ulaşıp katledemeyeceği bir noktaya taşımış ve oraya yerleştirmiştir. İşte o nokta da Karacahöyük olmuştur.

(Rıza ZELYUT)

VİLAYETNAME’DEKİ SÖYLENCELERE GÖRE HACI BEKTAŞ VELİ:

Hacı Bektaş Veli’nin, söylencelere dayalı yaşamı Vilâyet-nâme-i Hacı Bektaş-ı Velî’de anlatılmıştır. Vilayetnamede, Türbenin kubbesinin II.Bâyezid’in fermanı ile kurşunla kaplanışının anlatılması ile, Bektaşi tarikatının kuruluşunda çok önemli bir yeri olan ve 1501’de tekkenin post-nişin’liğine getirilen Balım Sultan’ın adından hiç bahsedilmeyişi dikkate alınırsa; Vilayetnamenin II.Bâyezid’in (1448-1512) padişahlığı (1481-1512) döneminde ve 1501 yılından önce kaleme alındığı ortaya çıkmaktadır. Abdülbaki Gölpınar’lı, Vilayetname’nin yazarının Firdevs-i Rumi (Uzun Firdevsi) olduğunu ileri sürmüşse de, bu kanıtlanamamıştır.
Söylenceler üzerine yazılan Vilayetname, destansı özellikler taşımaktadır ve Hacı Bektaş Veli’ye olağanüstü güçler atfedilmektedir. Hacı Bektaş Veli, günümüzde de geçerliliğini koruyan öğretisi ve düşünceleri ile sevilmiş ve yüceltilmiştir. Söz konusu söylence ve anlatımların, O’na duyulan büyük sevginin bir ifadesi; yazılı kaynakların sağlıksız ve az olduğu bir dönemin ürünü olduğunu göstermektedir. Vilayetnamenin nüshaları ile, bir çok tekkede karşılaşılabilmektedir. Vilayetname, masal anlatan bir metin gibi görünse de, Hacı Bektaş Veli’ye ve dönemine ilişkin gerçeklere ulaşmamıza yardımcı olacak, bir bilgi kaynağı olduğu görmezlikten gelinmemelidir. Hacı Bektaş Veli’nin, söylencelere dayalı yaşamının anlatıldığı, Vilayetnamedeki destansı anlatımların bazıları şöyledir:

Hacı Bektaş Veli’nin Hünkar Ünvanını Alışı:
Bektaşi kaynakların da, Hacı Bektaş Veli için çok sık kullanılan, bir de Hünkar lakabı vardır. Hacı Bektaş Veli’ye Hünkar denilmesi de, yine  bir söylenceye dayandırılmaktadır: Hocası Lokman Perende, bir gün Bektaş’a ders verirken, abdest almak için dışarıdan su getirmesini ister. Bunun üzerine Bektaş, “Hocam, bir nazar etseniz, mektebin içinden su çıksa da dışarıdan su getirmeye muhtaç olmasak.” cevabını verir. Lokman Perende ise “Buna gücüm yetmez, gücün yetiyorsa sen yap.” deyince, Bektaş, el kaldırıp dua eder. Bektaş elini yüzüne vurup secdeye kapandığında, mektebin ortasından bir pınar akmaya başlar. Hacı Bektaş’ın bu kerametini gören hocası Lokman Perende, sevinçle “Ya Hünkar!” demekten kendini alamaz. Bundan sonra da Hacı Bektaş Veli’ye, “Hünkar” da denilmeye başlanmıştır.

Hacı Bektaş Veli’nin Hacı Ünvanını Alışı:

Hacı Bektaş Veli’nin Hacı ünvanını almış olması, şu söylenceyle anlatılmaktadır: Hocası Lokman Perende hacca gider. Kâbe’yi tavâfdan sonra, Arafât’a çıkar. Orada, yanındakilere “bugün arife günü, şimdi bizim Türkistan’da herkes ‘bişi’ pişirir.” der. Bu söz Hünkar’a malum olur. Lokman Perende’nin evinde de, gerçekten bişi pişirilmektedir. Hünkar, Lokman Perende’nin evine giderek, şeyhin hanımından, bir tepsiye bişi koyup kendisine verilmesini ister. Hünkar, tepsiye konulup, kendisine takdim edilen bişi’yi, göz yumup açıncaya kadar, Lokman Perende’ye götürüp sunar. Bundaki hikmeti anlayan Şeyh Lokman Perende, arkadaşları ile beraber bu “bişi” yi yerler. Hac dönemi bitip Hicaz’dan dönülünce, Nişabur halkı Lokman Perende’yi karşılamaya çıkar. “Haccın kabul olsun.” diyerek tebrik ederler. Lokman Perende, gelen halka Bektaş’ın kerametini anlattıktan sonra, “Esas hacı olan Bektaş’tır.” diyerek, onu tebrik eder. Bunun üzerine adı Hacı Bektaş olur.

Hacı Bektaş Veli’nin Rum Ülkesine (Anadolu’ya) Gönderilişi:
Kutsal emanetler Elifî Taç, Hırka (kılık), Çırağ (mum), sofra (yaygı, sini altı), alem (sancak), seccâde (namaz halısı) Peygamber’e tanrı tarafından gönderilmiş, ondan Ali’ye ve Sekizinci İmam Alî er-Rızâ’ya geçmişti. Ahmet Yesevî’nin halifeleri, emanetin aralarından birine verilmesini isterler. Bunun üzerine Ahmet Yesevi, “Kendisine verilecek olan, onları almağa gelecektir.” diye söyler. Duyum gücü ile bu çağrıyı alan Hacı Bektaş, mekan sınırlarını aşarak, göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir an içinde, Türkistan’a varır ve Ahmet Yesevî’nin dergahının eşiğine yüz sürer. Pir, töreye göre, onun saçını kazıdıktan sonra, kendisine nasip sunar ve kutsal emanetleri verir. “Git; seni Rum ülkesine gönderiyoruz, sana oturacağın yer olarak Solucakarahöyük’ü veriyor ve seni Rum Abdallarına baş kılıyoruz. Rum’da gizlere ermiş, kendini aldırmış ve cezbeye girmiş olanlar (gerçekler, budalalar ve esrikler) çoktur. Bir yerde eğlenmeden heman var.” diye söyler. Hacı Bektaş, ertesi gün güneş doğarken, Ahmet Yesevi’den izin alarak yola koyulur. Varışını bildirmek için, dervişlerden biri, yanan bir odun parçasını, uzaklara doğru havaya atar. Bu bir dut dalıdır. Konya yakınlarına düşer ve Hak Ahmet Sultan adlı ermiş bir kişi onu alıp, şimdi Bektaşilerin tekkesi olan yerin eşiğine diker. Ağaç bugün de oradadır ve tepesi yanmış bulunmaktadır. Hacı Bektaş, yolculuğu sırasında da kerametler gösterir. Arslanların koruduğu bir yere vardığında, kendisine saldıran iki arslanı taşa döndürür. Bir ırmağa vardığında, balıklar onu selamlamak için sudan baş çıkarırlar. Rum sınırında güvercin donuna bürünür ve Sulucakarahöyük’te bir taşa konar.

Hacı Bektaş Veli ve Karaca Ahmet:
Sayıları elli yedi bin olan Rum ülkesi dervişlerinin (Rum erenlerinin), gözcü’leri Karaca Ahmed’dir. Hacı Bektaş’ın geldiğini duyan Rum dervişleri, Horasan’dan gelen sözcü’nün yolunu kesmek isterler. Bu düşünceyle, Rum ülkesine Irak’tan geçerek gelmiş bulunan Hacı Toğrul, bir doğan kılığında, güvercini avlamak üzere uçar. Fakat Hacı Bektaş, hemen insana dönüşüp doğan’ı yakalar. Kendisine; “Ben size güvercin donunda geldim. Eğer daha güçsüz bir kılık bulsaydım, ona bürünecektim. Sizse beni bir zalim görüntüsü ile karşıladınız.” diyen Hacı Bektaş’ın önünde, yenik Hacı Toğrul yere yüz sürer. Hacı Bektaş, Rum dervişlerine, onu gerisin geriye yollar. Hacı Bektaş bu gelenlere, “Horasan Erenlerindenim. Türkistan’dan geliyorum. Mürşidim Türkistan’ın doksan dokuz bin dervişinin Pir’idir. Soyum Muhammed-Ali’den gelir, nasibim Tanrıdan.” diye kendini tanıtır. Rum dervişleri, Karaca Ahmed’e dönerek, “Ahmet Yesevi bize bir dev göndermiş.” derler.

Hacı Bektaş Veli ve Taptuk Emre:
Hacı Bektaş Rum ülkesine geldiğinde, Kadıncık’ın evine yerleşir. Ardından dervişler, her yandan akın akın gelir. Emre adlı ermiş bir kişi, Hacı Bektaş’ın veliliğinin kanıtını görmek ister. Hacı Bektaş Veli, Sarı İsmail’i gönderip Emre’yi yanına getirtir. “Ya Emre, duyduk ki, dostlar divanında, erenler cem olup nasip ulaştırdığı vakit, Hacı Bektaş adında bir kimseyi görmedik demişsiniz. O yüce dostlar cem’inde, destur dağıtan elin nişanı vardır. O nişanı gördünüz mü?” diye sorar. Emre cevap verir: ”O divanda, yeşil perde arkasından bir yeşil el çıktı, bize destur ulaştırdı. O elin avuç içinde, yeşil bir beni vardı. Eğer o yeşil beni görürsem tanırım. Onu da, erenlerin en üstünü olarak kabul ederiz.” Hacı Bektaş Veli, Ali’nin simgesi yeşil bir ben bulunan el ayasını gösterdiğinde, Emre “Taptuk Hünkarım” diye haykırır. Adı Tapduk Emre olarak kalır.

Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’e Gelişi:
Çepni’ler boyundan Yunus Mukrî, bilge, okumuş ve tanınmış bir adamdı. Sulucakarahöyük’e gelip yerleşmişti. Ulularından biri olduğu Çepni’ler boyundan ayrılmıştı. Dört oğlu vardı: İbrahim, Süleyman, Saru ve İdris. İdris, babası gibi okumuş ve tanınmış bir kişi idi. Saru da öğrenim görmüştü. Fakat öbür ikisi ümmî idiler. İdris’in Kutlu Melek adlı bir karısı vardı. Kendisine, Kadıncık denirdi. Bir gün Kadıncık, öbür kadınlarla birlikte çamaşır yıkarken, Hacı Bektaş çeşmeye doğru yaklaştı. Acıkmıştı ve yiyecek istiyordu. Kadınlar ona, verecekleri şeyleri olmadığını söylediler. Kadıncık eve koştu, ekmekle yağ alıp, Hacı Bektaş’a getirdi. Hacı Bektaş ona, “Küpün hiç boş kalmasın!” dedi.

Akşam olup da, İdris’in annesi yemek koymaya gittiğinde, küpü ağzına kadar dolu buldu ve şaşırdı. Fakat Kadıncık, bunun dervişten olduğunu anlayarak kocasına kerameti anlattı. Kocası, gece camiye varınca, orayı da aydınlık içinde buldu. Oysa mescidin mumları sönüktü. Bir köşede, başı ışıkla çevrili bir dervişin dua ettiğini gördü. Geri dönüp karısını uyandırdı. Birlikte Hacı Bektaş’ı bulmaya çıktılar ve onu, kendi evlerinde kalmaya çağırdılar. İdris’in kardeşi Saru, Hacı Bektaş’ın onların evlerinde kaldığını görünce, Hacı Bektaş’ı ve Kadıncık’ı zina ile suçladı. Fakat İdris, bu sözlere değer vermedi. Hacı Bektaş, Kadıncık’ın evinde kaldığında, Sulucakarahöyük’te yalnız yedi ev vardı. Herkes sıra ile sürüleri otlatmaya, ya da bağdan meyve kaldırmaya gitmekteydi. Bir gün Hacı Bektaş ve Saru, bağa elma toplamaya gittiler. Saru, Hacı Bektaş’tan dalları dolu bir ağaca çıkmasını istedi. Hacı Bektaş hemen ağaca tırmandı. Saru başını kaldırdığında, Hacı Bektaş’ın hayalarının yerinde bir beyaz ve bir kırmızı gül bulunduğunu gördü. Yanılgısını anladı ve Hacı Bektaş’tan kendisini bağışlamasını dileyerek, ayaklarına kapandı. Ölünceye kadar da onun sadık müridi oldu.

Hacı Bektaş Veli ve Halifeleri:
Vilayetnamede, Hacı Bektaş Veli’nin halifeleri ile ilgili söylenceler ve bilgilerde bulunmaktadır. Hırka dağı ile ilgili söylence şöyledir:

Bir gün Hacı Bektaş ve Abdal’ları Hırka Dağına çıkarlar. Hacı Bektaş onlara ateş yakmalarını söyler. Ateşe yaklaşınca, kendini aşma durumuna geçerek semah yapmaya başlar. Abdallar da ona uyar. Ateşin çevresini kırk kez dolanırlar. Ateş sönünce küllerini savurur. “Ey Rabbim, bu külün düştüğü yerden odun olsun, ağaç bitsin. Her gün götürüp yaksınlar, huzur bulup rahat etsinler.” diye söyler. Hünkar’ın nefesi üzerine, odun bitmek yerine çoğalır. O günden bugüne, o dağın adına Hırka Dağı denmektedir.

Bir diğer söylence ise şöyledir: Bir gün Saru İsmail, Hırkadağı’nda iki mum yanmakta olduğunu görür. Hacı Bektaş Veli, “Gayb Erenleri”nin kendilerini görmeğe gelmiş olduklarını söyler. Hemen Hırkadağı’na çıkarlar ve orada “Gayb Erenleri”nin yanında üç gün kalırlar. Sonra geri dönerler. Fakat zaman durmuş, öbür halifeler hiçbir şey farketmemişlerdir.
Vilayetnamede, Hacı Bektaş Veli’nin Halifeleri şöyle anlatılmaktadır: Hacı Bektaş Veli, otuz altı bin çerağ yaktı, otuz altı bin müridi oldu. Cemal Seyyid, Saru İsmail, Kolu Açık Hacım Sultan, Baba Resul, Pir Ebi Sultan, Receb Seydi, Sultan Bahaeddin, Yahya Paşa, Barak Baba, Ali Baba, Saru Kadı, Atlas-pûş Sultan, Dust-ı Hudâ, Hızır Sâmit bunlar arasındadır. En sevdiği Cemal Seyyid idi. Kendisini Akdeniz yönüne yolladı ve o Gelibolu’ya gitti. Kolu-açık Hacım Sultan’da onun büyük Halifelerinden biri idi. Ma’nâ (bâtın) kılıcı ona verilmişti. Meydan sâkîsi olmuştu. Hacı Bektaş Veli kendisini, bir tekke kurmağa, Germiyan beldesine yolladı. Pir Ali Sultan, çırağcı’sı idi. Konya’ya Sa’deddin Konevî’nin yanına gitti. Orada gömülüdür. Güvenç Abdal da Hacı Bektaş Veli’nin dervişleri arasında yer alanlardan biri idi.

Hacı Bektaş Veli’nin Çilehane’ye Yumrukla Pencere Açması:
Hacı Bektaş Veli, Çilehanede düşünüp tefekkür kılmakta iken, Erenlerden bir grup ziyaretine gelir. Hak’la beraber olduğunu öğrenerek, onlarda Çilehane’ye gelirler. Hünkar ile oturup sohbet ederler. Sohbet esnasında  “Bu çilehane çok karanlık, bir ışık gelecek yeri olsaydı.” derler. Hacı Bektaş Veli, Hak aşkıyla dışarı çıkar, sağ eliyle yumruk edip, o yerli taşa öyle bir vurur ki, hemen hemen bir adam sığacak kadar delik açılır. Çile mağarasının içi apaydınlık olur. Erenler, Hacı Bektaş Veli’nin kerametini görüp, itikat eylerler. Hayır duasını alarak yollarına revan olurlar.

Beş Taşların Şahitliği:
Hacı Bektaş Veli, Kadıncık Evinde ikamet ederken, Karahöyük Köyünde yedi hanenin dışında ev yoktur. Sığırları güdücüye vermezler ve sırayla güderler. Sıra İdris Hocaya geldiğinde, o gün çok önemli işi vardır. Hacı Bektaş Veli, İdris Hoca’nın yerine sığırları gütmeyi kabul eder. Sığırları otlata otlata, Mucur İlçesi yolunda Beşkayalara kadar götürür. İdris Hoca’nın kardeşi Sarı’da, öküzlerini Hacı Bektaş Veli’nin güttüğü sığır içine sürer. Hacı Bektaş Veli Sarı’ya: “Öküzlerini kurt yerse, sebebi ben değilim. Al git öküzlerini, ne yaparsan yap!” diye söyler. Hacı Bektaş Veli’nin öküzleri gütmeyi kabul etmemesine rağmen, Sarı öküzleri bırakır. Bunun üzerine Hacı Bektaş Veli: “Ey beş taşlar, siz şahit olmalısınız ki, ben kabul etmeden Sarı öküzlerini bıraktı. Sarı’ya üç defa, öküzlerini gütmeyeceğimi söyledim. Yarın hesap günü şehâdet edersiniz.” der. Akşam olduğunda sığırlar köye döner. Sarı’nın öküzleri dönmemiştir. Hep birlikte öküzleri aradıklarında, beş taşların yanında, ufak dereciğin içinde, dört adet öküzün ikisini kurt yediğini görürler. Sarı, Hacı Bektaş Veli’den zararını karşılamasını ister. Hacı Bektaş Veli, aralarındaki konuşmayı aktarır ve beş şahidinin olduğunu söyler. Cemaat, sığır otlağına vardığında, Hacı Bektaş Veli beş taşlara dönerek: “Ey beş taşlar, Hakk’ın izni ile yine Hakk için, mutlaka gelin. Olanlara, doğru şahadette bulunun.” diye söyler. Beş adet taşın hepsi birden, Hünkar’ın da himmetiyle sırayla gelip, heyet huzurunda şahitlik yapıp, Sarı’nın haksız olduğunu anlatırlar.

Hacı Bektaş Veli’nin Eğilmiş Duvarı Düzeltmesi:
Hacı Bektaş Veli, bazen Kadıncık Evinde, bazende Çilehane’de vakit geçirirdi. Kadıncık Evinde ibadet ederken, evin duvarı yıkılmaya başlayıp, eğilir. Bunu gören Kadıncık: “Ya Hünkar, duvar yıkılıyor, oradan bir kenara çekilseniz iyi olur.” diye seslenir. Hacı Bektaş Veli, eliyle işaret eyleyerek duvara, “dur” deyince, duvar durur. Yerinden kalkıp, sırtını vererek duvarı düzeltip, tekrar yerine oturur. Duvarda, sırtının kalıbı olduğu gibi belli olmuştur.

Akpınar:
Hacı Bektaş Veli, Sarı İsmail ile Karahöyük Köyünün alt kısmında, dere kenarında otururken, elleriyle yeri karıştırmaya başlar. Üç defa “Ak pınarım” der. Zülâl gibi bir su çıkıp, akmaya başlar. Hünkar, “Beni, ak pınarım diye üç defa neden söylettin.” der. Sarı İsmail, sudan bir avaz işittiğini; “Birinci söylemende Horasan ve Nişabur şehrinden hareket edip, Erciyes Dağına geldim, dağın yol vermemesi nedeniyle yedi defa etrafını dolandım; ikinci emrinde onunla meşgul idim; üçüncü seslenmede ancak gelebildim.” diye seda duyduğunu Hacı Bektaş Veli’ye aktarır.

Hacı Bektaş Veli, Seyyid Mahmud Hayrani, Uçan Kaya:
Akşehir’de, Seyyid Mahmud Hayrani adlı biri vardır. Bir arslanın üzerinde, elinde kamçı gibi kullandığı bir yılan ve yanında üçyüz Mevlevi dervişle Hacı Bektaş Veli’yi ziyaret amacıyla yola çıkar. Haberi alan Hacı Bektaş Veli, “Bu kimse canlı varlıklara binmiş geliyor, bizde cansıza binelim.” der. Kızılca Halvet yakınında bir kızıl kaya vardır. Hacı Bektaş, kayaya tırmanır ve yürümesini buyurur. Taş, bir kuş biçimini alarak yola düşer. Seyyid Mahmud Hayrani, bir erin cansız kayaya binmiş, altındaki kaya kuş gibi uçup geldiğini görünce, Hacı Bektaş Veli’nin hikmetine hayran kalır. Seyyid Mahmud Hayrani “Er nazarında küstahlık ve edepsizlik etmişiz.” diyerek, derhal aslandan inip, yılanı elinden salıverir. Tekkeye toplanırlar. Dervişler birbirleriyle görüşürler. 300 tane dervişin hepsi de Hünkar’ın ayaklarına düşerler. Tüm dervişler, Tekkekayanın önünde saf bağlayıp cem oluştururlar. Yeme, içme, sohbet, muhabbet ve semah yaparlar.

Hacı Bektaş Veli ve Ahi Evran:
Kırşehir’e Gülşehir denirdi. Pek çok cami ve medrese vardı ve şehir okumuş, bilge kimselerle dolu idi. Bunlar arasında, Denizli’den Konya’ya, oradan Kayseri’ye gelen ve Gülşehir’de yerleşen Ahi Evren de bulunuyordu. Fütüvvet Loncasının ulularından idi. Fakat kökeni bilinmiyor idi. Çünkü Gayib Erenler’indendi. Onu aleme tanıtan Sa’deddîn Konevî oldu. Birçok kerameti vardı ve ünü yaygındı. Hacı Bektaş ve Ahi Evren birbirlerini çok severlerdi. Sık sık birbirlerine giderlerdi. Birlikte pek çok dervişe el vermişlerdi. Bunlar arasında, Germiyan ülkesinden Denizli’li bir harami vardı. Yıllar boyu, uzun yollarda, adam öldürerek koşmuş durmuştu. Bir gün pişmanlık duyup, Sulucakarahöyük’e gelir. Hacı Bektaş ona, kuru bir ağaç dalı verir ve “Ağaç yeşerdiğinde bağışlanmış olacaksın!” der. Adam Denizli’ye dönüp, orada bir yer satın alıp kuru ağacı diker. Yıllar geçer, ağaç yeşerir. Hacı Bektaş Veli, adamın saçını traş edip, ona Elifi Tac giydirir ve icazet verir. Şimdi Denizli’de bir tekkesi bulunmaktadır ve Bostancı Baba tekkesi denmektedir.

Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre:
Eskişehir’in Sivrihisar’ında, geçimini çiftçilikten sağlayan Yunus adında bir köylü vardır. O yıl kuraklık olmuş, ürün alamamış, zor durumda kalmıştır. Hünkar’ın himmeti ve hikmetini duymuş, ona gitmeye karar vermiştir. Öküzünün sırtına bir yük alıç yükleyerek yola çıkar. Hünkar’ın huzuruna çıktığında, durumunu ve perişanlıklarını anlatıp, yokluktan kurtulabilmek için lutufunu diler. Hünkar, alıç yükünü kabul edip, içeri aldırır. Yunus’un gelişinin üzerinden iki-üç gün geçer. Gitmek için müsade istediği Hünkar’a iletilince, “Varın söyleyin Yunus’a! Buğday mı verelim, yoksa alıcı sayalım, her birine iki nefes mi verelim?” diye sorulmasını ister. Yunus, “Bana buğday lazım, ailem aç, ben nefesi ne yapayım.” deyince, Hacı Bektaş Veli, Yunus’un öküzünün yükünü buğdayla doldurtur. Yunus buğdayı alıp yoluna devam eder. Köyüne yaklaştığında, buğdayın yendikçe tükeneceğini, sunulan nasibi reddetmekle hata ettiğini düşünüp, pişman olur. Önerilen himmeti tekrar kerem kılar, umudu ile geri döner. “Buğdayı istemiyorum, bana önceki dediği himmetten nasip eylesin.” der ise de, “Biz nasibin en büyüğünü Taptuk Emre’ye sunduk. Varıp nasibini ondan alsın.” cevabını alır. Yunus, aldığı cevaba uyarak Taptuk Emre’ye yollanır. Yunus, dağa gidip, odunun doğru olanlarını toplayarak ve yaş ağaç kesmeden, Tapduk Emre’nin tekkesine odun çekmeye başlar. Vakti gelince, Hacı Bektaş Veli’nin “Himmet hazinesinin ağzını açtık, nasibini verdik, söyle” demesi ile aşka gelen Yunus Emre, halk arasında ulu bir divan edebiyatı yaratır..

Hacı Bektaş Veli’nin Ölümü:
Hacı Bektaş Veli, öleceğini anlayınca Saru İsmail’i çağırtır. Ona “Öldüğümde beni bir ceviz tabuta koyun. Kadıncık’ın oğlu, Hızır Lâle Cican benim yerimi alacaktır. Elli yıl sonra onun yerini, kırk sekiz yıl şeyhlik yapacak olan Mürsel alacak; sonra da Yusuf Bali, otuz yıl onun halefi olacaktır.” der.

Hacı Bektaş Veli Hakka ruhunu teslim edince, cenaze hazırlıkları başlar. Rum ülkesinde bulunan tüm gönülden sevenleri, atlı ve yaya olarak gelirler. Çile Dağı tarafından, donu yeşil, elinde yeşil sancak ve yüzü örtülü bir boz atlı gelir. O boz atlı meçhul kişi, meftayı eliyle yur, yıkar, cenazesini kendi eliyle kefenleyip mezara koyar. Boz atlı uzaklaşıp giderken, Saru İsmail kim olduğunu görmek ister. Yüzündeki örtü açılınca, boz atlının Hacı Bektaş Veli olduğunu görür. Saru İsmail’e “Er odur ki, ölmeden önce ölür ve kendi bedenini yıkar. Buna ermeye çalış.” diyerek gözden uzaklaşır.
Hacı Bektaş Veli Türbesinin Yapılışı:
Edirne’yi alan Sultan Gazi Murad Bursa’da oturuyordu. (Edirne yöresi, Orhan tarafından alınmış olup, burada Orhan ile I.Murat karışıklığı olabilir.) Hacı Bektaş Veli için bir türbe yaptırmayı diler. İşi, mimar Yanko Madyan’a verir. Sekizinci İmam aşkına sekiz köşeli bir kubbe yapmasını ister. Kubbe tamamlanınca, tepesine tunç bir alem dikmek istenir. Fakat kubbe çöker, yapı dağılır. Mimar düşerken Hacı Bektaş Veli’den yardım diler ve O, kendisini kurtarır. Bunun üzerine mimar dervişliğe girip, Sâdık adını alır. Dergah’ta altı yıl yaşar. Hızır Lale’ye: “Mezarımı Hacı Bektaş Veli’nin kabri eşiği altına kazın. Ona o kadar sıtkıle bağlandım ve hayran kaldım ki, ziyaretine gelenler, onun aşkı muhabbetine benim siğnemi çiğnesinler.” diye vasiyetini bildirir. Öldüğünde vasiyeti nedeniyle türbenin eşiğine gömülür. (
http://www.hacibektas.com/index.php?id=vialyetname)

HACI BEKTAŞ VELİ’DE AHMED YESEVİ VE LOKMAN PERENDE BAĞLAMI

Horasan’dan gelen dervişlere Horasan erenleri deniliyordu. Hatta Hacı Bektaş da, Baba İlyas gibi Horasanî olarak anılıyordu. Sonra bir gelenek hâline gelen bu adlandırma, istila önünden kaçan yığınların izlediği yolu anımsattığı gibi, dervişleri zorlayan toplu göçü de anımsatmaktadır. Bu dervişler Küçük Asya ile Orta Asya arasında bir bağ oluşturan Ahmet Yesevî kültürünü birlikte getirdiler. Bektaşîler, gerçekte, Ahmet Yesevî’nin manevî kalıtçıları idiler.

Hacı Bektaş’ın doğumu gibi ölüm tarihi de tam olarak bilinmemektedir. 1270’lerde öldüğü düşünülmektedir. Kimi kaynaklarda onun kardeşi Menteş’le birlikte 1239-40’larda Baba İlyas-i Horasanî’nin müridi olduğu, Baba İlyas’la ayaklanma sırasında öldürüldüğü ileri sürülmektedir

Velayetname’de anlatılan söylenceye baktığımızda: Hacı Bektaş, Horasan’da Nişabur kentinde doğmuştur. Sekizinci İmam Ali Er-Rıza soyundan gelmektedir ve soyu, Hüseyin’den dolayı Ali’ye çıkmaktadır. Aynı biçimde Ahmet Yesevî de Muhammedî el-Hanefi’den dolayı Hz. Ali’ye bağlanır.

Velayetname’ye göre Hacı Bektaş Velî, Ahmet Yesevî’nin müridi Lokman Perende’ye bağlıdır. Abdülbaki Gölpınarlı, Lokman Perende adını taşıyan üç kişiden söz eder: Birincisi Şeyh Lokman-i Serasi’dir ve 1048’de ölmüştür. İkincisi, Hüseyin Baykara zamanında Herat’ta yaşamış bir şeyhtir, 1492-93’te ölmüş ve buraya gömülmüştür. İkisi arasında 14. yüzyılda Erdebil’de yaşamış olan ve Safaviler’in Anıtkabri sayılan türbeye gömülmüş olan bir başka Lokman Perende bulunmaktadır. Mezarı, Şeyh Safiyuddin İshak’ın (öl. 1334) oğlu Şeyh Sadreddin Musa (1334-1392) tarafından yaptırılmıştır. Perende (Uçan) sözcüğü üzerinde de durmak gerek. Bu isim gezginci dervişler olan Kalenderî tarikatına bağlı başka bir kişiye de verilmiştir. Bu kişi de ünlü Şems-i Tebrizi’dir.

Eflakî, bize, onun değişik mekânlara bî-ser ü pâ (başsız ayaksız) girme gücüne sahip olduğunu, bu nedenle kendisine Şems-i Perende (Uçan Şems) denildiğini anlatır. Buradan da, Şems’in hazır ve nazır, yani aynı anda ayrı mekânlarda bulunabilen, ermiş ve ulu kişilere özgü olan güce sahip birisi olduğu sonucu çıkmaktadır. Hacı Bektaş da aynı güce sahip olacak ve bu görünüm (don), diğer birçok Bektaşî ulusuna, özellikle ölümünden sonra aynı anda birçok yerde görülmüş olan ünlü Pir Sultan Abdal’a da mal edilecektir. Buna benzer bir başka görünüm, Baba İshak diye de bilinen Baba Resul için de söz konusudur ve bu nedenle, Pir Sultan’ın müritleri, onun öldüğüne inanmamışlardır.

İnanca göre, Ahmet Yesevî, turna kuşu donuna (şekline) girebiliyordu. Turna kuşu (allı turna), Alevî-Bektaşî folklorunda çok büyük bir rol oynar ve Ali’nin simgesidir. Pir Sultan Abdal, bunu en güzel biçimde dizelerinde şöyle ölümsüzleştirmiştir:

“Hazreti Şah’ın avazı,

Turna derler bir kuştadır”

Velayetname’de Horasan dervişlerinin (Horasan erenleri), meclislerine Ahmet Yesevî’yi davet etmek için turna donunda derviş gönderdikleri ve bunların Türkistan’a doğru uçtukları anlatılır. Haberi alan Ahmet Yesevî ve halifeleri de turna donuna girerler ve onlara doğru uçarlar. Hacı Bektaş’ın kendisine gelince, o da Rum ülkesine ulaşmak için güvercin donuna girecektir.

Velayetname’de belirtildiği gibi, Lokman Perende, perendelik (uçma yeteneği) yeteneğini Türkistan’ın Pir’i, mürşidi Ahmet Yesevî’den almıştır. Abdülbaki Gölpınarlı, Bektaşî ayininde, Ayin-i Cem töreni sırasında yapılan 12 hizmetten birinin bu adı taşımasından dolayı, kandilin (çerağ) yöresinde uçuşan pervanenin (gece kelebeği) bir değişkesini (varyantını) perende sözcüğünde görmek gerektiğini öne sürer.

Burada bir diğer önemli olgu da Türkistan Erenleri, Horasan Erenleri ve Rum Erenleri sözcüklerinin kullanımıdır. Velayetname’de bu üçünün adı da geçer; Ahmet Yesevî, “Türkistan’ın doksan dokuz bin pirinin piri” diye anılmaktadır. Hacı Bektaş’a da, “Horasan Erenlerinin Piri” denilmektedir. Sayıları yetmiş yedi bin kadar olan bu erenler, Türkistan Piri’ne bağlı görünmektedir. Öyle ki Horasan erenleri bir toplantı yapmak isterler. Toplantıya Türkistan Piri’ni ve halifelerini davet ederler. Bunlar, turna donuna girerek Türkistan’dan ayrılırlar ve Semerkand sınırında Amu-derya denen taşkın akan suyun üstüne konarlar. Burası, Ahmet Yesevî’nin ayaklarına niyaz eden Horasan Erenleri’ni karşıladığı yerdir. Toplantıdan sonra, Ahmet Yesevî ve halifeleri Türkistan’a Horasan erenleri de ırmağı gerçerek Horasan’a geri dönerler.

Ahmet Yesevî kutsal özel emanetlerini tekkesinde saklıyordu. Bu emanetler taç, hırka, çerağ (kandil), sofra, alem (sancak) ve seccade idi. Emanetler, Tanrı tarafından Peygamber’e verilmiş, ondan da Ali Murtaza’ya ve Ali’den sonra da bunları Ahmet Yesevî’ye vasiyet üzerine bırakan 8. İmam Ali Er-Rıza’ya kadar tüm İmam’lara devredilmişti. Ahmet Yesevî de bunları Horasanlı Hacı Bektaş’a devredecektir. Hacı Bektaş, göz açıp kapayıncaya kadar, mürşidinin çağrısı üzerine Horasan’dan Türkistan’a Ahmet Yesevî tekkesine ulaşır. Hacı Bektaş Velî, bundan böyle gücünün simgesi olacak bu emanetleri devraldığında Ahmet Yesevî kendisine şöyle der: “Var, seni Rum’a saldık. Suluca Karahüyük’ü sana yurt verdik. Rum Abdallarına seni baş yaptık. Rum’da gerçekler, budalalar, sarhoşlar çoktur. Artık hiçbir yerde eğlenme, hemen yürü.” Hacı Bektaş, hemen Ahmet Yesevî’den destur alır, bir güvercin donuna girer ve Türkistan pirlerinden Lokman Perende tarafından havaya fırlatılmış ucu yanık odun parçasının düştüğü yer olan Rum ülkesine varır. (http://aregem.kulturturizm.gov.tr/TR,12599/haci-bektas-velide-ahmed-yesevi-ve-lokman-perende-bagla-.html)

 

image0031.jpg

image004.jpg

HacıBektaş Üçler Çeşmesi’ndeki Süleyman Peygamberin mührü. (Vikipedi)

Paylaş:

Yorumlar

Yorum yap